• Sonuç bulunamadı

3.4. ALMANYA’DAN TÜRKİYE’YE GERİ DÖNENLER VE

3.4.2. Temelli Dönenler ve Dönmeyi Düşünenler

Uluslararası Göç Örgütü geriye göçü, nedenlerine göre üç kısımda ele alır. Geriye göç edenler; “gönüllü’’ olarak geri dönmeye kendileri karar verenler, geriye dönüşü teşvik eden yasalar sonucu “destekli’’ olarak dönüş yapanlar ve bulunduğu

100

ülkede yasal ve hukuki nedenlerle “zorunlu’’ olarak geri dönmek zorunda kalanlardır (Tılıç, Özen, Çelik , 2015:288).

Ali S. Gitmez de İtalyan sosyolog F.P. Cerase’nin dışarıya göç edenlerin hangi durumlarda geri döndüklerine dair düşüncelerini aktarır:

“(...)Cerase, dış göçe katılan işçilerin birbirinden kesin çizgilerle ayrılan belli dönüş türleri üzerinde durur. ‘Başarılı dönüş’, salt bilgi-görgü-beceri kazanımları ile sağlanan ekonomik olanaklarını ülkesinde uygulamaya koymak üzere dönen nitelikli ve yenilikçi, araştırıcı girişimcilerin dönüşüdür. Kendisini bekleyen ailesine birkaç yıl gibi kısa sürede dönen, yurtdışından etkilenmemiş ve genellikle kırsal kesime dönüşler, ‘başarısız dönüş’ olarak görülür. Tutumlu yaşamları ile geleneksel norm ve alışkanlıklarından kopmadan, yeterince biriktirdiğinde aile yuvasına dönenler için ‘tutuculuğun dönüşü’ deyimi kullanılır. Cesare’nin sonuncu tür dönüşü ‘emeklilik dönüşü’ deyimi ile açıklanır: Gidilen topluma uyum sağlayan, sonunda ailesini de yanına alan ve çalışma yaşamının sonuna kadar yurtdışında çalışan çoğu nitelikli ve eğitimli kimse, ancak emekliliğini geçirmek üzere ülkesine döner. Küçük bir toprak parçası üzerindeki rahat bir evde yaşlılıklarını geçirmeye dönenlerdir bunlar…’’ (1983:129)

İncelenen hikâyelerde daha çok Cerase’nin dikkat çektiği “başarısız dönüş’’ kategorisindeki kişiler anlatılır. Hikâye karakterlerinin Türkiye’ye dönmek istemelerinde; Almanya’daki yaşam koşullarının zorlaşması, ev kiraları, yol biletleri, hayat pahalılığı, işsizliğin yanı sıra; Almanya’daki aşırı disiplinli hayat, yabancı düşmanlığı, çalışma hakkını elde edememe, yalnızlık ve memleket hasreti gibi nedenler de etkilidir.

“Bizim Oraya Turist Gelmek’’ adlı hikâyede Türkiye’de polis iken istifa edip Almanya’ya turist olarak giden hikâye kahramanı burada uzun süre kaldığı hâlde çalışma hakkını elde edemez. Adamın, Almanya’daki işsizlikten ve yabancı düşmanlığından dolayı ailesi ile birlikte Türkiye’ye temelli döndüğünden bahsedilir:

“(...)Hayrolası var mı ağabey, çekip gidiyorum bu nâlet memleketten artık. Yetti be. İnsanlığımızdan olduk. İşsizlik varmış, yok anasının gözü varmış diye

101

adamlar neredeyse kafamıza sıçacaklar. İşsizlik olduysa, benim yüzümden mi oldu? Afedersin yani ağabey, senin yüzünden mi oldu? Adamlar işyerinde düşman gibi bakıyorlardı bana. Adam dediğim , Almanlar. Bakma sen, biz nazikliğimizden adam yerine koyuyoruz onları…Bir ay önce, dedim karıya hadi gidiyoruz. Bu heriflerin ağız kokusunu çekemeyiz artık. Böyle dedim ya karıya gecesi topladık eşyaları, denk ettik…’’ (s.74)

