• Sonuç bulunamadı

Raporun V ve VI kitaplarının yer aldığı üçüncü cildin XIV. bölümü “İdare”

I. 3.3- Thornburg Raporu, 1949

ekonomik, sosyal ve felsefi arka planın görülmesi bakımından bu ilişkilerin bilinmesi ve detaylandırılması hayati önem taşımaktadır. II. Dünya savaşı sonrası dönemde ABD yeni bir dış politika stratejisi belirleyerek Truman Doktrini çerçevesinde eski dünyaya ve özellikle Ortadoğu’ya yeni bir yol haritası eşliğinde barış ve refah getirmek istemektedir. Bu tez günümüzün Büyük Orta Doğu projesi olarak adlandırılan Ortadoğu’ya demokrasi, barış ve zenginlik getirmek isteyen tezle örtüşmekte ve benzer parametrelerden hareket etmektedir. Savaş yıllarında tarafsız bir politika izlemeye çalışan ve savaşın tahribatlarından en az zararla çıkmaya özen gösteren Türkiye batılı ülkelerle arasındaki iki yüz yıldır devam eden “denge oyununu” devam ettirmek istemiştir.

Kurtuluş savaşı yıllarında Sovyet Rusya ile yakınlık kuran Türkiye, Kurtuluş savaşında da bu ülkeden destek almış daha sonra bu ilişkiler ilerletilerek 1929 krizi sonrası ortaya çıkan devletçi politikaların belirlenmesinde Sovyet tecrübesinden faydalanılmaya çalışılmış ve Birinci Sanayi Planı için bu ülkeden uzmanlar istenerek birçok sanayi kuruluşunun temeli atılmıştır. Celal Bayar ve ismet İnönü bu amaçla Sovyetler Birliğine ziyaretlerde bulunmuş ve mevcut dostluğun ilerletilmesi için heyetler arası görüşmelerin devam etmesi karar bağlanmıştır. Sovyetler Birliği kurulan bu yakın ilişkiler başta İngiltere ve Almanya olmak üzere Türkiye’nin eski müttefiklerini harekete geçirmiş ve bu ülkeler de Türkiye üzerindeki nüfuzlarını kaybetmemek üzere ekonomik yardımlarını hızlandırmışlar ve Türk hükümetinin önüne bir çok projeler getirmişlerdir. İkinci Dünya savaşının ayak seslerinin gelmeye başladığı 1936 yılı ile birlikte Türkiye üzerindeki etkinliklerini artırmak isteyen Almanya ve İngiltere Türkiye’yi kendi saflarına çekebilmek için var güçleri ile bir mücadeleye girmişlerdir. İngiltere öncülüğünde Türkiye Balkan ve Sadabat Paktını

imzalarken, 1929 krizi sonrası başta gaz ve elektrik gibi enerji alanı olmak üzere ulaşım ve daha birçok alanda çeşitli Alman firmalarıyla imtiyazlı anlaşmalar yapılarak Almanya ile yakınlaşılmaktadır. Bu denge politikası Türkiye diplomasisinin yabancı olmadığı bir uluslar arası ilişkiler oyunudur ve Türk diplomasisi son iki yüz yıldır bu denge politikası sayesinde bir çok kazanımlar elde etmiştir. Bugünde bu denge oyunu örtülü biçimde devam etmekte Türkiye kimi zaman ABD’ne karşı Avrupa Birliği siyasetini öne çıkarmakta kimi zamanda AB’ne karşı ABD ile ilişkilerini yoğunlaştırarak iki güç merkezine karşı birinden birini kaldıraç olarak kullanmaya çalışmakta kimi zamanda bunda kısmi başarılar elde etmektedir.

