• Sonuç bulunamadı

3.4. ALMANYA’DAN TÜRKİYE’YE GERİ DÖNENLER VE

3.4.3. Dönmeyenler

Genç neslin Türkiye’ye dönmek istememesi, onların; kendilerini Türkiye’ye yabancı hissetmelerinin ve burada imkânlarının kısıtlı olmasından kaynaklanır. Birinci kuşaktakiler; çocuklarının Almanya’da yaşamalarını istemeleri, Alman sağlık ve güvenlik sisteminin sunmuş olduğu imkânlar (Özbek, 2012:20), ekonomik koşullar, Almanya’da elde ettikleri hakları kaybetmemek (Şahin, 2010:104) gibi nedenlerden dolayı Türkiye’ye geri dönmek istemezler.

111

Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin Türkiye’ye dönmek istememeleri ve onların Almanya’da kalıcılaşmalarındaki diğer nedenler; onların çocuklarının Almanya’da eğitim almaları, burada meslek yaşamlarına başlamaları, onların yaşam standartlarındaki gelişmeler, yatırımlarını Almanya’da yapmaya başlamaları, farklı sektörlerde işyeri açanların sayısının gittikçe artması ve Alman vatandaşlığına geçmeleridir (Tılıç, Özen, Çelik , 2015:290). Hikâyelerde Almanya’da belli bir düzen kuran, buraya alışan insanların Türkiye’ye dönmek istememelerinden bahsedilir. Onların Almanya’dan dönmek istememelerinde buranın düzenli ve temiz bir ülke olması da etkilidir.

“Hüsnücan’’ adlı hikâyede otuz yıldır Almanya’da yaşayan Hüsnü’nün memlekete dönmek istememesi de aynı gerekçelere dayanır:

“(...)Şu dükkânların, camların temizliğine bak! Şu levhaların düzlüğüne bak!

Oyuz yıldır bu ülkede bir tek bozuk yazılı, çarpık çerçeveli, gem de kirli levha görmedim…Şu saatlere bak: Her sokak başında, her dükkân önünde, her durakta, her istasyonda, her peronda birer tane! Hiç böyle düzenli hem de süt dök yala ülke bulunur mu?.. Şu mağazalara bak, mal dolu! Hastaneleri tertemiz, ilaçları hilesiz. Hiçbu ülke bırakılır gidilir mi?… Yurt elbet iyi; yurt gibi var mı? Ama otuz yıldır burası da yurdumuz oldu…’’ (s.128-129)

“Almanya’da Kalan Oğul’’ adlı hikâyede on dokuz yıldır Almanya’da olan Sabri ve ailesi Almanya’da artan işsizlik sonucu Sabri’nin de işten atılması nedeniyle memlekete dönmeye karar verirler; ama oğulları Metin, ailesiyle birlikte geri dönmeyi reddeder. Babası şöyle der:

“(...)Gençliğimizi verdik, sağlığımızı verdik, doymadı Almanya, doymadı! Bir oğlumuz kalmıştı elimizde, şimdi onu da alıyor. Tek başına ne yapar bu elin yabanında!..’’ (s.106)

“Yolda’’ adlı hikâyede memlekete giden Türk işçilerinin ardından gönderilen mavi zarfta onların işlerine son verildiği yazılır. İşe devam edenlerin de çalışma koşulları gittikçe zorlaşır. Onlar, hastalandıkları hâlde işten atılma korkusuyla

112

doktora gidemezler. Yaşadıkları bu olumsuzluklara rağmen onlar Türkiye’ye dönmeyi düşünmezler:

