• Sonuç bulunamadı

Raporun V ve VI kitaplarının yer aldığı üçüncü cildin XIV. bölümü “İdare”

I. 3.8- Baade Raporu, 1959

“Türkiye ağır hastadır, fakat ümitsiz değildir” diyen Profesör Baade yazdığı raporlar kadar yaşam öyküsü bakımından da ilginç bir şahsiyettir. Hayatının önemli bir kısmını Türkiye’de geçiren Baade’nin Kırşehir ilinin fahri hemşehrisi olmasını ve burada yaptığı faaliyetleri bilmek, Baade’nin Türkiye serüveni hakkında en çarpıcı bilgilerden biri olsa gerektir. Türkiye’de yaşayan veya Türkiye ile ilgili raporlar yazan kişilerle ilgili pek az bilgi ve veri bulunurken Baade bu durumun istisnalarından birini oluşturmaktadır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Profesörlerinden Cavit Orhan Tütengil’in 1964 yılında “Türkiye’nin Sorunları ve Prof. Dr. Fritz Baade” isimli makalesi Profesör Baade hakkında azda olsa bir bilgi sahibi olmamıza imkan sağlamaktadır.

Göttingen Üniversitesinde iktisat doktorası yapan ve daha sonra Berlin Üniversitesine geçerek Doçent olan Baade ziraat ekonomisi alanındaki çalışmalarıyla meşhur olmuş ve az gelişmiş ülkelerde yaptığı incelemelerle tanınmıştır. Sosyal demokrat kökenli bir protestan olan Baade, Alman Sosyal Demokrat Partiden 1949 yılında ikinci defa milletvekili olmuş, (ilk milletvekilliği 1930-1933 yılları arasındadır) 1946-1947 yılları arasında Amerika’da yayın işlerinde de çalışmıştır(Tütengil, 1964:109-110). Çeşitli araştırma enstitülerinde çalışmış olan Baade başta FAO olmak üzere bir çok uluslar arası kuruluşa raporlar hazırlamıştır.

1961 yılında Bonn’da kurulan “Az Gelişmiş Ülkelerin İktisadi Meselelerini Araştırma Enstitüsü”nün müdürlüğünü yapan Baade özellikle Türkiye, Pakistan ve Hindistan üzerine yazdığı raporlarla bilinmektedir.

Türkiye’ye gelen bir çok Alman bilim adamı gibi Hitler iktidarı ile arası olmayan Baade’nin Türkiye macerası 1935 yılında Ekonomi Bakanlığı müşavir

olarak görev alması ile başlamıştır. Bu görevini aralıksız olarak 1939 yılına kadar tarım mahsulleri piyasası hususunda uzman olarak istihdam edilirken 1939’dan 1944 yılına kadar da hususi müşavir olarak görevine devam etmiştir. Aynı zamanda Ankara Ziraat Fakültesinde zirai pazarlama dersleri okutan Baade ikinci dünya savaşı sırasında güvenlik nedenleriyle Kırşehir’e enterne edilmiş ve burada Hacıbektaş taşları ve Terme sularıyla ilgilenmesinden ve Kırşehir iline yaptığı faaliyetlerden dolayı fahri hemşehrilik beratı verilmiştir(Tütengil, 1964:110). Tütengil, Baade’nin savaş sırasında Kırşehir’e nakledilmesi ile ilgili bir bilgi vermezken genel olarak olumlu bir görüş bildirmektedir. Yazar Türkiye ekonomisi hakkındaki ilk eserini henüz geldiği yıl “Türkiye Yumurta Satışının Rasyonalizasyonu Hakkında Rapor” ile verirken bunu 1937 yılında yazdığı “Kuru Üzüm Ekonomimizin İnkişaf İmkanları”

ile devam ettirmiştir. Çalışmamıza konu olan ve yazarın Türkiye ilgili en hacimli çalışması FAO tarafından yaptırılan Akdeniz Kalkınma Projesi Memleket Etüdü raporu olup bu çalışmasında Baade diğer yabancı uzman raporlarının çok azında olduğu üzere Türkiye ziraatını en ince ayrıntısına kadar araştırarak kaleme almış ve Türkiye’nin geleceğine dair bir projeksiyonla çalışmasını tamamlamıştır. Baade yalnızca Türk tarımı ile eserler vermemiş en çok tartışılan çalışmalarından biri olan

“Türkiye Turizminin İnkişaf İmkanları” isimli raporuyla da Türkiye için turizm sektörünün önemiyle ilgili de eser vermiştir. Baade Guy Finlayson ile birlikte

“Türkiye’nin İhracatı ve Görünmeyen Gelirleri Nasıl Geliştirilebilir” isimli başka bir çalışma daha yapmıştır. Baade bu raporların yanında günlük gazetelerde ve süreli yayınlarda Türkiye tarımı ve kalkınma sorunları ile yazılar kaleme almıştır.

