• Sonuç bulunamadı

3.4. ALMANYA’DAN TÜRKİYE’YE GERİ DÖNENLER VE

3.4.1. Geçici Olarak Dönenler

Hikâyelerde yıllık izinlerinde hikâye kahramanları; tatillerini memlekette geçirmek, bir yakınlarının hastalanması ya da ölmesi gibi durumlarda geçici olarak Türkiye’ye dönerler. Onlar memlekette kaldıkları birkaç günde yeni aldıkları arsalar, evler ve açmayı düşündükleri işyerleri ile ilgilenirler. Türkiye’ye dönüşlerde yolculuk boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. İzin sürelerinin kısa ve yolun uzun olması nedeniyle uçakla gelmeyi tercih edenler yer bulmada sorun yaşar. Karayolu ile gelenler de geçtikleri ülkelerde vize işlemleri ile uğraşmak zorunda kalırlar. Karayolu ve demiryolu ile yapılan uzun yolculuklarda yolcular uykusuz kalır. Bu nedenle kaza geçirip ölen işçilerden de bahsedilir. Gümrüklerdeki kontroller de onları bezdirir. Gümrük kontrollerinin sorunsuz halledilmesi için onlar rüşvet vermek zorunda kalırlar.

“Şarlo Kemal’’ adlı hikâyede Almanya’dan Türkiye’ye izne gelenlerin dört ya da beş haftalık tatillerinde ne yapacaklarını şaşırdıklarından bahsedilir. Onlar; hangi arsayı alacaklarını, yaptıracakları evin kaç katlı olacağını, ilçede fabrika kurup kurmayacaklarını düşünürler.

B. Şahin, Türklerin her yıl memlekete tatile gidememelerinin; maddiyat, yeteri kadar zamanlarının olmaması, alternatif tatilleri tercih edilmesi gibi nedenlerden kaynaklandığını belirtir (2010:165). Hikâyelerde hikâye kahramanlarının, Türkiye’ye döndüklerinde ailelerine ve akrabalarına çeşitli hediyeler getirdikleri, Almanya’ya döndüklerinde de Türkiye’den bir şeyler götürmek zorunda kaldıklarından bahsedilir. Yapılan harcamaların yanı sıra; geliş ve

92

dönüş yol paraları, yolda yapılan harcamalar, gümrük kontrollerinde verilen rüşvetler çoğu zaman onların ekonomisini zorlar.

“Yaman Göç’’ hikâyesinde Kapıkule sınır kapısından Türkiye’ye giriş yapan işçilerin yüzde doksanının Almanya’dan video oynatıcı getirdiklerinden bahsedilir. “Düdüklü Tencere’’ hikâyesinde Pehlivan Rüstem, izin için geldiğinde annesine bir düdüklü tencere alır.

İşçiler izne her geldiklerinde kendilerini, aileleri ve akrabaları için de bir şeyler getirmek zorunda hissederler. Gidiş, dönüş ve hediyeler için yaptıkları harcamalar dolayısıyla onlar artık Türkiye’ye gelmemeyi düşünürler. “Gece Vardiyası’’ hikâyesinde Ökkeş, bu konuda şöyle der:

“(...)Son izne gidişinde getirdiği iki duvar halısından birini dünürü olacak Dilâver’e, birini de Meister Theo’ya verecekti. İzne gidişleri de seyreltecekti artık. Ona hediye, buna hediye. Küçük verdiğin büyük verdiğini kıskanır. Kimseyi hoşnut edemezsin. Alacaklı alacaklı bakarlar yüzüne. Durma borçlan, sorma borçlan! Gelirken de boş gelemezsin. Ona terlik, buna rakı! Şuna işlemeli köy çorapları, sırmalı cepkenler…Lokum getirsen beğenmezler…Yetsin artık! Enayiliği sürdürmenin hiçbir yararı yok!..’’ (s.26)

Hikâyelerde, uzun ya da kısa süreli de olsa memlekete geri dönenlerin getirdikleri eşyaların ve hediyelerin gümrük kontrollerinde başlarına belâ olduğundan bahsedilir.