“(...)Türkiye’nin hâli berbat. Bu izin sırasında bazen sanki hiç yaşayamazmışım gibi geldi. Ne de alışmışız şu gâvurun Almanya’sına. Türkiye’de her şey bambaşka. Cebimde paramla izin yapıyorum. Beyler gibi. Ama gene de düşündükçe burada temelli yaşayacağız günün birinde, diye inşallah Almanya’dan tutup atmazlar bizi yakın zamanda, dedim kendi kendime. Anavatan, elbette, can feda, ama Almanya’da bir emeklilik kazanabilirsek, memlekette güzel bir ihtiyarlık geçiririz…’’(s.82)

“Yitenler’’ adlı hikâyede iş kazası geçiren ve çalışamaz raporu verilip emekli edilen Recep, memleketine neden dönmediğini soran Hasan Öğretmen’e şu cevabı verir:

“(...)Bırakmıyorlar Hoca Efendi, bırakmıyorlar. Gavur Renteyi (emeklilik) vermemek için, her çareye başvuruyor. Kontrole gelmem gerekiyormuş…’’ (s.89)

Türk işçilerin tasarruf yaparak Türkiye’ye dönüp hayâllerini gerçekleştirmek isteseler de; Türkiye’de gittikçe artan işsizlik, şiddet ve siyasal istikrarsızlık (Abadan-Unat, 2002:50), hayat pahalılığı, baskılar nedeniyle dönüşlerini sürekli ertelerler; artık onların geri dönüş umudu tükenir. Bu durum yerini, Almanya’da kalıcılaşmaya bırakır (Kula, 2012:19). Gurbetçilerin Türkiye’ye dönememesinde en önemli iki etken Türkiye’deki ekonomik ve siyasî sorunlardan kaynaklanır. Ekonomik krizler dolayısıyla Türk Lirası’nın değer kaybetmesi, hayat pahalılığının ve işsizliğin artması, siyasî iklimden doğan karışıklık, Türk ailelerinin çocuklarının okullarına artık alıştıkları için onları okuldan koparmanın zorluluğu bu etkenlerden bazılardır.

“Almanya Çöplüğü’’ adlı hikâyede Cemal ve Cavide, Almanya’ya gidip iki yıl çalıştıktan sonra memlekete dönüp bir ev almayı planlasalar da bir daha dönemezler. Cavide, dokuz yıldır Almanya’da yaşadıklarını; artık Türkiye’ye dönmelerinin zor olduğunu söyler. Türkiye’ye izne gittiklerinde biriktirdikleri

113

marklar onlara yetmez. Memlekette açlık ve yoksulluğun yanı sıra yaşanan olaylar ve cinayetlerden dolayı insanların sokaklarda rahat gezemedikleri anlatılır:

“(...)(Bir ev) alsak bile ne olacak sanki; ne ile geçiniriz oralarda. Hani iş yeri? Adamın elinde bir mesleği yok. Tutturmuş: “Ya taksicilik yaparım ya da küçük bir dükkân açarım.’’ diyor. İyi ama ne ile? Bu kör olası memlekette hem üç çocuk bakacaksın hem de para biriktireceksin…’’ (s.15)

“Bir Küçük Burjuvanın Acıları II’’ adlı hikâyede Selma, Almanya’da yorgunluktan başka bir şey görmediklerini söyler. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasî karışıklık, çocuklarının okullarına alıştıkları için onları okuldan koparmalarının mümkün olmaması, Türkiye’de hayat pahalılığının gittikçe artması, dönmeleri hâlinde kocasının kendi başına bir iş kurabilmesinin mümkün olmaması gibi nedenlerden dolayı dönemediklerini belirtir.

“Türk Bakkalı’’ adlı hikâyede on yıldır Almanya’da olan bir Türk kadından bahsedilir. Kadın, hayat pahalılığının arttığı Türkiye’de artık yaşanmayacağını söyler. Almanya’da bolluğa alıştıklarını ve bunu da Türkiye’de bulamayacaklarını belirtir.

