• Sonuç bulunamadı

3.5. TÜRKLERİN VE ALMANLARIN BİRBİRİLERİYLE İLİŞKİLERİ

3.5.2. OLUMSUZ İLİŞKİLER

Almanlarla Türkler arasındaki olumsuz komşuluk ilişkilerinde Almanlar; Türk komşularının evine hiç gitmeyen, yolda görünce onlara merhaba demeyen, yabancı oldukları için onları sevmeyen, aynı apartmanda kalmak istemediği Türk komşusuna iftira atan, yalnızca köpekleriyle ilgilenen, yalnız yaşayan ve asık yüzlü insanlar olarak anlatılır. Türkler ise terslenecekleri korkusuyla Alman komşularıyla konuşmaz. Yetişkinler, komşularıyla iletişim kuramadığı için evde yalnız kalmaktan sıkılıp bunalırlar. Çocuklar ise Alman arkadaşlarıyla oynamak istediklerinde dışlanırlar.

3.5.2.1. Kötü Komşuluk İlişkileri

“Sevgi Yandı’’ adlı hikâyede Bayan Schwarz’ın, Türk komşularının evine hiç gitmemesinden bahsedilir. Bir gün Mustafa’nın küçük kardeşi Sevgi, üzerine çay döküp vücudunu yakınca Bayan Schwarz olup biteni merak eder, istemeden de olsa Türk komşusuna gider.

137

“Yabancı Olmak Pek Zormuş’’ adlı hikâyede otuz yıldır Almanya’da yaşayan Şerif’in, Alman komşularıyla olan sınırlı komşuluk ilişkilerinden bahsedilir:

“(...)Bir de eski evimiz dört katlı bir yapıdaydı, şimdiki yirmi dört katlı! Her katta 16’şar ev! Ne selâm alan var, ne veren! Kimin kim olduğunu bilmiyorsun. Temiz pak giyinmiş insanların hepsi gözüme şef görünür. Biraz yanlış baksam ya da sarmısaklı koksam; ya da işten geliyorum, terim koksa, azarlayacaklar diye ödüm kopar…’’ (s.119)

“Kanserli Kadın’’ adlı hikâyede Yıldız ile Nuri yabancı düşmanlığından dolayı ev ve barınma sorunları yaşarlar. Ev sahibinin eski bir Nazi olduğunu söyleyen Yıldız, yaşlı kadının çok disiplinli olmasından dolayı evine hiç misafir çağıramadığını ve geceleri evine erken gelmek zorunda kaldığını söyler.

“Bir Küçük Burjuvanın Acıları II’’ adlı hikâyede Selma, Alman komşularını yemeğe davet eder. Misafirler, Selma’nın kendileri için yaptığı hazırlıkları görünce onu övmeye başlarlar. Selma ise “Almanların birdenbire nasıl sert olabildiklerini,

kavgaya tutuşup ağır konuştuklarını’’ (s.62) birçok defa gördüğü için onların,

yaptıkları iltifatlarda samimi olduklarını düşünmez ve onları ikiyüzlü olarak görür. “Kapımızda Polis’’ hikâyesinde Eirmann’ın, Türk komşuları Abdül’ün ailesi ile aynı apartmanda kalmamak için iftira atıp onları polise şikâyet etmesinden bahsedilir. Eirmann, Abdül’ün oğlu Ulaş’ın kendi oğlunu dövdüğünü söyleyip onlardan şikâyetçi olur. Abdül, oğlunun Eirmann’ın oğlundan çok küçük olduğu için onu dövmesinin mümkün olmadığını söylese de polis ona inanmaz. Abdül, dışarıda oyun oynayan oğlunu bulup getirince polis gerçeği kabul eder ve geri gider. Sonradan Abdül ve ailesi bunun Alman komşuları tarafından uydurulan bir yalan olduğunu öğrenir.

