• Sonuç bulunamadı

Raporun V ve VI kitaplarının yer aldığı üçüncü cildin XIV. bölümü “İdare”

I. 3.2- Neumark Raporu, 1949

Neumark raporunu irdelemeden önce Neumark raporunun yazılmasına neden olan iç ve dış gelişmelere baktığımızda 1929 Dünya ekonomik bunalımı ile özünde taşıdığı liberal fikirlerden(Karpat, 1996:125) kısa dönemli olsa da vazgeçilmesini takiben 1932 yılından başlayarak devletçilik ve plan fikri öne çıkmış uygulamaya aktarılmıştır. Krizin etkilerinin geçmesi ve sermaye gruplarının siyasal iktidar üzerinde kurduğu baskılar neticesinde 1936 yılından itibaren sıkı devletçilik politikaları gevşetilmeye başlamış ve Dünya savaşının da etkisiyle II.Sanayi planı uygulamaya konulamamıştır.

Türkiye II. Dünya savaşı boyunca olayların gelişimini dikkatlice izlemiş ve her halükarda tarafsız kalmayı yeğlemiştir. Zaman-zaman akılları karıştıracak bir dış

politika izlenmesine rağmen savaşın galibinin belli olmasıyla Türkiye Mihver devletleri ile ilişkisini kesmiş ve Birleşmiş Milletlere üye olabilmek için 23 Şubat 1945’te Almanya’ya karşı savaş ilan ederken bir gün sonra 24 Şubat’ta Birleşmiş Milletler Beyannamesini imzalamıştır. Savaş döneminde henüz yapılanma aşamasında olan genç cumhuriyet ve onu kuranlar büyük fedakarlıklar yaparak ülkeyi savaşın dışında tutmayı başarırlarken bu durum CHP iktidarının desteğinin azalmasına ve toplumla yabancılaşmalarına neden olmuştur(Ahmad, 1995:147;

Karpat, 1996:127). II. Dünya savaşı sonrası kurulan hür dünyanın dışında kalmak istemeyen ve Sovyetlerin baskısını yoğun biçimde hisseden Türkiye hızlı bir biçimde çok partili hayata geçmeye karar vermiştir. İsmet İnönü 19 Mayıs 1945’te yaptığı konuşma ile rejimde liberalleşmeye gidileceğini ifade ederken 1 Kasım 1945’te TBMM açış konuşmasında bir muhalefet partisine duyulan ihtiyaçtan bahsetmiştir.

Bu konuşmadan kısa bir süre sonra Nuri Demirağ “Milli Kalkınma Partisini”

kurmuştur. Avcıoğlu döneme ilişkin gelişmeleri şöyle değerlendirmektedir

“İnönü’nün teşvikleri ile başlayan çok partili hayatın, Anglo-Amerikan telkinlerle doğduğunu öne sürenler vardır. Bunlara göre, beliren Sovyet tehlikesine üzerine Batılılar ile sıkı ilişkiler kurma çarelerini arayan İnönü yönetimi, Batı kamuoyunda tek parti rejimlerine karşı o tarihlerde duyulan antipatiyi göz önünde tutarak çok partili hayata yönelmiştir. Batılılar da bu yolda telkinlerde bulunmuşlardır.”

Türkiye’nin çok partili hayata geçişi iç dinamiklerin etkisiyle mi? Yoksa dış etkilerin tesiriyle mi? olduğu konusu Türk siyasal hayatının temel tartışma alanlarından birini oluştururken aslında her iki nedeninin çok partili hayat geçişte önemli bir rol oynadığı inkar edilemez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tartışmalar Türk düşünce yaşamında uzun zamandır devam eden Fuat Paşanın meşhur “pabuçcu

muştası” tartışmasına katkı sağlayan gelişmeler olmuştur. Bu tartışmalarda orta yolun, yeni dönemi hazırlayan faktörlerin dış tesirlerin etkisi kadar iç baskıların da önemli bir payı olduğunu söylemek şeklinde olacaktır. Savaş yıllarının sıkıntılarının ve bürokrasinin sert davranışının, sivil-asker ilerici aydınlardan, toprak kanunundan ürken toprak ağalarına kadar geniş bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. Kütleler bir kurtarıcı peşindedir ve siyasal muhalefet rejimin liberalleşmesi yönünde baskılarını artırmaktadır (Avcıoğlu, 1969:249).

