• Sonuç bulunamadı

Göçün en önemli nedenlerinden biri ekonomi ise göç sonrasında ekonomik durumun bundan nasıl etkilendiği de aynı şekilde göçün en önemli sonuçlarından biridir. Ekonomik nedenlerden dolayı göç edenlerin birincil amacı maddi kazanç elde etmektir. Bu nedenle göçmenler, her zaman neden göç etiklerinin bilincindedirler. Göçmenin, kendisinden önce göç edilen yere giden tanıdık birilerini bulması iş bulma sürecini kolaylaştırır. Ekonomi, Almanya’ya göçün de en önemli nedenlerinden biridir. Ali S. Gitmez, dışgöçün en önemli ekonomik amacının para biriktirip yatırım yapmak olduğunu belirtir. Göçmenler için yatırımın ne anlama geldiği hakkında Gitmez, şöyle der:

“(...)Yatırım, tek başına, getirisi olan ekonomik bir girişimdir. Bir ölçüde de yatırım, dışgöçün ekonomik amacı durumundadır. Ekonomik durumunu geliştirmek ya da geleceğini güvenceye almak amacında olan göçmen işçi için yatırım, dışarıda bulunmanın doğal bir sonucu, tasarlanan geleceğin en somut amacıdır…’’ (Gitmez,

1983:213)

İşçilerin Türkiye’deki yatırımları; büyük şehirlere ve köylere göre (Şen, 1993:148), kadınların ve erkeklerin tercih ettiği yatırım türlerine (Abadan-Unat, 2002:165), taşınır ve taşınmazlara göre (Yasa, 1979:44) farklılık gösterir. Onlar büyükşehirlerde; daireler, arsalar, işletmeler, dükkânlar gibi taşınmazları tercih ederler. Kırsal alanlarda ise daha çok tarımsal araç ve gereçleri tercih ederler. Kırsalda ve şehirlerde; buzdolabı, televizyon, radyo, halı gibi taşınırlar da satın alınır. Kırsaldaki en önemli taşınmazlar da satın alınan topraklardır. Erkekler yatırımlarını taşıma araçların alımı, tarımsal işletmelerin kurulması için kullanırken; kadınlar ise konutları tercih ederler. Kimileri yatırımları; ev eşyası alma, parayı bankada tutma, ticari yatırım yapma, çocuklarının düğün ve eğitim masraflarını karşılamak için kullanır (Tılıç, Özen, Çelik, 2015:301). Hikâyelerde göçün sonucunda işçilerin ekonomik durumlarının bundan nasıl etkilendiğinden bahsedilir. İşçiler, belli bir zaman diliminde çok zor koşullarda çalışarak biriktirdikleriyle hedeflerine ulaşır. Hayâlini kurdukları; evi, arsayı, traktörü ya da arabayı alırlar. Hikâyelerde onların Türkiye’de iken yaşadıkları yoksulluk ile Almanya’ya geldikten sonra çalışıp para kazandıktan sonraki “zenginlik’’leri gözler önüne serilir. İşçilerin kazandıklarını

69

biriktirdikten sonra borçlarını ödedikleri, memleketlerinde ev yaptıkları, işletmeler kurdukları; daire, dükkân, yazlık, bahçe, sulak arazi, ev eşyaları, traktör, biçerdöver ve araba satın aldıklarından bahsedilir.

“Uçak Bileti’’ hikâyesinde Almanya’da iki yıl çalışan Şakir, biriktirdikleri ile borçlarını yarıya indirir ve köyünde bir bahçe satın alır. Şakir; iki yıl daha çalışıp borcunu bitirdikten sonra yeni bir ev alıp içini; yeni masa, sandalye, yemek takımları ile donatmayı ve çocuklarına da bisiklet almayı planlar. Bunları yaptıktan sonraki hedefi ise bir ahır yaptırıp içini birkaç Hollanda cinsi inekle doldurmaktır.

“Yabancıya Ev Yok’’ adlı hikâyede Almanya’daki çoğu Türk işçinin; çalışıp para kazandıktan sonra traktör aldığı ya da birkaç ailenin birleşip biçerdöver aldıkları belirtilir. Birçoğu da kentlerdeki işletmelere ortak olur.

