• Sonuç bulunamadı

Teâruzun Caiz ve Fiilen Vaki Olduğunu Kabul Edenler

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.2. Teâruzun Ġmkânı ve Vukuu

2.1.2.2. Teâruzun Caiz ve Fiilen Vaki Olduğunu Kabul Edenler

Yukarıda isimlerine yer verdiğimiz âlimler, çeĢitli delillerden yola çıkarak, Ģer‟î deliller arasında teâruzun hakikatte gerçekleĢmesinin mümkün olmadığını, olsa olsa sadece müctehidin nazarında, zahiren söz konusu olduğu görüĢünü savunurken bazı âlimler de deliller arası çatıĢmanın ilkesel olarak mümkün ve fiilen de

225

Bkz. Berzencî, et-Teâruz ve‟t-Tercîh, I, 46; Râzî, el-Mahsûl, II, 434-435.

226 Nisâ 4/82.

106

gerçekleĢtiği görüĢündedirler. Bazı ġâfiî fakîhler ile Musavvibe‟nin228 cumhuru, ister aklî veya naklî olsun, isterse de kat‟î veya zannî olsun deliller arasında teâruzun zahirde ve müctehidin nazarında mümkün ve vaki olduğu gibi hakikatte de caiz ve vaki olduğu görüĢündedirler. Bunlara göre Ģer‟î deliller arasında teâruz/çatıĢma mutlak olarak ve nefsü‟l-emirde vukuunun tasavvuru imkân dâhilindedir. ġevkânî, ĠrĢâdu‟l- Fuhûl‟da Ġmam Mâverdî (v. 450/1058) ve Rüyânî ‟nin, âlimlerin çoğunluğundan Ģu nakilde bulunduklarına yer vermektedir:

“Aralarındaki denklik nedeniyle iki delilden birinin diğerine tercih edilemez olması, bu delillerin birbiriyle çatıĢması anlamına gelir. Deliller arası bu çatıĢma/teâruz, realitede/nefsü‟l-emirde caiz ve fiilen de vakidir.”229

Teâruzun mutlak olarak caiz ve fiilen vaki olduğunu kabul eden bu âlimler, görüĢlerini aklî ve naklî bir takım delillerle desteklemektedirler. Bu delillerden bazıları Ģunlardır:

1. Teâruzun reddi ya aklî ya da naklî delile dayanmaktadır. Bu delil akli

olamaz. Nitekim iki delilin/emarenin kuvvet derecesi itibariyle müsavi olmalarını akıl muhal görmez. Çünkü bir Ģey hakkında haber veren adil iki kiĢiden biri müspet, diğeri menfi haber verebilir. Bu delil naklî de olamaz. Çünkü teâruzu reddedenlere göre, birbiriyle çatıĢan iki delilin her biriyle amel etmek mümkün olmadığı gibi mükellefin