İkinci dünya savaşından sonra ise Türkiye görece daha zor bir döneme girmekteydi. Bir yandan Boğazlar ve Doğu Anadolu üzerinde toprak talebinde bulunan Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği diğer yanda ise artık ne İngiltere ve ne de Almanya kalmıştır. Diğer tarafta artık Amerika Birleşik Devletleri bulunmaktaydı. Türkiye, Sovyet tehdidine karşı cepheyi genişletmek istemekteydi ancak elinde çok fazla enstrüman olmamakla birlikte her zaman olduğu gibi jeo-stratejik önemi, yer altı ve yer üstü kaynakları dolayısıyla asla gözden de çıkarılamayan bir ülke idi. Ayrıca savaştan hayli fazla zarar gören Türkiye bu yaralarını sarmak ve içerde yükselen toplumsal muhalefeti susturmak maksadıyla yeni ekonomik yardımlar almak ve yeni ittifaklar bulmak zorundaydı. İşte bu noktada Türkiye’nin Amerikancı bir yöneliş içine girmesi artık siyasal ve toplumsal zemini hazırlanmış bir süreçti ve Türk dış politikası bundan sonra güçlü müttefik olduğunu belirterek ABD ile çok sıkı ilişkiler kurmaya yönelmiştir. 1950’li yıllarda

Celal Bayar tarafından dile getririlen “Türkiye’yi küçük Amerika yapma” söylemi döneme egemen olan temel düşüncelerden biri olmuştur.

Bu Amerikancı yönelmenin ilk adımı Truman doktrini çerçevesinde dağıtılan Marshall yardımına dahil olmak olmuş ve bunu askeri yardımlar ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu altında yürütülen çalışmalar izlemiştir. Bu bağlamda ABD ordusunun kullanmadığı birçok askeri malzeme Türkiye’ye gönderilmiş, karşılıklı imzalanan anlaşmalar doğrultusunda bir kısım askeri personelin ABD’de ve NATO şemsiyesi altında eğitilmesi hayata geçirilmiştir. Ancak ABD bu yardımları yapmadan önce ve Türkiye’nin Marshall Planından faydalanabilmesi için birçok uzmanını sırası ile Türkiye’ye göndermeye başlamış ve bu uzmanlar Türkiye ile ilgili ayrıntılı raporlar hazırlayarak ve Türkiye’nin bundan sonra neler yapması ve yapmaması gerektiğini belirten detaylı tavsiyeler ve kalkınma reçeteleri hazırlamışlarıdır. Türkiye’de hazırlanan erken dönem reform projeleri aslında Türkiye-ABD ilişkilerinin bugüne kadar üzerinde pek durulmayan farklı bir boyutuna işaret etmektedir. Bir anlamda erken dönem idari reform çalışmaları Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihi mahiyetindedir. Bu noktada ortaya çıkan en önemli gelişme Thornburg başkanlığında heyetin Türkiye’ye gelerek yaptıkları araştırma ve Amerikan dış yardım siyasetine yön verme çabalarıdır. Bu çalışmayı Hilts heyeti, Barker heyeti ve daha sonra bir çok heyet izlemiştir.

Çalışmanın önsözünden anladığımız kadarı ile 20 Asır Vakfı Türkiye araştırmasını yapmadan önce Yunanistan’da incelemelerde bulunmuş ve raporunu 1948 yılında yayınlamıştır. Vakıf Direktörü Evans Clark’ın önsözde anlattığına göre, Vakıf Türkiye incelemesinden sonra aynı amaçlarla Latin Amerika’da da benzeri araştırmaları yapacak ve ilk olarak Brezilya’da incelemelerde bulunacaktır. Böylece