“Şey’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı, Almanya’da istediğinden çok para biriktirdiğini ve Almanların bile sahip olamadığı bir ev ve araba satın aldığını belirtir.

“Işıltı’’ adlı hikâyede Yaşar’ın babası, “köyün sığırlarını güden, tarlası ve

çifti-çubuğu olmayan’’ biri iken Almanya’ya gelip çalışıp para biriktirdikten sonra

adam “Köyün en iyi yerinde, bir ucundan bir ucu görünmeyen sulak arazi,

Ankara’da iki daire, İstanbul’da Kartal’da milyonlar değerinde bir arsa’’ (s.90)

satın alır.

Ali S. Gitmez, dışgöçün kırsal kesime etkileri konusunda da göçmen işçilerin ya salt yatırım ve güvence ya da geri döndükten sonra geçimini tarımla sürdürmek amacıyla toprağa yatırıma öncelik verdiklerini belirtir. Göçmen işçilerin bu yönelişi sonucunda 1960’ların ortalarından itibaren toprağın, en değerli yatırım alanı olduğunu ifade eder (1983:220). Hikâye kahramanlarının diğer yatırımlarla birlikte toprak almaları Gitmez’in düşüncesini doğrulamaktadır. Örneğin, “Ardımızda Meşeler Yeşersin’’ adlı hikâyede yirmi iki yıl Almanya’da çalışan Habil, kazandığı para ile Burdur’dan bir daire, köyden otuz dönüm toprak aldığından bahsedilir.

70

“Allah’a Dilekçe’’ hikâyesinde Hayri, Almanya’dan dönenlerin kazandıklarını yemeyi bilmediklerini, biriktirdikleriyle köydeki kıraç toprakları satın aldıklarını söyler.

Haydar Işık’ın22 “Yitenler’’ adlı hikâyesinde uzun süreden beri Münih’te inşaatlarda çalışan Recep’in; Kayseri’de üç bin metrelik bahçeli bir villa, Mersin’de iki daire, köyde de elli dönüm sulak arazi satın aldığından bahsedilir.

“Almanya Ara Beni’’ adlı hikâyede Almanya’ya çalışmaya gelen adam, eşi ile birlikte çalışarak biriktirdikleri yetmiş bin markın yanı sıra; İstanbul’da dört katlı bir ev, iki dükkân, Yalova’da da bir yazlık daire alırlar.

Gülseren Heydorn’un 23 “Bireysel Mutluluk’’ adlı hikâyesinde Ayşe; Almanya’daki Türklerin, çalışıp para biriktirdikten sonra memlekete döndüklerinde başlarını sokacakları iyi kötü bir evlerinin olması gerektiğinden bahseder.

N. Abadan Unat, Almanya’daki Türklerin yatırımlarını öncelikle tüketim mallarına yatırdıklarını, elde ettikleri refahı elle tutulur gözle görülür araçlar üzerinden göstermek istediklerini belirtir. Neyin rasyonel olduğu ile ilgilenmeyen bu işçilerin amaçlarının Türkiye’dekilere ne kadar başarılı olduklarını göstermek ve gösteriş yapmaktır (2015:54-55).

“Koca Nine’’ adlı hikâyede Hamit’in çok zor şartlarda yaşamayı göze alıp durmadan çalışıp para kazanması ve sonrasında hayatının değişmesinden bahsedilir:

“(...)Anasını özbeöz kendi arabasına bindirecekti. Gönendi. Kolay olmamıştı. Beş yılın adı vardı; günde on saat iş…Köyde en çok tarla kendisinindi şimdi. Bankada yedi bin Alaman markı. Oysa daha beş yıl öncesinde, Konya çukuruna inerdi ırgatlığa. Köyde yapılacak bir iş olsa, ‘Çağırın Emişin Emine’nin Hamit’i’