228 Musavvibe; “Ġctihadi meselelerde her müctehid musibtir, yani içtihadında isabet etmiĢtir”, görüĢünü

savunan usûlcülere verilen isimdir. Ġctihatta hata-isabet meselesi ictihadın hükmüyle ilgili tartıĢmaların odağında yer alır ve usûlcüler bu konuda, her müctehidin isabet ettiğini savunanlarla (musavvibe), içlerinden sadece birinin isabet edeceğini ileri sürenler (arada boĢluk bırakmamıĢsınız) (muhattıe) Ģeklinde iki gruba ayrılır. Her müctehidin doğruyu tutturduğu tezine sahip birinci eğilim daha çok Basra Mu'tezilesi'ne ve önde gelen Mu'tezilî bilginlerden Ebu'I-Hüzeyl el-Allâf, Ebû HâĢim ve Ebû Ali ec-Cübbâî'ye nispet edilir. Fakat Bakıllânî, Gazzâlî ve Necmuddîn et-Tûfî gibi önde gelen birçok muhakkik Sünnî usûlcünün de bu kanaati benimsediği görülmektedir. BaĢta Hanefîler ve Mâlikîler olmak üzere Hanbelîler‟in çoğunluğu ile bir kısım ġâfiî usûlcüleri ise ikinci grupta yer alır. ġâfiîler‟den Ebû Ġshak el-Ġsferayânî, Ebû Ġshak eĢ­ġîrâzî, Fahruddîn er-Râzî ve Sirâcuddîn el-Urmevî; Mâlikîler‟den Ebu‟l-Velîd el-Bâcî, Ġbn RüĢd ve Cemâluddîn Ġbnu‟l-Hâcib de bu gruptandır. Ebû Hanîfe, Mâlik, ġâfiî ve Ahmed b. Hanbel ile EĢ'ârî'nin bu konudaki kanaatlerine iliĢkin birbirine zıt rivayetler bulunmaktadır. Hata-isabet meselesinin temelinde Allah'ın ictihadi konularda muayyen bir hükmünün bulunup bulunmadığı tartıĢması yer alır. Her müctehidin isabet ettiğini savunanların büyük çoğunluğuna göre hakkında nass bulunmayan bu tür meselelerde ictihattan önce bir hüküm yoktur; aksine hüküm müctehidin zannına tabidir ve Allah'ın her müctehid hakkındaki hükmü onların ictihadlarının ulaĢtığı sonuçtur. (GeniĢ bilgi için bkz. Hacı Yunus Apaydın, “Ġctihad ”, DĠA, Ġstanbul 2000, XXI, 440-441.)

229 ZerkeĢî, el-Bahru‟l-Muhît, IV, 411; ġevkânî, ĠrĢâdu‟l-Fuhûl, 889; Berzencî, et-Teâruz ve‟t- Tercîh, I, 44.

107

bu hükümlerden birini seçme hakkı da yoktur. Ġleri sürdükleri bu delil de geçerli bir delil değildir. Zira birbirine denk iki delilin varlığı hâlinde, mükelleften bu delillerin içerdiği hükümlerden birini seçmesi, diğerinin terkini istediği anlamına gelir. Nitekim hakiki teâruz durumunda yapılan da delile dayanarak, çatıĢan iki hükümden birini tercih etmektir.

2. Hükümlere delâlet eden deliller, kat‟î ve zannî olarak taksime tabi tutulmuĢtur. Deliller de kitap ve sünnet olabildiği gibi, kıyas, istishâb, mesâlih-i mürsele gibi diğer Ģer‟î deliller de olabilir. Ġki kıyas, iki illet, iki mesâlih-i mürsele arasında teâruz söz konusu olabildiği gibi Kitap ve sünnet arasında da olabilir.

3. Hz. Peygamber, “Hâkim hüküm vermek için ictihad edip de isabet ederse ona iki sevap, hata ederse bir sevap kazanır.”230 sözüyle ictihadı doğru ve hatalı olmak üzere iki kısma ayırmıĢtır. Ġctihad zorunlu ve doğal olarak hakkında kat‟î nass bulunmayan içtihadi meselelerde- ihtilâfa yol açar. Çünkü her müctehid kendi görüĢ ve anlayıĢına göre ictihatta bulunur ki bu da ihtilafa neden olur. Hz. Peygamber‟in bizzat ihtilafı doğuran içtihada cevaz vermesi, ihtilafa cevaz vermesi anlamına; ihtilafa cevaz vermesi de teâruza izin verme anlamına gelmektedir. Öyleyse teâruz mahzurlu olmasının aksine dinen meĢru, câiz ve sabit bir hakikattir.

4. Keffaretlerle ilgili ayet-i kerimelere bakıldığında Allah (c.c), mükellefi bu

ayet-i kerimelerde yer verilen seçeneklerden birini tercih noktasında serbest bırakmıĢtır. Bu husus bize mükellefin Ģer‟î hükümler arasında seçim yapma noktasında muhayyer bırakıldığını ve ihtilafa yol açan teâruzun vuku bulabileceğini göstermektedir.231

230 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, 494.