yalnızca ABD dış yardımının rasyonel bir biçimde kullanılması değil aynı zamanda özel sermaye içinde entelektüel sermayeyi hammaddeyi hazırlamak amacıyla öncü birer proje olarak hazırlanmıştır. Raporun önsözünde Türkiye incelemesinin, Truman Doktrinin ilanından önce ülkenin stratejik önemi ve komünizmin genişlemesine karşı yapılacak savunmada kilit öneme sahip bir kale ülke olmasından dolayı yardım ihtiyaçlarının gereklerini bir tarafa bırakarak ve ülkenin stratejik değerini ön planda tutarak yapıldığına işaret edilmektedir. Raporun incelemesine geçmeden sadece bu ifadelerden yola çıktığımızda raporun gerçek amacının ne olduğu açık biçimde görülmektedir. Türkiye stratejik değeri, coğrafi konumu ve sahip olduğu kaynakları ve nüfusu bakımından komünizmin önündeki son kale olarak görülmekte, ABD’nin askeri garnizonu olacak ve bölgedeki amaçlarına hizmet edecek bir yarı sömürge ülke yapılmak istenmektedir. Bu tespit ve değerlendirmeler soğuk savaş döneminin değişmeyen ezberlerinden birini oluşturacak, içerden ve dışardan yapılan propaganda faaliyetlerinde komünizm tehlikesinin boyutlarına dikkat çekilmek istenmiştir.

Türkçe literatürde rapora dair ilk inceleme Osman Okyar tarafından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisinde yayınlanmıştır. Okyar, politik tercihler ve dünya görüşü bakımından Thornburg raporunu beğenmekte ve samimi bularak Türk ekonomisi üzerinde yapılmış ciddi ve yerinde bir çalışma olarak takdim etmektedir.

Okyar, raporla ilgili incelemesini metin henüz Türkçe’ye çevrilmeden orijinal İngilizce metin üzerinden yapmış ve çalışmanın heyecan verici bir irdeleme olduğunu belirtmiştir. Okyar, yazarların alanlarında uzman kimseler olması ve Türk ekonomisi ile Türkiye’ye ecnebi yardımı imkanları hakkında vardığı sonuçlar bakımından üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir çalışma olduğunu ifade etmiştir(1948:288).

İnceleme yayınlanır yayınlanmaz 1950 yılında Nebioğlu Yayınevi tarafından Semih Yazıcıoğlu’na “Türkiye Nasıl Yükselir” ismi ile tercüme ettirilerek Türkçe yayınlanırken, aynı yıl içinde Nail Artuner tarafından tercüme edilerek teksir halinde

“Türkiye’nin Bugünkü Ekonomik Durumunun Tenkidi” adıyla yayınlanmıştır. Aynı yayının neden iki tercümesinin yapıldığını anlamak mümkün olmamakla birlikte Semih Yazıcıoğlu tarafından yapılan çevirinin raporun ruhunu yansıtması bakımından doğru bir çeviri olduğu görülürken, Nail Atuner tarafından çevrilen ve Ziraat Bankası tarafından baskısı yapılan metnin çok kısaltılmış ve Türkiye’ye dair bir çok acımasız eleştirinin yapıldığı bir çok ifadenin tercüme metin içinde yer almadığı ve daha çok raporun özet mealinin olduğu tespit edilmiştir. Literatürde bir kısım incelemelerin iki çeviriye bakıp Thornburg’un iki farklı raporundan bahsettikleri görülürken gerçeğin öyle olmadığı ve aslında ortada sadece iki farklı çevirinin olduğu görülmektedir. Burada “Türkiye Nasıl Yükselir” ismine dikkat çekmek gerekmektedir. Bu isim başka bir kurtuluş reçetesini çağrıştırmaktadır.

Yazarların bu çalışmadan haberdar olup olmadıklarını bilmiyoruz ancak çalışmaların isimlerinde bir kelimeyi değiştirdiğimizde aynı olduklarını görüyoruz. İsim benzerliği olan çalışma Prens Sabahattin tarafından kaleme alınan “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” isimli eserdir. Thornburg’un eseri Prens Sabahattin’in çalışmasına sadece isim olarak değil ana fikir bakımından da benzemektedir.

