• Sonuç bulunamadı

EKOLOJİK BİR DOĞA FELSEFESİ: DİYALEKTİK DOĞALCILIK…

2. BÖLÜM: DİYALEKTİK DOĞALCILIK

2.2. EKOLOJİK BİR DOĞA FELSEFESİ: DİYALEKTİK DOĞALCILIK…

Doğal gelişme süreci, kendisini yansıtan farklı/karşıt evrelerin ussal bir bütün içerisinde anlamlı kılındığı bir gelişme süreci/bireşimsel bir gelişim olarak tanınır.

Gelişimin düzensiz ve anlam verilemeyen bir değişme süreci olmadığını, bunun tersine, mantıksal olarak kavranılabilir evrelerin birbirini takip ederek ortaya çıkardığı amaçlı bir büyüme süreci olduğunu düşündüğümüzde, diyalektik düşüncenin bu büyüme sürecini kavradığını belirtebiliriz. (Bookchin, a.g.e, s. 41) Büyüme sürecinin aynı zamanda sürekliliği, birikimselliği, karşılıklılığı, çeşitliliği ve bütünlüğü içeriyor olması da sürece ilişkin kavrayışın, ne denli organik bir temelde gerçekleşeceğini gösterir:

“İnsan yaşam-döngüsünü inceleyen diyalektik düşünürler” der Bookchin ve şöyle devam eder, “bir bebeğin bir çocuğa, bir çocuğun bir gence, bir gencin bir delikanlıya, bir delikanlının bir erişkine doğru gelişimini, kendini sürdüren bir insani özdeşlik olarak anlarlar” (Bookchin, a.g.e, s. 29). Burada özdeşlik, süreç içerisinde birbirlerinin yerine geçerek özsel karşıtlıkları tüketen ve gelişimi ileriye doğru taşıyan farklı evrelerin gelişimin bütünlüğünü oluşturmaları şeklinde ortaya çıkar. Hegel tarafından diyalektik gelişmenin yapısını açıklamak için öne çıkarılan ve Bookchin’in de hem evrimsel birikimin hem de diyalektik nedenselliğin genel mantığını bir arada düşünmemize olanak sağlayacak bir örnek olarak benimsediği bitki örneği de bu noktada düşünülebilir: “Birden açılıveren çiçekte tomurcuk kaybolur, tomurcuğun çiçek tarafından yadsındığı söylenebilir; aynı şekilde, meyve göründüğünde, çiçek bitkinin sahte bir tezahürü olarak görünür ve meyve doğru tezahür olarak ortaya çıkar. Bu biçimler yalnızca birbirlerinden farklı olmakla kalmazlar, birbirleriyle uyuşmaz bir şekilde diğerinin yerini alırlar. Ancak aynı zamanda akışkan olan yapıları onları, çatışmadıkları, herbirinin diğeri kadar gerekli olduğu organik bir birliğin uğrakları haline getirir; ve yalnızca bu karşılıklı gereklilik bütünün yaşamını oluşturur”

(Bookchin, 1994, s. 113).

Özdeşliği bir kendileşme süreci olarak gören ve doğal gelişmeyi çeşitlilik içinde birliğin korunduğu bir süreç olarak kavrayan diyalektik doğalcılık, gelişme sürecini ortayan çıkaran içkin unsurları sürecin diyalektik akılla kavranabilir potansiyelleri olarak kabul eder. Bu potansiyeller, akılla kavranabildikleri ölçüde, varoluşsal gerçeklik kadar gerçektirler ve gelişme ya da kendileşme süreci, potansiyel halde bulunan gizilgüçlerin

öz-doğrultulu bir biçimde açınımıdır. Başka bir ifadeyle doğal gelişme, potansiyel halde bulunan gizil-güçlerin diyalektik nedenselliği gösterecek bir biçimde –veya diyalektik nedenselliğe tabi bir durumda– edimselleşmesidir: “Tüm Varlığın Varoluyor olmasından dolayı, diyalektik nedensellik, daha ileri farklılaşma ve edimselleşme için, her yeni edimselliğin gizilgüç olduğu yolda, gizilgücün edimselliğe farklılaşmasıdır”

(Bookchin, 2014b, s. 38-39).

Böylelikle diyalektik doğalcılık açısından “gerçeklik, her zaman potansiyelleri gerçekleştirmeye yönelen bir süreç” olarak düşünülür (Bookchin, 2013b, s. 226-227).

Bu süreç içerisinde ortaya çıkan her farklılaşma, doğal gelişmenin bütünlüğüne uygun düşecek bir biçimde gerçekleşir: Tıpkı bir insan ya da bitkinin değişimi içerisinde bir ve aynı kalan bütünsellik gibi.

