• Sonuç bulunamadı

3.5. TÜRKLERİN VE ALMANLARIN BİRBİRİLERİYLE İLİŞKİLERİ

3.5.1. Olumlu İlişkiler

Hikâyelerde Türkler ve Almanlar arasındaki; evlilik, komşuluk, arkadaşlık gibi olumlu ilişkilerden bahsedilir. Almanlar, Türk komşularına karşı önyargılı iken çeşitli vesilelerle onlarla iletişim kurduklarında yanıldıklarını anlarlar. Eskiden Türklere hırsız gözüyle bakan kimi Almanlar böyle düşündükleri için utanırlar. Birbirilerinin evlerine giden, birbirlerine hediyeler alan Türklerin ve Almanların anlatıldığı iyi komşuluk ilişkilerinde Türklerin dostu olan Almanların kendileri ya da ailelerinden birileri I. Dünya ve II. Dünya Savaşı’nı yaşamıştır veya savaştan etkilenmiştir. Türklerle iyi ilişkiler kuran kimi Almanların dedelerinin, Çanakkale’de savaştıklarına da dikkat çekilir. Savaşlarda ve savaş sonrasında çektikleri güçlüklerin, onlara insanları tanımayı ve onları sevmeyi öğrettiğinden bahsedilir. Türklerin dostu olan Almanlar, evlerine misafirliğe gelen Türk komşularına; ev peyniri, cevizli ve kabak çekirdekli esmer ekmek gibi Türk mutfağından ürünleri sunarlar. Hiç kimse yabancılara evini kiraya vermez iken onlara bu konuda yardımcı olurlar. Türk komşuları memleketlerine dönmek zorunda kalınca çok üzülür; hatta ağlarlar. Olumlu ilişkilerin anlatıldığı bu hikâyelerde Türk ve Alman komşular sürekli birbirilerinin yardımına koşarlar. Türkler, kimi hikâyelerde Alman komşularını tanımak için yeteri kadar çaba harcamadıkları için eleştirilir.

122

3.5.1.1. İyi Komşuluk İlişkileri

Türkler ve Almanlar arasındaki komşuluk ilişkileri daha çok aynı yerleşim yerinde ikamet eden ya da aynı yerde çalışan Türklerden ve Almanlardan bahsedilerek anlatılır.

“Barış Çöreği’’ adlı hikâyede Türkler ve Almanlar arasındaki ilişki çocukların arkadaşlıkları üzerinden anlatılır. Martin ve Cevriye çok iyi anlaşırlar. Cevriye sürekli Martin’i eve davet eder, beraber yer içer ve oynarlar. Bir gün Martin de Cevriye’yi kendi evine davet eder; ama annesi yabancıların hırsız olduğunu söyleyip Cevriye’yi içeri almaz. Cevriye çok üzülür, olayı ailesiyle paylaşır. Ninesi, torununun daha fazla üzülmemesi için hazırlık yapıp Martin’i ve ailesini çaya davet eder. Hep birlikte ninenin yaptığı ve adına “Barış Çöreği’’ dediği çöreklerden yerler. Martin’in annesi, yabancılarla ilgili düşüncelerinden dolayı kendinden utanır, yanıldığını görür. Baykurt’un hikâyelerinde Türklere ayrımcılık yapan kötü Almanlar kadar; Türk dostu, Türkler gibi yaşayan ve iyi Türkçe konuşan iyi Almanlar da vardır. Yazar, bununla Türkler ve Almanlar arasında güçlü köprüler kurmayı, onların aslında birbirilerinin düşmanı değil dostu olduğunu göstermek ister.

