• Sonuç bulunamadı

Raporun V ve VI kitaplarının yer aldığı üçüncü cildin XIV. bölümü “İdare”

I. 3.4- Barker Raporu, 1951

Barker Raporu olarak isimlendirilen bu çalışma, 1949 senesi başında Türk Hükümetinin istemi ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası yetkililerinin görüşmeleri sonrasında ortaya çıkmıştır. Çalışmanın önsözünde raporun hikayesi şöyle anlatılmaktadır: 1949 senesinin Temmuz ayında Türk Hükümeti Banka yetkililerinden ekonomik bir etüt yapmak üzere bir heyetin gönderilmesi ricasında bulunmuş ve masraflara iştirak edileceğini beyan etmesine bağlı olarak 1949 yılının Eylül ayında James Barker başkanlığında bir heyet oluşturularak çalışmalara başlanılmıştır. Heyet mensuplarından bir hazırlık grubu 1950 Martında Türkiye’de malzeme toplama ve bunları tahlil etme işine başlamıştır. Mayıs ayında yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan yeni hükümet heyet için olan daveti tekrarlamış ve evvelce planlandığı biçimde çalışmaların devam etmesini istemiştir. 8-18 Haziran 1950 tarihinde Türkiye’ye gelen heyet Ankara’ya yerleşerek çalışmalarına başlamış ve değişik yerlere ziyaretlerde bulunmuşlardır. 15 Eylül 1950 tarihine kadar toplam doksan gün Türkiye’de kalan heyet çalışmalarını ABD’de devam ederek 1951 yılında tamamlamıştır.

James M. Barker başkanlığında Milletlerarası Kalkınma Bankasına mensup bir heyet tarafından “Kalkınma Planı için Tahlil ve Tavsiyeler” isimli rapor halinde 1951 yılında Türk hükümetine sunulmuştur. Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasının Türkiye Hükümeti ile birlikte finanse ettiği bir komisyon tarafından ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınmasına ait görüşlerini bir rapor haline getirerek Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a sunmuştur.

Çalışmayı hazırlayan heyette sırasıyla Duke Üniversitesi Ekonomi Profesörü Ratchford(Baş İktisatçı ve Amme Maliyesi Uzmanı), E.R.Hondelik(Milletlerarası Münakele Müşaviri), Devenco kumpanyası müdürü T.J.Kauffeld(Endüstri ve Madencilik uzmanı), M.A Middle East Institue’dan bursiye R.W.Kerwin(İktisatçı), FAO Ziraat kısmı Nebat Endüstri Şubesi şefi L.E.Kirk(Ziraat uzmanı), Liverpool Tropik Tıp Okulu, Tropik Hijyen Lektörü W.P.H. Lightbody(Umumi Sağlık Uzmanı), Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası İkrazat Uzmanı G.S.Mason(İrtibat memuru), Vanerbilt Üniversitesi Ekonomi Profesörü W.H.Nicholls(Ziraai İktisat Uzmanı), Güney Kaliforniya Üniversitesi Amme İdaresi Okulu Dekanı E. E. Olson(Amme İdaresi Uzmanı), J.Hopkins Üniversitesi Ekonomi Profesörü R.A.Rennie(Maliye Uzmanı), Institute of Current World Affairs Üyesi R.D. Robinson (Bölge Uzmanı ve Etüd Yardımcısı), Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası Kıdemli İktisatçı M.Ross(Milli Ekonomi Hesapları ve Yatırım Uzmanı), E.S. Troy(Sekreter), R. Williams(Sekreter)

Türk hükümeti tarafından hazırlanan talimatnamede komisyonun görevi şu şekilde ifade edilmiştir: “Heyetin vazifesi, bilhassa aşağıda yazılı uzun vadeli bir politikanın tespiti bakımından Bankanın Hükümetinize tavsiyelerde bulunabilmesini mümkün kılacak bir surette,... Türkiye ekonomisi üzerinde geniş bir etüt yapmaktır:

1- Türkiye ekonomisinde yatırımların en iyi şekilde kanalize edilebileceği istikametler. Bu da, memleket iktisadiyatının muhtelif belli başlı sektörleri ile, bu kabil her sektör içerisinde çeşitli teşebbüs tipleri arasında, yatırım bakımından bir rüchan sırası tespitine dair olan tavsiyeleri icap ettirir.