“Diyalektik nedensellikte bir şey veya bir görüngü, tüm bütünlüğü veya tamlığı açısından, ‘olması gerekene’ doğru kendisini geliştirene dek belirsiz, kararsız, gerilim içinde kalmaktadır –yapılandığı biçimden dolayı, doğuma yaklaştıkça olgunlaşan bir fetusun doğmaya zorlanması gibi. Yolundan sapmadan veya kendine zarar vermeden, olmak üzere yapılandığı şeyle sonsuza dek gerilim veya ‘çelişme’ içinde kalamaz.

Varlığının tamlığına doğru olgunlaşmak zorundadır” (Bookchin, 2014b, s. 38-39). Bu bakımdan ancak edimsel olan –öz-doğrultulu gelişimini olması-gerekene kadar taşıyabilen– ussaldır:77 Olanaklarına sadık olmayan bir gelişme süreci de eksik ya da çarpıtılmış olduğu ölçüde us-dışıdır.

Olması-gereken, varlıkbilimsel bir ölçüt olarak, bir gelişme sürecini doğru bir şekilde anlamamıza ve kurgulamamıza olanak sağlar. Gelişimin takip etmesi gereken yola göre tutarlılıkla ilerleyip ilerlemediği ya da gelişimde bir sapmanın olup olmadığı bu ölçütle belirlenir.

77 Bookchin’e göre, “Hegel'in ünlü maksimi Was vernünftig ist, das ist wirklich; und was wirklich ist, das ist vernünftig, ‘ussal olan gerçektir ve gerçek olan ussaldır’ olarak yanlış biçimde çevrildiği zaman sorun ortaya çıkmaktadır. Doğru ve felsefi olarak anlamlı çevirisi,

‘ussal olan edimseldir ve edimsel olan ussaldır’ olacaktır” (Bookchin, a.g.e, s. 138,139).

Bookchin’e göre, “akılla çıkarsanan bu ‘olması gereken şey’, varoluşsal ve pragmatik

‘mevcut olan’dan daha yüksek bir hakikat ve bütünlük düzleminde durmaktadır”

(Bookchin, 2015b, s. 259). Çünkü olması-gerekenin gerçekleşmesi, bütünü meydana getirir ve ancak bütün doğrudur. Bu bakımdan “gizilgüçlerinden mantıksal olarak ortaya çıkarılacak olan ‘olması gereken’in gelişimi göz önünde tutulmadan, bir şeyin veya bir görüngünün ‘mevcut durumunu’, onun ‘gerçekliği’ olarak kabul etmek felsefi olarak anlamsız” olacaktır (Bookchin, 2014b, s. 42).

Ancak, “kurgul usun verili olanın ötesinde neyin beklediğini mantıksal olarak tasarlama gücü –en yüksek insani niteliklerimizden olan bir güç–, ussal olarak ‘olması gerekenin’

zorunlu olarak ‘olacağı’ demek değildir (Bookchin, a.g.e, s. 15-16). Olması gerekenin gerçekleşmesi, daha çok, bir gelişme sürecinin ussal evrelerini takip etmesidir. Bu bakımdan “örneğin bir meşe palamutu gizilgüç açısından olmak üzere yapılandığı şeye doğru –bir meşe ağacına– gelişmek yerine, bir sincap için bir besin olabilir veya bir beton kaldırım üzerinde kuruyup gidebilir. Bu varoluş içine fırlatılma ilkesi, tohumun sadece örtük olarak kalamayacağıdır” (Bookchin, a.g.e, s. 38-39). Dolayısıyla zorunluluk, diyalektiğin mantıksal ve varlıkbilimsel yapısı gereği, karşıtlıkları tüketme ve olması-gerekenin edimselleşmesine doğru bir ilerleme olarak anlaşılmalıdır.78

“Hegel’in diyalektik sürecin kompleks yapısını çıkarımlarken uyardığı gibi, bilginin nesnel olabilmek için içsel ve örtük olanı ortaya çıkarmaktan başka bir hedefi yoktur”

(Bookchin, a.g.e, s. 139-140).

Gerçekliği potansiyel halde bulunan gizil-güçlerin edimselleşme süreci olarak kavrayan diyalektik doğalcılık, gerçekliğe daha zengin bir anlam kazandırır: İnsani perspektif açısından verili olan deneysel gerçekliğe, birikimsel bir sürecin şimdiki zaman içerisindeki yansıması olarak, bir geçmiş duygusu kazandırmakla kalmaz; potansiyel halde bulunan gizil-güçlerin gelecekteki gerçekleşmesine dayanarak olması-gereken bir gerçeklik de yaratır.