108

2. 1. 2. 3. Teâruzun Sadece Zannî Deliller/Emareler Arasında Caiz ve Vaki Olduğunu Kabul Edenler

Aralarında ġîrâzî (v. 476/1083)‟, Beyzâvî (v. 685/1286) gibi usûlcülerin bulunduğu bazı ġâfiî fakihler ile içlerinde Molla Hüsrev‟in (v. 885/1480) de yer aldığı bazı Hanefî fakihlere göre kat‟î deliller arsında teâruz Ģer‟an caiz ve fiilen vaki değildir. Fakat emareler arasında yani zannî deliller arasında teâruz caiz ve vakidir.232

Ġsnevî (v. 772/1370) ve ġevkânî (v.1250 /1834) gibi usûlcüler de teâruzun sadece emareler/zannî deliller arasında gerçekleĢebileceği kanaatindeler. Bu görüĢü Ġsnevî, cumhura; Mahallî (v. 864/1459) ise usûlcülerin çoğunluğuna nispet etmektedir.

Teâruzun sadece emarelerde yani zannî delillerde caiz ve vaki olduğunu savunanlar, görüĢlerini bir takım delillerle desteklemeye çalıĢırlar. Bu görüĢ sahipleri, teâruzu mutlak olarak kabul etmeyenlerin tutundukları delillerin aynısını, kat‟î deliller arasında teâruzun neden gerçekleĢmeyeceğine delil olarak getirmektedirler. Bunun yanı sıra, teâruzu mutlak olarak kabul edenlerin delillerini de zannî delillerde teâruzun caiz ve vaki olduğuna delil olarak kabul ederler.233 Bu görüĢün savunucuları arasında yer alan Beyzâvî, kat‟î deliller arasında tercih yapılamamasını bu deliller arasında teâruzun gerçekleĢmemesine bağlamaktadır. Zira kat‟î deliller arasında teâruzun gerçekleĢmesi durumunda iki nâkızın irtifaı veya içtimaı neticesi ortaya çıkar ki bu netice batıldır. Zira nakideynin -varlık yokluk gibi- aynı anda içtimaı ya da irtifaı imkânsızdır. 234

Tâcuddîn es-Sübkî (v. 771 /1370)de el-Ġbhâc‟da, Beydâvî‟nin kat‟î deliller arasında teâruzun gerçekleĢmeme gerekçesini izah için zikrettiği ifadelerini Ģerh etme sadedinde Ģu değerlendirmeye yer verir:

232

Bkz. Berzencî, et-Teâruz ve‟t-Tercîh, I, 45.

233 Bkz. Berzencî, et-Teâruz ve‟t-Tercîh, I, 71.

234 Bkz. Abdullah b. Ömer Nâsiruddîn el-Beyzâvî, Minhâcu‟l-Vusûl Ġlâ Ġlmi‟l-Usûl, thk. ġa‟bân

Muhammed Ġsmâîl, 1. baskı, Dâru Ġbn Hazm, Beyrut 2008, s.239; Ebu‟l-Bekâ, el-Külliyyât, s, 574; Ali b. Muhammed es-Seyyid eĢ-ġerîf el-Cürcânî, Mu‟cemu‟t-Ta‟rîfât, thk. Muhammed Sıddık el- MinĢâvî, Dâru‟l-Fâdile, Mısır ty. s.117. Nakideyn/Nekidan; bir birinin nakidi olan iki Ģey demektir. Ġki Ģeyin bir birine nakid olması demek aynı anda içtimaları/ bir arada bulunmaları veya ademleri /yok olmaları mümkün olmayan iki Ģey demektir. Varlık ve yokluk gibi. Ġki Ģeyin bir birine zıd olması durumunda ise bunların aynı anda bir arada olmaları mümkün olmasa da irtifaları/yoklukları mümkündür. Siyah - beyaz gibi. (Bkz. el-Cürcânî, Ta‟rîfât, s.117; Ebu‟l-Bekâ, el-Külliyyât, s.574.)