2- Türkiye’nin zirai ve sınai istihsal seviyesini yükseltebilecek ve memleketin inkisam sisteminin verimliliğini artıracak diğer metot ve tedbirler.

3- Türkiye’nin kalkınma gayelerini tahakkuk ettirmeye elverişli bir amme maliyesi politikası ve idare mekanizması”

Banka sayılan bu görev talimatını Türkiye hükümetine bildiren mektubunda şöyle demişti: “Şüphesiz ki Heyetin, Türkiye’nin bütün kalkınma meselelerinin halline yarayacak şümullü ve teferruatlı bir plan hazırlaması mümkün olamayacaktır;

zaten heyetin böyle bir teşebbüs etmesi de Bankanın niyetlerine uygun düşmez.

Bizce heyetin gayesi daha ziyade Türkiye’nin müstakbel ekonomik gelişmesi için umumi bir ana planı kısaca ifade etmek ve bu maksada hizmet edebilecek olan muayyen icraata dair tekliflerde bulunmaktır”

Liberal bir üslupla kaleme alınan raporun bir çok yerinde özel teşebbüsün geliştirilmesi ve özel teşebbüs önündeki engellerin kaldırılmasını isterken 1934 tarihinde yapılan Dorr Raporu ile birlikte titiz bir irdeleme ve özenli çalışmanın ortaya konulduğu ve diğer yabancı uzman raporlardan farklılaştığı görülmektedir.

Rapor yalnızca idare aygıtına dair bir reform teklifinden daha çok Türkiye için top yekun bir kalkınma modeli önermektedir. Hususi teşebbüsle ilgili öneriler çarpıcı biçimde ortaya konmaktadır(Barker Raporu, 1951:188):

1. Hükümet Devletin endüstri, madencilik ve ticaret faaliyetlerine doğrudan doğruya karışmayı tasarladığı sahayı daha açık biçimde belirlemelidir.

2. Bazı muayyen devlet teşebbüsleri derhal satılmalıdır.

3. Hükümetin halen kredi, döviz ve ithal lisansı ve hammaddeler temininde ve mamullerin satışında devlet teşebbüslerinin faydalanmakta oldukları hususi imtiyazları lağvetmek suretiyle, devlete ait teşebbüslerle hususi teşebbüsleri yekdiğeri ile müsavi bir rekabet zeminine oturtması lazımdır.

4. Çiftçi, işçi ve tüccar birlikleri üzerindeki doğrudan doğruya kontroller kaldırılmalıdır.

Rapor ekler dahil toplam üç yüz sayfadan ve iki bölümden oluşmaktadır.

Çalışmanın birinci bölümü üç fasıldan oluşurken birinci fasılda Türkiye’nin tarihsel birikimi ve tekamülü, ikinci kesimde mevcut kaynakların etüdü başlığı altında fiziki coğrafyadan başlayarak iklim-yağış durumu, ekilebilir toprakların miktarı ve verimlik durumu, sahillerin uzunluğu ve seyrüsefer durumu, maden servetleri, insan kaynağının durumu, zirai teçhizat ve hayvancılık imkanları, endüstri tesislerinin ve enerji kaynaklarının durumu, ulaşımın durumu, kamu maliyesinin durumu ve milli gelir istatistikleri ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Raporun ikinci bölümünde heyetin Türkiye için öngördüğü program ve tavsiyeler on üç başlık altında sıralanmıştır.

I. Tarihi Tekamül

II. Mevcut Kaynakların Etüdü

III. Kaynakların İşetilmesi ve Ekonomik Kalkınmanın Umumi Vechesi IV. Ekonomik Politikanın ve Ekonomik faaliyetlerin Koordinasyonu, V. Ziraat-Ormancılık-Balıkçılık,

VI. Sanayi ve Madencilik, VII. Ulaşım ve Enerji,

VIII. Devlet Teşebbüslerinin Organizasyonu, IX. Eğitim ve Sağlık,

X Amme İdaresi,

X. Kamu maliye politikası,

XII. Uluslar arası İlişkiler ve Dış Ticaret,

XIII. İktisadi Kalkınma Programı için Tavsiyeler.

Raporun yalnızca içindekiler kısmına bakıldığında dahi Türkiye’ye dair ne kadar kapsamlı ve ayrıntılı bir irdeleme çalışması olduğu görülmektedir. Raporla

tavsiyeleri hayata geçirebilecek ve sorumluluk üstlenecek ehliyetli ve uzman bir kuruluşu görevlendirmesini önerirken bunun gerçekleştirilmemesi durumunda diğer raporlar gibi bu çalışmanın da başarısız olacağı belirtilmektedir.