1839 Tanzimat fermanı ile idare aygıtını “modernleştirmek” isteyenler 1950’lere gelindiğinde sistemi yeni baştan oluşturmak ve daha serbest hale getirmek istemektedirler. Şaylan’ın(1973:498) betimlemesiyle, II. Dünya savaşı Türkiye’de yeni bir toplumsal yapı ve ilişki biçiminin giderek hakim hale gelmesinin başlangıcını belirlerken değişen yapıda, yeni sosyal ve siyasal ilişkilere göre idare aygıtında bazı değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmiştir. Savaştan sonra alınan dış yardımlarla yeni bir kalkınma hamlesi başlamış ve başta ulaşım, ziraat, sağlık alanlarında yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu noktada yeni dönemin yönetim aygıtını oluşturmak üzere 1947 yılında Başbakanlığın isteği üzerinde bakanlıklarda komisyonlar kurularak “devlet örgütünde rasyonellik sağlayacak” önlemleri belirlemek üzere kamu kurumları teftiş kurulların vasıtasıyla raporlar hazırlanmıştır.

Ancak bu raporların akıbeti hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamış hatta söz konusu raporlara dahi ulaşılamamıştır. İlgili literatürde de bugüne değin isminden bahsedilen ancak bir türlü ortaya çıkmayan bu raporların sonuçları hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Yerli uzmanlarca yapılan bu ilk çalışmaların bulunamaması idari reform yazını için büyük bir kayıp oluştururken kısa bir süre

sonra bu defa yabancı uzmanlara yeni raporlar hazırlatılması yoluna gidilmiştir. Bazı raporların kaybolması gibi bu çalışmalar da kaybolmuştur.

Son iki yüz yılı reform gündemi ile geçen bir ulusun reform yapmaktan öteye ilgili metinleri bir araya getirememesi ve bu metinleri tasnif edememesi başka bir tartışma konusu olsa gerektir. Teftiş kurulları tarafından hazırlanan bu raporlar reform tarihi içinde hem bir ilki oluşturmanın yanında aynı zamanda yöntem bakımından da sonraki çalışmalardan ayrılmaktadır. Bu raporlardan önce ve sonra yapılan çalışmaların çoğunlukla kamu yönetimi örgütü dışındaki bazen yabancı uzmanlar veya yerli üniversiteli uzmanlar tarafından yapılırken ilk reform çalışmasının yönetimin ilgililerine yaptırılmış olması farklı bir durum oluşturmaktadır. İdari Reform Danışma Kurulu Raporunda(1972) belirtildiği üzere iktidar tarafından yeterli bulunmayan bu çalışmalar pek fazla dikkate alınmayarak bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi Profesörlerinden Neumark’tan yeni bir çalışma yapması istenilmiştir.

Daha önce belirtildiği gibi her reform çalışması aslında beraberinde ayrı bir öyküyü ve gelişmeyi barındırmaktadır. Literatürde reform çalışmalarına bu bağlamda hiç bakılmadığı ve bu çalışmaların içinden çıktığı toplumsal ve siyasal koşulların ihmal edildiği gözlenmektedir. Neumark’ın yazdığı rapor kadar Neumark’ın yolunu Türkiye’ye düşüren hikaye de önemli ve ilginçtir. Çünkü Neumark ismi aynı zamanda tez konumuzu dolaylı biçimde ilgilendiren “Üniversite Reformuna” kadar uzanmakta yazarın öyküsü yeni dönemin hikayesi ile örtüşmektedir. Bu noktada CHP içinde yaşanan tartışmaları ve ortaya çıkan ayrışmaya da dikkat çekmek gerekmektedir. Neumark’a raporunu bizzat devrin başbakanı sipariş etmiş ve konunun takipçisi olmuştur.