Gülay Durgut, Almanya’da artan yabancı düşmanlığına bağlı olarak Mölln ve Solingen adlı yerleşim yerlerinde Türklere yapılan saldırılar ve Türk evlerinin kundaklama olaylarının Türklerin memleketlerine dönmeyi düşünmelerine neden olduğunu belirtir (Durgut, 1993:235). “Kesin Dönüş’’ adlı hikâyede de yirmi üç yıl Almanya’da yaşayan Osman’ın temelli olarak Türkiye’ye dönmeye karar vermesinde Türklerin yabancı düşmanlığına ve şiddete maruz kalması etkili olur:

“(...)Nice canların tükendiğine şahit oldu. Ya son zamanlarda Türklerin horlanışı. Gelini söylemişti; bir gün onu bakkaldan gelirken, bir grup serseri kılıklı Alman gençleri, taşlamış…Lânet olsun, dedi. İyi ki dönüyorum, Allah kalanlara yardımcı oldun…’’ (s.50)

“Yabancıya Ev Yok’’ adlı hikâyede gittiği her kapıdan yabancı olduğu için geri çevrilen ve kendisine kiralık ev verilmeyen Mehmet’in memlekete dönmeyi düşünmesinden bahsedilir. Bu konuda Mehmet şöyle der:

’’…’Of, anam of’..’ dedi. ‘Ne duruyorsun? Çek git, buralardan Manisa’ya, çabuk git! Babadan kalma, çürük çarık bir evin var. Ek bahçesine domatesi, biberi, bamyayı, soğanı, marulu, ver dibine çapayı. Almanın kahrını çekip durma! Ne çekiyorsan bu asi başından çekiyorsun! Çek git buralardan. Verdikleri para da iş de eksik olsun…Bir kör boğaz uğruna eziyet çekilir mi? Ulan, bizim ülkemiz çöl mü be? Ne halt etmeye geldik buralara? Sabahın beşinde yollara düşseydik. Buradaki gibi saat altıda işbaşı yapsaydık. Bizim oraları da cennete dönerdi. Hay eviniz de yabancı düşmanlığınız da başınızda paralansın...’’ (s.80-81)

Yıllardır Almanya’da yaşayan Türklerin çoğu burada çalışıp vergilerini ödedikleri hâlde kendilerini Almanya’nın tam bir yurttaşı olarak hissetmezler. Bu

102

durum onları, sürekli kendi etnik kimliklerini savunmak zorunda bırakır (Keskin, 2011:62). Onlar Almanya’daki hayata alışamazlar bu nedenle temelli olarak dönmeye karar verirler.

“Yaman Göç’’ hikâyesinde on beş yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye temelli dönüş yapan Ali Şenoğlu da “Almanya’da mıydınız?” sorusuna şu cevabı verir:

“(...)‘Size şunu söyleyebilirim’ dedi Ali Şenoğlu. ‘Kat’i söyleyebilirim. Biz esasen Almanya’dan değil, hapishaneden geliyoruz. 15 yıl yatılmış bir hapishane. TIR’ımızın plaka numarası da mahkûmiyetimizin sicil numarasıdır.’…’’ (s.68)

Ali Şenoğlu, neden Türkiye’ye döndükleri sorusuna şu cevabı verir:

“(...)Çünkü hayat yok Almanya’da. Hava yok. Renk yok. Bir kuru fasulye yesek, karnımız doyar karnımız doyar memleketimizde. Var mı vatanımız gibi. Dönmeyenlerin aklına şaşarım. Gitmek önemli değil, Allah dönmeyi nasip etsin. Bak, 75 kiloyla gittim, 64 kiloya düştüm…’’ (s.70)

Kimi aileler ya da bireyler yıllarca yaşadıkları halde Almanya’daki hayata alışamaz. Onlar memleketlerinden ve ailelerinden ayrı yaşamaya daha fazla dayanamamaları ve iş koşullarının ağırlığı gibi nedenlerle Türkiye’ye temelli dönerler. Bu kişilerden çoğu Almanya’da sağlıklarını yitirir, onlarda bedensel ya da ruhsal sorunlar ya da hastalıklar görülür.