“Nisan Bir’’ hikâyesinde Türk dostu olan Rudi Felder, Türk komşularına tek söz söyletmez. Rudi, komşusu Salih Tuna’nın çocuğu doğduğunda bir hediye alıp onların evine gider. Hollanda’ya her tatile gittiğinde Türk komşularını unutmaz, onlara da hediyeler alır. Rudi, arkadaşlarını davet ettiği ızgara partisine Salih Tuna’yı ve ailesini de davet eder. Rudi, misafirlere “rakı’’ sunar. Türklere olan yakınlığı dolayısıyla arkadaşları ona “Türk Rudi’’ demeye başlar. Rudi’nin, Türklere olan yakınlığı, onun “Almanya’da Türk dostları olduğu bilinsin!’’ (s.44) düşüncesine dayanır.

“Luisa’nın Köpeği’’ adlı hikâyede seksen üç yaşındaki Luisa’nın, Türk komşularına olan nefretinin arkadaşlığa dönüşmesinden bahsedilir. Hitler hayranı olan Luisa, yabancıları sevmez. Aynı apartmanda oturdukları halde Mehmet’in ve eşinin merhabalarına karşılık vermez, onlarla hiç konuşmaz. Bir gün, buzlu yolda kayıp düşen Luisa’nın iki bacağı kırılır. Türk komşusu, Luisa’nın evde sahipsiz kalan

123

köpeğine sahip çıkar. Luisa iyileşip hastaneden çıkınca komşusunun zilini çalar. Kadın, köpeğini görünce gözyaşlarına boğulur ve komşularına teşekkür eder:

“(...)-Size binlerce kez teşekkür ederim. Siz iyi bir insansınız, iyi bir komşusunuz! Köpeğimi ölümden kurtardınız. Şu armağanımı kabul edin. Teşekkür ederim…’’ (s.51)

“Buzul Döneminden Haberler’’ adlı hikâyede II. Dünya Savaşı’nda eşini ve oğlu Detlev’i kaybeden Bachtold’un Türklere duyduğu yakınlıktan bahsedilir. Bachtold’un savaşın yıkıcılığını gördüğü, savaşta kocasını ve oğlunu kaybettiği için yabancılara karşı daha hoşgörülü olduğu belirtilir. Bir gün kömürlükte kendisine ait kömürü bir leğenin içine doldurup çalmaya çalışan iki Türk çocuğunu görür. Çocuklar, hemen gülüşerek oradan kaçar. Bayan Bachtold ise çocukları görünce oğlu Detlev’i hatırlar ve onlara, kendisinden korkmamalarını söyler:

“(...)Beni görünce, kömürleri öylece bırakıp bodrumun karanlık koridorlarında gülüşerek kaçıştılar. Oysa ben diyecektim ki, öbür Almanlar görürse böyle yaptığınızı, döverler. Ben bir şey demem ama…Bizimkiler savaştan sonra çok değişti, çocuk falan demeyip dövebiliyorlar. Şimdi yaşasaydı, benim Detlev’imi döverlerdi; kim bilir?..” (s.59)

Türk komşusu hastalanınca Bachtold onu evine alır, ona oğlu gibi bakar. Kadın, oturma izni olmayan bu Türk gencini evinde saklar. Bir ihbar sonucu polisler kadının evinde buldukları adamı yakalamak isterler; ama Bayan Bachtold ona sımsıkı sarılır. Bachtold, polislere “Detlev’imi aldınız, bunu artık alamazsınız!...’’ (s.66) der. Polis, ancak bayıltıcı iğne kullanarak adamı Bachtold’ın kollarından alabilir.

“Komşularımız’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanının, yaşlı Alman komşusu Bayan Tauber ile olan komşuluk ilişkilerinden bahsedilir. Bir akşam, üç arkadaşı onu yeni taşındığı evine ziyaret etmeye gelir. Gece saat on bire geldiğinde ev sahibi Bayan Tauber duvara vurup sessiz olmaları için onları uyarır. Sonraki gün Bayan Tauber, adamın kapısını çalar. Onun konuşmasına bile izin vermeden bağırarak “yaşadıkları yerin Türkiye değil, Almanya olduğunu, Almanya’da yaşayan