22 1937’de Tunceli’de doğan yazar Nazimiye’de İlkokulu bitirdikten sonra Akçadağ Köy Enstitüsü’nü

bitirir. Üç yıl Tunceli’de ve Muş’ta köy öğretmenliği yapan Işık, Bursa Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra; Nazimiye, Nallıhan ve İzmir’de ortaokul öğretmenliği yapar. 1974’te Ege Üniversitesi Eczacılık Yüksekokulu’nu bitirir. Aynı yılın sonlarında Türkiye’den giden ailelerin çocuklarına öğretmenlik yapmak üzere Almanya’nın Münih şehrine gönderilir. 12 Eylül askeri darbe sonrasında Türkiye’de yaşananları uluslararası platformlarda dile getirdiği için 1982’de Türk vatandaşlığından çıkarılır. Bkz: Asutay, Göçmen Edebiyatı-Yazarlar Sözlüğü (Almanya'da

Yazan ve Yaşayan Türk-Alman Edebiyatı Yazarları), s. 210

23 Ankara’da doğan yazar, liseyi İstanbul’da, yükseköğrenimini Ankara’da tamamlar. Heydorn, 1980

71

derlerdi. O günler çok gerilerde kalmıştı. Şimdilerde adam çalıştırıyordu kendi tarlalarında…’’ (s.108)

“Damızlık’’ hikâyesinde Salim’in, üç yıl Almanya’da çalışıp para biriktirerek satın aldıklarından ve ondaki değişimden bahsedilir:

“(...)Daha üçüncü yılda Salim’in altında bir Opel’le izne geldiğini, Denizli, İzmir, Burdur, Antalya gezip tozduğunu, karıyı kızı toplayıp götürdüğünü, yirmi üç yıldır dönmediğini, Burdur’dan ev, Denizli’den dükkân, İzmir’den arsa aldığını, ‘Yalama Salim’ adının unutulup Salim Efendi diye çağrıldığını, giyimiyle, yiyimiyle Türkiye’nin efendilerine benzediğini yeniden yeniden düşündü…’’ (s.109)

“Şey’’ adlı hikâyede Ali Korkmaz’ın Almanya’ya gitmeye karar vermesinde Osman’ın, Almanya’ya gidip tatile gelince köydekilere Almanya’ya dair anlattıkları etkili olur. Osman, Almanya’yı köydekilere şöyle anlatır:

“(...)Kasım’ın Osman anlatıp duruyordu kahvede. Almanya’da çok iş varmış. İş sahipleri parayı kuruşu kuruşuna hesap edip hak yemeden verirlermiş. Çok iş, çok para. Koca koca caddeler varmış ve sarışın kızlar. Kızlar bayılırmış Türk erkeklerine…’’ (s.122)

Almanya’dan gelenlerin buradan getirdikleri mallar geride kalanların gözünde her zaman yerli mallardan daha değerlidir. Onlar, yerli malları önemsemez iken Almanya’dan getirilen her şeye olduğundan daha fazla değer atfeder.

Osman’ın Almanya’dan aldığı kıravatı gören ağa, “Çıplak Kasım’ın Osman

nasıl boynuna kıravat asar da ben asamam!’’ (s.122) der ve bir kıravat alır; ama

herkes Osman’ın kravatının bir Alman kravatı olduğunu bildiği için kimse ağanın kravatına bakmaz. Osman, Almanya’dan sadece bir kravat değil; çok para da kazanarak dönmüştür. Kazandıkları ile köyünden, altı dönümlük bir tarla alır. Babasına bir ev yaptırması için para veren Osman, babasına “Evimiz, ağanın evinden

büyük olmalı, baba!’’ (s.122) der.