Neumark Raporunun girişinde amacını şu ifadelerle dile getirmektedir:

“Buyrulan emirler gereğince, Devlet idaresinde rasyonel çalışma bakımından mevcut olan noksanlarla bunların bertaraf edilmesini sağlayacak tedbirleri inceledim. Tetkik mevzunun genişliği sebebiyle, nihayet iki aya inhisar eden araştırmalarımın neticeleri esas itibarı ile az çok umumi bir karakter taşımakta ve teferruattan ziyade müşterek bir takım reorganizasyon meselelerine taalluk etmektedir. Raporda temas edilen bazı hususlar hakkında –arzu edildiği takdirde- ilerde daha derin ve geniş malumat verilebilir. Buna karşılık teknik, iktisadi, hukuki, vs.

hususiyetler arz eden diğer bazı meseleler ayrı bir inceleme konusu teşkil etmekte ve buna binaen mevzubahis sahalarda mütehassıs sayılan kimselerin hazırlayacağı hususi birer raporun verilmesini icap ettirmektedir”

Neumark Raporunun hikayesi 1905 de Rusya’daki ilk ihtilal olaylarına kadar dayanmaktadır. Neumark’ın öyküsünü bu kadar geriden almak bu çalışmanın kapsamını aşmakla birlikte yaşananları özet biçimde aktarmak gerekmektedir.

Dönemin koşullarının ayrıntılı biçimde ele alınması olayların arka planına gidilmesi sorunun net biçimde görülmesini sağlayacaktır. Aslında Neumark raporundan önce

“Üniveriste Reformu” olarak nitelenen gelişmelerin başlı başına bir inceleme konusu olduğu açıktır. Ancak burada hemen belirtmek gerekmektedir ki Cumhuriyet tarihinin önemli kilometre taşlarından biri olan üniversite reformunun dahi yabancı uzmanların günlüklerinin ve hatıralarının yayınlanması ile daha net biçimde ortaya çıktığı görülmektedir(Widman, 2000).

Konu ile ilgili en kapsayıcı çalışmalardan biri olan Widman’ın “Atatürk ve Üniversite Reformu” isimli çalışmasının yanında Profesör Hirsch’in “Anıları” ve Profesör Neumark’ın “Boğaziçine Sığınanlar” isimli çalışmaları süreçle ve dönemle ilgili ayrıntılt bilgiler sunmaktadır.

Neumark Raporunun hikayesi 1905 de Rusya’daki ilk ihtilal olaylarına kadar dayanmaktadır demiştik. Bu noktadan olayların izini sürdüğümüzde ilginç tesadüfler zinciri ile karşı karşıya gelmekteyiz. 1917 İhtilali öncesinde bu hareketin provası olarak ortaya çıkan 1905 ayaklanmasına katılan Profesör Tuschlok, hareketin başarısızlığa uğraması sonucu ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ve İsviçre’nin Zürih kentine yerleşmiştir. Profesör Tuschlok burada bir çok dost edinmiştir. Bu dostlarından biri de pedagoji Profesörü Albert Malche’dir. Albert Malche 1931 yılında Türkiye’de üniversite reformunun mimarlarından biri olarak öne çıkan yabancı isimlerden biridir. Genç Cumhuriyetin yöneticileri yapılan devrimler karşısında yeterince destek vermeyen ve devrimleri halka anlatmak hususunda bir gayret içinde bulunmayan İstanbul Darülfünunu lağvetmek ve yerine modern bir üniversite kurmak istemiştir. Maarif Vekili Dr. Reşit Galip’in bizzat davet etmesi ile üniversite ile ilgili bir rapor hazırlamak üzere Cenevre Üniversitesi pedagoji Profesörlerinden Albert Malche bu amaçla görevlendirilmiştir(Widman, 2000:82).