124

herkesin Almanya şartlarına uymakla yükümlü bulunduğunu makinalı tüfek kıvraklığı ile’’ (s.20) bir bir sayar. Adam özür diler, bir daha aynı şeyin

olmayacağına dair yaşlı kadına söz verir. Ondan biraz sakin olmasını ister. Kadını oturup bir çay içmeye iknâ eder. Üç saat boyunca yaptıkları sohbette kadın çeşitli konularda konuşur, geçmişinden bahseder. Bu buluşmadan sonra Bayan Tauber Türk komşusunun evine gitmeye devam eder, ilişkileri ilerler. Yolda karşılaştıklarında da kadın sadece selam vermekle kalmaz, mutlaka hâl hatır sorar. Bayan Tauber, komşusu temelli olarak Türkiye’ye döneceği gün onu uğurlamaya gelir, vedalaşırken ağlar.

Almanya’dan Türkiye’ye dönen işçilerin ve ailelerinin anlatıldığı “Türkiye Ekspresi’’ adlı hikâyede Türkiye’ye dönenler uzun süren tren yolculuğu boyunca bir defa bile Almanları kötüleyen bir söz söylemezler. Gurbetçiler, Almanya’da iken durmadan Almanları karalarken Türkiye’ye döndüklerinde ise Almanlar hakkında olumsuz konuşmazlar. Türkler ve Almanlar arasındaki çatışmanın nedenleri ise şöyle açıklanır:

“(...)Ağır çalışma koşulları, aradığını bulamama, toplumdaki hiçliğimiz, ezikliğimiz gibi olumsuzluklar zorluyordu orada bizleri. Çoğumuzun bir Alman arkadaşı bile yok! Almansız bir Almanya yaşadığımız. Tanımadan, bilmeden hiçliyorduk onları. Bir boşalma, bir rahatlama aracı olarak yapıyorduk belki de bunları. Fakat garip, çelişkili hatta tehlikeli bir korunma, savunma mekânizması bu geliştirdiğimiz. Asıl yakınlaşmanın, dayanışmanın yollarını aramalı, bulmalıyız. Bu, yalnız bizlerin değil, Almanların da sorunu. Tarih önünde, tarih dersinden olgunluk sınavı vermek gibi bir şey bu onlar için...’’ (s.114)

“Willinger’’ adlı hikâyede Wilhelm Alanı ya da Nippes Pazarı olarak bilinen yerde cumartesi günlerindeki alışveriş kalabalığı ve Türkler ile Almanlar arasındaki ilişki şöyle anlatılır:

“(...)Hergün öğleye kadar açık olan Nippes Pazarı, cumartesi günleri adım atamayacak denli kalabalık oluyor. Eskisi gibi yalnız Türkler değil, Nippes çevresinde oturan, hatta Köln’ün dışından gelen Almanlar bile, taze meyve sebze almak için doğru Nippes Pazarına geliyorlar. Pazardaki Türk satıcılar Almanca “

125

Frisch frisch! Komm hier!’’ diye bağırırken, Alman satıcılar Türkçe, “Taze taze! Buraya geel!’’ diye bağırıyorlar…’’ (s.58)

“Jürgen’’ ve “Küçük Fare’’ adlı hikâyelerde, meyhane işleten ve dükkânları karşılıklı olan Habib ile Jürgen’in komşuluk ilişkilerinden, arkadaşlıklarından bahsedilir. “Jürgen’’ adlı hikâyede Habib ile Jürgen, müşterilerinin olmadığı zamanlarda hâsılatı arttırmak için birbirilerinin dükkânlarına giderler. Bir gün, Habib’in meyhanesi kısa sürede müşterilerle dolup taşar. Habib tek başına işleri yetiştiremez, yardımına Jürgen yetişir. Gecenin sonunda beraber Jürgen’in dükkânına gittiklerinde Habib şu yazıyı görür:

“(...)Sevgili Müşterim. Ben bugün Habib’in Meyhanesi’ne içmeye gidiyorum. Seni de orada görürsem sevineceğim. Jürgen…’’ (s.52)