Baade ile ilgili değerlendirmede bulunan bir diğer yazar da Doğan Avcıoğlu’dur. “Türkiye’nin Düzeni” adlı eserinde Türkiye’nin kalkınma yollarından

biri olarak gösterilen “turizm efsanesini” irdeleyen Avcıoğlu, Profesör Baade’nin kurtuluş reçetesi olarak takdim ettiği turizm efsanesini irdelemektedir(Avcıoğlu, 1969: 496-497). Yazının başında ifade edilen kuruculuğunu ve müdürlüğünü Baade’nin yaptığı Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı adına yapılan “Türkiye Turizminin İnkişaf İmkanları” isimli raporunda Türk turizminin geliştirilmesi ile ilgili olarak dile getirilen: Devletin de arazi vererek katılacağı milletlerarası şirketler eliyle tatil köyleri kurulmasıdır. Bu köyler hukuki bakımdan köy kanunu dışında tutulmalıdır. Bunlarda yabancı turistler, serbestçe yaşayabilmeli ve arazi satın alabilmelidir. Yabancı emlak şirketleri bu yolda faaliyet gösterebilmelidir. Tatil köylerinde Almanya’da Helgoland adasında gerçekleştiği üzere, özel bir gümrük statüsü tanınmalıdır. Şarap, şampanya, havyar, sigara gibi maddeler bu köylere gümrüksüz ithal edilebilmelidir. Bu tedbirleri alırsa ve gerekli yatırımları yaparsa Türkiye kısa sürede 200-300 milyon dolar gelir sağlayabilecektir(Avcıoğlu, 1969:497; Baade, 1963: 96). Avcıoğlu’nun turizm sektörünün ekonomik olarak demir çelik veya tekstil sektörleri gibi rasyonel olmaması, ekonomi üzerinde enflasyonist bir yan etkisinin olması, mevsimlik bir faaliyet olması dolayısıyla bu yatırımların sekiz ay boş kalacak olması gibi nedenlerin yanında sosyolojik ve psikolojik olarak turizm sektörünün özellikle gençleri kolay para kazanma yoluna itmesi, az gelişmiş bir toplumu çürütücü ve bozucu etkilerine dikkat çekerek Baade tarafından hazırlanan raporu eleştirmektedir(Avcıoğlu, 1969: 497). Aslında Avcıoğlu’nun getirdiği eleştiriler turizm sektörünün bizatihi kendisinden ziyade karşılaştırmalı olarak diğer sanayi dalları karşısındaki stratejik değeri ve önemi noktasındadır. Avcıoğlu Baade’nin turizm raporu ile ilgili görüş belirtirken diğer çalışmalarından ve raporlarından bahsetmemektedir. Ancak burada hemen

belirtmek gerekmektedir ki Baade ve Finlayson tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Turizmden Temin Edebileceği Döviz Gelirleri” isimli rapor toplam on altı sayfa olmasına rağmen diğer bir çok yabancı uzman raporunda olduğu gibi çok ayrıntılı ve ciddi bir emek verilerek hazırlanmış çalışma olduğu görülmektedir. Yazar raporunu yazarken çalışmada adı geçen yerlere bizzat giderek yerinde inceleme ve gözlemlerde bulunurken, İzmir’den başlayarak bütün sahil şeridini raporunda adım-adım örnekler vererek anlatmış ve bunu raporuna eklediği haritalarla da göstermiştir.

Baade raporunda ayrıntılı bir turizm eylem planı ortaya koyarken turistlerin hangi yollardan Türkiye’ye gelecekleri, hangi yollardan geri dönecekleri, kıyı şeridinde hangi ören yerlerine uğrayacakları ve nerede konaklayacaklarını anlatırken, Türk Rivierası olarak adlandırdığı Ege sahillerinde hangi yörelerde tatil köyleri yapılacağı bunların şehir merkezlerine uzaklıklarının ne kadar olacağı, deprem yöresi olan bu bölgelerde yapılacak inşaatlarda nelere dikkat edilmesi gerektiği, bu yörelerin rüzgar ve deniz suyu sıcaklığı, bu yörelerin bitki örtüsü ve bunların özellikleri, iklim ve yağış durumu, turizm sezonunun uzunluğu, sahil şeridine yakın dağlardaki kayak imkanları, eski eserlerin ve antik kentlerin turizm yörelerine yakınlığı, turistlerin nerelerde barındırılacağı, turizm sektöründe çalışacak personelin yetiştirilmesi gibi konular ve Avrupa ülkelerinde bulunan turizm merkezleri ile karşılaştırmalı olarak irdelenerek Türkiye’nin turizm potansiyeli söze hacet bırakmayacak biçimde ortaya konulmuştur. Raporda dile getirilen ilginç bir diğer teklifte Ege ve Akdeniz kıyılarının turizm potansiyeli yanında İstanbul ve Marmara sahillerinin turizm potansiyeline dikkat çekilerek başta Uludağ olmak üzere kış turizmi bakımından da Türkiye’nin sahip olduğu imkanlar açıklıkla ifade dilmiştir.