Malche bir süre Türkiye’de araştırma ve incelemeler yaptıktan sonra hazırladığı raporu 1933 yılında Maarif Vekili Reşit Galip’e sunmuştur. Hükümet rapor üzerine İstanbul Darülfünunu lağvederek 1 Eylül 1933 tarihinde İstanbul Üniversitesi adı ile yeni bir yapılanmaya gitmiştir.

Üniversite reformu ile Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesi ve Yahudilerin sürgüne gönderilmesi ve toplama kamplarında toplanması olayları üst üste gelince, kader 1905’te Rusya’dan ayrılıp Zürih’e sığınan Profesör Tuschlok ve Türkiye’deki üniversite reformunu yapan Profesör Malche’nin yollarını kesiştirmiştir. Profesör Tuschlok’un damadı Hitler Almanyasından kaçmak zorunda kalan ve yerleştiği Zürih’te tek göz odada Yahudi asıllı bilim adamları ile irtibatı sağlamak üzere

“Danışma Bürosunu” kuran Frankfurt Üniversitesi Patoloji Profesörü Philip Schwartz’dır(Akpınar, 1997:11). Tek göz odada faaliyet gösteren “Danışma Bürosu”

kısa bir süre sonra “Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Dayanışma Derneği”

adıyla yeni bir yapılanma içine girmiş ve faaliyet alanını genişletmiştir. Neumark’ın

“Boğaziçine Sığınanlar” isimli anılarında dediği gibi Profesör Philip Schwartz Türkiye gelen Alman asıllı bilim adamları projesinin öncüsü ve projenin fikir babasıdır. Profesör Schwartz’ın çabaları ve bir dizi tesadüfler sonucu Almanya’da işini kaybeden ve sürgün hayatı yaşayan Yahudi asıllı birçok bilim adamı için

“Üniversite Reformunu” yapan ve birçok alanda üniversite hocasına ihtiyacı olan Türkiye ikinci bir vatan olmuş ve bu insanlar Türkiye’ye gelerek önemli bir boşluğu doldurmuşlardır. Bu bilim adamalarının arasında birçok önemli aydın ve alanında öncü isimlerde bulunmaktaydı.

Üniversite reformu sonrası Türkiye’ye gelen bilim adamlarından biri de Frankfurt Üniversitesi profesörlerinden Fritz Neumark’tır. 1900 doğumlu olan Neumark, Türkiye’ye(1933) geldiğinde henüz profesörlüğe yükselmişti ve daha otuz üç yaşındaydı. Üniversite eğitimine Münih Üniversitesinde başlayan Neumark, Jena Üniversitesinde İktisat Fakültesini bitirmiştir. Aslında Alman Dili eğitimi almak isteyen ancak etkisinde kaldığı meşhur iktisatçı Kessler’in tesiriyle iktisat okuyan Neumark daha sonra Profesör Kessler’le Türkiye’de aynı fakültede hocalık yapmıştır. Frankfurt Üniversitesine asistan olarak giren Neumark “Enflasyon Kavramı ve Mahiyeti” isimli doktora çalışması ile 1921 yılında doktor ünvanını almıştır. Türkiye’ye gelmesinden iki yıl gibi kısa bir süre sonra Türkçe ders anlatmaya başlayan Neumark Türkiye’de en uzun süre kalan yabancı bilim adamıdır.