“Türkiye Nasıl Yükselir” isimli çalışma da 1933 tarihli “Türkiye’nin İktisadi Bakımdan Bir Tetkiki” isimli çalışma gibi literatürde yeterince irdelenmemiş raporlar olarak karşımıza çıkmaktadır4. Her iki çalışmada da Türkiye’ye dair pek çok saptama

4Bu durumun istisnalarını Doğan Avcıoğlu ve Yalçın Küçük oluşturmaktadır. Avcıoğlu Thornburg raporunu Türkiye’nin Düzeni’nde, Küçük ise Planlama Kalkınma ve Türkiye isimli çalışmasında ciddi biçimde eleştirmektedir. Ayrıca Sami Güven 1950’li Yıllarda Türk Ekonomisi Üzerine

ve öneride bulunulurken bu eserlerin yakın dönem Türkiye tarihi çalışan araştırmacılar ve akademisyenler tarafından yok sayılması veya irdelenmemiş olması anlaşılmaz bir durum oluşturmaktadır. Thornburg raporu olarak bilinen “Türkiye Nasıl Yükselir” isimli çalışmanın neyi anlattığını bir cümle ile ifade etmemiz gerekirse, raporun baştan sona “Türkiye’de devletçilik uygulamasının ve mevcut düzenin keskin bir eleştirisini yapmakta olduğu görülürken ülkenin sanayileşme politikasının yanlış olduğunu ve çözüm yolu olarak Amerikan tecrübelerinin ışığında liberal bir ekonomi politikası tercihinin yapılması” gerektiğini tavsiye etmektedir.

II. Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan yeni güç dengesi ve savaş döneminde ortaya çıkan krizin ortadan kaldırılması bağlamında ABD dünya sahnesinde yerini alırken, ilişki kurduğu ülkelerin izleyecekleri başta ekonomi politikaları olmak üzere genel olarak politik tercihleri üzerinde denetim kurmaya ve yakın kontrolü altında tutmaya büyük önem vermiş ve yapacağı yardımları sıkı koşullara bağlamıştır(Sander, 1979:51). ABD’nin bu anlamda en çok etkilediği ülkelerin başında Türkiye gelirken ABD dış yardımları aynı dönem içinde başta Avrupa olmak üzere Güney Amerika’yı da kapsamaktaydı.

Türkiye II. Dünya savaşında ABD tarafından dağıtılan dış ekonomik yardımlardan faydalanmak maksadıyla 1947 yılında Marshall yardımı kapsamına alınması için başvurmuş ve 1948 yılında Türkiye Marshall Planına dahil edilmiş ve Türkiye ile ABD arasında “İktisadi İşbirliği Anlaşması” imzalanmıştır. Anlaşmayı izleyen aylarda bir Amerikan heyeti Russel Dorr başkanlığında bir heyetle Ankara’ya gelerek yerleşirken böylece Türkiye’nin kalkınmasında Amerikan görüşlerinin hakim olacağı yeni bir dönem başlamıştır(Güven, 1998:1). Avcıoğlu(1969:275) yeni dönemin ekonomi politikasını, devlet kontrolünün azaltılması ve liberalleşmenin

tesis edilmesi şeklinde olduğunu belirtmektedir. Dönemin temel karakteristiğini Thornburg şöyle ifade etmektedir:

“Amerikan görüşlerini göz önünde bulundurmak şartı ile Birleşik Amerikanın Türk ekonomisinin ıslahına yardımda bulunup bulunamayacağı, bulunabileceği takdirde ne gibi yardımlara ihtiyaç duyulacağını ve bunun nasıl tatbik edileceğini konusunda vereceği karalarda ön verileri sağlamayı amaçlamaktadır. Türkiye hürriyet istemiyorsa, Amerikan yardımının ne Türklere ne de Amerikan politikasına faydası olmayacaktır.”