“Hermann Gelmedi’’adlı hikâyede Osman, İzmir’den aldığı evin kredisi biter bitmez memleketine dönmeyi planlar. Kendisi Almanya’da, eşi ve çocukları Türkiye’de olan Osman artık yalnızlıktan bıkmıştır. Osman, memleketine geri dönmeye karar vermesini şöyle anlatır:

“(...)’Hele iki yıl içinde şu borcumu ödeyeyim bankaya. İpotek bir çözülsün, ver elini İzmir! Al bir el arabası, pazar pazar gez anasını satayım! Doldur içine patlıcanı, biber, soğanı, domatesi…İşte bu! Akşamları da iki sıcak ekmekle eve dön! Çekilir mi buraların kahrı be? Asker miyiz biz? Bu ne disiplin böyle? O yasak, bu yasak hep! Herifler elinden gelse, soluk alışlarımızı bile yazacaklar. On beş yıl oldu askerlik tezkeremi alalı. Hem de iki yıl askerlik yaptım Gelibolu dağlarında, az mı?

103

Eşeği sattık, belâya çattık gitti, bu Alamanya gurbetinde’ diyordu kendi kendine...’’

(s.74)

“Costa Dimitri Tahsin’’ adlı hikâyede Tahsin’in Almanya’da çalışarak biriktirdiği parayla bir motor satın alıp İzmir’e dönmeyi ve körfezde balıkçılık yapmayı düşünmesinden bahsedilir:

“(...)Benim ülkemin suyu mu çıktı? Çeker giderim. Bir kayık, bir gaz ocağı, bir damacana Narlıdere’nin kırmızı şarabından…Hemen denizden canlı canlı tut, hemen pulunu, pisliğini ayıkla, at tavaya, bul kafayı enayi Tahsin! Ne b.. aramaya geldin buralara? Körfezde yolunu buluyordun. Hammalıksa hammalık, limon, sebze, meyve satmaksa satmak, anasını satayım…Ne güzel göçmen kızı da sana abayı yakmıştı. Evlenseydin, şimdi çocukların olacaktı. Ne de büyük gönüllüymüşsün, ne de büyütmüşsün gözünde Almanya’yı. İşten, biradan, patatesten, köpeklerden, çiçeklerden, disiplinden başka neyiniz var? Haa! Neyiniz var?..’’ (s.100)

Hikâye karakterlerinin Türkiye’ye döndükten sonra yapmayı hayâl ettikleri aslında onların zihinlerinde Türkiye’nin, gerçek durumundan ziyade olmasını istedikleri bir Türkiye’dir. Bu durum Almanya’daki Türklerin de dâhil olduğu göçmenlerde görülen modern diasporik kimliğe örnek olarak gösterilebilir. Modern diasporik kimlikte, göç eden kişi ve topluluklar bir süre sonra “ana vatanları’’nı gerçekte olduğu şekliyle değil, belirli yönleriyle hatırlar, kurgular ve yeniden ‘hayâli vatan’ olarak üretirler (Erkayhan ve Ödekan, 2008:21).

“Konsolos Kapısına Bırakılan Ölü’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı Kasım, ailesinden ayrı yaşamaya daha fazla dayanamaz ve bir an memleketine temelli dönmeyi düşünür:

“(...)En iyisi, çekip gitmek diyorum kendime. Biz bu yaşlara gelinceye kadar Almanın parasıyla mı yaşadık? Memleketimizde aç mı kaldık, açıkta mı?..’’ (s.82)

Kasım, Almanya’da kalanları altın kafese tıkılan bülbüle benzetir. Kasım’ın Almanya’da çok kısıtlı bir hayat yaşaması ona, Almanya’da daha fazla yaşayamayacağını düşündürür:

104

“(...)Bu yerlerin neyini gördük, kilitli göğünden başka? Her yanımız fabrika gibi binalarla dolu. Sabahları şeytanın bile uyuduğu saatte kalkacaksın. Gün boyu sağına soluna bakmadan çalışacaksın…’’ (s.113)

“Nusret Dayı’nın Dilekçesi’’ adlı hikâyede emekli olmasına yedi yıl kalan Nusret, bunu beklemeden memleketine temelli olarak dönmeyi düşünür:

“(...)Emekliliğine şunun şurasında yedi yıl vardı. Altmış üç yaşını doldurması gerekliydi. Oysa Nusret Dayı, ’’Emekliliği beklemeyeceğim, bir yıl daha çalışayım döneceğim, yeter artık.’’ derdi. Bir yıl gelir geçerdi, yine bir yıl derdi. Memlekette çocukları büyümüş, bazıları evlenmişlerdi. Torunları olmuştu, yine çalışırdı. Önceleri pek zoruna gitmezdi ama yaşlandıkça çekilmez olmuştu yabanın yaşamı. Ülkesine kesin dönünce mahalle kahvesinde ayaklarını uzatıp çayını höpürdeteceği günleri tatlı tatlı düşlerdi…’’ (s.65)

“Beşiktaşlı Özer’’ adlı hikâyede on altı yıldır Almanya’da çalışan Özer’in memleketine dönmesinden bahsedilir. Özer, İstanbul’da iki göz odalı evinde tek başına yaşayan yaşlı annesinin yanına gitmek ister:

“(...)Git oğlum Özer artık İstanbul’a! Aç mezar mı var bu dünyada? Yazın; karpuz, kavun, üzüm, domates, biber sat, kışın da; portakal, limon! Ekmek parasını nasıl olsa çıkarırsın. Bir başınasın bu dünyada. Bir de anacığın var…Anan artık çok yaşlandı. Sen bile yaşlandın bu Almanya’da. Çek git buralardan! Ver çıkışını bugün! Al tren biletini, ‘Ver elini Sirkeci’ de! Allah bee! Kavuşabilecek miyim vatanıma acaba?...Burada da hamallık yapıyorum, çöp topluyorum yollardan. Artık hamallığı kendi yurdumda yapmak istiyorum…’’ (s.67)

Özer, bir gün işi çıkışı fabrikanın yakınındaki Yugoslav kafesine gider; rakı içer, masaya kapanıp dakikalarca ağlar. Sarhoş bir halde çıkar, kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçtiği için bir aracın altında kalır. İki ayağı kırılan Özer’in bir ayağı kesilir. Bu olaydan sonra emekli edilir. Özer, hayâl ettiği gibi olmasa da İstanbul’a döner. Burada görüldüğü gibi bütün hikâyelerin önemli özelliklerden biri de onların acıklı bir son ile bitmesidir.

105

“Fatma Teyze’’ adlı hikâyede on beş yıldır Almanya’da kocası Aslan ile birlikte yaşayan Fatma’nın, Türkiye’ye temelli dönmesinden bahsedilir. Almanya’da daha fazla yaşayamayacağına karar veren Fatma, çalıştığı işten ayrılıp Türkiye’ye, kızlarının yanına dönmeye karar verir. Dönüş işlemlerinde kendisine yardımcı olması için kızının arkadaşı Gül’den yardım ister. Fatma, “adamların pat diye ‘güle güle’

demediklerini ve oraya buraya koşturup evrakları imzalatması gerektiğini’’ (s.48)

söyler.

“Gurbet İnsanları’’ adlı hikâyede Hakkı’nın ve Niyazi Hoca’nın Almanya’dan Türkiye’ye temelli olarak döndüklerinden bahsedilir. Bir gün fabrikada çalışırken Hakkı’nın canı bir şeye sıkılır. Bu da bardağı taşıran son damla olur. “Her

şeyin Allah belasını versin!’’ (s.90) deyip elindeki çekici ve anahtarı atar. Hakkı,

fabrikadan hakkını bile almadan memleketine kesin dönüş yapar. Türkiye’de iken öğretmen olan Niyazi Hoca’nın, mesleğine tekrar dönmek için yaptığı başvuru kabul edilince o da geri döner. Garip Ömer ile Mevlüt Kocabaş Almanya’dan memlekete sağlığını kaybetmeden dönebilmenin zorluklarından bahsederler:

“(...)‘Biliyor musun Ömer’ dedi. ‘Bazen diyorum ki kendi kendime biz buralara gelmekle daha baştan hata işledik. Berlin büyük bir şehir. Üstelik bizim anlayamadığımız, bizim şehirlere benzemeyen acayip bir şehir. Şu Almanya’nın iyisi de kötüsü de var muhakkak ama, iyisi bize hiç mi denk gelmiyor; yoksa biz mi onların her hareketini kötüye çekiyoruz, bilmem ki…Dertler dertler..Bitmek bilmiyor işte.’ Garip Ömer, çayından bir yudum aldıktan sonra ‘Boş ver be Kocabaş!’ dedi. ‘Dert dağlara taşlara değil, insanlara verilmiş. Çekmek kaderimiz. Artık bizim için en büyük zenginlik şu Alaman’ın markı değil, sağ salim memlekete dönebilmek.’ ‘Doğru, çok doğru.’ dedi Kocabaş. ‘Ne mutlu Almanya’dan sıhhatli dönebilene.’…’’

(s.90)

“Kesin Dönüş’’ adlı hikâyede Almanya’ya çalışmaya giden Osman, bir öküz parası topladıktan sonra dönmeyi amaçlar; ama yirmi üç yıl sonra ancak dönebilir. Osman, neden bir türlü geri dönemediğini şöyle açıklar:

“(...)Onu tüketen bu ülkeye, lânet okur gibi sıktı dişlerini. Geri göndermeseydiler dönemeyecekti belki de. Nasıl dönebilirdi ki? Yıllarca doğru

106

dürüst iş bulup Türkiye’de bir ev bile alamamıştı. İş krizleri hep onu bulmuştu nedense İşsizliğin en büyük acısını yalnı o çekmişti sanki. İşsiz olduğu zamanlarda da, kaçak olarak girdiği yerlerden doğru dürüst karnını doyuracak parayı bile zor alıyordu. Kaç kez, bugün git yarın gel diyerek, fabrika kapılarından dönüşünü hatırladı ezik ezik. Karısına ise, mektuplarında üzülmemesi için, hep ‘Çalışıyorum’ diyordu. Sonra oğlunu, arkasından gelinini getirmesi, iki yakasını biraraya getirememişti bu ülkede…’’ (s.50)

“Sevgili Konuklar’’ adlı hikâyede işçilerin çoğu, çok geçmeden Almanya’ya geldiklerine pişman olurlar. Ahmet, memlekette iken kasap dükkânları olduğu halde Almanya’ya geldiğini söyler. Çok da ihtiyacı olmadığı halde Almanya’daki zor hayata katlanmak zorunda kaldığı için kendisini suçlar. Mehmet ve Hüseyin ise gölgesinde yan gelip yatabilecekleri bir tek ağaç ya da küçük bir sebze bahçeleri olsaydı Almanya’ya gelmeyeceklerini söyler. Onlar, Almanya’daki yeni hayatlarını Türkiye’de yaptıkları askerliğe ve kışla hayatına benzetirler. Fabrikada maruz kaldıkları uygulamaları kabul etmeyen Yusuf ve Ahmet, artık Almanya’da kalmak istemediklerini söyleyip Türkiye’ye geri dönerler. Kış ortasında incecik elbiselerle çalışmayı kabul etmeyen Türk işçiler ihtiyaç duydukları iş elbiselerinin alınmasını ister. İşveren, onları sınırdışı etmekle tehdit eder. Hüseyin ve Yusuf adındaki işçiler, tehditleri sineye çekmezler. Daha fazla Almanya’daki bu hayata katlanamayacaklarını söyleyip Türkiye’ye geri dönerler.

Almanya’dan Türkiye’ye temelli dönüş yapanlar daha çok 1983’te çıkarılan geri dönüşü teşvik yasası çerçevesinde iki grupta incelenir:

“(...)İlki, göç sürecinin başlangıcından itibaren dönüş planı yapan, yaşadığı topluma uyum sağlayamamış, kendisini hep yabancı hisseden ve böylesi bir teşvikle de bu planı gerçekleştiren gruptur. Genellikle iş piyasasının çevre işleri olarak tanımlanabilecek işlerde-temizlikçilik, inşaat gibi- çalışan, düşük ücret alan, birikimleri düşük olanlar bu grupta sayılabilirler…Diğer grup, tasarruflarını iyi yapan, göç öncesi hedeflerine ulaşabilen, Türkiye’de yeterli yatırım yaptığını düşünen, aile-akraba dayanışması süren, geri dönüş sonrası Türkiye’de çalışma hayatını sürdürmeye yönelik planlarını yapmış olanlardır. Bu grup görece girişimci,