Barker raporu kendisinden bir yıl gibi kısa bir süre önce yapılan Thornburg raporunun içindekiler kısmından başlayarak tekrarı gibidir. İki rapor arasındaki temel fark, üslupları bakımındandır. Barker raporu daha diplomatik bir dille kaleme alınırken Thornburg raporu çok daha keskin ve sivri bir dille yazılmıştır. Barker raporunun daha yapıcı bir anlatım tarzına sahip olduğu görülmektedir. Barker raporunun giriş kısmında daha önce birçok çalışma yapıldığı belirtilirken bu çalışmaların hangileri olduğu hususunda bir bilgi bulunmaktadır. Ancak hem Dorr hem Thornburg raporları incelendiğinde Barker raporunun bu iki raporunun birleştirilmesi şeklinde olduğu ve orada yapılan tespit ve tavsiyelerin tekrarlandığı görülmektedir(Barker Raporu, 1953:14).

“...son yirmi sene içerisinde Türkiye ekonomisini ıslah etmek maksadıyla pek çok rapor hazırlanmış, etüdler yapılmıştır. Fakat maalesef bunların ekserisi dosyalarda unutulmuş, umumi inkişaf seyri üzerindeki tesirleri az olmuştur. Bazı hallerde bu neticeden mütevellit kısmi mesuliyet alakalı raporlara atfedilebilir. Filhakika bunların bazıları teferrüatlı koordinasyondan mahrum bir yığın tavsiyeleri ihtiva etmektedir, bazıları icraat yerine munzam etüdler teklif etmişlerdir, diğer kısmı da o sıralarda Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi inkişaf merhalesine uymayan tavsiyelerde bulunmuşlardır. Bazı hallerde de Türkiye hükümeti bu raporlardan faydalanmak üzere her hangi bir harekette bulunmamış yahut ta teferruata taalluk eden anlaşmazlıklar daha geniş meselelerdeki icraata set çekmiştir.”

Barker raporunda amme idaresi başlığı altında uzun- uzun Türkiye idaresinin sorunları irdelenmiş ve tavsiyelerde bulunulmuştur. Barker raporunda bahsedilen

Devlet Personel Dairesi yaklaşık on yıl sonra 13.12.1960 tarihinde kurulmuş olmakla birlikte kamu personelinin çağdaş bir yasaya kavuşması ve modern personel ilkelerini kapsayan bir kimliğe bürünmesi için uzun yılların geçmesi gerekmiştir.

Ayrıca kurul raporunda bahsedilen kamu yönetimi ve işletme kürsülerinin kurulması teklifi doğrultusunda 1953 yılında Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi, 1957 yılında ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Amme İdaresi şubesine bağlı olarak amme idaresi kürsüleri kurulmuştur. Yine bu doğrultuda İstanbul Üniversitesi bünyesinde İşletme İktisadı Enstitüsü kurularak eğitim faaliyetlerine başlamıştır.

Türkiye ekonomisi üzerine geniş bir araştırma yapmakla görevli heyetin aynen Neumark raporunda olduğu üzere Barker raporunda da Türk kamu yönetiminin esaslı bir incelemeye tabii tutmuş ve bu çalışmaların devamı için bir komisyon kurulmasını tavsiye etmiştir. Rapor Türk kamu yönetiminin sorunları ve çözüm yolları üzerine bazı teklif ve önerilerde bulunmuş, özellikle merkeziyetçi sistemin mahzurları belirtilerek, yetki devrine gidilmesi tavsiye edilmiş; ayrıca personelin ücret, sınıflandırma, işe alma, emeklilik, iş ve görev tanımları, terfi usulleri gibi hususlar üzerinde durmuştur. Malum olduğu üzere bu sorunlar bugün de güncelliklerini korumakta ve acil çözüm bekleyen sorunlar listesinde ön sıralarda yer almaktadır.