“Küçük Fare’’ adlı hikâyede, Habib’in dükkânının bulunduğu Tiyatro Sokağı’nda, Alman ve diğer yabancı işyeri sahiplerinin birbirileriyle olan iyi komşuluk ilişkilerinden bahsedilir. Buradaki herkesin birbirine yardımcı olduğu belirtilir:

“(...)Bizim Tiyatro Sokağı bir başkadır. Komşuluk ilişkileri iyidir. Elinde küçük bir şişeyle dolaşan birini görürseniz, bilin ki, köşede oturan uzatmalı öğrenci Robert gündüzden zeytinyağı almayı unutmuştur. Ya Jürgen’e gider istemeye ya da bana gelir. Bazen bende herhangi bir içki biter, koşar Jürgen’den alırım. Jürgen’in buz makinesi yoktur. Ne gereği var! Her gün gelir, kullanacağı buzu benden alır. Yaz aylarında cıvıl cıvıl olur sokak: Köşedeki İtalyan pizzacısı masalarını atar sokağa. Beride benim masalar. Karşımda Fransız ve İtalyan yemekleri yapan Ralf’ın masaları. Sağ karşımdaysa Jürgen’in güngörmüş masaları. Ve çiçekler…’’ (s.93)

Türkler ve diğer yabancı işçilerle çok iyi anlaşan ve onlara karşı hoşgörülü olan Almanlar; Türk iş arkadaşlarına bir şeyler ısmarlayıp onlarla yiyeceklerini paylaşırlar. İşveren Almanlar ya da onların temsilcileri, yanlarında çalıştırdıkları Türk işçilerin emeğinin karşılığını muhakkak verir ve onların çeşitli nedenlerle işten ayrılmalarına engel olmaya çalışırlar. İş arkadaşlarının çalışma performanslarından

126

memnun olan Almanlar, resmi işlemlerde onlara yardımcı olurlar. Türk işçiler de Alman arkadaşlarına aynı şekilde davranırlar. Onları özel günlerine davet ederler.

“Mayer Çok Kızdı’’ adlı hikâyede II. Dünya Savaşı’nda üç yıl Ruslara esir düşen altmış üç yaşındaki Mayer’in yabancı işçilerle olan iyi ilişkisinden bahsedilir.

“İyi yürekli, acıma duygusu bol, hoş sohbet’’ (s.7) biri olan Mayer çalıştığı

fabrikadaki Türkler ve diğer yabancı işçilerle çok iyi anlaşır. Evinden getirdiği yiyecekleri onlarla paylaşır ve onlara “İşin, paranın, cinsiyetin, yiyecek ve

içeceklerin milliyeti olmaz.’’ (s.7) der. Mayer, fabrikadaki kadınlar ve erkekler için

bir aile büyüğü gibidir.

“Düğün Borcu’’ hikâyesinde, Fritz’in yanında kaçak olarak çalışan Osman Yıldırım, polisler tarafından yakalanır ve sınırdışı edilmeyi bekler. Fritz, Osman’ı bulup çalıştığı günlerin ücretini ona verir. Fritz’in bu davranışı onun Sosyal Demokrat Parti’nin üyesi olması ve kitaplar, gazeteler okuyan biri olmasıyla ilişkilendirilir.

“Acılı Bir Düş’’ adlı hikâyede fabrikanın Alman saymanının, Rıza Çelebioğlu’nun işten ayrılmasına engel olmasından bahsedilir. Kız arkadaşı fabrikanın tercümanı ile kayıplara karışınca Rıza, iş arkadaşlarının yüzüne bakamayacağını söyleyip fabrikadan ayrılmak için hazırladığı istifa dilekçesini saymana verir. I. Dünya Savaşı’nı yaşayan sayman,yabancıları koruyup kollayan biridir. Sayman, Rıza’nın yanlış bir karar verip işsiz kalmasını istemez.