“Yuh Yuh!’’ hikâyesinde birçok hediye alıp memlekete izne gitme hazırlıklarını tamamlayan Emine, henüz uçağa binmeden; gümrükteki denetçi memurlarının eşyaları dağıtacağını düşünür ve kendi kendine “Daha gümrükte

başlayacaktı rezillikler’’ der. (s.120) Emine, Türkiye sınırına ulaştığında buradaki

gümrük kontrolünde yaşadıklarını, rüşvet vermek zorunda kalanları ve gümrük memurlarının tavrını şöyle anlatır:

“(...)Açıktan alınıp veriliyordu yeşilli morlu marklar. Denetçilerin önünden, kimi açılarak, kimi açılmadan, yavaş yavaş geçiyordu bavullar, çantalar. Yeşil giysili, bıyıklı memurlar, ak tebeşirle birer çarpı çizip savuyorlardı gördüklerini.

93

Soruyorlardı kara bıyıklarının altından: ‘Bu ne? Şu ne? Bütün Almanya’yı taşıdınız, bıkmadınız! Peki bu ne? Bunlardan yok mu Türkiye’de? Buna gümrük vereceksin, Buna da, şuna da vereceksin!..’’ (s.124)

“Yıkım’’ adlı hikâyede iki gün süren otobüs yolculuğunun ardından Kapıkule’ye varan gurbetçilerin, fazla eşyalarına gümrük ödememek için rüşvet vermelerinden bahsedilir. Muavin gümrükte çok fazla bekletilmemek için otobüstekilerden yirmişer mark toplayacağını söyler. Parayı vermek istemeyenlere de

“sabaha kadar beklemek isteyen varsa, vermesin!’’ (s.118) der.

“Sınırı Aşınca’’ adlı hikâyede Türkiye’ye gelen gurbetçilerin uykusuz ve yorucu geçen iki günlük uzun yolculuktan sonra Edirne sınır kapısına vardıklarında

“lacivert giysili, siyah boyun bağlı, kendini beğenmiş bakışlı’’ (s.11) bir görevlinin

yolcuları teker teker sorguladığından ve otobüsün şoförünü çok yorduğundan bahsedilir. Otobüsteki işçiler ile görevli arasında şu konuşma geçer:

“(...)-İki gecedir uykusuzluktan anamız ağladı. -Ne istiyorsun?

-Rahat bırak şoförü.

-Biz canımızı yolda bulmadık! -Çoluk çocuğumuz bekliyor.

-Otur yerine, birini arıyorsan, işte baktın gördün. -Gözdağı mı vereceksin bize?

-Biz adama haraç yedirmeyiz. -Ne bu bee!

-Alman polisinden çek, Alman fabrikatörlerinden, şeflerinden çek, sınırı çoktan aştık. Bir de bizimkilerden mi çekeceğiz?..’’(s.14)

94

“Almanya’dan Gelirken’’ adlı hikâyede gümrük memuru Hayri’nin diğer memurların aksine, kendisine yapılan rüşveti suç olarak görmesinden ve rüşvet kabul etmemesinden bahsedilir. Memlekete dönen işçiler her zamanki gibi getirdikleri fazla eşyalardan gümrük vergisi alınmaması için kendi aralarında on beşer mark toplar. Otobüste bir tek Ramazan Hakyemez adındaki yaşlı adam ‘Gümrük memurlarını hırsızlığa itmem!’’ deyip rüşvet vermeyeceğini söyler; ama bu durum diğer yolcuların tepkisini çeker ve onun yüzünden saatlerce bavullarının aranacağını söylerler. Hayri adındaki gümrük memuru kendisine rüşvet teklif edildiği için çok sinirlenir. Bu yaptıklarının ayıp olduğunu, devletin kendi hakkı olan maaşı verdiğini söyler. Devlet memuruna rüşvet teklif ettikleri için tüm yolcuları otobüsten indirir, yağmurun altında bekletir. Bir tek Ramazan Hakyemez çantası olmadığı için inmez; ama Hayri onun da inmesi için ısrar edince adam karşı çıkar. Adam, Hayri’ye sadece gümrük işlemlerinin yapılacağı malların sahiplerini araçtan indirebileceğini söyler. Sonradan Ramazan Hakyemez’in gümrük başmüfettişi olduğu anlaşılır. Müfettiş, rüşvet almadığı için Hayri’yi tebrik eder.