“Bayan Zibal’’ adlı hikâyede Hitler döneminde gardiyanlık yapan doksan bir yaşındaki Zibal’in, Tahsin ve Hayriye ile olan kötü komşuluk ilişkilerinden bahsedilir. Gençliğinde birçok Yahudi’nin işkence edilmesine ve öldürülmesine tanıklık eden Bayan Zibal, yabancıları sevmez. Hayriye ve Tahsin’den önceki Hırvat

138

komşularını da şikâyet eden Zibal Türk komşularının merhabasını almaz, onlara merhaba da vermez.

Gülseren Heydorn da hikâyelerinde Gönül Özgül gibi kadın karakterler üzerinden yabancı düşmanlığından kaynaklanan olumsuz komşuluk ilişkileri anlatır. “Uyumlu Aile’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı olan kadın; bir Alman komşusunun yabancı olduğu için gözlerinin içine baka baka selâm vermeden yanından geçtiğini söyler.

“Karl Bauer’in Yabancılığı’’ adlı hikâyede aynı apartmanda oturduğu hâlde birbirilerini tanımayan insanlardan bahsedilir. Onlar, yalnızca merdivenlerde karşılaştıklarında birbirilerinin yüzlerini hatırlarlar. Bu durum donuk ve kıpırtısız bir resme benzetilir. Hikâyenin kahramanı, Almanlar arasındaki tek Türk aile olduklarını söyler. Evlerine gelen giden olmadığı için eşinin, dört duvar arasında sıkışıp kaldığını ve birileriyle dertleşmek, konuşmak istediğini belirtir.

“İlknur’’ adlı hikâyede on dört yaşındaki İlknur, Türkler ve Almanların komşuluk ilişkilerinin ne kadar zayıf olduğundan bahseder. İlknur, Alman komşularının kendilerine sıcak davranmadıklarını, merdivenlerde karşılaştıklarında “Guten Tag’’ dışında bir şey demediklerini belirtir. Almanların yalnızca Türklerle değil birbirileriyle de sınırlı ilişki kurduklarını söyler. İlknur, Alman komşularını şöyle anlatır:

“(...)Bizim alt katta zayıfça bir kadın var. Bir gün olsun bize selam verdiğini görmedik. Hep yüzü asık; hiç sevmiyor yabancıları. Ona ‘buzdolabı’ diyoruz biz aramızda. Bir başka yaşlı komşumuz, beyaz tüylü, küçücük köpeğiyle uğraşıp duruyor gün boyu. Başkasına aldırdığı yok…Bu kadın yalnız ve yaşlı olduğu için annem ona hep acıyordu. Kocası dört yıl önce hastalıktan öldü. Arayanı soranı hiç yok. Köpeğiyle konuşuyor bu yüzden. Annem, ‘Şu kadını çağır bize, kek yapayım çayla birlikte. Yazık hep yalnız!’ dedi bana. Kapıda rastladım söyledim kadına. ‘Hayır hayır, teşekkür ederim.’ dedi kaçtı içeriye. Onun bu davranışına hiçbir anlam

139

veremedim. Anneme anlattım, ‘Artık acımayacağım, ne hali varsa görsün!’ dedi..’’

(s.85)

İlknur, arkadaşlarının çoğunun Türk olduğunu; Alman çocuklarının kendilerinden uzak durduğunu söyler. Buna karşılık; Türk, Yugoslav ve Yunan çocuklarının birbirileriyle iyi anlaştıklarını, bunda herkesin yabancı olmasının da rolü olduğunu belirtir.

“Kırk Yılda Bir Yaş Günü’’ adlı hikâyede Nusstrassa adı verilen yerde yaşayan Türkler ve Almanlar arasındaki olumsuz ilişkiden bahsedilir. Türkler ve Almanlar arasında gerçek bir samimiyet yoktur. Onların ilişkileri kuru bir selâmlaşmadan ileriye gitmez. Almanlar, yabancılar arasında en çok Türklerin gürültü çıkardıklarını söyler; ama İtalyanlar ve Yunanlıların bu konuda Türklerden önce geldiği ve Almanların, bütün yabancılara aynı gözle bakmadıkları belirtilir.