“(...)Sayman karşısında Rıza’yı görünce sırıtmaya başlamıştı. Babacan bir kimseydi. Türkleri benimsiyor ve koruyordu. Genç işçinin birkaç saat sonra önünde dikilivermesine şaşırmış, yine de durumu kavrayıvermişti. Savaş sonrası çektiği güçlükler ona insanları tanımasını ve sevmesini öğretmişti. Türk işçinin uzattığı çıkış belgesini alıp yırttı ve çöp sepetine attı. Ardından, “Daha ne duruyorsun, doğru işinin başına!’’ diye bağırdı. Gülüyordu…’’ (s.35)

“Öfke’’ adlı hikâyede ustabaşı işe geç kaldığı için Ünsal adlı Türk işçiyi azarlar. Sonradan gelip onun gönlünü alır, ona bira ısmarlar. Ustabaşı, babasının Çanakkale’de Türklerle birlikte savaştığını, kendisine Türklerden çok bahsettiğini

127

söyler. Adam, fabrikadaki işçilerin yüzde otuzunun Türk olduğunu, kendisinin de Türkleri çok sevdiğini söyler.

“Yeni Beşik’’ adlı hikâyede, Cabir ile fabrikadan arkadaşı Werner Börden’in zamanla ilerleyen arkadaşlıklarından bahsedilir. Cabir, Werner’i ve eşi Claudia’yı düğününe davet eder. Sonrasında da çok samimi ilişkileri devam eder. Werner, yeni bir eve taşınan Cabir’e elektrik açma ve telefon başvurusu yapma işlemlerinde yardım eder. Sürekli birbirilerinin evlerine misafirliğe giderler. Cabirlerin bir çocuğu olduğunda Claudia, artık büyüyen çocuğunun beşiğini onlara verir.

“Gerhard’’ adlı hikâyede Gerhard ile Atila’nın iyi iş arkadaşlığından bahsedilir. Fabrikada küçük taşımacılık işlerinde çalışan Gerhard, yanına Atila görevlendirildikten sonra burada işler daha düzenli gitmeye başlar. Gerhard, artık üstlerinden fırça işitmez. Gerhard’ın; insanları, kuşları, çiçekleri seven iyi biri olduğu belirtilir. Gerhard, vatanlarından uzak oldukları için bilhassa yaşlı olan yabancı işçilere acır:

“(...)Yabancılara hep yardım etmek istiyordu. Atila’ya da arasıra bira ısmarlıyor, enfiye kutusunu uzatıp duruyordu. Şakalarla iş arkadaşını güldürüyor, kendisini de katıla katıla gülmekten alamıyordu…’’ (s.24)

“İyi Madenci’’ adlı hikâyede kardeşini Almanya’ya getirmek isteyen Selim’in, çalıştığı maden ocağının teknisyeni Rolf’la görüşmesinden ve Rolf’un Selim’e yardım etmesinden bahsedilir. Rolf, Selim’in kendi bölümünde çalışan altmış yedi kişi arasında en çalışkan, en sağlam iş yapan işçi olduğunu; bu yüzden kendisinin ona kefil olduğunu söyler. Şef, Almanya’da yabancı işçi alımı durdurulduğu hâlde Selim’in kardeşinin Almanya’ya gelebilmesi için elinden geleni yapacağına söz verir. Selim, arkadaşı Rolf’un kendisi için bu kadar uğraştığını görünce Avusturya işçi marşındanki cümleleri hatırlar:

“(...)Biziz hayatı yaratan

Dil farkı bilmeyiz. Din farkı bilmeyiz

128

“Her Yol Ankara’’ adlı hikâyede Peter’in Türk işçilerle olan yakın ilişkisinden bahsedilir. Peter, Türk işçilerden ‘Her Yol Ankara’ demeyi öğrenir, her yerde bu sözü tekrarlar. Türk işçiler de ona güler. Peter, sigara içtiğinde Türkler gibi paketi arkadaşlarına da uzatır.