Yılbaşına doğru izinlerin kısa, yolların uzun, karlı ve buzlu olmasından dolayı çoğu gurbetçi karayolu ile memleketine gitmeye cesaret edemez ve uçakla gitmeyi tercih eder. “Yurda Giden Kızlar’’ hikâyesinde de yılbaşına doğru Almanya’dan kalkan THY uçaklarında yer bulmanın zorluklarından bahsedilir.

“Yolculuk İstanbul’’ adlı hikâyede İstanbul’a tatile gelen Kâmil Erdem’in, havayolu şirketi ile yaşadığı sorunlardan bahsedilir. Kâmil, Alman şirketleri yerine “milli hava yolu’’ diye Türk Hava Yolu acentasına gittiğini belirtir. Burada büyük bir kalabalıkla, kavga ve gürültü ile karşılaşır. Yolculardan biri Düseldorf yerine neden kendisine Berlin bileti kesildiğini, bir diğeri dönüş olmadığı halde neden kendisine dönüş bileti satıldığını sorar. Buna benzer gerekçelerle birçok kişinin mağdûr edildiğini gören Kâmil, buradan bilet almaktan vazgeçer. Bir Alman seyahat acentasına gidip bilet alır; ama pişman olur. Ona, direkt İstanbul’a gidileceği söylense de uçak önce Belgrad’a iner, sonra İstanbul’a hareket eder. Uçaktan indikten sonra da bir itiş kakış başlar. Herkesin bavulu birbirine karışır. Bazı bavullar da kaybolur, adam şöyle tepki gösterir:

95

“(...)Bu ne rezalet, yavu! Almanya’da yere iğne düşse buluruz. Burada koca bavulları bulamıyoruz. Bulsak da yanına varıp alamıyorsun!...İnsan geldiğine, geleceğine pişman oluyor anam avradım olsun! Ne bu işkence, be! Bi mezarımızın kazılmadığı, kefenimizin biçilmediği kalıyor!..’’ (s.112)

Hikâyelerde hikâyenin kahramanlarının ve ailelerinin Türkiye’ye tatile geldiklerine pişman olduklarından bahsedilir. “Bir İzin Hikâyesi’’ adlı hikâyede on yıl aradan sonra ailesiyle birlikte Türkiye’ye dönen hikâye kahramanı memleketine yaklaştıkça heyecanlanır. Bir an önce varmak için direksiyon başındaki eşine hızlı gitmesini söyler. Kadın, her yıl dönüş yolundaki kazalarda ölenleri hatırlatır. Yavaş ve dikkatli gitmenin daha iyi olduğuna kocasını iknâ eder. Üç günlük zorlu ve yorucu yolculuktan sonra kasabaya ulaşırlar. Evde toplanan akrabalarının kendileri için değil de yeni alınan telefon için toplandıklarını öğrenirler. Hikâye kahramanı, babası öldükten sonra halledilemeyen mal bölüşümünü yapmak için notere gider. Burada, işlemlerin yapılabilmesi için ondan nüfus cüzdanı istenir; ama adam nüfus cüzdanı olmadığı için pasaportunu verir. Görevli memur pasaportu kabul etmez. Adam, Almanya’da tüm işlemlerini pasaportla hallederken Tükiye’de bunun kabul edilmemesini anlamakta zorluk çeker. Muhtar ve azalardan gerekli imzaları aldıktan sonra günlerce; vergi dairesi, nüfus müdürlüğü, avukat ve noter arasında gider gelir ama işlerini bir türlü halledemez. Başına gelenlerden dolayı memlekete geldiğine pişman olur:

“(...)On yıldır taşına toprağına, havasına suyuna duyduğum sıcak özlem, günler geçtikçe daha bir yitiyor, Türkiye’yi somut gerçeğiyle yaşıyordum. Trafik kazâlarıyla, enflasyonuyla, çürüyen bürokrasisiyle, yolsuzlukları, rüşveti ve en acısı, giderek yozlaşan, soğuyan dostluk, arkadaşlık ilişkileriyle. Hıçkırıklar top top oluyordu boğazımda. Annemin sulanmış gözlerini, avurtları içine çökmüş yüzünü geride bırakarak, izin bitimine bir hafta kala çıkıyoruz yola. Sınırları sınırlara bağlayan gümrüklerden geçerek E-5 karayolundan dönüş yapan izincilerin arasına karışıyoruz…’’ (s.133-134)

“Kraldan Kralcılar’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı H..K.’nın, tatil için memlekete geldiğinde kaçırılması ve kötü muameleye maruz kalması işlenir. H.K. her yıl olduğu gibi 1992 yılında da ailesiyle birlikte İstanbul’a izne gelir. Kendi

96

arabalarıyla yaptıkları iki günlük zorlu ve tehlikeli yolculuktan sonra Kapıkule’ye varınca yaşadıklarını şu şekilde anlatır:

“(...)Kapıkule’den giriş yaptığımız an, her yıl olduğu gibi, yolda yaşadığımız tüm sıkıntıları, eziyetleri unuttuk. Artık kendi vatanımızdaydık. İkinci sınıf değil de birinci sınıf vatandaş olduğumuz, baba ocağında…’’ (s.87)

H..K.. İstanbul’a geldikten bir hafta sonra sokakta yürürken elleri gözleri bağlanıp bir araca konulur ve kaçırılır. Sivil polis olduklarını söyleyen kişiler, onun bir örgüt elemanı olduğunu söyler ve ona örgütün talimatıyla Türkiye’ye geldiği suçlamasında bulunurlar. Polisler ona, neden ve kimin talimatıyla Türkiye’ye geldiğini sorar. H..K.. ısrarla kendisinin başka biriyle karıştırıldığını, yirmi iki yıldır Almanya’da çalışan bir işçi olduğunu, memlekete izne geldiğini söylese de onları inandıramaz. Ağır işkencelerden sonra yanlış kişiyi aldıklarını fark eden polisler özür dileyip onu serbest bırakır. Adam bırakıldıktan sonra saatinin, kolyesinin ve arabasındaki müzik setinin de çalındığını fark eder. İyileştikten sonra ailesini alıp Almanya’ya geri döner. Bu olaydan sonra adam beş yıl boyunca Türkiye’ye gelmez. “Yabancı Olmak Pek Zormuş’’ adlı hikâyede otuz yıldır Almanya’da yaşayan Şerif, yazın memlekete gittiğinde; geçeceği ülkelerde vize almak, uzun uzun kuyruklarda beklemek, aile üyelerinin her biri için alınacak hediyelerde para ödemek gibi durumlardan dolayı çok yorulduğunu söyler.