İncelenen hikâyelerde Alman ve Türk işçilerin arkadaşlıkları sadece işyeri ile sınırlıdır. İş bittikten sonra da kimse birbirini sormaz. Çok uzun yıllar Almanya’da yaşadıkları hâlde kimi Türklerin tek bir Alman arkadaşı yoktur. Türklerin, Almanlarla arkadaşlık kuramamalarının bir nedeni de Almanların ilişkilerinde resmiyete çok önem vermeleridir. Almanlarla arkadaşlık kuramayan Türklerin, hayvanlarla konuşup dertlerini onlara anlattıklarından bahsedilir. Türklerin çeşitli vesilelerle, kendilerine yardım etmelerini Almanlar farklı yorumlar. Onların, kendilerine yaranmak ve kendilerinden para almak için böyle davrandıklarını düşünürler. Almanlar, zor durumda kalan Türklere yabancı oldukları için; Türkler ise kendi yurttaşları da olsa başlarına belâ olacağı endişesiyle yardım etmezler. Bu hikâyelerde de kimi yaşlı Almanlar, yabancı da olsa zor durumda kalan Türklere yardım ederler.

“Bello’’ adlı hikâyede hikâye kahramanının, on sekiz yıldır Almanya’da olduğu hâlde gerçek bir Alman arkadaşının olmadığından bahsedilir. Adam, Almanlarla olan iş arkadaşlıklarının büro kapısı eşiğinde; fabrika arkadaşlıklarının da fabrika kapısında bittiğini söyler. Sahipleri tarafından Berlin’deki Grimnitz Gölü’ne gezdirilmeye getirilen farklı cins köpeklerin hemen arkadaş olduklarını görünce

140

adam, yabancılarla Almanların ilişki kuramamasına üzülür. Hikâyenin kahramanı evine döndüğünde komşusunun köpeği Bello ile konuşur ve ona şöyle der:

“(...)Bello, seninle barış içinde yaşamak istiyorum. Ben senin komşunum, dostunum. Hadi el ver, Bello! El ver!’’ Bello, sağ ayağını kaldırdı, avucuma koydu…’’ (s.36)

“Kardeş Kent’’ adlı hikâyede Almanya’nın K. kenti ile Türkiye’deki S. kentinin kardeş kentler olmalarının önündeki engellerden bahsedilir. K. Kenti S. kenti belediyesine gönderdiği mektupta birbirileriyle kardeş kent olma ve karşılıklı kültürel etkinlikler gerçekleştirmek istediklerini yazar. Bu mektup S. kentinde coşkuyla karşılanır. Kentin belediye başkanı ile Alamancı Münir anlaşmanın içeriğine dair görüşmek için Almanya’ya gitmeye karar verir; fakat Alman konsolosluğu onlara vize vermez. Defalarca gittikleri halde bir netice alamadıkları için kaçak yollardan gitmeye çalışırlar; ama Almanya sınırında yakalanıp hapse atılırlar. Her ne kadar amaçlarının Almanya’ya sığınmak olmadığını söyleseler de serbest bırakılmazlar.

“Willinger’’ adlı hikâyede Köln’de bir ‘Düşkünler Yurdu’nda yaşlılarla gönüllü olarak ilgilenen Erdal ve Willinger’in arasındaki ilişkiden bahsedilir. Erdal, yaşlı Willinger’e Willi deyince adam sinirlenir. Willinger; Erdal’ın, Almanya’da yaşadığı ve burada üniversite öğrencisi olduğu hâlde nasıl konuşulacağını bilmediğini söyler. Erdal ise altı aydır kendisini ziyaret etmesi ve onunla ilgilenmesinden doğan samimiyetten dolayı Willi dediğini söyler; ama Willinger onun bu açıklamasını kabul etmez.

