• Sonuç bulunamadı

HİYERARŞİNİN ANLAMI, SONUÇLARI ve YENİ-AYDINLANMA….110

4. BÖLÜM: HİYERARŞİK ve SÖMÜRGECİ TOPLUMSALLAŞMA

4.3. HİYERARŞİNİN ANLAMI, SONUÇLARI ve YENİ-AYDINLANMA….110

Hiyerarşi bir taraftan; yaşlıların gençlere tahakkümünü besleyen gerontokrasilerle, kadının ev-içi yaşama hapsedilmesiyle sonuçlanan ataerkil aile kurumuyla, kabile şeflerinin kendi iktidarlarını kutsallaştırma adına şaman veya büyücü rolleriyle ittifak kurmasıyla başlayan ve sonrasında tapınaklara, kiliselere devredilen dinsel tahakküm ve sömürü geleneğinin kurumsallaşmasıyla kültür dünyasının maddi zemininde genişlerken; diğer taraftan insan bilincine tahakkümü ve sömürüyü olağan kılan hiyerarşik bir düşünme biçimi de yerleştirmiştir. Bu düşünme biçimi uygarlığın tarihsel gelişiminde ortaya çıkmış olan diğer tahakküm kurumlarıyla da insan bilincine daha güçlü ve yıkıcı bir şekilde massedilmiştir.97 Bunlara bağlı olarak Bookchin’in düşüncelerinde hiyerarşi sözcüğü, toplumsal ve bilişsel anlamda geniş kapsamlı sonuçlara yol açmış tarihsel bir kategori olarak işlenmiştir.

Bookchin, “hiyerarşi sözcüğüyle yalnızca sınıf ve devlet terimlerinin uygun bir şekilde ifade ettiği ekonomik ve politik sistemleri değil, kültürel, geleneksel ve psikolojik itaat ve komuta sistemlerini” de kasteder (Bookchin, 1994, s. 81). Boyun eğdirmeye ve ötekinin varoluşsal gerçekliğini inkâr etmeye dayalı hiyerarşik bir toplumda “yaş, cinsiyet, çalışma tarzı, bilgi düzeyi, entelektüel, sanatsal ve duygusal eğilim, fiziksel görünüş farklılıkları; yani, sonuçta karşılıklı ilişkileri ve bağlılıkları besleyen bir dağılım doğurabilecek tüm bu geniş çeşitlilikler kümesi nesnel olarak, kumanda ve itaate, üst ve alta, haklar ve ödevlere, ayrıcalıklara ve yoksunluklara göre yeniden bir araya getirilir”

(Bookchin, 2013a, s. 343). Böyle bir toplumsallaşma türünde insan kişiliği silinmeye yüz tutar. Kişi sadece ilgili itaat mekanizmasına uyarak onun emirleri doğrultusunda hareket etmekle de kalmaz, “geniş duyu verileri, anılar, değerler, arzular ve düşünceler dizisini hiyerarşik hatlar boyunca örgütleyerek, hiyerarşik olarak düşünür ve duyar”

(Bookchin, a.g.e, s. 343-344).

Bookchin’in düşüncelerine paralel bir biçimde ifade edersek; günümüz insanı da bu dünya görüşünün işler olduğu bir toplumsal yaşamda –devlet tahakkümünün ve kapitalist sömürünün dayatmaları altında– daha az yaşamaya, yaşamdan daha az zevk

97 Bu anlamda, hiyerarşinin ve sömürünün uygarlığın maddi zeminini ve insan bilincini tahrip ederek kurumsallaşmasının esas failleri; toprağa dayalı toplumsallaşmaya ve özel mülkiyet olgusuna bağlı olarak ortaya çıkan ayrıcalıklı sınıflar, geniş bir hâkimiyet alanına sahip olan imparatorluklar ve modern ulus-devlet teşkilatlanmaları olmuştur.