Bir misyonermişcesine tüm yakın ve uzak doğuyu dolaşan Thornburg, Türkiye’ye geldiğinde büyük Türk dostu olarak karşılanmış ve kendisine her türlü olanak sağlanarak raporunu tamamlaması temin edilmiştir. Thornburg ve arkadaşlarının çalışma kapsamında nerelere gittiği ve bu gruba eşlik eden bir Türk heyetinin olup olmadığı bilinmemekle birlikte Thornburg, Basım ve Yayım Müdürü Dr. Nedim Veysel İlkin ve İlkin’in yardımcısı Nejat Sönmez’e özellikle teşekkür etmektedir. Yukarıda ifade edildiği gibi heyetin hangi illere gittiği belirtilmemiş olmakla birlikte başta sanayi tesislerinin olduğu pek çok yöreye gittikleri ve güç koşullarda binlerce kilometre yol kat ettikleri raporun incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Toplam bir buçuk ay (altı hafta) Türkiye’de kalan heyet hükümet yetkilileri tarafından gezdirilmiş ve ilgili bilgiler kendilerine verilmiştir. Heyet Türkiye’de kısa bir süre bulunduktan sonra Amerika’ya dönmüş ve bilahare raporunu kaleme almıştır. Raporun daha çok şahsi gözlemler genel intibalar düzeyinde olduğu tarihsel gerçeklerle günün koşullarını bir arada irdeleme faaliyeti içerisinde olduğu müşahede edilmektedir. Okyar raporun üslubu ile ilgili olarak daha önceki birçok uzmanının lüzumsuz bir ihtiyat içerisinde gerçek kanaatlerini söylemediklerini, ancak Thornburg ve arkadaşlarının samimi bir biçimde hiçbir ihtiyat payı

bırakmadan sistemi eleştirdiklerini dile getirirken, çok iyi niyetli olduğunu gördüğünü belirtmektedir. Ancak tam metni incelediğimizde Okyar’a katılmak mümkün değildir. Rapor baştan sona Türkiye’ye dair subjektif, haksız, tutarsız ve yer-yer aşağılayıcı yargılar taşımaktadır.

Thornburg raporunun kime takdim edildiği belirtilmemekle birlikte süreç göz önünde bulundurulduğunda CHP iktidarı döneminde sipariş edildiği ve Şemsettin Günaltay Başbakanlığındaki hükümet yetkililerine teslim edildiği bilinmektedir.

Yazar önsözde bu konuya açıklık getirirken aynı zamanda raporun amacını da şu şekilde ifade etmektedir:

“...bu kitapta Bakanlar veya ilgili diğer sorumlu hükümet makamlarıyla açıkça mülahaza edilmemiş hiçbir kanaat ve şüphesiz ki hiçbir önemli tenkit yoktur. Amerikan görüşlerini göz önünde bulundurmak şartı ile Birleşik Amerika’nın Türk ekonomisinin ıslahına yardımda bulunup bulunmayacağı, bulunabileceği takdirde ne gibi yardımlara ihtiyaç duyulacağını ve bunun nasıl tatbik edileceği konusunda vereceği kararlarda ön verileri sağlamaktır”.

Çalışma dokuz ana bölümden meydana gelmektedir;

I. Memleket ve Halk, II. Türk İnkılabı, III. Ziraat,

IV. Taşıt ve Ulaştırma, V. Madencilik ve İstihsal,

VI. Enerji Kaynakları ve Gelişme, VII. Ekonomi ve Maliye,

VIII. Hulasa ve Tenkidi Kıymet Takdiri IX. Tavsiyeler

Bu başlıklar altında Türkiye’nin yeraltı ve yer üstü kaynakları, yönetim sistemi, ekonomi politikaları, politik tercihleri ayrıntılı biçimde irdelenmektedir. Raporda

Türkiye’deki devletçi düzeni sıkı bir biçimde eleştirmekte ve yürütülen sanayileşme hareketinin baştan sona yanlışlarla dolu olduğunu öne sürmektedir. Çalışmada Türkiye’nin devletçilik siyaseti ve sanayi faaliyetleri kritik edilirken genel tavsiye olarak sistemin başta iktisadi alandan başlayarak serbestleştirilmesi ve liberal bir düzenin tesis edilmesi önerilmektedir.