“Ödül’’ adlı hikâyede Mustafa, Hildesheim adlı şehirde oturan kızını ve damadını ziyaret ettikten sonra kamyonuyla Berlin’e geri döner. Mola verdiğinde yanına gelen bir Alman kadın, cüzdanı kaybolduğu için yolda kaldığını söyler ve kendisini de Berlin’e götürüp götürmeyeceğini sorar. Mustafa olumlu yanıt verir:

“(...)Mustafa’nın yüreği yufkaydı, daha da yufkaldı. İlkin o, bir kadındı. İkincisi bir Alman. Bir Türk erkeğinden yardım diliyordu! Almanya’da horlanan Türkleri aklayacak tek tanık kendisiydi sanki…’’ (s.63)

141

Yolda kadının sancıları tutunca Mustafa, onun hâmile olduğunu ve doğumunun yaklaştığını öğrenir. Mustafa onu bir hastaneye yetiştirir. Geri döndüğünde, arabada kadının çantasının kaldığını görür. Çantayı kadının kocasına vermek ve eşinin yatırıldığı hastaneyi haber vermek için adamı bulup durumu anlatır. Adam; Mustafa’nın, karısını hâmile bıraktığını, kendisini de işinden kovmaya neden olduğunu iddia edip onu çok fenâ döver.

“Taksici Zihni’’ adlı hikâyede Zihni, gece son müşterisini bırakıp döndüğünde yol kenarında bir arabanın bir ağaca çarptığını ve arabadan alevler çıktığını görür. Yanan arabaya yaklaşınca bir kadının yaralı ve baygın bir hâlde olduğunu görür. Arabanın patlama ihtimali çok yüksek olduğu halde Zihni, canı pahasına da olsa camı kırıp kadını sıkıştığı yerden çıkarır ve onu hemen hastaneye yetiştirir. Birkaç gün sonra bir demet karanfil alıp kadını ziyarete gider. Kapıyı hafifçe tıklatıp içeri girince kadın ona kim olduğunu sorar. Zihni kendisini kurtarıp hastaneye getiren taksici olduğunu söyler. Kadın, Zihni’ye “Sizde kapı çalmak âdet değil herhalde?’’ diye çıkışır. Kadının bu cevabı karşısında şaşıran Zihni, kapıyı çaldığını söyler. Bu esnada hemşire odaya gelir. Kadın, hemşireye; herkesin hastaneye elini kolunu sallayarak girmesinden şikâyet eder. Hemşire, içeri girenin herhangi biri değil kendisini kurtaran kişi olduğunu söyler. Sonrasında Zihni ile kadın arasındaki konuşmalar Zihni’nin çok üzülmesine neden olur:

“(...)‘Her ne ise! Bu hastanede kendimi emniyette hissetmiyorum!’ dedi kadın ve yanında duran çantasını açıp içinden çıkarttığı parayı Zihni’ye uzattı:

’Alın bunu zahmetinize karşılık olsun, iyi günler size!’

Zihni neye uğradığını şaşırmıştı! Bir kadına, bir hemşireye baktı: ‘Ben para istemiyorum, sizi sormak…’

‘Alın alın ve beni rahat bırakın!’ dedi kadın…

O ana kadar olanlara inanmak bile istemeyen Zihni avucunda ovalamakta olduğu parayı kadının üzerine atıp çıkış kapısına yöneldi!..’’ (s.86)

142

“İyilik Yargılanıyor’’ adlı hikâyede arabasına aldığı bir Alman ile birlikte

kaza geçiren bir Türk işçi’nin başına gelenlerden bahsedilir. Türk işçi, hastası olduğu için acilen eve gitmesi gerektiğini söyleyen Alman’ı arabasına alır. Yolda kaza geçirirler. Alman yasalarına göre şoför, arabasına aldığı her kişiden sorumludur; bu yüzden Alman, Türk şoför hakkında dava açar ve kaza sonrasında yaptığı tedavi masraflarını ondan ister. Kaçabileceği endişesiyle yargıç Türk işçinin pasaportuna el koyunca adam mecburen Alman’ın tedavi masraflarını öder.