Raporun onuncu bölümü Amme İdaresi başlığını taşımakta ve toplam on sayfada salt Türkiye idaresi mercek altına alınmaktadır. Konu ile ilgili yapılan tespitte,

“...raporda teklif ettiğimiz kalkınma programının tatbikinde, bizzarur devlete büyük rol düşmektedir, bu sebeple burada daha ileri gidilerek Türkiye’deki amme idaresinin bir kısım daha umumi safhaları üzerinde mütalaa beyan edilmesi heyetimizce münasip görülmüştür.

Yaptığımız incelemeler bizi tekmil devlet faaliyetlerinin tam ve şumüllü bir tetkik edilmesi zamanının gelmiş olduğuna ikna etmeğe yetmiştir. Hükümetin bu işte gerek yerli ve gerekse yabancı amme idaresi mütehassıslarından faydalanmak suretiyle, bu tarz bir etüd için gerekli, tertibatı almasını kuvvetle tavsiye ederiz”

Raporun ilerleyen bölümlerinde bu heyetin kimlerden oluşması gerektiği ayrıntılı biçimde tasvir edilirken ilk defa halk arasından seçilmiş kişilerden bahsedilmekte ve bu komisyonda halk temsilcilerinin yer alması tavsiye edilmektedir. Halk temsilcilerinin neden böylesine uzmanlık isteyen bir komisyonda yer alması gerektiği sorusunun cevabı raporda yer almazken hazırlanacak nihai metninin yabancı uzmanlar tarafından istişare edilmesi gerektiği belirtilmiştir(Barker Raporu, 1951:216). Barker heyetinin bu tavsiyesinden sonra bir çok yabancı uzman gelerek başta personel sistemi olmak üzere Türk idaresini incelemiş ve birbirinin fotokopisi bezerlikte raporlar hazırlamışlardır.

Barker Raporunda amme idaresine dair dile getirilen bir kısım saptama ve öneriler şu temel çıkış noktası üzerinden yürütülmüştür. Tavsiye edilen ekonomik kalkınma programının başarılı biçimde uygulanması idare organizasyonun başarılı biçimde düzenlenmesini, idari organizasyon ve işletmecilik alanlarında verimlilik bazında ele alınmasını tavsiye etmektedir. Önceki bölümlerde devlet organlarının ve devlet teşebbüslerinin organizasyonuna ve faaliyetlerine dair tavsiyelerde bulunulmuş ve kalkınma programının uygulanmasında devletin üzerine düşen önemli role vurgu yapılarak bu programın hayata geçirilmesinde idareye hakem rolü verilmiştir.

Yetki ve Sorumlulukların Devri

Üst düzey yöneticilere yetki devredilmesi suretiyle, rutin işlerden kurtulmalarının sağlanması ve birimlerinin gerçek iş ve görevleri ile ilgilenmelerini

sağlayacak yeni düzenlemelere gidilmesi tavsiye edilirken devletin icra organlarında yetkilerin büyük ölçüde yüksek kademelerde toplandığı ifade edilmektedir.

Merkeziyetçi yapının mahzurları sıralanırken bunun kaynak israfına neden olduğu ve bürokrasiyi artırdığına işaret edilmektedir. Yetkilerin devredilmesi sorunun kanun çıkarmakla çözülemeyeceği belirtilirken bürokratik kültür sorununa dikkat çekilmektedir. Yapılan öneriler arasında vilayetlere gönderilen tebligatların vilayet yerine ilgili birimlere doğrudan yapılması gerektiği gibi pragmatik çözüm önerilerinde bulunmakla birlikte soruna daha çok mevcut şablonlar üzerinden ve yerel yönetimlerin öne çıkarılması gibi bir pencereden bakıldığı görülmektedir(Barker Raporu, 1951:217).