N. Abadan-Unat, gurbetçilerin Almanya’dan Türkiye’ye getirdikleri arasında neden en önemli objenin araba olduğunu açıklar:

72

“(...)Evet, göçmenler o zamanlar Avrupa’dan Türkiye’ye bir sürü şey ithal ettiler. En başta da otomobil geliyordu, çünkü o yıllarda Türkiye’de otomobil üretimi henüz yeni yeni gelişmekteydi. Özel otomobiller henüz yaygınlaşmamıştı ya da ancak zorlukla satın alınabiliyordu. Bu nedenle de yurt dışında yaşayan bir işçi için bir otomobil ona prestij sağlayan önemli bir objeydi…’’ (Abadan-Unat, 2015:54-55)

“Şey’’ hikâyesinde Ali Korkmaz, Almanya’ya gittikten altı hafta sonra biriktirdiği üç yüz markı babasına yollar. Ali, dört yıl sonra da köyden on iki dönümlük bir tarla alır. Eşi Ayşe’nin de çalışmaya başlamasıyla kazandıklarını biriktirip köyde ağanın evinden büyük bir ev yaparlar ve yepyeni bir Mercedes araba alır.

Ali Korkmaz’ın yaptırdığı evin ağanın evinden büyük olmasına dikkat etmesi onun abartılı tüketimle; geçmişteki yoksul kökeninden öç aldığını, bunun da çevresine, kendisinin bir güç olduğunu gösterme ve ispatlama ihtiyacından kaynaklanır (Gitmez 1983:271). Serol Teber ise yapılan yatırımların, göçmenlerin yitirdikleri kimliği maddi değerler ve temeller ile dengelemeyi ve çoğaltmayı amaçlaması ile açıklar. Teber bu konuda şöyle der:

“(...)Somutlaştırmaya çalışırsak: Göçmenler maddi yatırımlarıyla, bilinçdışı sanrısal bir söylemle de olsa, hem çevresindekileri hem de bizzat kendisine, bir anlamda ‘ben daha ölmedim’, ‘dağılmadım’, ‘ben daha buradayım’ demek istemektedirler. Ayrıca, evlerin, tarlaların bulunduğu bir yer, bir toplum, her şeye rağmen gene de ‘kendisinin yurdudur’ ve bir daha geri dönülmeyecek olunsa da ‘benlik oradadır’…’’ (Teber, 1993:50)

Hikâyelerde Türk işçilerinin, canlarını dişlerine takarak kazandıkları ile daha zaruri ihtiyaçları olduğu halde ilk önce araba almaları aslında onların aşağılık psikolojisinden kurtulmak istemeleri ile ilgilidir. Onların bu tavırları hikâyelerde eleştirilir. Bu “Şey’’ hikâyesindeki Ali Korkmaz karakterinde olduğu gibi çoğu işçinin amacı, köyün en zengininin arabasından daha üst model bir araba almak, ağanın evinden daha lüks ve büyük bir ev yaptırmaktır. Kimileri için arabaları ailelerinden önce gelir.

73

“Kaynakçı Mehmet Usta’’ hikâyesinde Mehmet’in, diğer gurbetçiler gibi Almanya’ya gittikten sonra “yemeyip içmeyip, eşe dosta harcamayıp, yurtta

ayrılığına katlananlara yollamayıp biriktirdiği markları, fabrikadan yeni çıkmış bir otomobile yatıran delilerden’’ (s.99) olmadığı belirtilir. Mehmet, 250 marka aldığı

eski model bir otomobili, düşük bir maliyetle kullanılır hâle getirir. İsteyen herkesin de yakıtını doldurmak şartıyla arabasını kullanabileceğini söyler.

“Evdeki Hesap’’ adlı hikâyede annesi, Ruşen’e yolladığı mektupta Almanya’ya gittiğinden beri kendilerine hiç para göndermediğini yazar. Ruşen ise yazdığı cevapta araba alacağını; bu yüzden ehliyet, kayıt parası, kitap ve araba kiralama masraflarının çıktığını yazar.

İlhan Atasoy’un24 “Sokaktaki Kardeşim’’ adlı hikâyesinde hikâye kahramanı; babasının, arabasına olan düşkünlüğünden ve arabasını ailenin bir üyesi olarak görmesinden bahseder. Babasının, arabasına gösterdiği ilgiyi eşine göstermediği anlatılır:

“(...)Biz beş kardeşiz; üç erkek, bir kız ve bir de FORD. Ama aile arasında Fuat diyoruz ona. Fuat Almanya’da dünyaya gelmişti. Fuat’la pek fazla ilişki kuramadığı için, annem, bir üvey çocuk gözüyle bakıyordu ona. Babamın gözünde ayrı bir yeri vardı; Fuat’ın yüreğinin kapısını açan anahtar babamın elindeydi. Fuat’a babam, bize annem bakıyordu. Kardeşim, babamın sözünden hiç çıkmazdı, kuzu gibiydi. Babam, Fuat’a gösterdiği ilginin yarısını anneme göstermiş olsaydı, ne annemin saçı ağarırdı ne de babam kel olurdu…’’ (s.13)

“Almanya’da Yirmi Ay’’ adlı hikâyede Mehmet, Almanya’ya geldikten sonra araba alır. Mehmet, memlekete geldiğinde ailesini ve akrabalarını kendi arabası ile gezdirdiği için çok mutludur:

24 1970’te Kırşehir’de doğan Atasoy, 1980 yılında ailesi ile birlikte iş göçü sonucu Almanya’ya gider.

Dortmund’a yerleşirler. Burada, Anne-Frank Gesamtschule lisesinden mezun olduktan sonra Germanistik ve Türkoloji alanlarından yükseköğrenime devam eder. Bochum Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini tamamlayamaz. Opel ve Thssen gibi birçok fabrikada çalışan Atasoy, asıl olarak kabare sanatçısıdır. ‘Şiir Tadında Bir Komedi’ isimli tek kişilik oyununu Almanya’nın birçok kentinde sergilemiştir. Bkz: Asutay, Göçmen Edebiyatı-Yazarlar Sözlüğü (Almanya'da

74

“(...)Ve yine Almanya’nın Münih şehrinde yalnız kalmıştım. Ama, moralim çok iyiydi. Hiçbir şey mühim değildi artık. Babamı, annemi, akrabalarımı istediğim şekilde arabamla gezdirebilmiştim. Mutluydum...’’ (s.101)

“Peri Kızı’’ adlı hikâyede, Almanya yolu açıldıktan sonra köye motorlu arabanın girdiğinden bahsedilir.

N. Abadan Unat, T. Veblen’den hareketle; en fakirinden en zengine hiçbir toplumsal sınıfın geleneksel gösterişçi tüketimden vazgeçmediğini belirtir. Unat, bu konuyu şöyle açıklar:

“(...)Göç etmiş işçilerle aile üyeleri, yaşadıkları toplulukta yeni kazanmış oldukları servet ve itibarı yansıtacak bir görüntü yaratma konusunda çok isteklidir. Bu eğilim sonucunda köy evlerinde kentsel evlere özenen ‘salonlar’ döşenmekte, elektrik enerjisinin bulunmadığı yerlerde, televizyon araçları ile elektrikle işleyen makinalar satın alınmaktadır…’’ (2002:175)

Yukarıda anlatılanlara örnek olarak “Köyde Gökdelen’’ adlı hikâyede Osman’ın, Almanya’dan biriktirdiği parayla yeni bir araba alması ve köyünde yedi katlı bir apartman yaptırmasından bahsedilir. Köylü, Hüsrev Ağa’nın bile arabası yok iken Osman’ın arabasına gıpta ile bakar. Köyde, iki katlı eski evlerden daha yüksek ev yoktur; bu yüzden Osman’ın yaptığı yedi katlı apartmanın yüksekliği köylüleri şaşırtır. İlk başta köylüler apartmana gıpta ile bakar; fakat çok geçmeden bu “şeytan yuvasına’’ kimse gitmek istemez. Osman’ın eşi, mektubunda; hiçbir köylünün apartmanlarında kalmak istemediğini, kendilerinin de köyde dışlandıkları için eski evlerine taşındıklarını yazar. Osman, mektubu okuduktan sonra çok sinirlenir ve kendisini sorgulamaya başlar:

“(...)Osman, mektubu okurken dalıp gitti. Nenize sizin medeniyet ya da buna benzer bir düşünce geçti kafasından. Aynı anda ama: Yoksa biz bi eşeklik mi ettik, köye yedi katlı ev dikmekle, sorusu dikildi karşısına kocaman, doldurdu beynini…’’

(s.103)

“Bayram Gezmesi’’ hikâyesinde gurbetçilerin Almanya’da bulunma gerekçelerinin para biriktirmek ve tasarruf etmek olduğundan bahsedilir. Ailesiyle

75

birlikte tanıdıklarına bayram ziyaretine giden Binali, babasının bayram olduğu için taksi tuttuğunu anlatır. Normal bir zamanda fazla para harcamamak için böyle bir tercihte bulunamayacağını söyler. Annesi ise kendilerine paranın çok lazım olacağını hatırlatıp tutumlu olmak gerektiğini ifade eder.