“Kermes’’ adlı hikâyede dayak yiyen ve yaralı bir hâlde yerde yatan Hasan’ın yanından geçen bir Türk aile ile bir Alman çiftin ona yardım etmeden oradan uzaklaşmaları sonrasında yaşlı bir Alman kadının Hasan’a yardım etmesinden bahsedilir. Bir Alman genci, kız arkadaşına baktığını iddia edip Hasan’ı döver. Hasan’ın burnu kırılır. Baygın bir halde kanlar içinde yerde yatan Hasan’ı önce bir Türk aile görür. Oğlu babasına ambulans çağırıp polise haber vermeleri gerektiğini söyleyince babası şâhitlik etmeyi ve “işini gücünü bırakıp mahkemelere gitmeyi’’ (s.50) kabul etmez. Patronunun, kendisini işten çıkarması için fırsat kolladığını söyler. Almanların, bu olayı kan davası olarak görüp meselenin kendisi üzerinde kalacağını düşünür; bu yüzden oradan uzaklaşırlar. Onlar gittikten sonra genç bir Alman çifti kanlar içindeki Hasan’ı görür. Kız, erkek arkadaşına yaralı adama yardım etmeleri gerektiğini söyleyince arkadaşı şöyle der:

“(...)‘Bizi hiç ilgilendirmez’ dedi adam. ‘Acaba neyin nesidir, bilmiyoruz ki! Belki de eli bıçaklının biridir. Onların işlerine karışmak istemem doğrusu. Eğer canları birbirilerini bıçaklamak istiyorlarsa, bu kendi bilecekleri bir iş. Biri daha azalmış olur yeryüzünden.’ …’’ (s.51)

Hasan, ağır aksak evine kadar yürür. Tek başına yaşayan yaşlı Alman komşusu Frau Schulz, Hasan’ı o halde görünce hemen burnundaki ve yüzündeki kanı siler. Frau Schulz, Hasan’a bir şey olacağı endişesiyle evine gitmesine izin vermez. Hasan’a bir çorba yaptıktan sonra ona bir yatak hazırlar. Hasan, kendisine gösterilen bu ilgiden memnun olur:

143

“(...)Yorganını burnuna çekti Hasan. Ne de hoş deterjan kokuyordu. Gözlerini yumdu ve hemen aralıksız, derin bir uykuya daldı. Almanya’ya geleli beri ilk kez yalnız hissetmiyordu kendisini…’’ (s.53)

Tablo 5.2.1. Kötü Komşuluk İlişkilerinin İncelendiği Hikâyeler

Yazarlar Hikâyeler

Aysel Özakın Bir Küçük Burjuvanın Acıları II Bekir Yıldız İyilik Yargılanıyor

Fakir Baykurt Sevgi Yandı, Yabancı Olmak Pek Zormuş, Kapımızda Polis

Fethi Savaşçı Kanserli Kadın, Bayan Zibal Gülseren Heydorn Uyumlu Aile

Habib Bektaş Kardeş Kent Kemal Kurt Kermes Muammer Bilge İlknur Murat Karaaslan Taksici Zihni, Özdemir Başargan Bello, Ödül Özgen Ergin Willinger

Rıza Hekim Kırk Yılda Bir Yaş Günü Yüksel Pazarkaya Karl Bauer’in Yabancılığı

3.5.2.2. Olumsuz Arkadaşlık ya da Evlilik İlişkileri

Alman ebeveynleri, çocuklarının Türk gençlerle evlenmemesi için iftira atmak dâhil ellerinden gelen her yolu denerler. Aynı şekilde Türk anne ve babalar da

144

çocuklarının Almanlarla evlenmemeleleri için onları iknâ etmeye çalışırlar. Bu iki taraf da çoğu zaman düşündüklerini gerçekleştirirler.