Turizm olanakları bakımından cazip koşullara sahip Türkiye’nin dış yardıma muhtaç olmaması için ihracatın yanı sıra turizm gelirlerinin artırması gerektiğini belirtirken yabancı sermayeye yatırım kolaylığı sağlanması hususuna dikkat çekmektedir. Bu bağlamda bütçe dengesinin kısa zamanda sağlanmasının ancak turizm gelirleri ile olacağı belirtilerek Türkiye’nin içinde olduğu buhrandan ancak bu şekilde çıkacağı ifade edilmektedir(Baade, 1960)

Türkiye’de daha çok “Baade Raporu” olarak bilinen ancak tam adı “FAO Türkiye Raporu” olan bu çalışma yazarın Türkiye ile ilgili kaleme aldığı en önemli çalışmadır. Eklerle birlikte toplam yüz yetmiş dört sayfadan ve iki ciltten oluşan çalışma Türkiye’nin tarımsal yapısını akla gelebilecek en ince ayrıntısına kadar örnekler vererek ve karşılaştırmalar yaparak irdelemiştir. Baade raporun amacını şu şekilde ifade etmektedir: “Bu etüdün mühim bir kısmı, Türkiye’de ziraat sektörünün detaylı olarak tetkikine ve yeni Türkiye ziraatının, sağlam bir iktisadi temel üzerine bina edilmesi için muhtemel yatırım ihtiyaçlarının tahliline tahsis edilmiştir. Diğer sektörlerin tahlilleri daha sathi olarak işlenebilmiştir. Onun içindir ki bu sektörün lüzumlu yatırım ihtiyacı ve gelişim potansiyeli tahminleri için lüzumlu esaslı malumat iyi bir şekilde kıymetlendirilememiştir. Türkiye’nin kalınmasına ait şumüllü iktisadi bir planın formüle edilebilmesi için bu açıkların doldurulmasının icap edeceği bedihidir. Bu malumat noksan oldukça, kati tahminler yapılamaz”(Baade, 1960:10-11). Baade Türkiye’nin gelişmesinin sadece yabancı kaynaklarla sağlanamayacağı ve krizin sübvansiyonlarla aşılamayacağını belirterek her şeyden önce bizzat Türkiye’nin kendi öz kaynaklarına ve daha da önemlisi insan kaynaklarına dönerek hareket geçmesi gerektiğini belirtmektedir.

Raporda, genel olarak kaynakların kötüye kullanılmasının ve tahriplerin Türkiye tabiatını ne hale getirdiği, erozyon tehlikesinin, gereken ciddi tedbirler alınmazsa ülkenin geleceğini nasıl tehdit ettiği ayrıntılı olarak anlatılırken ayrıca hızlı nüfus artışının olumsuz sonuçları üzerinde durulmaktadır. Baade raporunun birinci cildine öncelikle genel olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun fotoğrafını çekerek başlamaktadır. Ülkenin içinde bulunduğu iktisadi gelişme ve kalkınma tarihsel seyir içinde ele alınırken Türkiye’nin önemli yol kat ettiği ancak durmadan bu çabaların devam etmesi gerektiği ifade edilmektedir (Baade, 1960:2).

Daha sonra iktisadi gelişme ve arazi kullanımının arasındaki ilişkinin, iklim, toprak, su, topoğrafya, tabii flora, nüfus, mali durum, devlet ve hususi sektörün yatırımları ve terkipleri, yabancı iktisadi münasebet konuları üzerindeki tesirleri ayrıntılı biçimde irdelenmektedir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise arazi ve su kullanma problemlerinin olumsuz yönleri üzerinde durulurken, yaşanan erozyon afetine karşı bir tedbir alınmadığı takdirde iki yüz yıl sonra Türkiye’nin topraklarının kalmayacağı çarpıcı bir dille ifade edilerek erozyon sorununa dikkat çekilmektedir.

Raporda ayrıca meraların yanlış hayvan otlatmaktan -ki bu meraların topoğrafik yapısı ve bu meralarda otlatılan hayvanların tırnak yapısından et ve süt verimine kadar bütün özellikleri ayrıntılı biçimde anlatılmaktadır; sürülebilen arazilerin durumuna, kıl keçilerinin verdiği zararlara, ormanların zaman içinde yok olmasına ve yok oluş nedenlerine, sulak alanların ıslahına, sulanabilir arazilerin çoraklaşma tehlikelerine, nüfus artışının olumsuzluklarına ve tarım siyasetine dair daha bir çok konuya en ince ayrıntısına kadar değinilmiştir.