109

“…bunun delili, kat‟î deliller arasında tercihin yapılamaz oluĢudur. Zira tercih, teâruzdan neĢet etmektedir. Teâruz ise kat‟î deliller arasında gerçekleĢmez. Çünkü kat‟î deliller arasında teâruzun gerçekleĢmesi hâlinde iki nakizin içtimaı veya irtifaı lazım gelir. Zira kat‟î delil, yakînî/kesin bilgi ifade eder. Kat‟î delillerden her biri kesin bilgi ifade ettiğine göre, bu iki delilden birini alıp da diğerini terk etmek tahakkümdür/gerekçesiz iddiadan ibarettir.” 235

ġer‟î deliller arasında teâruzun cevazı ve fiilen vukuu konusunda usûlcüler arasında cereyan eden tartıĢmalara, farklı yaklaĢımlara ve onların delillerine kısaca yer verdikten sonra konuyla ilgili düĢüncemizi/tercihimizi Ģöyle ifade edebiliriz: ġer‟î delillerin birinci derecede kaynağını teĢkil eden vahyin sudur ettiği hikmet sahibi Ģâri‟in aynı konuyla ilgili birbiriyle çeliĢen iki hükmü, tercih edilemez ve birbiriyle uzlaĢtırılamaz bir biçimde mükellefe teklif etmesi, onun hikmetine münafidir. Nesh durumu hariç birbiriyle çeliĢen hükümlerin Ģâri‟den neĢet etmesinin hakikatte tasavvur edilemez olması, bizi teâruzun sadece zahirde ve müctehidin nazarında gerçekleĢtiği sonucuna götürmektedir. Yani iki Ģer‟î delil arasında teâruzun hakikatte asla söz konusu olmadığını/olamayacağını, iki delil arasında zahiren görülen/düĢünülen teâruzun ise olsa olsa müctehidin zannına/nazarına göre olmasıdır. Dolayısıyla Ģer‟î deliller arasında varlığı düĢünülen teâruz, hakiki değil, zahiridir. Zira Ģer‟î delillerin teâruzundan maksat, iĢin gerçeği ve mahiyetiyle ilgili teâruz değildir. Sahih Ģer‟î deliller arasında böyle bir çatıĢma tasavvur olunamaz. Çünkü böyle bir durum, bizi Ġslâm ahkâmının kendi içinde çeliĢkili olduğu sonucuna götürür. Dolayısıyla iki Ģer‟î delil arasında teâruzun varlığının, müctehidin kendi anlayıĢ ve kavrayıĢıyla varabildiği sonuçlar bakımından yalnızca zahirde tespit edilebilen çatıĢma olduğu söylenebilir.

Son olarak yer vereceğimiz Ġzzuddîn b. Abdisselâm‟ın (v. 660/1262) görüĢüne göre teâruz, kat‟î deliller arasında gerçekleĢmediği gibi zannî deliller arasında da gerçekleĢmez. Teâruz, olsa olsa sadece zannın sebepleri arasında gerçekleĢir.236

235 Ali b. Abdilkâfî es-Sübkî, el-Ġbhâc fî ġerhi‟l-Minhâc, 1. baskı, Dârul-Kütübi‟l-Ġlmiyye, Beyrut

1404, V, 324.

236

Bkz. Ġzzuddîn Abdulazîz b. Abdisselâm, Kavâidu‟l-Ahkâm fî Mesâlihi‟l-En‟âm, thk. Mahmûd b. Telamid eĢ-ġenkıtî, Dâru‟l-Maarif, II, 119.

110

2.1.3. Teâruzun Sebepleri, Rüknü ve ġartları