“On İki Yıl Sonra’’ adlı hikâyede Elene’nin babası, yabancı olduğu için kızının Ali ile arkadaş olmasını istemez. Ali’den kurtulmak için kızlarını da iknâ edip ona kötü bir oyun oynar. Elene’nin kardeşi Christina, evlerinin önünden geçen Ali’yi yukarı çağırır. Elene’nin kendisini beklediğini söyler. İçeri giren Ali bir anda kızın babasını karşısında görür. İri yarı adam, kızına sarkıntılık yaptığını söyleyip Ali’yi döver, onu merdivenlerden aşağı atar. Ali, üç gün hastanede kaldıktan sonra taburcu edilir. Bu defa da polis onun peşine düşer. Elene’nin babası polise, eve geldiğinde Ali’nin; küçük kızını zorla bodrum katına götürmeye çalıştığını söyler. Christina ve Elene de babalarını onaylar. Ali, daha önce Elene ile çektikleri bir fotoğraf sayesinde bu olaydan kurtulur. Ali, Elene’nin kendisi hakkında yalan söylemesini bir türlü kabullenemez:

“(...)Mahkemede ayağa fırlamış, kırık dökük Almancasıyla ve giderek boğulan sesiyle gerçekleri anlatmaya çalışmıştı ama Elene de yalan söylemeyeceğine yemin ettiği halde:

‘Bu adamı tanımıyorum. İlk olarak o gece gördüm. Daha önce hiç karşılaşmamıştım!’ diye ifade vermişti. Elene’nin bu sözleri üzerine kurşun yemiş gibi sarsılmış, uzun uzun Elene’ye, babasına, hakime, savcıya, avukatlara bakmış, yıkılır gibi yerine oturup sarsıla sarsıla ağlamış, bir daha da hiç konuşmamıştı…’’

(s.41)

“Özür Dilerim’’ adlı hikâyede Ayhan, Türk olduğu için Alman kadınların kendisiyle konuşmadıklarını bu yüzden onlarla bir türlü ilişki kuramadığını söyler. Ayhan, tanıştığı kadınlara Türk olduğunu söylediğinde onların yüzündeki gülümseme yok olur. Yabancıların en çok rahat ettikleri ‘Altstadt’ isimli yerde bile Alman kadınlar, Türklerden uzak durur ve Türkleri hor görürler.

“Gaby’nin Çocuğu’’ adlı hikâyede Müslüman olduğu için Gaby’nin annesinin, kızının Mevlüt ile evlenmesine karşı çıkmasından bahsedilir. Uzun bir süredir birlikte olan Mevlüt ve Gaby, Gaby’nin hâmile kalması dolayısıyla

145

evlenmeye karar verirler. Gaby durumu annesine söyleyince annesi, kızının bir yabancıdan hâmile kalmasını ve onunla evlenmek istemesini kabul etmez. Akrabalarının bunu duyması hâlinde rezil olacaklarını söyler ve bu evliliğe karşı çıkar. Annesi, Gaby’nin bebeğini aldırması için baskı yapar. Mevlüt; Gaby’nin annesinden, aldıkları bu karara anlayış göstermesini bekler. Kadın, Mevlüt’e bu evliliğin önündeki engelleri hatırlatır:

‘‘...Anlayış mı? Bunun nesine anlayış göstereyim. Bu tür evlilikler, mutluluk vermez oğlum! Hepimize azap, işkence olur! İki ayrı dini, iki ayrı dilin insanlarısınız! Kültürünüz, gelenekleriniz, görenekleriniz ayrı ayrı. Sizden doğacak bebeklere acırım doğrusu! Hanginizin kültürüne uyacaklar? Hanginiz onları terbiyesine göre yetiştirecek? Doğacak çocuklarınız Müslüman mı yoksa Hristiyan mı olacaklar? Yoksa dinsiz mi kalacaklar? Ne camiye gitsinler ne de kiliseye, öyle mi?..’ (s.60)

“Nasıl Bakarım Gözlerinin İçine?’’ adlı hikâyede ailesinin, Zafer’in bir Alman kızla arkadaşlık kurmasını istememesinden bahsedilir. Babası, Alman kız arkadaşı Katja ile olan ilişkisi dolayısıyla Zafer’e karşı mesafelidir. Annesi de Alman kızlarıyla baş edemeyeceğini söyleyip oğlunu Katja’dan vazgeçirmeye çalışır. Bir gün babası, onu kız arkadaşının yanında azarlar. Ona, Alman kızla arkadaş olmakla amacının ailesini komşularına rezil etmek olduğunu söyler ve kızın peşini bırakması için oğlunu uyarır. Katja da Zafer’e, kendi babasının da bir Türk ile arkadaşlık yapmasına kızdığını söyleyip sevgili olmalarının mümkün olmadığını söyler. Zafer, ailesinin kendisini bir Türk kızıyla evlendirme isteğini kesinlikle reddeder. Bir Türk kızıyla evlenirse akrabalarından, yakasını bir daha kurtaramayacağından; kızın ailesinin, onun her şeyine karışıp kendisine rahat vermeyeceklerini söyler.