Hikâyelerde Türkiye’ye dönen gurbetçilerin yollarda kaza geçirip ölmeleri sıradan bir olay olarak anlatılır. “Yaşamaya Bak’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı, bir arkadaşı ile birlikte Türkiye’ye giderken Zagreb’de kaza geçirir, arkadaşı ölür. Kendisi ise altı ay komada kalır, sonra iyileşir. Hikâye kahramanı Türk işçilerinin tatil için memlekete giderken yollarda kaza geçirmeleri ve burada kendilerine karşı ilgisiz davranılması ile ilgili olarak şöyle der:

“(...)Bizim iş böyle oldu. Efsane mefsane değil, gerçek. Çalıştık ettik, üç beş kuruş tuttuk, ehliyet aldık, bir araba çektik altımıza. Sonra yaz geldi. Ver elini yeşil Bursa, dedik. Karım, çocuklar bekleşiler, babamız Almanya’dan gelecek, araba getirecek, armağan getirecek, para getirecek. Niyette bir de geçen yıl aldığımız

97

arsaya temel atıvermek vardı yıllık izinden yararlanıp…Hep duyardık. Bugün şu kadar, şu gün şu kadar Türk işçisi gidip gelirken Yugoslavya yollarında telef oldu, diye. Biz de katıldık telefe…’’ (s.72)

“Yol Bitmeden’’ adlı hikâyede Davut, yeni aldığı arabasıyla bir haftalığına Türkiye’ye tatile gitmek için yola çıkar. Sofya’ya yaklaştığında alkolün de etkisiyle dikkati dağılır, bir traktörle çarpışır. Kazadan sağ kurtulamaz. Cesedi teşhis etmeye gelen Bulgar polisi, Türk işçilerinin kazalarda ölmelerinden sıradan bir olay gibi bahseder.

Uçak ve otobüs yolculuklarında Doğu ve Batı Almanya’da yapılan sıkı kontroller yolcuları bezdirir. “Sınır Kapısında Vukuat Yok’’ adlı hikâyede tatil izni bittiği için memleketten Almanya’ya dönen Selim Özyurt, arkadaşı Şükrü’nün aracı ile dönmesini bir şans olarak görür:

“(...)Sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Bütün diğer otobüslere hiç durmadan geç diye işaret ediyorlardı. Türk uçağının yolcularını taşıyan otobüsten ise çoluk çocuk herkesi indirdiler. Gümrük binasının önünde kuyruğa dizdiler bizi. Sıcaktan zaten canımız burnumuza gelmişti. Bir rezalet, sorma! Küçük çocuklar ağlıyor. Yaşlı kadınlar kolonyalar sürünüyor, herkes, ama herkes, bir an önce evine varmak istiyordu. Bomboş bir hangarı andıran binanın içinde, upuzun bir masa üzerinde bavullarımızı açtırdılar. Giysiler, iç çamaşırları, fındık fıstık, şeker, lokum taşmıştı dışarıya ağzına kadar dolu bavullardan. Bir görsen şaşarsın…Bütün torbaları, kesekağıtlarını, paketleri açtırdı. Evde az mı uğraşmıştım onları bavula sığdırmağa? Telaş içinde açmağa çalışırken kağıtlar yırtıldı; nohut, mercimek, fasulye, ne varsa saçıldı ortalığa. Su gibi aktılar eşyaların arasına, masanın üzerine, oradan da yere…’’ ( s.7-8)

Yirmi yıldır Almanya’da yaşayan Selim, sınır kapısına yaklaştığında herhangi bir sorun olmadığı halde korkmaya başlar. Kendisinin kanuna aykırı davrandığını düşünür ve bir suç işlemiş gibi hisseder. Selim; polisleri, gümrük memurlarını, gözcü kulelerini ve ışıklandırmaları görünce içinden, bu defa yakayı ele verecekmiş gibi bir his doğduğunu belirtir. Her ne kadar kendisi doldurmuş olsa bile gümrük memurları

98

bavulları açtığında, kim bilir içinden neler çıkacak diye gerilir. Arkadaşı Şükrü, Selim’e rahat olmasını söylediğinde Selim şu cevabı verir:

“(...)Elimde olan bir şey değil ki! Polis, pasaportumu karıştırıp dik dik yüzüme bakmağa başlamıyor mu, yapmış da yapmamış da olsam her suçu itiraf etmeye hazırım…’’ (s.6)

“Türk Lokumu’’ adlı hikâyede tatili bitince Türkiye’den Almanya’ya dönmek üzere olan Emin’in, Alman bir kadın tarafından kandırılmaya çalışılmasından bahsedilir. Adının Yasmin olduğunu söyleyen kadın, Emin’in Düsseldorf’a gideceğini öğrenince kendisinin de Düsseldorf’ta oturduğunu söyler. Kadın, iki hafta önce seyahate çıkarken kimliğini ve parasını çaldırdığını; bu yüzden mahsur kaldığını anlatır. Emin’den, Düsseldorf’taki ailesine gidip kendisine çok acil para yollamasını söylemesini ister ve onlara vermek üzere bir kutu Türk lokumu verir. Emin, onun isteğini yerine getireceğini söyler; ama bir an aklına iki yıl önce arkadaşı İrfan’ın yaşadıkları gelir. İki yıl önce Alman bir kadının, İrfan’a verdiği lokumun içinde eroin çıkınca İrfan’ın tutuklandını hatırlar. Emin, Yasmin’i yanından ayrılır ayrılmaz polise gidip durumu anlatır. Polis kutuyu inceler ve eroini bulur. Alman kadın tutuklanır.

Uzun zaman sonra memleketlerine dönenlerin akrabaları ya da tanıdıklarının çoğu ya ölmüşlerdir ya da başka yere gitmişlerdir. “Sevgi Sınır Tanımaz’’ adlı hikâyede yirmi altı yıl aradan sonra Türkiye’ye tatile gelen Sinan’ın bütün akrabalarının ve tanıdıklarının, öldüğünden ya da başka yerlere taşındıklarından bahsedilir.

Göç araştırmalarında geri dönüş göçü üzerinde çok çalışma olmaması nedeniyle bu hikâyelerde anlatılan geriye dönüşlerin teorik çerçevesinin de sınırlı tutulmasına neden olmuştur. Bu durum göçün kalıcı bir yer değiştirme hareketi olması nedeniyle geçici göçlerin nedenleri ve sonuçları hakkında daha az bilgi sahibi olmamızdan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte incelenen hikâyelerde geçici nedenlerle Almanya’dan Türkiye’ye dönen kişilerden, bu göçün nedenlerinden ve sonuçlarından olabildiğince bahsedildiğini gördük. Hikâyelerde; geri dönüş yolunda gümrüklerde yapılan kontroller ve bundan kurtulmak için rüşvet verilmesi, hangi

99

ulaşım yolunu tercih ettikleri, yollarda kaza geçirmeleri, dönenlerin bu kısa sürede neler yapacaklarına dair plan yapmaları, geride kalan yakınlarına hediye götürmeleri, dönen “Almancıların’’ kandırılmaya çalışılması, geride kalan akrabalarının artık hayatta olmamaları gibi durumlardan bahsedildiği tespit edilmiştir.

Tablo 8: Geçici Olarak Dönenlerin İncelendiği Hikâyeler

Yazarlar Hikâyeler

A. Özenç Çağlar Bir İzin Hikâyesi Bekir Yıldız Yaman Göç

Fakir Baykurt Gece Vardiyası, Yuh Yuh!, Yabancı Olmak Pek Zormuş

Fethi Savaşçı Almanya’dan Gelirken, Sınırı Aşınca, Sevgi Sınır Tanımaz

Habib Bektaş Yıkım

Kemal Kurt Sınır Kapısında Vukuat Yok Murat Karaaslan Kraldan Kralcılar, Türk Lokumu Özdemir Başargan Yolculuk İstanbul,

Özgen Ergin Şarlo Kemal S. Salih Gör Yol Bitmeden Yüksel Pazarkaya Yaşamaya Bak