Hikâyelerde bazı işçilerin biriktirdikleri paraları ne yapacaklarını, onları nasıl değerlendireceklerini ve harcayacaklarını bilmediklerinden bahsedilir. “Toprağı Bol Olsun’’ adlı hikâyede Sabri, arkadaşı Hayri’ye; biriktirdiği paralarla ne bir ev ne de bir arsa aldığını, paralarının bankada küflendiğini, bir gün çalıştıkları Ford fabrikasında bir arabanın altında kalıp öldüğünde paralarının kimseye kalmayacağını söyler. Buna karşılık Hayri’nin verdiği cevap daha ibretliktir:

“(...)Ne parası Sarı Sabri!..Yalnız ben değil, sen de aynısın. Mal mülk satın alsan ne olacak? İstanbul’da Boğaz’a karşı beş odalı ev aldın neye yaradı? Daha ne duruyorsun, dönsene Türkiye’ye! Hepimizin durumu aynı. Şunun şurasında ne kaldı. On beş yılda pilimiz bitti. Yaşımız kırk olmadan kırk dert edindik. Bir gün ansızın ölüp gideceğiz burada. Karılarımız, dul aylığı, yetim aylığıyla yurda dönecekler. Kendilerine yakışıklı, genç birer koca bulacaklar. Denize karşı aldığımız evin balkonunda buzlu içkilerini yudumlarken bizleri anmadan edemeyecekler. Diyecekler ki: Toprağı bol olsun, rahmetli çok iyi insandı. Ne olurdu biraz daha fazla biriktirseydi de biraz daha çok mal mülk bıraksaydı…’’ (s.76-77)

“Sen Nesin?’’ adlı hikâyede Behzat, Almanya’ya ilk geldiği andan itibaren para biriktirmeye başladığını; ama biriktirdiklerini nasıl harcayacakları konusunda ne yapacağını bilmediğini söyler:

“(...)Sonra Alamanya…Alamanya’da da mavi yüzlüklerden başka bi’şey görmedim. Anlayamadım. Her şeyi mavi yüzlük sandım. N’olacak, görememişiz, alışamamışız. İlk yıllar, an o ilk yıllarımız Alamanya’da…Biriktiririz parayı, biriktiririz parayı. Ama ne için biriktirdiğimizi bilmeyiz. Zaten nereye harcayacaksın! Bilmeyiz lüküs, bilmeyiz çeşit çeşit yemek, bilmeyiz gezmek tozmak, bilmeyiz el içine çıkmak…’’ (s.84)

76

“Her Yol Ankara’’ adlı hikâyede Peter, Türk arkadaşlarına yıllardır nasıl bıkıp usanmadan çalışabildiklerini sorar. Peter, Türk işçilerin biriktirdikleri parayı nasıl harcayacaklarını da merak eder:

“(...)Sizin eviniz buradan binlerce kilometre ötede. Sizlere acıyorum. Eşiniz, çocuklarınız, anneniz, babanız, yakınlarınız var…Nasıl yıllardır bıkıp usanmadan çalışabiliyorsunuz? Ben olsam çalışmam! Ben, her gün işten çıkınca, bizim sokağın başındaki kahveye çıkmalıyım. Arkadaşlarımı görmeliyim. Onlarla şakalaşmalı, kâğıt oynamalı, bira içmeliyim. İnsanın yaşamı sınırlıdır. Peki anlayamıyorum, bu kadar biriktirdiğiniz parayı ne yapacaksınız? Sinemaya, kahvelere, tiyatrolara, müzelere, sergilere, eğlence yerlerine gitmezsiniz..’’ (s.36)