Devlet otoritesinin lüzumundan fazla merkezileştirilmesinin önüne geçmek ve ancak idari politikaya taalluk eden önemli meselelerin karar için yüksek makamlara götürülmesini sağlamak üzere bir kısım tedbirlerin alınması gereği açıktır. İdari politikaya ve icra faaliyetlerine dair olan mesuliyetlerin taksim edilmiş bulunmasının arz ettiği ehemmiyeti daha önce devlet teşebbüslerinin organizasyon şekillerinin ve ekonomik politikalarının koordinasyonuna dair bölümlerde yapılan izahlarda olduğu gibi amme idaresi lüzumundan fazla kırtasiyecilik işlerine boğulmuştur ve bir çok kamu kuruluşlarında personel lüzumundan fazladır. Salahiyet büyük ölçüde en yüksek mevkilerde temerküz ettirilmiş, muhabere(iletişim) kanalları haddinden fazla girifttir. Rutin faaliyetler kırtasiyecilik ve engellerden oluşan bir çok sorunla karşılaşmakta ve bu da verimliği ciddi ölçüde engellemektedir.

Merkezi ve Mahalli İdare

İdarenin fazlaca merkezileştirilmiş olması, Ankara’da bulunan merkezi hükümet ile vilayetler ve sair organlar arasındaki münasebetler bakımından da

sorunlar yaratmaktadır. Heyetimizin fikrine göre vilayet ve belediye amirlerine devlet fonksiyonlarından daha fazla kısmının tevdii suretiyle mahalli inisiyatif ve mesuliyet hissinin teşvik olunması gerekmektedir. Raporda seçilmiş kişilerin merkez tarafından atanmış kişilerin gölgesinde kaldığı ve bir kısım kararların bu memurların tasdikine bırakıldığı belirtilerek bu durum eleştirilmekte ve mahalli idareler anayasada bir çok göre ve sorumluluk verildiği halde bu birimlerin bu görevleri yerine getirecek mali kaynaklardan yoksun olduğu ve bu kaynakların acil olarak bu birimlere aktarılması önerilmektedir.

Personel

Personelin sevk ve idaresi sorununun ister özel sektörde, ister kamu kesiminde olsun başlı başına bir problem olduğu belirtilirken kamu personelinin mevcut görünümünün verimsiz ve israfa imkan tanıyan yapısal bir takım sorunları beraberinde taşıdığı öne sürülmektedir. Ancak bu kanaate nasıl varıldığı hususunda herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Bu tür bir yargı çok genel bir saptama olup bütün zamanlar için ve bir çok ülke için geçerli olabilecek bir saptamadır ve bilimsellikten uzaktır.

Raporda memur sorunu ile ilgili olarak devlette haddinden fazla memur olduğu ve bunların niteliklerinin çok düşük olduğu öne sürülürken alınan memurların hizmetle alakalandırılmadığı ve vazifelerin tam olarak tespit olunmadığı ve tasnifinin yapılmadığı öne sürülmektedir. Ayrıca terfilerin liyakat ilkesi üzerine yapılmadığı keyfi uygulamaların had safhada olduğu, verimsizliğin memur rejimi tarafından beslendiği belirtilmektedir. Türkiye’de ihtiyaçtan fazla memur olduğu öne sürülürken bunun nasıl hesaplandığı konusunda herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Bir yandan Türkiye’nin raporda öngörülen kalkınma hamlesini

gerçekleştirebilmek için bir memur siyasetine ihtiyaç olduğu ve kamunun öncü rolüne işaret edilirken diğer yandan kamu personelinin fazla olduğundan söz edilmektedir.

Devlet dairelerinde çalışma usul ve metotlarının birleştirilmesi amacıyla organizasyon ve metot birimlerinin kurulmasının sağlanması ve kamu personeli politikalarını tespit etmek, geliştirmek ve tek bir elde birleştirmek amacıyla merkezi düzeyde bir Personel biriminin kurulmasının sağlanması gibi öneriler getirilmektedir.

Personel sorunu ile ilgili olarak ayrıca şu saptama da bulunulmaktadır(Barker Raporu, 1951:221):

“...memleketin personel idaresi sisteminin baştan başa yeniden gözden geçirilmesi icap eder gibi görünmektedir. Bu maksatla Hükümetin, memleketteki personel idaresini yerli ve yabancı mütehassıslara dikkatli bir surette etüt ettirmek üzere tertibat alması lazımdır.”