almaya, daha çok kaygı duymaya itilirken kendi kişiliğinin yaratıcı potansiyellerine karşı gittikçe yabancılaşmaktadır. ‘Modern ihtiyaçlar demeti’nin vaat ettiği anlık zevkler karşısında değerden düşülen kalıcı zevklerin yasını tutmamak için hiçbir neden yok gibidir. Daha korkunç gelişmeler ise, dünya halklarının yönetenlerin çıkar savaşlarına karşı verdiği gönüllü destekler, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ortaya çıkardığı kıtlık ve sefalete karşı evrensel bir kabulleniş, etnik ve cinsel ayrımcılığın yeniden üretimi ve derin bir politik gerilemedir. Tüm bu gelişmeler, kökleri tarih öncesine dayanan hiyerarşinin modern bilinçte ve toplumsal yaşamda ortaya çıkan yansımalarıdır ve gerçekten de böylesine geniş bir etki alanına sahip bir olgunun ortadan kaldırılması, sadece alternatif bir kurumsallaşma girişimiyle gerçekleşeceğe benzememektedir:

Toplumsal ilkelerde ve insan bilincinin gelişiminde kalıcı bir değişikliğe ihtiyacımızın olduğu açık bir şekilde önümüzde durmaktadır.

Aslında bu karamsar tabloya rağmen Bookchin hiyerarşilerin, otoritenin ve sömürü düzeninin dünya halkları tarafından sorgulamaya tabi tutulduğuna inanır. Hatta bu inancın bir yansıması olarak entelijansiya, orta sınıflar ve gençlikten toplumun tüm tabakalarına doğru yayılan yeni bir Aydınlanma dönemine tanık olduğumuzu iddia edebilecek kadar ileri gider. Ona göre Yeni-Aydınlanma geleneksel düşünme tarzımıza uygun bir şekilde çözümlenemese de toplumsal yaşamın farklı boyutlarında ve insanlığın bilinç-dışı tecrübelerinde “pederşahi aileyi, baskıcı toplumsallaştırmanın örgütlü bir sistemi olarak okulu, devlet kurumlarını ve fabrika hiyerarşisini zayıflatıyor.

Çalışma etiğini, mülkiyetin kutsallığını, suçun doğasını ve içsel olarak her bireyin potansiyellerini ve hazlarını tam gerçekleştirme hakkını inkâr eden feragati aşındırıyor”

(Bookchin, a.g.e, s. 329-330).

Bookchin’in Yeni-Aydınlanma ilanının dünya halklarının olağan yaşamlarında ya da bilinç-dışı gelişimlerinde karşılığının olup olmadığına dair nesnel bir belirlenimde bulunmak pek mümkün görünmese de yeni bir Aydınlanma tecrübesine ihtiyacımızın olduğu açıktır: Kanaatimizce, Bookchin’in yeni bir Aydınlanma ilanına kuşkuyla yaklaşan bir aklın, bu tartışmadan en kötü ihtimalle yeni bir Aydınlanma çağrısı yaparak çıkması gerekmektedir. Kaldı ki bu çağrıyı gerekli kılan en güçlü neden, hiyerarşik ve kapitalist toplumsal yapının ürettiği tahakküm ve sömürü ilişkilerinin insan yaşamının yaratıcı potansiyellerini ortadan kaldırmaya dönük gelişimi değildir. Daha güçlü bir

neden, hiyerarşinin ve hiyerarşinin zorunlu bir pratiği olarak ortaya çıkan tahakküm ve sömürü ilişkilerinin –toplum ile doğal dünya arasındaki ilişkilere doğal dünyanın toplumsal gelişim adına baskı altına alınarak sömürülmesi şeklinde taşınarak– ortaya çıkardığı ekolojik krizdir.

Bookchin’e göre, doğal dünyaya uygulanan tahakküm, toplumsal dünyada yaşlıların gençlere, erkeğin kadına, yöneticilerin yönetilenlere, bir etnik grubun başka bir etnik gruba, beyaz tenli insanların farklı ten grubundaki insanlara ve genel olarak insanların diğer insanlara uyguladığı tahakkümün bir devamıdır (Bookchin, 2013b, s. 60). Daha geniş bir ifadeyle belirtirsek, doğal dünyanın tahakküm altına alınması ve bir kaynaklar toplamı olarak görülüp sömürülmesi, insanların toplumsal yaşamda hiyerarşik dizilimle baskı altına alınarak sömürülmesinin bir sonucudur. Bookchin buna bağlı olarak toplumsal yaşama ve kişiliğin özgün gelişimine sistematik bir şiddet ve sömürü düzeni dayatan hiyerarşinin ortadan kaldırılmadığı sürece kökeni yine hiyerarşik bir topluma dayalı olan ekolojik sorunlarımızın etkili ve kalıcı bir şekilde çözülemeyeceğini savunmaktadır (Bookchin, 2013a, s. 15). Dolayısıyla Yeni-Aydınlanma bilinci henüz yaşanmıyor olsa da dünya halklarının türümüzün, diğer canlıların ve ekosferin geleceği için bu aydınlanma bilincine doğru yönlendirilmesi gerekmektedir.