Ali S. Gitmez ekonomik amaçlı olan dış göçte, göçmelerin; dışarıda kalınan süre boyunca amaçlarına ulaşmak için çalıştıklarını belirtir. Bu nedenle kazanılan paranın en azı tüketime harcanarak büyük çoğunluğunun biriktirildiğini ifade eder (1983:194). Hikâyelerde işçilerin para biriktirmek için gereksiz harcamalardan kaçınmak adına çoğu zaman çok kötü şartlarda yaşamayı tercih ettiklerinden bahsedilir. Onlar, harcamalarını en aza indirmeye çalışırlar; bu yüzden harcamalarını en ince ayrıntısına kadar hesaplarlar. Çalıştıkları fabrikalarda yaptıkları işler çok ağır olduğu hâlde, ek işler bulup çalışmaya devam ederler. Kazandıklarıyla Almanya’da daha rahat bir yaşam sürme şansına sahip oldukları hâlde onlar, hayâl ettikleri evi Türkiye’de alabilmek için Almanya’daki bu zor hayatı yaşamayı göze alırlar.

“Babamın İşi’’ hikâyesinde Kâmil, işten çıktıktan sonra fabrikada duş alır; böylece kendi evinde sabunu, elektriği ve suyu kullanmaz. Kâmil, bu şekilde yılda 80 mark biriktirir.

“Düğün Borcu’’ hikâyesinde Osman, düğünden kalan borçlarını ödemek için Almanya’ya çalışmaya gider. Burada gereksiz harcamalardan kaçınır. Osman, banyo yaptığında bedenini köyden getirdiği havlu ile kurular.

“Türk Kiracı’’ hikâyesinde Erol’un, Almanya’daki pahalılıktan dolayı sigarayı bıraktığından bahsedilir. Erol, eğer sigara içerse günde iki paketin kendisine

77

yetmeyeceğini; günde altı marktan hesaplayınca bunun bir ayda çok önemli bir harcama hâline geldiğinden bahseder.

Nevzat Üstün’ün25 “Uzun Ev’’ adlı hikâyesinde Yusuf’un, Almanya’da sekiz yıl boyunca yapacağı her harcamayı en ince ayrıntısına kadar hesapladığından ve en az masrafla hayatını idâme ettiğinden bahsedilir:

“(...)Biriktiriyordu parasını…Korkunç bir tutku ile biriktiriyordu.

Olağanüstü bir çaba harcamaktaydı. Günlük gideri hiçbir zaman on markın üstüne çıkarmazdı. İki mark yatak için, dört mark yemek için, dört mark da her bir şey için…Kimi aylar daha da düşürürdü giderini. Özellikle Türkiye’den döndüğü aylar, getirdiği bulgurlarla, nohutlarla, mercimeklerle yaşardı. Yalnızca yağ, soğan ve ekmek alırdı dışardan. O aylarda iki yüz markla bütün bir ayı kapattığı olurdu. Yılda on iki bin marka yakın parayı böyle biriktiriyordu…’’ (s.130-131)

“Milli Maç’’ adlı hikâyede Alman işçileri sabah ve gündüz vardiyasında çalışmayı tercih ederken Türk işçilerinin gece vardiyasında çalışarak “uyku parası’’ olarak ayda üç yüz mark daha fazla ücret aldıklarından bahsedilir.

“Ruhlar Kralı’’ adlı hikâyede Türk işçilerin bir an önce zengin olma düşüncesiyle işlerine dört elle sarıldıkları, işten çıkarılmamak ve para kazanmak için ölçüsüz biçimde çalıştıkları anlatılır. Ömer, yaptığı işe ek olarak kaldığı işçi yurdunda, çamaşırları toplayıp çamaşır odasına götürmesi karşılığında yedi yüz mark alır. Ömer, böyle beş yıl devam ederse İzmir’de bir ev ya da dükkân alabileceğini düşünür.

“Nisan Bir’’ hikâyesinde Salih Tuna, Almanya’nın ateş pahası olduğunu