Neumark Türkiye’de maliye ve iktisat biliminin gelişmesine önemli katkılar sağlamış

ve eserlerini Türkçe yazmıştır. Türkiye’den bahsederken “memleketim ve biz”

ifadelerini kullanmaktan çekinmemiştir(Widman, 2000:195). Neumark üniversitede hocalık yapmanın yanında bazı enstitülerin kurulmasında görev alarak buralarda yöneticilikte yapmıştır. İktisat fakültesi tarafından çıkarılan fakülte dergisinin ilk editörlüğünüde yapan Neumark 1945 sonrası vergi reformu ve mali yapının ıslahı hususlarında hükümete proje bazında danışmanlıklar yapmış ve raporlar yazmıştır.

Neumark’ın ilk asistanları daha sonra alanlarında önemli bilim adamları olacak Sabri Ülgener5, Orhan Dikmen, Osman Okyar ve Memduh Yaşa olmuştur. Neumark 1952 yılında Almanya’ya dönmüş ve asistan olarak girdiği Frankfurt Üniversitesine rektör olmuştur.

Üniversite reformu yapılıp Alman asıllı hocalar Türkiye’ye geldiklerinde önce Hukuk Fakültesi bünyesinde istihdam edilmişler daha sonra bu hocaların öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucunda kurulan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine geçmişlerdir. Üniversite reformu ve Türkiye’ye gelen yabancı bilim admaları konusu içinde bir çok hikayeyi barındırması, bir anlamda Türkiye’nin yakın dönem tarihine tanıklık etmesi bakımından bir çok ilginç olayı içinde taşımaktadır.

Widman’ın geniş kapsamlı çalışmasının sonuna eklediği yaşam öykülerinin tarafımızdan sayılması ile anladığımız kadarı ile 1933-1945 dönemi içinde Türkiye’ye tam 126 bilim adamı gelmiştir. Bu kişilerin uzmanlık alanları akla gelebilecek her alanda olup kütüphanecilikten-bale eğitimine, mimaridan-biyolojiye,

5 İstanbul Üniversitesi İktisat Tarihi Profesörlerinden Ahmet Güner Sayar tarafından kaleme alınan

“Bir İktisatçının Entelektüel Portresi: Sabri F. Ülgener” isimli monografi çalışmasında dönemin ayrıntılı bir resmi çekilmekte ve Alman asıllı hocaların Türkiye macerası ilginç anekdotlarla anlatılmaktadır. Eserde ayrıca Alman hocaların Türk bilim hayatına etkileri asistanları üzerinden yürütülen açıklamalarla izah edilmektedir.

heykeltraşlıktan-laborantlığa kadar hemen her alanda başta Almanya ve Avusturya’dan bir çok bilim adamı gelmiştir.

Bu hocaların Türkiye’nin yakın dönem tarihinin yazılması ve tanıklıkları bakımından önemli veriler sağladığını ifade ederken konumuzla ilgisi bağlamında Hukuk, İktisat ve Siyasal Bilgiler Fakültelerine gelen bilim adamlarının verdikleri dersleri, yazdıkları yazıları ve bu hocaların asistanlarını saydığımızda konu daha net biçimde anlaşılacaktır. Örneğin Profesör Kessler, ırksal nedenlerle değil nasyonal sosyalizme karşı yürüttüğü çalışmalar nedeniyle Almanya’dan ayrılmak zorunda kalmış bir iktisatçı ve sosyologtur. Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde İktisat Fakültesinin kuruluşunda bulunmanın yanında bu fakültenin kütüphanesini bizzat Orhan Tuna ile birlikte kurmuştur. Kessler 1946 yılında Türk İşçi sendikasını kurmuş ve sendikalcılık alanında ilk eserleri vermiştir. Kesslerin asistanları sonradan İktisat Fakültesinin önemli hocalarından olacak olan Orhan Tuna, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cavit Orhan Tütengil ve 1950 sonrası dönemde DP’nin Ekonomi ve Ticaret Bakanı olacak Muhlis Ete’dir.

Önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Ticaret Hukuku, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi derslerini veren Hirsch bir müddet sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine geçmiş ve burada çalışmalarına devam etmiştir. 1950 yılında iki ciltlik “Dünya Üniversiteleri ve Türkiye Üniversitelerin Gelişmesi” eserini yazan Hirsch, ticaret hukuku ve hukuk felsefesi alanında birçok ilke imza atmıştır.

Hirsch’in o dönemde asistanlığını yapan ve daha sonra kürsülerinin önemli isimleri

haline gelen kişiler, Muammer Aksoy, Yaşar Karayalçın, Ünal Tekinalp, Ersin Çamoğlu, İlhan Akipek, Hamide Topçuoğlu6 ve Ergun Önen’dir.

Türkiye’ye gelen Alman asıllı bilim adamları arasında isimi en çok tartışılan ve ismi etrafında şüpheler dolaşan kişilerden biri Profesör Ernst Reuter olmuştur. 1933 yılına kadar Almanya’da Magdeburg belediye başkanı ve parlemento üyeliği yapan Reuter, iki defa toplama kamplarında götürülmüş ve tutuklu kalmıştır. 1935 yılı ocak ayında Hollanda üzerinden İngiltere’ye geçmiş ve ileriki bölümlerde ayrıca bahsedilecek olan ve Türkiye hakkında birçok çalışmaya imza atan Profesör Baade aracılığı ile Türkiye’ye gelmiştir. Türkiye’ye geldiği ilk zamanlarda Türk İktisat Vekaletinde uzman olarak çalışan Reuter, 1938 yılında Siyasal Bilgiler Yüksek okulunda şehircilik kürsüsünde hocalık yapmaya başlamış ve 1946 yılında Almanya’ya dönerek Berlin Belediye başkanlığı yapmıştır. Türkiye’de şehircilik ve komün bilgisi hakkında bir çok eser veren ve belediye maliyesi hakkında kapsamlı incelemeleri bulunan Reuter’in Türkçe de yazılmış yaklaşık yetmiş yazısı bulunmaktadır. Reuter’in asistanlığını daha sonra SBF şehircilik kürsüsünün gelişmesinde ve büyümesinde büyük emekleri olan Fehmi Yavuz ve Bedri Gürsoy yapmıştır.

Liberal fikirleri ile tanınan Profesör Wilhelm Röpke, daha çok teorik iktisat alanında çalışmıştır. Türkiye’de kısa sürede kalan bilim adamları arasında sayılan Röpke kaldığı kısa süre içerisinde bir çok çalışmaya imza atmış ve İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yürütmüştür. Röpke’nin asistanlığını daha sonra aynı kürsüde profesör olacak Muhlis Ete yapmıştır.

6 Hamide Topçuoğlu daha sonra Ford Vakfı tarafından desteklenen Matthews’in “Yetişen Türk İdarecileri” 1955 isimli çalışmasında yazarla birlikte çalışmıştır.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde İktisadi Coğrafya ve İktisat Tarihi kürsülerinin kurucusu olan Alexander Rustow, “iktisadi coğrafya, harbin sosyolojik mahiyeti, hammaddelerin milletlerarası dağıtımı, teknik terakki, aşırı nüfus ve kitleleşme” farklı alanlarda eserler veren Rustow liberal fikirleri ile öne çıkan hocalardan biridir.

Nürnberg Üniversitesinden zorla emekli edilmek istenen Profesör Alfred Isaac 1937 yılında İstanbul Üniversitesinde çalışmaya başlamış ve Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde işletme iktisadı alanında çalışmalar yapmış ve daha sonra Barker Raporu ile kurulması fikri ortaya çıkan İşletme İktisadı Enstitüsü ile ilgili bir çok öncü çalışmayı yapmıştır. İşletme profesörü olan Isaac alanı ile ilgili literatüre katkı sağlayacak bir çok çalışmaya imza atmıştır.