Üzerinde durulması gereken meseleler arasında şunlar sayılmaktadır:

1. Bir pozisyon tasnifi planının hazırlanması,

2. Kifayetli bir maaş, emeklilik ve maluliyet sigortası sisteminin idame ettirilmesi, 3. Hizmete alma ve terfi programlarının tespiti,

4. Ehliyetsiz personelin işten uzaklaştırılması bakımından bir usulün konması, 5.Hizmet sırasında yetiştirme programlarının tespiti

6. Daimi bir merkezi personel biriminin kurulması

Genel olarak çalışmada, Türkiye’nin iktisadi politikalarını belirlemek üzere bir planlama birimi kurulması, merkeziyetçiliğin gevşetilerek mahalli idarelere yetkilerin devredilmesi ile ayrıca genel anlamda Türk kamu yönetiminde yetki devri acil olarak gerçekleştirilerek yetki ve sorumlulukların yeniden dağıtılması, bütün kamu personelinin kapsayacak biçimde, personel politikalarını belirlemek,

uygulamaları tek elden yürütmek ve birleştirmek amacıyla merkezi düzeyde Devlet Personel Dairesinin kurulması, kamu yönetimi ve işletme sahalarında devletin ve özel sektörün ihtiyacı olan uzman personelin temin edilmesi ve gerekli uzmanlaşmanın temin edilmesi amacıyla üniversitelerde kamu yönetimi kürsülerinin kurulmasının sağlanması gibi önemli bir kısım saptama ve önerilerde bulunulmuştur.

İktisadi Kalkınma:

Barker heyeti raporunun sonuç bölümünde Türkiye ekonomisi için yapılan tavsiyelerde, öncelikle vurgulanan ana temanın Türkiye’nin bir tarım memleketi olduğu ve kalkınma arayışlarına bu noktadan başlaması gerektiği ısrarla işlenmektedir. Raporda ana başlıklar olarak sıralayacağımız temel argümanlar şu şekildedir: Devlet yatırımlarına son verilerek bu alanların özel sermayenin uğraşı alanına bırakılması, kalkınmada önceliğin ağır sanayi yerine tarıma ve tarımsal hafif sanayiye verilmesi, devlet yatırımlarının alt yapı yatırımları ile sınırlı kalması ve devletin bu işlerden çekilmesi, kimi devlet fabrikalarının ve madenlerin özel sektör girişimcilerine devir edilmesi, Türkiye yeterli demir yolu sistemine ulaştığı için demir yolu yapımı yavaşlatılmalı, ekonomik kalkınma tedrici olmalı, ağır ve büyük ölçekli sanayi yatırımlarından acil olarak vazgeçilerek hafif sanayiye yönelinmesi gibi önceki döneme göre daha liberal bir ekonomi politikası ve daha serbest bir düzen önerilmektedir. Raporda Türkiye’nin ekonomik durumu, mevcut yatırımların fonksiyonelliği ve verimliliği, Türkiye için nasıl bir yön belirlenmesi gerektiği uzun biçimde anlatılmıştır.

Raporun Türkiye ekonomisine dair bir çok çarpıcı görüşü bulunmaktadır ve bu görüşleri burada aktarmak mevcut sınırlılıklar göz önüne alındığında mümkün değildir; ancak çalışmadan birkaç pasaj alındığında mesel daha net biçimde ortaya

çıkacaktır. Aslında raporun sonucunda yer alan tavsiyelerde durum bir anlamda özetlenmektedir(Barker Raporu, 1951:295):

“....heyetimizin teklif ettiği programda mevcut ekonomik kalkınmaya ve yatırım tahsislerine dair umumi tavsiyelerde abide projeler gidilmemesidir. Bunlar bizim mantığımıza göre yanlıştır. Bizim programımızda böyle projelerin olmayışı, heyetimizin dikkate aldığı değerlendirmelere göre, Türkiye şimdiki kalkınma aşamasında ve eldeki sınırlı kaynakları ile ekonomik kalkınmasının en iyi şekilde ülkeye yayılacak olan ve nispeten kısa sürede geniş toplum kesimlerinin yaşam düzeylerini yükseltmek için düzenlenmiş çeşitli küçük projelerle hızlandırabileceğidir. Türkiye’nin geçmişteki büyük projelere dayanması, raporumuzda da vurguladığımız gibi, nüfusunun sınırlı bir oranına yarar sağlamış, dengesiz bir ekonomi ve dengesiz bir kalkınmaya neden olmuştur. Bizim görüşümüze göre halka bir bütün olarak doğrudan ve hemen etkisi olacak daha mütevazı ve daha yaygın çabalar, hızlı ekonomik kalkınma için daha kalıcı temel oluşturacaktır”