Okyar(1948:289), raporla ilgili değerlendirmesinde cevabı aranan temel sorunun, geniş bir coğrafyaya, zengin tabii imkanlara, geniş sahilleri ve ulaştırma imkanları bakımından avantajlı bir durum arz eden ve büyük emek gücü ihtiyatları olan Türkiye’nin inkişafını temin etmek için ne yapılması gerekmektedir? Bu memleketin garp üslubunda daima genişleyen bir ekonomi vaziyetine getirilmesi nasıl mümkün olacaktır? Okyar bu soruların cevabı olarak raporda, Amerikan iş adamlarının zihniyeti ile çıkış aradıklarını ve Amerikan kalkınma tecrübesinden ilham aldıklarını ve yazarların ağzından “şartlar oluştuğu takdirde Amerika’da tahakkuk eden kalkınma rüyası bazı mühim ayrılıklar arz etmekle birlikte pek ala Türkiye’de de tahakkuk ettirilebilir” tespitini yapmaktadır. Gerçekte Okyar büyük bir yanılgı içinde bulunmakta idi 1950’lerin Türkiye’sinde sermaye birikiminin olmadığı, henüz alt yapı çalışmalarının yeni kurulmaya çalışıldığı, sanayiinin yeni filizlenmeye başladığı bir süreçte ve yüz yıllar süren savaşlardan bitap düşmüş bir ulusun ve henüz kurulmuş olan genç cumhuriyetin mevcut koşullarında rapora konu olan pür liberal ekonomi politikaları ile sözü edilen kalkınma hamlesini yapmasını bir yana bırakalım olsa-olsa bu politik tercihlerle yeniden yarı sömürge haline gelecekti.

Thornburg, Türkiye’deki sistemi sıkı bir biçimde eleştirdiğinin farkında olup, bu durumu “düşman güldürür, dost ağlatır” ata sözü ile açıklamakta ve kendisinin

acı gerçekleri söyleyerek aslında bir Türk dostu olduğunu söylemeye çalışmaktadır.

Yirminci Asır Vakfı bu raporu hazırlamaktaki amacını ‘bu kadim memlekete yapılması imkan dahilinde olan her türlü Amerikan yardımı için fikri zemini temin edeceğini ümit etmektedir’ derken daha sonra bu incelemenin aslında ‘Truman Doktrini öncesinde Türkiye’nin stratejik değerinden dolayı çok önceden tasarlandığı ve Türkiye’nin coğrafi bakımdan komünizmin genişlemesine karşı yapılacak herhangi bir müdafaada kilit noktada yer alan bir kale olduğuna’ vurgu yapılmaktadır.

Yazarın Türkiye’ye dair sert eleştirilerine kitabı Türkçe’ye kazandıran yayınevinin de katıldığı görülürken bu durum şu şekilde ifade edilmektedir;

“...şimdiye kadar memleketimizi geliştirmek ve yükseltmek isteyenler iktisadi sahada sınırı belli olmayan hatta bazen keyfi idareye kadar giden sıkı bir devletçilik siyaseti güttüler. Türkiye için bu siyasetin bir çok faydaları tahakkuk etmiş olmakla birlikte telafisi imkansız büyük zararları da olmuştur. Bu siyaseti güdenler bilhassa, tamamıyla plansız ve programsız çalışmış hususi teşebbüsün memleketin umumi gelişmesiyle mütenasip inkişafına mani olmuş: devlet, teşebbüslerinde istihsali rasyonel bir şekilde tanzim edememiş: kendi mamullerinde fiyatları aşırı derecede yükselterek hayatın pahalılaşmasına sebep olmuş ve bu yoldan vatandaşların omuzlarına ayrı bir vasıtalı vergi yüklemiştir; inhisar durumuna dayanarak fena kalitede mal istihsal etmiş; devlet fabrikalarını zarardan korumak ve yüksek karlar temin etmek için istisnai muamelelere tevessül etmiş ve bu suretle gayri meşru rekabete girişmiş, aşırı memur kadroları ve kırtasiyecilikle maliyeti yükseltmiş; devletçilik siyasetini ilk çıkış noktasından tamamen uzaklaştırarak bütün ferdi teşebbüs sahalarına yayılmakla mutlak devletçi ve inhisarcı bir sisteme gitmiş; ve en mühimi iktisadi sahada insan haklarını nazarı itibara almayan keyfi ve mütehavvil kararlarla hususi teşebbüs için emniyet ve kısır bir saha yaratmış ve