Baade’nin Türkiye raporunu bugünden bakıldığında ilginç kılan bir diğer özellik raporun ekler kısmında yer alan J.E. Christiansen’e ait “Türkiye’de Su Kaynakları İnkişafı Programı” adı altında irdelenen Türkiye’nin su sorunudur.

Çalışmada öncelikle Türkiye’nin su rezervleri anlatılıp, ekilebilir arazilerin sulama olanakları irdelenirken sulamaya bağlı sedimantasyon ve erozyon meselesi ele alınmıştır. Raporun son kısmı ise “Milletlerarası Nehirler Meselesi” ne ayrılmıştır.

Bugün sınır aşan sular olarak tabir edilen Ortadoğu bölgesinde petrol sorunu kadar büyük bir sorun alanı olan Fırat, Dicle, Aras, Çoruh ve Meriç ırmaklarının durumu irdelenerek bu nehirlerin özellikleri ele alınmıştır. Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde hem sulama hem de enerji amaçlı barajların yapılması tavsiye edilirken Suriye ve Irak devletleri arasında çıkabilecek ihtilaflara dikkat çekilmiş ve “...milletlerarası nehirlerin müstakbel inkişafları ile ilgili meselelere derhal ehemmiyet verilmelidir”

diyerek bugün önemli bir anlaşmazlık haline gelen soruna işaret edilmiştir.

Sonuç olarak “Türkiye ağır hastadır, fakat ümitsiz değildir” diyen Baade Türkiye’nin kaynaklarını iyi kullanmak suretiyle selamete çıkabileceğini ifade etmekte programlı çalışma, yeni kaynaklar bulma ve akıllı kullanmak kaydıyla kalkınabileceğini öne sürmektedir. Tarım ile sanayiinin birlikte yürütülmesi ve ihracat artışının yanı sıra turizm gelirlerinin üzerinde ısrarla durması Baade’nin top yekun bir kalkınma fikrini benimsediğini gösterirken bu Baade ile her konuda aynı düşüncede olunduğu anlamına gelmemektedir(Tütengil, 1963:119). Türkiye’yi Avrupa pazarına bağlı olarak gören ve ele alan Baade Türkiye’nin birleşmekte olan Avrupa ekonomisi çerçevesinden ne çıkarılabileceğini ne de ayrı tutulabileceğini ifade ederek Türkiye’nin yabancı yatırımcılara muhtaç olmamak için şu tedbirleri almasını tavsiye etmektedir(Baade, 1960:12)

“1. Türkiye yatırım planları çerçevesi dahilinde sulama, toprak muhafazası, ve ormancılığın gelişmesine müteallik bütün hususlara özel teşebbüse olanak sağlamalıdır. Bunun gibi projeler için tahsis edilen amme tahsisatı ehemmiyetli ölçüde artırılmalıdır.

2. 1975 yılına kadar, Türkiye uzun vadeli beynelminel yardım görmelidir.

3. Türkiye köylerinde kullanılmamakta olan insan gücü memleketin inkişafı bakımından harekete geçirilmelidir.

Tütengil, Baade’yi yabancı sermayenin sözcüsü saymanının haksızlık olacağını belirtirken son tahlilde Baade’nin de Batı Almanya adına konuştuğunun gözden kaçmadığını da ifade ederek bu tutumun ülkemize gelen bir yabancı uzmanının Türkiye’de ne kadar uzun süre kalırsa kalsın ve ne kadar yakından tanırsa tanısın, Türkiye’nin sorunlarını düşünürken iki yanlı hareket etmekten kurtulamayacağına dikkatleri çekmekte ve yerli uzmanların yetiştirilmesi sorunu üzerinde durmaktadır.

Türkiye üzerine yaptığı çalışmalarında özel sektörün güçlendirilmesini dile getiren Baade, Türkiye’nin kalkınma çabalarında öncelikli olarak tarım ve turizm gibi sektörler üzerinde durmaktadır. Özellikle ABD’li uzmanlara nazaran daha insaflı ve yapıcı eleştiriler getiren yazar Türkiye’nin düzen arayışında sanayi yatırımları hususunda pek görüş belirtmezken dolaylı olarak devlet eliyle yürütülen bu kalkınma arayışlarının Türkiye ekonomisini krize soktuğu ve yabancı yardımlara bağımlı hale getirdiğini öne sürerek kendi kaynaklarının devreye sokulmasını ve yetişmiş insan gücünün önemi üzerinde ısrarla durmuştur.