107

tasarruflarını Türkiye’de yapan ama Türkiye iş piyasasını da yakından izleyen gruptur…’’ (Tılıç, Özen, Çelik , 2015:290-291)

Ertunç Barın’ın31 “Türkiye Ekspresi’’ adlı hikâyesinde ilk grupta olan ve Almanya’dan Türkiye’ye dönüşü özendiren yasanın teşvikiyle temelli dönenlerden bahsedilir. Türkiye’ye hareket eden trende Almanya’dan temelli dönüş yapanlardan ve izin için Türkiye’ye gidenlerden bahsedilir. Temelli dönüş yapan aileler, izne gelenler gibi gülmezler; aksine onlar çok düşüncelidirler. Tren Münih’e ulaştığında temelli dönüş yapanların, çıkış belgelerini almaları gerektiği anonsu yapılır. Aslında tez canlı ve çabuk sabırsızlanan bu insanlar durgun bir şekilde, ellerinde pasaportlarla bekler. Hüseyin Altun ve ailesi, uzun zamandır memlekete temelli dönmeyi isteseler de ancak geri dönüşü özendirme yasası ile dönebilirler.

Uzun yıllar sonra Türkiye’ye dönenler, ailelerinden ya da akrabalarından geriye kimsenin kalmadığını görürler. “Şeftaliler Çiçek Açtıkça’’ hikâyesinde hikâyenin kahramanı, yıllarca değişik ülkelerde dolaştıktan sonra memleketine dönen bir komşusunun yaşadıklarından bahseder:

“(...)Çocukluğumu anımsadım, doğup büyüdüğüm kentte komşu bir adam vardı, yıllar yılı birçok ülke dolaştı, yüksek öğrenim gördü, gezdi, yaşadı, sonra ülkesine döndü. Dönmesine döndü de, annesi babası ölmüş, malları (zengin bir aileydi) uzak, yakın akrabaları arasında paylaşılmıştı. “Yahu!’’ diyordu adam, “hepsini anladık, bari başımı sokacak bir oda verin!’’ O adamdan duymuştum, “akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini’’ der dururdu…’’ (s.25)

Geçici olarak yurtdışında olduğunu düşünen göçmenler; planladıkları ekonomik amacı gerçekleştirdikten sonra, daha fazla memleketlerinden uzak kalmalarının anlamsız olduğunu düşünmeye başlarlar (Gitmez, 1983:133).

31 1951’de Aydın’da doğar. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra Almanya’ya gidip

Mannheim Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde yükseköğrenimini tamamlar. Uluslararası Sosyal Çalışma Kurumu’nda öğretmen ve çevirmen olarak çalışmıştır. Birçok antoloji ve dergide Almanca hikâye ve denemeleri yayımlanmış, birçok okul kitabında yer alan hikâyeleri radyo programlarında da okunmuştur. Bkz: Asutay, Göçmen Edebiyatı-Yazarlar Sözlüğü

108

Hikâyelerde de hikâye karakterleri, yurtdışına göçün ekonomik amaçlarına ulaştıktan sonra memleketlerine temelli dönmenin planlarını yaparlar.

“Celb’’ adlı hikâyede Osman’ın annesi ve babası yeteri kadar mark biriktirdikten sonra memleketlerine dönmenin hayâlini kurar.