Barker raporu ekonomik kalkınma programı anlamında aynen Thornburg raporunda olduğu gibi bir çok öneri ve tavsiyelerde bulunurken temel çıkış noktasının Türkiye’nin devlet eliyle yürütülen merkeziyetçi idari yapısının terk edilmesi, mevcut sanayi yatırımlarının özelleştirilmesi, devletçi ekonomik kalkınma modeli eleştirilerek bu modelden vazgeçilmesi, özel sermayenin önünün açılması, demir yolları yerine karayolları ulaşımına öncelik verilmesi gibi artık ezber haline gelmiş pür liberal bir yön tayin etmekte ve Türkiye’nin ABD yardımlarından faydalanacaksa ancak bu önerilen program doğrultusunda hareket etmesi tavsiye edilmekte hatta dikte edilmektedir.

Barker Raporu ile ilgili yapılan ilk değerlendirme olan Avcıoğlu’nun analizinde şu eleştiriler getirilmektedir, Türk Hükümetinin ekonomi politikasının tespitine

yardımcı olması amacıyla çağırdığı Dünya bankası Heyetinin hazırladığı raporda Thornburg raporu gibi itibar görecek ve el üstünde tutulacaktır. Halbuki raporda dile getirilen görüşler Thornburg raporunda dile getirilen görüşlerle aynıdır. Dünya Bankası Heyeti Raporu ile sunulan reçete, kapsamlı bir planlamaya gidilmemesi, kalkınmada ağırlığın tarım ve hammadde üretimine verilmesi, devletçiliğin tasfiye edilmesi, özel teşebbüse her alanın açılması ve yabancı sermayeyi engelleyen mevzuat değiştirilerek yabancı sermayenin getirilmesi sağlanmalıdır(Avcıoğlu, 1969:272).

Son tahlilde Barker raporu, Türkiye'nin ekonomik kalkınma arayışlarına ve yön bulma çabalarına ilişkin Amerikalı uzmanların liberal bir dünya görüşü ile dışardan bakışını içermektedir. Rapor, Türkiye’nin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirecek mali politikayı ve idare sistemini incelemek amacıyla sipariş edilmiştir. Barker misyonu raporu olarak da adlandırılan bu çalışma ile idarede merkezileşme olgusunun zararları ve bu uygulamanın hafifletilmesi, yetki devrine gidilmesi, il idaresinde merkezden gelen emirlerin valilik kanalından geçmeden doğrudan ilgili birime gönderilmesi gibi köklü değişiklik önerileri getirilmiştir.

Raporda ayrıca devletin toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmadaki rolü üzerinde durularak personel rejimine ilişkin kimi saptamalar yapılmıştır. Buna göre; personel ve barem yasalarının getirdiği sistemin yetersiz kaldığı, hizmete alma işleminin çoğu kez gereksinime göre yapılmadığı için devlet dairelerinde gereğinden çok memur bulunduğu belirtilerek memur sayısında azaltmaya gidilmesi tavsiye edilmiştir.

Kamu personel sisteminde hizmetlerin sınıflandırılmadığı, yükselmelerin yeterlilikten çok kıdeme dayandırıldığı, her geçen gün memurun satın alma gücünün azaldığı öne sürülerek bu saptamalar temelinde görevlerin tasnifi, emeklilik,

maluliyet sigortası, işe alma ve terfi usullerini saptamak ve yürütmek üzere merkezi bir personel dairesinin kurulması ve kamu personel rejiminin baştan sona yeniden ele alınması önerilmiştir. Rapor mevcut durumun fotoğrafını çektikten sonra Türkiye’de devlet hizmetlerinin esaslı bir revizyona tabi tutulmasını tavsiye etmiştir(Şaylan, 2000).