Türkiye’de devam eden siyasî karışıklık ve askerin yönetime el koyması gibi siyasî nedenlerden dolayı hikâye karakterleri, Almanya’da kalmayı tercih ederler. Onlar, Türkiye’ye dönmeleri halinde tutuklanacaklarını düşünürler. Yine de Türkiye’de her şeyin normalleşmesini umut edip beklerler; ama bu bekleyiş bazen yıllarca sürer. Almanya’yı benimsemeyen ve memleket hasretiyle yanıp tutuşan bu karakterler bir an önce geri dönmek isteseler de bu bekleyişleri çâresizliğe dönüşür.

“Semizotu’’ adlı hikâyenin kahramanı Almanya’daki Türklerin üç ya da dört yıl çalıştıktan sonra geri dönme planları yaparken yıldan yıla derine kök saldıklarından bahseder. Memlekete izne giden Metin, Türkiye’de sağcı ve solcu grupların birbiriyle sürekli çatıştığından ve pahalılığın gittikçe arttığından bahseder.

“Kaz Eti’’ adlı hikâyede uzun yıllar Almanya’da yaşayan Mirza’nın bir defa Türkiye’ye tatile geldiğinden; ama “askerler her on yılda bir darbe yapıp yurdu

114

sıkıyönetimle yönetmeye başladığı için’’ (s.25) artık gelmekten vazgeçtiğinden

bahsedilir.

“Tamer mi Geldi? “ adlı hikâyede siyasî düşünceleri dolayısıyla Almanya’ya gitmek zorunda kalan Tamer, Türkiye’deki siyasî karışıklığın en fazla iki yıl süreceğini, iki yıl sonra da memleketine geri düşüneceğini düşünür; fakat Tamer yirmi yıl sonra ancak dönebilir:

“(...)Tamer ne diyeceğini bilemiyor. Yurduna tam yirmi yıl sonra gelebildi. Aklının ucundan geçer miydi göçmen olmak? Hem de göçmenliğin bu kadar uzayacağını bilir miydi? Arkadaşlar sıkıştırdı: “Çok değil iki yılcık git! İki yılcık ortalıkta görünme! Bağlantımızı kesmeyiz; haber uçurduk mu hemen dönersin! İki yıl çok zaman değil; hazırla çantanı!..’’ (s.154)

“Tansiyon’’ adlı hikâyede siyasî nedenlerden dolayı Almanya’ya sığınma başvurusunda bulunan Cemal Türkoğlu’nun Almanya’ya ilk gelişinde içinde hemen geri döneceğine dair bir umut vardır; ama 12 Eylül askeri darbesinden sonra yaşananlar, siyasî düşünceleri dolayısıyla yurtdışına kaçanların dönüş umutlarını yok eder. Önce ayları saymaya başlayan Cemal, sonra yılları sayar; ama yine de geri dönemez:

“(...)Önce günleri, ayları sanmıştım dönerim diye, sonra yılları bir, iki, üç, kim bilir daha kaç?..Asker olsaydım tezkere tarihim bilinirdi, mahpusta olsaydım salıverileceğim gün…’Gelme!’ diyen mi vardı bana? Hayır! Kelepçe, gözaltı, işkence, dayanırdım, onca insan nasıl dayandıysa!..Mahpusta olurdum, ülkemde olurdum, dili dilimden, yüreği yüreğimden olanların arasında olurdum…’’ (s.37)

“Hem Babam Ol Hem…’’ adlı hikâyede, hikâyenin kahramanı memleketinin; dağlarını, güneşini ve denizlerini çok özler ve Türkiye’ye dönmeyi çok ister; ama işkence edileceği ve hapishaneye atılacağı için dönemez.