“Yaman Göç” hikâyesinde Alman arkadaşı, Şenol Yenerler’in haftasonu da çalışmasını yadırgar. Şenol ise bunun nedenini şöyle açıklar:

“(...)Ama bizim durumumuz gene de başka. Diyoruz çalışalım. Bir an önce dönelim. Kazanalım, tasarruf yapalım ve dönelim. Çünkü burası bize bâkî değil. Bu toplum bizi atıyor…’’ (s.18)

“Mark Arayıcıları’’ adlı hikâyede Almanya’ya çalışmaya giden Türkler, Amerika’da bir zamanlar altın aramak için ülkenin kuzeyine gidenlere benzetilir. Amerika’da insanlar iyi kötü elindeki işini bırakıp malını mülkünü satıp kuzeye altın aramaya gider. Onlar, bir gün zengin olup geri dönmeyi hayâl eder. Bu hikâyede Türk işçilerin de bu insanlar gibi Almanya’da yeteri kadar mark biriktirdikten sonra memleketlerine dönmeyi hayâl ettikleri anlatılır.

“Kardeşimin Yitmesi’’ hikâyesinde hikâyenin kahramanı eğer para kazanmazsa bir gün bile Almanya’da kalmaya katlanamayacağını; bilhassa kaldığı Oberhausen’de yaşamanın akıllı işi olmadığını belirtir.

Yasemin Özbek, Türk göçmenlerin kendileri ve çocukları için Türkiye’de rahat bir gelecek sağlayacak kadar para biriktirdikten sonra Türkiye’ye dönüp

“tasarruf ve mesleki birikimlerini Türkiye’de değerlendirmek istediklerini’’ belirtir

(2012:17).

“Çeşitleme’’ adlı hikâyede yirmi beş senedir Almanya’da yaşamakta olan adam, iki yıl daha çalışıp para kazandıktan sonra memleketine temelli döneceğini söyler. Parası olanın, Türkiye’de kral gibi yaşayacağını anlatır. Memleketine dönünce; güneşin altına uzanıp yatacağını, uykusuz geçen günlerini ve Almanya’nın puslu, sıkıcı havasını unutacağını söyler. Adam; tanıştığı orta yaşlı bir kadına, Türkiye’ye dönme planlarıyla ilgili şöyle der:

109

“(...)Fazla tamâh iyi değildir yengecim. İki senecik be yengem…Ayaklarımın altına milyonu serseler durmam. Arkadaşlarımın çoğu tabutla geri döndüler vallahi yenge. Ben kısmetse ayaklarımla dönmek istiyorum. İki senecik daha…’’ (s.56)

O. Bilge Kula, Almanya’daki Türklerin bir gün mutlaka Türkiye’ye dönmek istediklerini ve bu özlemle Türkiye’yi “ülküselleştirme’’ ile yaşadıklarını belirtir. Bu nedenle onların; Almanya’ya göç ettiklerine değmesi için, en kısa sürede olabildiğince para biriktirmeye çalıştıklarını ifade eder (Kula, 2012:18). “Mektup’’ adlı hikâyede hikâye kahramanı Mustafa’nın, iki yıla kadar borçlarını ödedikten sonra Almanya’da daha fazla kalmaya dayanamayacağını ve memleketine döneceğini söylemesi buna örnek olarak gösterilebiir:

“(...)Gitmeli buradan artık! Çocukluğumuzda yalın ayak dağlarını dolaşırken, ayaklarımızı dikenlerin parçaladığı ülkeye gitmeli. Çok şeylere hasret olduğumuz halde, yine de cıvıl cıvıl kaynaştığımız bizim gibi ayağı yalın, sırtı yamalı halkımızın arasına gitmeli. Saygıyı, sevgiyi ancak onlarla tadar, hayatın anlamını onlarla anlayabiliriz…’’ (s.53)

“Yaman Göç’’ hikâyesinde hikâye kahramanı, Kapıkule Gümrük Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapan ve temelli dönen aileler ile konuşur. Bir aileye, kendi istekleriyle mi döndüklerini sorar. Onlar, kendi isteğiyle değil; mecbur bırakıldıkları için döndüklerini söyler. Mustafa Yalçın, adındaki gurbetçi on sekiz yaşındaki kızı Türkiye’ye dönmeyi reddettiği için adam, kızının ellerini bağlayıp “mahkûm kaçırır gibi’’ zorla Türkiye’ye getirir.

Hikâyelerde temelli Türkiye’ye geriye dönüş yapanların çoğunluğunun amacına ulaşmadan döndükleri görüldü. Bu durum Almanya’ya olan işgücü göçü macerasının da başarısızlıkla sonuçlandığı anlamına gelir.