Diğer taraftan Bookchin’in yaşadığımız ekolojik krizin kaynağına ilişkin ortaya koyduğu bu analiz, hiyerarşinin; tahakküm ve sömürü ilişkilerinin merkeze alındığı toplumsal dünyamızın gelişme sürecine ilişkin bir sona işaret etmektedir. Farklı bir ifadeyle Bookchin, merkezi devlet yönetimlerinin ve kapitalist toplumsallaşmanın gelişme sınırını, varoluşsal zeminimizi tehdit eden ekolojik bir krizle, reddedilemeyecek bir şekilde tayin etmektedir. Bu elbette ki hiyerarşinin doruk noktası olan merkezi devlet teşkilatlanmalarının ya da evrensel sömürünün modern bir görünümü olan kapitalist toplum yapısının ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Bunun gerçekleşebilmesi, toplumu ve doğal dünyayı hiyerarşi karşıtı bir zeminde özgürleştirmeyi amaçlayan devrimci bir mücadelenin başarılı olmasıyla sağlanabilir. Bu durum daha çok, hiyerarşiyi; tahakkümü ve sömürü ilişkilerini merkeze alan bir toplumsal yapının ortaya çıkarabileceği nihai sonucun ekolojik bir kriz olduğunu; bu krizin tahrip gücünün bütün bir uygarlığı ve doğal dünyanın evrimsel gelişimini yok

edebilecek büyüklüğe erişebileceğini ve toplumsal yapının hiyerarşi tanımayan yeniden bir düzenlenişinin gerekliliğini ispatlar. Dolayısıyla esas olarak vurgulanması gereken şey, Bookchin’in öne çıkardığı üzere, hiyerarşik ve sömürgeci bir toplumsal yapının sürdürülebilir bir karakterinin olmadığıdır. Günümüz devlet otoritelerinin ve çıkar gruplarının küresel iklim değişikliğiyle mücadele nedeni de tam olarak böyle bir gerçeğin yansıması olarak kabul edilebilir.

Bookchin tarafından hiyerarşinin ekolojik ve toplumsal problemlerimizin temel kaynağı olarak hedef tahtasına oturtulması, ekolojik mücadele süreçleri ile devrimci mücadele süreçlerini tek çatı altında birleştirebilmek gibi büyük bir görevi üstlenmektedir:

Toplumun hiyerarşi tanımayan yeniden bir düzenlenişi, toplumsal çelişkileri ve ekolojik sorunları ortadan kaldıracağı için hiyerarşi karşıtlığını temel alan toplumsal mücadele süreci, hem toplumsal dünyanın hem de doğal dünyanın kurtuluşunu sağlayacaktır. Bu gerçeğin kabulüyle birlikte, toplumdaki ekolojik mücadele ile devrimci mücadele aynı amaçları gözeten tek bir mücadele haline gelecektir: Sonuçta, tahakküm ve sömürü ilişkilerinin toplumsal yaşamdan silinebilmesi ve daha geniş bir amaç olarak doğal dünyanın huzura kavuşturulabilmesi, ancak hiyerarşinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır.

5. BÖLÜM: KOMÜNALİZM

Bookchin’in toplumsal ekoloji merkezli görüşlerini kendi içinde toplayarak bu görüşlere bütünlük kazandıran politik kategorisi, komünalizmdir. Komünalizm, diyalektik doğalcı etiğin ussal ve doğalcı temelleri üzerinde; etik ve politik özelliklere sahip bir düşünsel evren içerisinde kurgulanan olması-gereken toplumsallaşma düzeyinin –yani, komünalist toplum modelinin– gerçekleşmesi için Bookchin’in bizlere önerdiği toplumsal ideolojinin adıdır. Bu yönüyle komünalist ideolojinin; diyalektik doğalcılık öğretisinden hiyerarşik/kapitalist toplum çözümlemelerine kadar, Bookchin’in geniş bir yelpaze içerisinde ele aldığı konuları eko-politik bir zeminde kucakladığını, birleştirdiğini ve toplumsal dünyanın özgürlükçü bir yeniden kuruluşu için kullanışlı hale getirdiğini belirtebiliriz (Bookchin, 2015b, s. 44).