“Yusuf’’ adlı hikâyede Türkiye’de arandığı için Almanya’ya kaçan Selim, sığınma başvurusunun kabul edilmeyeceğini bildiği için umutsuzdur. Selim, kendisini Almanya’da bir sürgün olarak görür. O, tutuklanacağı ve Türkiye’ye

115

gönderileceği korkusuyla yaşar. Öte yandan Almanya’da yaşamaktan da mutlu değildir:

“(...)Selim ise toprağından koparılmış, bir vazonun içinde solmaya, kurumaya mahkûm bir çiçek gibi duyuyor kendini. Arkadaşları ondaki bu umutsuzluğu kınıyor. Çoğu tartışıyor. Selim ise karamsarlığın kabuğuna çekiliyor. Türkiye’deki hiçbir arkadaşından haber alamıyor…’’ (s.55)

Belli bir zaman için Almanya’ya gidenlerin oradaki kalma süreleri uzadıkça onların geri dönmeleri de gittikçe zorlaşır. “Bahadır’’ adlı hikâyede Sevim ve İsmail, Almanya’ya sadece üç yıllığına gitseler de aradan on yıl geçtiği hâlde bir türlü dönemezler. Çocukları büyür, üniversiteye giderler; ama geri dönüş sürekli ertelenir. “Melhem’’ hikâyesinde Haydar Güvercin, iki çocuğunu ve eşini alıp Almanya’ya çalışmaya gittiğinde sadece iki yıl kalıp memlekete dönmeyi planlar; ama aradan on iki yıl geçer. Burada üç çocuğu daha olur. Bir türlü dönemezler.

“Profesör Bey’’adlı hikâyede eşi, Hamit’ten kendisini ve çocuklarını Almanya’ya götürmemesini, yalnızca kendisinin gidip iki yıl çalıştıktan sonra dönmesini ister. Kadın, hep birlikte Almanya’ya giderse bir daha dönmelerinin mümkün olmadığını söyler; ama Hamit eşini muhakkak geri döneceklerine iknâ eder. Almanya’ya gittikten sonra Hamit eşinin haklı olduğunu anlar, “başkalarına çıkar

yollar getiren Almanya onları boğar.’’ (s.56). Geri dönerlerse daha da

yoksullaşacaklarına inandıkları için bir daha dönemezler.

Ekonomik olarak daha iyi bir seviyeye ulaşana kadar Almanya’da çalışıp para biriktirmeyi düşünen hikâye karakterleri, hedefledikleri parayı bir türlü biriktiremezler. Borçlarını ödeyemedikleri için onların Türkiye’ye dönmeleri de gittikçe zorlaşır.

“Sabah İlk Metro’’ adlı hikâyede gurbetçilerin metroda iken konuştukları en önemli konu Türkiye’ye ne zaman dönecekleridir. Birsen, kocası ile birlikte yeteri kadar para biriktirdikten sonra memlekette bir daire alabilmek ve bu dairede yorgunluğunu unutup kaygısız bir ev kadını olmak umuduyla çalışmaya devam eder. Onlar, hayâllerini gerçekleştirmeyi ve geri dönmeyi bir türlü başaramazlar. Çoluk

116

çocuk sahibi olurlar. Onları Almanya’ya bağlayan etkenlerden biri de çocuklarının geleceğini güvence altına almaktır.

“Ferhat’’ adlı hikâyede hayâlindeki otomobili almak için iki yıllığına Almanya’ya giden Ferhat, sekiz yıldır Almanya’da olduğu hâlde gerekli parayı biriktiremediğinden geri dönemez; üstelik ailesini de yanına götüremez.

“Yeni Beşik’’ adlı hikâyede Cabir, Almanya’ya gittiğinde günü gelince topladığı “anapara’’ ile birlikte memleketine dönmeyi düşünse de bunu bir türlü gerçekleştiremez. Cabir’in ve ailesinin durumu şöyle anlatılır:

“(...)Yaşam filmi başka türlü oluşur. Türkiye’den kalkan kervanındakilerin çoğuna olanlar ona da olur…’’ (s.10)

“Milli Maç’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı ile arkadaşları tuvalete giderken “yüz numara toplantıları’’ adı verilen gizli buluşmalarında, sürekli Türkiye’ye dönmekten bahsederler; ama bir türlü dönemezler:

“(...)Neler mi konuşuruz yüznumara toplantılarında? Konuşuruz işte, Türkiye’den konuşuruz, ne zaman döneceğimizden konuşuruz, dönünce neler yapacağımızdan konuşuruz…Haa, aklıma gelmişken söyleyeyim, on dört yıldır Türkiye’ye dönmekten konuşuruz, ama aramızdan daha dönen yoktur. Ben tanırım bu adamları, hiç biri de dönmez. Ben mi? İşin orasını karıştırmayın. Herkese döneceğim diyorum ama, pek aklım kesmiyor. Geçen yıl küçük bir daire aldım, daha beş yıl borcu var. Canım dönecek olursak satması güç değil ya!..’’ (s.69)

“Türkiye Ekspresi’’ adlı hikâyede Costa, geriye dönemeyen göçmenlerin hayatlarını kanadı kırılan leyleğin hayatına benzetir:

“(...)Sıcaktır ülkelerimiz, insanlarımız…Leylekler, göçmen kuşlar gelirler katar katar…Göç vakti gelince de dönerler. İşte yine sonbahar kapıdadır. Ama gidemez leylek. Uçamaz, kanadı kırık…Önü kış; yağmur, kar, fırtına, soğuk! Hep içimde taşıdım ben o leyleği. Çocuklukta duyulan öyküler, masallar unutulmuyor ki! Sevdim onu. Acısıyla, özlemiyle…’’ (s.102)

117

“Ruhlar Kralı’’ adlı hikâyede Ömer, Almanya’ya geldikten sonra kendisini derin bir kuyuya düşen ve ne kadar sıçrarsa buradan çıkamayan biri gibi hissetmeye başlar. Ömer, imkânsız da olsa bir an bu kuyudan kurtulduğunu ve memleketine döndüğünü hayâl eder.

Hikâye karakterleri kimi zaman memleketlerine dönmek isteseler de Türkiye’dekilerin, Almanya’dan dönen kişilere karşı olumsuz tavırları yüzünden Almanya’daki zor hayatı yaşamayı tercih ederler. Kadın karakterlerin Almanya’dan dönmek istememelerinde yukarıda bahsedilen nedenlerin yanında Türkiye’ye dönmeleri halinde burada istedikleri gibi yaşayamayacakları ve hayat tarzlarına müdahale edileceği kaygısı etkili olur.

“Kabuklu’’ adlı hikâyede Hamdi, yaşadıkları olumsuzlukların en kötüsünün Almanya’da umduğunu bulamayıp memlekete dönmek istediği halde dönememek olduğunu söyler. Hamdi, memlekete dönmeyi düşünenlerin nelerle karşılaşacaklarından bahseder:

“(...)Fakat en kötüsü ne biliyor musun arkadaşım? Geliyorsun da dönemiyorsun be kardeşim bir türlü! Yeni bir umudun, yeni bir yaşamın kapısını araladığını sananlar var geride. Nasıl dönersin öyle süklüm püklüm, ellerin bomboş?..Tefe koyarlar adamı. Durma artık o yerde! Nereye gidersen git, istersen kör bir kuyu bul, at kendini içine, ama dönme artık o çıktığın yere…’’ (s.61)

’Ruhlar Kralı’’ adlı hikâyede Ömer memleketine dönerse burada nasıl karşılanacağı ile ilgili şöyle der:

“(...)Onu burada tutan yoktu. Bir anda her şeyi yüzüstü bırakıp çekip gidebilirdi. Ancak kazın ayağı öyle değildi. Bir kere oradaki düzenini bozmuştu. Dönerse orada işi yoktu. Bundan da önemlisi memleketteki çevrenin tepkisi olurdu. Kendisine, “Şuna bak, koskoca Almanya’ya gitti de eli boş döndü’’ dedirtmemek için dişini sıkacak, var gücüyle çalışacaktı. Mutlaka iyi bir parayla geri dönecekti…’’

118

“Kanal Boyu’’ adlı hikâyede kendisine neden Türkiye’ye temelli olarak dönmediğini sorulunca Gülizar, “Orada yaşayamam artık. Orada benim her şeyime

karışırlar. Beni tanımadığım biriyle evlendirmeye kalkışırlar.’’ (s.75) der.