Sosyal bilimler alanında çalışan ve kısa yaşam öykülerini verdiğimiz bilim adamları bir anlamdan Türkiye’de sosyal bilimlerin temellerini atmışlardır. Bu kişilerin öyküleri Türk sosyal bilimler hayatına etkileri ve katkıları maalesef yeterince irdelenmemiştir. Cavit Orhan Tütengil’in hocası Kessler’i anlattığı kısa bir yazısı ve daha başka kısa birkaç makale ve dolaylı yazılar dışında döneme ait çok az kaynak bulunmaktadır. Adı geçen bilim adamlarının anıları da olmasa sosyal bilimlerin kurulması ve gelişimi bakımından bir çok önemli bilgi ve belge olmak üzere ders kitapları, günümüz anlamında fakülte dergiciliğinin gelişmiş örneklerinin verildiği ve döneme tanıklık eden bir çok makale gün ışığına çıkarılamayacaktır.

Asıl konumuz olan Profesör Neumark’a dönersek; Neumark, dersleri, konferansları, makaleleri ve araştırmaları ile Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişmesine önemli katkılar sağlamış bir bilim adamıdır. Geniş teorik bilgisi ve uygulama alanında Türkiye’de kazandığı tecrübelerle Neumark, Türk resmi

çevrelerinin takdirini ve sempatisini kazanan biridir. Almanya’ya döndükten sonra Frankfurt Üniversitesinde iki defa rektörlüğe seçilmiş ve Alman akademi çevrelerinden ve Alman hükümetinden büyük takdirler almıştır. Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde Türkçe yayınlamak üzere aşağıdaki eserleri vermiştir ki bu çalışmaların hemen hepsi alanında ilk çalışmalardır:

1. Genel Ekonomi Teorisi, 2. Ekonomi Politikası Dersleri, 3. Maliyeye Dair Teknikler, 4. İktisadi Düşünce Tarihi,

5. Türkiye ve Yabancı Memleketlerde Gelir Vergisi

Profesör Neumark yukarıda sayılan kitaplarının yanında ekonomik gidişe, gelir vergisi düzenlemelerine ve Türkiye idaresine dair bir çok rapor, inceleme ve makale yazmıştır. İşte Neumark’ın Türkiye idaresine dair altmış sayfadan ve yedi bölümden oluşan incelemesi çalışmamızın temel konusunu oluşturmaktadır. 1949 yılında Başbakanlık matbaası tarafından basılan eser alanında ilk olma özelliğin taşımaktadır. 1933 tarihli Dorr, 1949 tarihli Thornburg raporlarından sonra kendisini Türk gibi hisseden bir Türk üniversitesinde çalışan Alman asıllı bir bilim adamı tarafından idare aygıtı üzerine yapılan bu çalışma literatürde genel ifadelerle geçiştirilirken hak ettiği ilgiyi ve irdelemeyi görmemiştir.

1938 Ticaret Anlaşması ile başlayan ekonomik serbestiyi nasıl ki 1839 Tanzimat Fermanının idari ve hukuksal serbestisi izlemişse; 1945 sonrası dönemde de Thornburg raporu ile başlayan ekonomik liberalleşme projelerini Neumark’ın idarenin rasyonelleştirilmesi çalışması izlemiştir. Rapor ana fikir bakımından kendinden önceki Dorr ve Thornburg raporları ile birebir benzemekte ve ideolojik duruş olarak liberal bir dünya görüşünün yansıması olarak ortaya çıkmaktadır.