Komünalist ideoloji, ekolojik ve toplumsal sorunların temel kaynağı olan hiyerarşiyi ve kapitalist piyasa ilişkilerini ortadan kaldırmayı ve alternatif bir toplum arayışımı –daha doğru bir ifadeyle, yeni bir insani ortam arayışımıza– kalıcı çözümler getirmeyi hedefler. Devrimci ve yeniden yapılandırıcı olmak üzere birbirini tamamlayan ikili bir hat üzerinde temellenen komünalist ideoloji, bir taraftan hiyerarşi ve sömürü temelli toplumsallaşmamızı ayakta tutan toplumsal kurumları ve ilişkileri ortadan kaldırmak isterken, diğer taraftan tahakküm ve sömürü karşıtlığı ile ekolojik uyumu merkeze alan bir toplumsal dünyanın kuruculuğunu üstlenir. Birinci hat, özellikle, hiyerarşinin toplumsal dünyada sürdüğü hükmün mührünü elinde bulunduran ve daha da önemlisi kapitalist piyasa toplumunun koruyuculuğunu üstlenen merkezi devlet yönetimlerine karşı komünalist ideolojinin taşıdığı değişmez karşıtlığı esas alır. İkinci hat ise, komünalist ideolojinin hiyerarşi, tahakküm ve sömürü karşıtlığını, yerel yönetim siyasetinin geçerli kılındığı; konfederalist bir yönetim sistemine kaynaklık edebilecek, hiyerarşik olmayan toplumsal kurumlar talebiyle ve topluluk temelli-ahlaki bir ekonomi çağrısıyla somutlaştırır.

Komünalist ideolojinin talep ve çağrılarının gerçekleşmesi halinde, mevcut devlet yönetimlerine karşı olan alternatif bir politik ve ekonomik gücün ortaya çıkacağını ve bu alternatif politik ve ekonomik gücün toplumun tabanında genişletilmesiyle birlikte

merkezi devlet yönetimlerinin ve kapitalist piyasa ilişkilerinin ortadan kalkacağını düşünebiliriz. Diğer taraftan aynı talep ve çağrılar, ekolojik ve özgürlükçü bir toplumun hayati koşullarını da sağlayacaktır: Komünalist ideolojinin sunduğu öneriler, doğal dünyanın toplumsal dünya tarafından tahakküm altına alınmasına ve ekonomik çıkarlar uğruna sömürülmesine son vererek ekolojik problemlerin çözümünü sağlayacağı gibi, toplumsal dünyaya ekolojik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir esenlik de kazandıracaktır.

Komünalist ideolojinin bütünlüklü bir kavranışı, toplumsal bir mücadele süreciyle ortadan kaldırılacak mevcut hiyerarşik ve sömürücü toplumsallaşmamızın yerine getirilecek olan toplumsallaşma düzeyimizin sahip olacağı özelliklerin anlaşılmasını gerektirmektedir. Bu gereklilik de bizleri –komünalist toplum modelinin yapısal temellerine bağlı olarak gelişecek olan– yerel yönetim siyasetinin etkin olduğu, konfedere bir yapı altında bir araya gelen yerel toplulukların halk meclislerine dayalı politik hayatlarını ve topluluk temelli-ahlaki ekonomilerini araştırmaya yönlendirecektir. Komünalist projeyi anlaşılır kılmayı amaçlayan bu araştırma neticesinde ortaya çıkacak olan ideolojik çerçeve, bir taraftan merkezi devlet yönetimleri ile kapitalizme karşı komünalizmin içerdiği devrimci karşıtlığı, diğer taraftan da bu ideolojinin toplumsal dünyayı yeniden yapılandıran niteliğini ele verecektir. Elde edeceğimiz kuramsal çerçevenin nasıl hayata geçirilebileceği ise, bu bölümün son başlığında ele alınacak ve böylelikle komünalist toplum modelinin toplumsal dünyaya uyarlanabilmesi için gerekli olan toplumsal mücadelenin hangi yollar üzerinden verilebileceği anlaşılacaktır.