“Annem İşini Kaybetti’’ adlı hikâyede Sevim’in kocası, onu bir Alman kadınla aldatır ve ona şiddet uygular. Bu nedenle Sevim, kocasından boşanmayı ve çocuklarıyla birlikte Türkiye’ye dönmeyi düşünür; ama bundan vazgeçer. Bunun nedenleri şöyle anlatılır:

“(...)Sevim şimdi Türkiye’ye nasıl dönerdi? Parasız, iki çocuklu ve bunalımlar içinde…Kocasından ayrılmış kadınların yoksul olunca Türkiye’de dedikodularla nasıl yıpratıldığını da biliyordu. Türkiye’de burada bulabildiği koşulları da bulamazdı, işsizlik parası, sağlık sigortası, çocuk Heim’ı ve ona yardımcı olmaya çalışan Gudrun’la Gisela…’’ (s.80)

“Emekli Kadın’’ hikâyesinde oğlu Avusturalya’da kendisi Almanya’da olan kadın, emekli aylığıyla zar zor geçinir. Oğlu annesini yanına davet eder; ama kadın “başka bir yabana’’ dayanamayacağını söyleyip bu teklifi kabul etmez. Türkiye’ye dönmek daha mantıklı görünse de bunu da yapamayacağını düşünür:

“(...)Dünyanın öbür ucuna değil, Türkiye’ye bile gidecek halde değilim artık. Çok düşündüm, bu para bana memlekette daha iyi yeter, geçim derdim olmaz diye. Ama artık içimden gelmiyor. Gidip de nereye gideceğim? Köye, kazâya gidemem. Anam yok, babam yok artık orda. Eşim yok, kardeşim yok. Kaldıysa iki yeğen, onların da kendilerine bile hayrı yok. Şehire dersen, ne yapacağım şehirde? Ankara’da, İstanbul’da ölmek bile istemem. Zaten burada yetmeyen üç kuruş emekli aylığı, Ankara’da, İstanbul’da hiç yetmez, dünyada yetmez de rezil rüsva olursun. Burada olmuşsun olacağın kadar, bir de orada olmaya ne kaşınırsın? Ama ölmek dedim de yine, bir yolunu bulmalı da ölümü bari köye gömdürmeli. O zaman şu ahır ömrümde aklını kiliseyle, cesedinin yakılmasıyla yemekten kurtulursun…’’ (s.35)

Almanya’da yıllarca çalıştıktan sonra bir iş kazasında ya da eceliyle ölen kişilerin cenazeleri kimi zaman Almanya’da gömülürken kimi zaman da Türkiye’ye

119

getirilir. Onlar, yıllarca zor koşullarda çalışarak biriktirdiklerini harcamaya fırsat bile bulamadan hayata vedâ ederler.

“Babalar Analar Nineler’’ adlı hikâyede Oktay’ın babası ölünce, cenazeyi memlekete gönderecek kadar parası olmadığı için babasının naaşını bir bavulun içine koyar ve bavulu otomobilin üstüne bağlayıp memlekete doğru yola çıkar. Yugoslavya’ya geldiğinde gece bir pansiyona gidip uyur. Sabah kalktığında bavulun çalındığını görür. Bu hikâyede, göçün başlangıç metaforu olan bavulun bu hikâyede son ya da ölümün metaforu haline geldiği görülür.