Neumark’ın bu raporları gördüğü ve incelediği şu satırlardan anlaşılmaktadır(Neumark, 1949:6):

...bütün bunlara ilaveten sayısı düzinelere varan yerli ve yabancı uzmanlarca hazırlanan ve ekseriya çok değerli olan bu raporların ya hiç ya da yeter ölçüde dikkate alınmadığı keyfiyeti göz önünde tutulacak olursa, pek ehemmiyetli olan rasyonalizasyon davasının çözümünün, bu konuda uygulamaya dönük olumlu tekliflerin öne sürülmesi kadar, bu gibi tekliflerin pratiğe aktaracak tam yetkili makamların oluşturulması gerekmektedir”

Neumark kendi çalışmasından önce yapılan sayısı düzineleri bulan çalışmalardan sadece olgusal olarak bahsetmekte bunların isimleri hususunda herhangi bir açıklama yapmamaktadır. Bu konu beraberinde iki eksikliği ortaya çıkarmaktadır. Birincisi Neumark gibi ciddi bir bilim adamının bu raporlardan bahsetmemesi büyük bir noksanlık oluştururken, bugün bu raporların tam olarak hangileri olduğu konusunda elimizde tam bir veri bulunmamaktadır. En azından bu raporda adı geçen çalışmalardan isim olarak bahsedilmiş olunsaydı, çalışmalar olmasa dahi varlıklarından haberdar olunulacaktı. İkinci olarak literatürde reform konusu irdelenirken Neumark raporu milat olarak kabul edilmekte ve her şey bu çalışma ile başlatılmaktadır. Toplam altmış sayfadan oluşan bu çalışmada kendinden önce onlarca idarenin rasyonalizasyonuna ve reformuna dair rapor hazırlandığı öne sürülürken bu çalışmaların neler olduğundan hiç bahsedilmemekte ve her şey 1949 yılı ile başlatılmaktadır. Anlaşıldığı kadarı ile Neumark bahsettiği çalışmalar yabancı uzmanlar tarafından yapılan ve çalışmamızda kısmen irdelediğimiz raporlar olsa gerektir. Ancak bu yorum sadece bir akıl yürütme sonucu ulaşılan bir değerlendirme olup doğruluğu şüphelidir.

Hemen belirtmek gerekmektedir ki Neumark Raporu adı geçen diğer çalışmaların sahip olduğu kısmen “aşağılayıcı ve hor görücü” bir üsluba asla sahip değildir. Rapor samimi bir kısım gözlem ve tespitleri taşımaktadır. Neumark eserinde sürekli biçimde Türkiye’den “memleketim” ve Türklerden “biz” diye bahsetmektedir. Ancak bu yapıcı üslup raporunda dile getirilen gerçekleri görmemize engel olmamaktadır. Adı geçen raporları gördüğü ve okuduğu anlaşılan Neumark’ın en azından bu raporları üslup bakımından eleştirmemesi ve bu çalışmalara dair kısa da olsa bir değerlendirmede bulunmaması anlaşılmaz bir tavırdır ve yazarın samimiyeti ile çelişmektedir. Ama çok açıktır ki yazar diğer eser sahiplerinden tavır ve üslup bakımından farklılaşmakta ve daha yerli bir noktada durmaktadır. Bu bağlamda belki de Neumark raporunu yabancı uzman raporları kategorisinden çıkarmak gerekmektedir. Bu raporun yabancı uzman raporu olarak anılmasını sağlayanın yazanın isminin Neumark olması olup raporu kendini Türk hisseden yada en azından samimi bir Türk dostu olduğu kesin olan biri tarafından kaleme alınması gerçeğine istinaden yeni bir sınıflandırmaya tabi tutmak mümkündür.

Rapor metni incelendiğinde yazarın görüşlerinde samimi olduğu ve asıl sorunun daha verimli bir idare teşkilatına ulaşmanın yollarını aradığı gözlenmektedir.

Bu amaçla yazar idareyi kuşbakışı bir değerlendirmeyle incelemekte ve şu ortak sorun alanları üzerinde durmaktadır(Neumark Raporu, 1949:5):

1. Memurların sayısı ve nitelikleri ile sorunlar 2. Örgütsel eksiklikler

3. Kanunlarımızın elverişsiz olması

4. Aşırı kırtasiyecilik zihniyetini doğurduğu formaliteler ve bundan kaynaklanan zorluklar

5. Teftiş ve denetim sisteminden kaynaklanan sorunlar