“Mayer Çok Kızdı’’ adlı hikâyede Kemal, fabrikanın ustabaşı Mayer’in kendisine verdiği işi yapmayacağını söyler. Kendisini; milliyetçi, Müslüman ve Türk olarak tanıtan Kemal, Türk arkadaşına Mayer gibi bir “gâvur’’ ile birlik olmamasını söyler ve ona “bu fabrikada gâvurları barındırmayalım’’ der. Karşılığında şu cevabı alır:

“(...)Biz çalışacağız, sen elini kolunu sallayıp bize bakacaksın. Bizimle eşit parayı alacaksın. Bir de içinden bizi enayi yerine koyacaksın, öyle mi? Türklük ve Müslümanlık tembellik demek mi? Başkalarının dininden milliyetinden dolayı onları kınamak demek değil Türklük ve Müslümanlık…’’ (s.10)

Kimi hikâyelerde Almanların, Türkiye’ye tatile gittiklerinde burada iyi arkadaşlıklar kurduklarından bahsedilir. Türk dostu olan bu insanlar; Almanya’daki yabancı ve Türk karşıtlığına karşı koyarlar, Türk edebiyatını takip ederler. Almanlar ve Türkler birbilerine sürprizler yapar, birbilerine yardım ederler. Hikâyelerde, yalnız yaşayan yaşlı Almanlarla ilgilenen Türk ailelerden de bahsedilir.

“Resim Çeken Gezginler’’ adlı hikâyede Türkiye’ye tatile gelen Alman turist Edith Vogel ile iki Türk çocuğunun arkadaş olmalarından bahsedilir. Alman turistler Akdeniz’in bir tatil beldesinde karşılaştıkları Mutlu ve Yasemin ile fotoğraf çekerler. Edith Vogel, çocuklara Almanya’ya döndüklerinde onlara fotoğrafları yollayacaklarını söyler; ama Yasemin, ona “Siz hepiniz yalancısınız!’’ (s.66) der. Edith, Almanya’ya gittikten sonra fotoğrafları yollar. Mutlu da buna karşılık yazdığı mektubunda Edith’e tekrar Türkiye’ye gelip kendilerinin misafiri olmasından mutlu olacağını yazar.

Habib Bektaş’ın; “Alman Olmak’’, “Müzik de Bedava Şarap da’’, “İnsan ve Toprak’’ ve “Bayan Funcke’’ adlı hikâyelerinde Türklerin ve Almanların iyi

129

arkadaşlıklarından bahsedilir. Bu hikâyelerde Almanlar iyi özellikleri ile ön plana çıkar.

“Alman Olmak’’ adlı hikâyede, bir Alman ressamın Möln’de neo-Nazilerin üç Türk’ü öldürmesi ve Almanya’daki Türk düşmanlığına karşı verdiği tepkiden bahsedilir. Habib, meyhaneye gelen Alman ressama, Möln’deki olaylardan dolayı “Faşist köpeklerin şerefine mi içmeye geldiğini?’’ sorar. Ressam, Habib’in Alman olduğu için kendisini bu şekilde eleştirdiğini söyler ve bir masaya çıkıp şöyle der:

“(...)Size bir sırrımı açıklıyorum: Ben Alman değilim. Annemin ırzına geçmiş Almanlar. Ve ben doğmuşum. Bana Alman demek haksızlık olur. Alman değil, ancak bir piç olabilirim ben, ne büyük mutluluk değil mi?..’’ (s.76)

“Müzik de Bedava Şarap da’’ adlı hikâyede Almancaya yapılan çeviriler vasıtasıyla Türk şiirini bilen Karl’ın, Habib’e yaptığı sürpriz doğum günü partisinden bahsedilir. Karl, sürekli Habib’in meyhanesine gider. Bir taraftan içer diğer taraftan Habib ile sohbet eder. Bir gece yarısı Karl birçok müzisyeni alıp meyhaneye gelir ve Habib’e doğum günü sürpriz yapar. Müzisyenler enstrümanlarını ellerine alıp çalmaya başlar. Hayatı boyunca doğum günü kutlamayan ve doğum günlerini kutlamanın kendi kültürlerinde olmadığını söyleyen Habib, yine de Karl’ın bu sürprizine çok sevinir.