“Bireysel Mutluluk’’ adlı hikâyede Ayşe; Almanya’daki Türklerin memlekete geri dönme konusu açılınca “dur hele bir oğlanı everelim’’ veya ’’şu oğlanın

borçları bir bitsin de…’’ (s.80) dediklerinden bahseder. Hikâyede yirmi beş sene

Almanya’da çalışan bir adamın, eşinin Türkiye’ye dönme önerisini reddetmesinden sonra bir gün iş başında kalbi durduğu için öldüğünden bahsedilir. Kadın, gece gündüz demeden çalışıp çabalayan kocasına Türkiye’ye dönerlerse şimdiye kadar kazandıkları ile kimseye muhtaç olmadan yaşayabileceklerini söyler. Çocuklarının, kendi işlerini ellerine aldıklarını; artık yaşlandıkları için geride kalan sayılı günlerini memlekette ezan seslerini duyarak geçirebileceklerini anlatır. Buna karşılık, kocasının olumsuz cevabı ve trajik sonundan şöyle bahsedilir:

“(...)Ama Arif’in iş arkadaşı da ‘Şunun şurasında Alman tarafından emekli olmaya ne kaldı ki! Ben birkaç sene daha dişimi sıkıp buradan emekli olacağım. Memlekete her ay marklar gelsin emekli parası olarak. Dönecekseniz sizler dönün,ben kalıyorum’ demiş de ağzından başka lâf dökülmemiş. Çoluk çocuk babalarını bırakıp gitmişler. Adamın da emekli olmasına daha beş yıl varmış. Makine başında kalbi duruvermiş. Ecel işte onu orada sıkıştırmış. Karısı gelmiş de kocasının ölüsünü buralardan memleketine alıp götürmüş. Her şey boş…Dünyanın malı dünyada kalıyor, kefenin cebi yokmuş. Şimdi alsın bakalım mezarın içinde marklı emekli maaşını. Adama oralarda yaşamak değil gömülmek nasipmiş…’’

(s.81)

“Mezar’’ hikâyesinde Bektaş Koca, Almanya’ya geldikleri günden beri Türkiye’ye geri dönme planları yapar; ama “Döndük, dönüyoruz!’’ diyerek aradan

120

on yedi yıl geçer. Sonunda Bektaş bir madende göçük altında kalarak hayatını kaybeder.

“Peri Kızı’’ adlı hikâyede Almanya’daki oğlunun ve kızının dönmesini bekleyen Battal, çocuklarından bir daha haber alamadığı için umutsuzlukla bekler. Yazın, köydeki tüm gurbetçiler döner; ama aralarında Battal’ın oğlu ve kızı yoktur. Battal’ın ısrarlarına daha fazla dayanamayan gurbetçiler ona, çocuklarının iki yıl önce köyden Almanya’ya döndüklerinde sınırda esrarla yakalandıklarını ve o zamandan beri hapiste olduklarını söylerler.

Tablo 10: Dönmeyenlerin İncelendiği Hikâyeler

Yazarlar Hikâyeler

A. Özenç Çağlar Almanya Çöplüğü

Aysel Özakın Bir Küçük Burjuvanın Acıları II, Yusuf, Sabah İlk Metro, Annem İşini Kaybetti, Kanal Boyu

Dursun Akçam Tansiyon, Hem Babam Ol Hem Ertunç Barın Türkiye Ekspresi, Kabuklu

Fakir Baykurt Hüsnücan, Semizotu, Kaz Eti, Tamer mi Geldi?, Melhem, Profesör Bey, Ferhat, Yeni Beşik, Mezar

Fethi Savaşçı Babalar Analar Nineler

Gülseren Heydorn Türk Bakkalı, Bireysel Mutluluk Habib Bektaş Milli Maç

Haydar Işık Yitenler Hüdai Ülker Ruhlar Kralı

121

Y. Ziya Bahadınlı Tavandaki Kırmızı Yüksel Pazarkaya Yolda, Emekli Kadın