“Gönül Muhabbet İster’’ adlı hikâyede Almanya’da büyüyen Bayram’ın birçok Alman sevgilisi olduğu hâlde Bayram, Almanya’daki kızların namuslarına sahip çıkmadıklarını söyleyip Türkiye’den bir akrabasıyla evlenir:

“(...)Buradaki kızlar namuslarına sahip çıkmıyorlar. Tanımadığım biriyle evlenmem! Ben, beş altı sene Hamburg’ta yaşadım. Orda benim Alman kız arkadaşım vardı. Ondan önce birçok kız arkadaşım oldu. Ohoo, o zamanlar biz neler yapmadık ki. Alman kız arkadaşım evleneceğimi duymuş. ‘Türkiye’ye gitme. Benimle

146

evlen.’ Diye tutturdu. Onu kandırmak için, ‘Türkiye’ye evlenmek için değil, tatil yapmak için gidiyorum!’ dedim…’’ (s.38)

“Türk Bakkalı’’ adlı hikâyede bir Türk kadının Alman kocası ile olan ilişkilerinden bahsedilir. Kadın, Alman arkadaşına Müslüman olup sünnet olursa onunla evleneceğini söyler. Adam da kabul eder. Türk bakkallarından alışveriş yapan kadın, kocasını da buna alıştırır. Evlendiklerinden beri evlerine domuz eti girmez.

“Hasıraltı’’ adlı hikâyede iş kazası geçiren Osman, kazadan sonra ayağından akan kan durmayınca, iş arkadaşı Hans’a gidip ondan kendisini doktora götürmesini ister; ama Hans hiçbir şey olmamış gibi birasını içmeye devam eder. Kılını bile kıpırdatmaz:

“(...)Hans, yarasına kaçamak bir göz attı. Sandövicini ısırdı, bira şişesini tepesine dikti kayıtsızca. Düş kırıklığı içinde bekliyordu Osman. Bekleyecekti. Hans kahvaltısını bitirdi. Osman gene sekerek oturdu. Usulca sordu:’Şimdi gidiyoruz, değil mi? Kahvaltını bitirdin. Artık gidiyoruz değil mi? Lütfen Hans, iş arkadaşı değil miyiz? Her gün birlikte çalışıyoruz. Arkadaş olarak sen de beni doktora götürmezsen, kim götürür’…Kulakları sağırmışçasına ilgisiz bir tutumla, kayıtsızca kaygısızca bir sigara tellendirdi, bira şişesini dikti tepesine Hans. Başka bir Alman arkadaşı, uzun süre sızlanıp kıvranışına dayanamadı, canına yetişti Osman’ın. Arabasına alıp kaza doktoruna götürdü…’’ (s.9-10)

“Şarlo Kemal’’ adlı hikâyede hikâyenin kahramanı Kemal, Emel ile evlendikten sonra Almanya’ya gider, iç güveysi olur. Gündüz eşi dâhil evdeki herkes işe gittiği için Kemal yalnız kalır ve canı çok sıkılır; bu yüzden Alman gençlerinin gittiği ‘çayevlerine, kahvelere’ gitmeye başlar. Buralarda kimse onunla konuşmaz. Bir iş bulup işe gittiğinde de Alman iş arkadaşlarından; getir, götür, yap, daha çabuk gibi buyruklar dışında iki sevimli söz duymaz. Kemal, afişlerde boya ile yazılmış “Türken Raus’’ (Türkler Dışarı!) yazısını görür. Hikâyede, Kemal’in yaşadığı