“İnsan ve Toprak’’ adlı hikâyede Almanya’ya oğlunu ziyarete gelen yaşlı adamın, bahçede çalışan Karl ile tanışması ve onların dost olmalarından bahsedilir. Oğlu ve gelini gündüz çalışmaya gittiklerinden yaşlı adamevde yalnız kalır. Tren yolunu takip edip trenlerin geçişini izler. Bu esnada yolun karşı tarafında bahçelerde toprakla uğraşan insanları görünce heyecanlanır. Bu bahçeler arasında bir tek Karl’ın bahçesinin düzensiz olması yaşlı adamın dikkatini çeker. Adam artık her gün aynı saatte gelip Karl’ın bahçesinin önünde durur. Karl, iş hayatının stresinden uzaklaşmak için bahçe işiyle uğraşır. Bir gün Karl’ın elinde domates fidelerini gören yaşlı adam, onları eline alıp okşar, ellerini burnuna götürür, kokusunu içine çeker. Onları Karl ile birlikte toprağa dikerler. Bu yardımlaşma onları yakınlaştırır ve onlar dost olurlar. Karl, kimi günler ihtiyara küçük hediyeler getirir ve bahçede birlikte yemek yerler. İhtiyar, Karl’da oğlunu görür ve onu çok sever. Karl ise onu babasının

130

yerine koyar. Karl’ın babası o daha küçücükken II. Dünya Savaşı’nda iki elini kaybetmiş, çok geçmeden de ölmüştür. İhtiyarın kimi zaman Karl’ın saçlarını okşaması, ona elleri olmayan babasının kendisini bir türlü okşayamamasını hatırlatır. Uzun bir zaman baba oğul gibi devam eden dostlukları yaşlı adamın Türkiye’ye dönmesiyle biter.

Habib Bektaş, “Bayan Funcke’’ adlı hikâyesinde ise Bayan Funcke’nin kocası ölünce onun, annesi ve babası çalıştığı için evde yalnız kalan küçük Murat ile ilgilenerek yeniden hayata tutunmasından bahseder. Funcke’nin, Murat’ın banyosunu yaptırırken hissettiği duygular şöyle anlatılır:

“(...)İlk kez bir çocuğu yıkamıştı. İlk kez bir çocuk bedeni görmüştü. Islak çocuğu havluya sarıp kucağın aldığında, “Anne’’ demişti Murat. Anlamıştı bunun “anne’’ demek olduğunu Bayan Funcke. Murat’ın gözlerine gülerek bakıp “Mama’’ demişti “mama’’ Yinelemişti Murat, “Mama, mama…’’ Deli gibi sarılmıştı Murat’a. Yeniden sevmek başlamıştı, yeniden yaşamak. Erhard’ın ölümünden üç yıl sonra yaşamak ilk kez yine elle tutuluyordu. Her şeyi olmuştu Murat. Çocuğu, annesi, babası, kocası, her şeyi…Yaşamak olmuştu. Anneliğin tadını, sonsuz sevgisini o an anlamıştı…’’ (s.63)

Funcke için Murat ile her şey yeniden başlar. Kadın, önceleri öğlene kadar uyurken artık sabah saat beşte uyanır, toparlanır. Ailesinin Murat’ı getirmesini bekler. Gün, Funcke için Murat ile başlar ve onunla biter. Bayan Funcke’nin Murat için yaptığı harcamalar, onun ailesinden aldığı bakıcı maaşını geçer; ama bunun Bayan Funcke için bir önemi yoktur. Bayan Funcke’nin, Murat’ın ailesinden aldığı aylık yüz mark hakkında şöyle denir:

“(...)Bu zamanda hiç kimse ayda yüz mark karşılığında çocuk bakmazdı. Hem de günde on saat. Aslında o parayı da almayacaktı Bayan Funcke. Ama