bütün bu hareketleriyle memleket iktisadi ve sosyal hayatı için telafisi imkansız bir zaman ve enerji kaybına sebep olmuştur”

denilerek Yirminci Asır Vakfının Amerikan menfaatlerinin yakından alakadar olduğu Türkiye iktisadi durumunu tetkik etmeye karar verildiği ileri sürülmüştür.

Çalışma 1949 yılında yapılmış olmasına rağmen ileri sürülen görüşlerin liberal teorinin ezberi haline gelmiş klasik görüşleri olduğu görülürken günümüzde reform çalışması yürütenlerin yukarıda ileri sürülen savlara benzer görüşler ileri sürdüğü ve mevcut ezberin devam ettirdiği görülmektedir.

Thornburg raporu sadece Türkiye idaresinin kırtasiyecilik ve mevzuatçılıktan kurtarılmasını değil, topyekun sistem eleştirisi yapan ilk çalışmadır. Dorr raporu daha yapıcı bir üslupla bir kısım telkin ve tavsiyelerde bulunurken Thornburg raporu, Dorr tarafından önerilen sanayi yatırımlarına karşı çıkarak şiddetle ve pervasızca eleştirmektedir. Raporun ikinci bölümünü oluşturan “Türk İnkılabı” başlığı altında Osmanlıdan devir alınan miras, Cumhuriyetin kuruluşu ve inkılapların bir değerlendirmesi yapıldıktan sonra Devletçilik politikaları ve planlama fikri eleştirilmekte ve bu politikalardan süratle vazgeçilerek özel sermayenin önünü açacak daha liberal kamu politikalarının benimsenmesi tavsiye edilmektedir.

“Devletçi ve devlet kontrolüne tabi olan ve hususi sermayenin randımanlı çalışma tarzı yerine merkeziyetçi bir teşkilat kuran bir sistem zarar ve başarısızlık hususunda baştakiler tarafından zekice ileri sürülen mazeretler ne olursa olsun müdafaa edilemez”

Raporda dikkat çeken bir diğer husus başka çalışmalarda da görüldüğü üzere kendinden önceki hiçbir çalışmaya atıfta bulunmaması ve onları yok sayarak her şeye yeni baştan başlamış olmasıdır. Bu durum Türkiye’de yürütülen reform çalışmalarının temel özelliğini ve eksikliğini oluştururken önceki raporlarda ortaya konulan öneri ve tavsiyelere de ne kadar uyulup uyulmadığı tespit edilememektedir.

Bu eksiklik zaman içinde tekrarlanarak iki yüz yıldır devam eden kısır döngünün kurumsallaşmasına neden olmuştur.

Küçük, Thornburg’un bir misyonu temsilen Türkiye’ye geldiğini belirtirken Thornburg’un geride ölü doğmuş bir kalkınma planı bırakırken yerini IBRD tarafından hazırlanacak Barker raporuna bıraktığını söylemektedir(Küçük, 1985:460). 1947 yılı Türkiye için her anlamda bir yol ayrımına işaret ederken 1947 Kalkınma Planı içeriği, politik tercihleri, kalkınma modeli, akıbeti ve uygulanamadan rafa kaldırılması bağlamında dönemin önemli göstergelerinden ve simgesel öneme sahip gelişmelerinden biridir.