78 “Teleoloji anlayışımızın, herhangi bir ‘demir zorunluluk’ ya da zorunlu olarak bir görüngünün başlangıcında, sonunu ‘kaçınılmaz olarak’ getiren değişmez bir özgelişim tarafından yönlendirilmesi gerekmez. Belirli bir görüngü rastgele kendi kendine oluşmamış olabilse de tesadüf onun kendini gerçekleştirmesini önleyebilir. Dolayısıyla ‘telos’u kaçınılmaz bir zorunluluktan çok, etkili bir çabanın sonucu olarak görülecektir” (Bookchin, 1994, s. 500).

Bookchin’in doğayı yalıtık deneysel anlardan daha fazla bir şey olarak görüp ona süreçsel bir temel üzerinden geçmiş ve gelecek kazandırması, diyalektik doğalcılığın iki temel varsayımından çıkarılan kurgusal sonuçları evrimsel bir temele oturtur. Özellikle doğadaki gelişmenin anlamını/amacını, bilinçliliğin ve öznelliğin artışı olarak belirleyen temel argümana doğalcı bir destek sağlanır.

Bookchin’e göre doğa, gelişiminin her evresinde bilinçlilik potansiyelini gerçekleştirir ve bilinçlilik ya da akıl, “doğal dünya içinde kendi evrimsel tarihine sahiptir ve yaşam- biçimlerinin daha etkin ve esnek olarak işlev görme sinirsel kapasiteleri artarken, yaşamın kendisi de kendisinin farkında olmaya ve kendiliğinden etkinliğe yol açan yeni evrimsel doğrultular yaratır” (Bookchin, a.g.e, s. 96-97). Doğal unsurların farklılaşmasına ve daha karmaşık canlı türlerinin ortaya çıkmasına bağlı olarak ortaya çıkan yeni evrimsel ‘patikalarda’ bilinçlilik ve öznellik de artar.

Bookchin’in katılımcı evrim olarak isimlendirdiği anlayışa göre, doğadaki canlılar, başlangıç halinde bile olsa, kendi gelişimleri sırasında seçimlerde bulunurlar. “Türler, doğal süreçte başlangıç halindeki özgürlüklerini bütünüyle kullanarak, kendi evrimlerinin esas katılımcıları –sadece edilgin yapıtaşları değil, etkin varlıklar– olurlar”

(Bookchin, a.g.e, s. 96-97).

Doğal gelişimin en ihtişamlı farklılaşmaları, canlıların kendi gelişimleri sırasında ortaya koydukları çabanın eseridir. Bütün bir gelişim süreci, bu çabanın daha karmaşık ilerlemelere/incelmelere dönüşümüyle sağlanır: “Amipte belli belirsiz bir özyönelim vardır; bu özyönelim, evrimin sonraki aşamalarında bulunan daha karmaşık ve öznel olarak daha gelişkin canlı türlerinde gördüğümüz amaçlılık, irade, niyetlilik gibi özelliklerin tohumudur. Amip gibi tek hücreli canlıların süngersiler gibi çok hücreli canlılara ve nihayet memeliler gibi son derece karmaşıklaşmış canlılara dönüşerek farklılaşması, organların ve organ sistemlerinin de giderek uzmanlaşmasını ve özelleşmesini beraberinde getirir. Bu sürecin belirli bir noktasında, sinir ağlarının, otonom sinir sistemlerinin, katmanlaşmış beyinlerin ve uzun bir evrim sürecinin sonunda özbilinç sahibi varlıkların belirdiğine tanık oluruz” (Bookchin, 2013b, s. 223).

Sonuçta diyalektik doğalcılık, ekolojik bir doğa felsefesi olarak, hali hazırda devam eden evrimsel gelişmeyi organik/diyalektik bir akılcılıkla açıklar. Birikimsel bir süreç

olarak ilerleyen evrimsel gelişmenin evreleri, rasyonel kavrayışa açık olacak bir biçimde dizgeselleştirilir: Doğal gelişme, ussal bir kavrayışla olması-gerekenin edimselleşme süreci olarak –ya da amaçlı bir gelişim süreci olarak– tanınır. Daha genel bir açıdan doğa, Bookchin’in etkin madde anlayışı ve katılımcı evrim düşüncesiyle – kaba bir maddecilikten ya da spritüel/gizemci bir ululaştırmadan korunarak– öz- etkinliğe sahip olan doğal bir kişiliğe büründürülür. Öz-etkinliğin amacı, canlı türlerinin bilinçliliğe ve öznelliğe karşı duyarlı oluşuyla doğrudan ilişkilendirilir ve doğal tarihin, bilinçliliğin gerçekleşme tarihi/öznelliğin artış tarihi olduğu olduğu sonucuna varılır.

2.3. EKOLOJİK BİR İNSAN/TOPLUM FELSEFESİ: DİYALEKTİK