Thornburg raporu burada çok kısa özeti ve sadece başlıkları verilen bu ve benzeri görüşleri taşımaktadır. Rapor baştan sona dikkatli biçimde irdelendiğinde savunduğu görüşlerin ve tavsiyelerin Türkiye’nin asla hak etmediği ayakları yere basmayan ve ülke gerçekleriyle örtüşmeyen savlar olduğu görülmektedir. Thornburg raporunda bu ve benzeri görüşler sıralanırken çalışma şu ifadelerle bitirilmektedir:

“Mamafih Türkiye’de siyasi hakimiyeti ellerinde bulunduranların hareketlerinde esaslı bir değişme olmadıkça ne Türkler ne de Amerikalılar için büyük imkanlar mevcut olabilir. Artan bir servetin refah yaratacak biçimde şekilde müstahsil olması isteniyorsa memleket ekonomisi ve iş sahipleri tek partili bürokratik rejimin menfaatinden ziyade müstahsil veya müstehlik halkın menfaatine faaliyette bulunmalıdır. Bütün dikkat en geniş ölçüde ihtiyaç duyulan malların verimli surette istihsali üzerine toplanmadıkça, ne amme ne de hususi teşebbüsler münasip şekilde faaliyette bulunabilirler. Türkler zengin kaynaklarını mükemmelen kullanabilecek hale gelmeden veya Amerikalılar onlara bu şekilde hareket etmeleri için yardımlarda bulunmadan önce, ağır ve yıkıcı vergiler ıslah olunmalı, keyfi ve kapris eseri idarelerle emirlerin önüne geçilmeli, idari mesuliyetin

siyasi maksatlarla istimalinden kaçınılmalı, adam kayırma ve farklı muameleler ortadan kaldırılmalıdır”

Türk idare sistemi ve sanayileşme hamlesine karşı en sarsıcı ve şok edici tespitlerde bulunan Thornburg raporunun incelenmesi bizim tez çalışmamızın bir alt başlığı olmaktan ziyade ayrı bir doktora tez konusu olacak içerikte ve önemdedir.

Umarız ki burada yeniden işaret edilen ve gün yüzüne çıkarılan bu ve diğer çalışmalar ayrı birer çalışma konusu olarak daha detaylı biçimde incelenir ve kritik edilirler.

Türkiye üzerine Amerikan görüşleri içerisinde sarsıcı ve çarpıcı eleştirilerde ve analizlerde bulunan Thornburg Raporunda ele alınan konuların ve sorunların ayrıntılı biçimde irdelenmesi tezimizin kapsamını ve sınırlılıklarını aşmaktadır. Ancak raporun kimi zaman absürd sayılacak bir kısım saptama ve önerilerini kısaca belirtmek gerekirse; başta Türk inkılabının kritiği olmak üzere, devletçilik uygulamasının neticeleri, aşırı devletçilik uygulamalarına son verilmesi, sanayi yatırımlarının durumu, sanayileşmeye yavaş biçimde geçilmesi, büyük sanayi yatırımları yerine tarıma öncelik verilmesi, halktan kopuk olarak nitelenen sanayileşme hamlesine son verilmesi, çelik, kimya, uçak motoru, gübre, kağıt sanayi gibi ağır sanayi yatırımlarından vazgeçilerek başta tırmık ve saban olmak üzere ziraat alanı gibi hafif sanayi alanlarında yatırımlar yapılması, büyük enerji projelerinden vazgeçilmesi, Türkiye ekonomisinin önceliklerinin yenden tespit edilmesi, mevcut idari sistemin işleyişi, keyfi idareye son verilmesi, merkezi-yerel idare arasındaki görev bölüşümünün yeniden düzenlenmesi, kamu personelinin niteliğinin yükseltilmesi ve sayısının azaltılması, başta hukuk reformu olmak üzere kanunların yeni iktisadi vaziyete uygun hale getirilmesi, vergi toplama sisteminin yeniden