• Sonuç bulunamadı

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.4. ĠMAM ġÂFĠÎ‟NĠN USÛL ANLAYIġI

1.4.8. Maslahat-ı Mürsele

Ulemanın çoğunluğuna göre, ġâfiî, mesalih-i mürsele ile belli Ģartlarda amel etmektedir. Nitekim Kârâfî konuyla ilgili Ģöyle bir değerlendirmede bulunur:

“Bütün Ġslam mezhepleri fürua ait meselelerde mesalih-i mürsele ile amel ederler. Çünkü onlar meseleler arasındaki münasebetlere bakarak kıyas ve ayrım yaparlar. Bu münasebetlerden birini itibara alırken delil aramazlar. Bu husus maslahat-ı mürsele ile amelden baĢka bir Ģey değildir.”195

Kârâfî‟nin bu değerlendirmesinin kapsamına ġâfiî de girmektedir. Ġsnevî de Ġbn Hacib‟den ve Ġmâmu‟l-Harameyn‟den, ġâfiî‟nin mesâlih-i mürseleyi delil olarak kabul ettiğini nakleder. Ancak Ġmâmu‟l-Harameyn, ġâfiî‟nin, maslahatın kabulü için, Ģari„in kabul ve takrir ettiği benzer bir maslahatın olmasını Ģart koĢtuğunu belirtmektedir.196

Ġbnu Emîri‟l-Hacc da et-Tahrîr‟in Ģerhinde maslahat-ı mürseleden bahsederken, Ġbnul- Hümâm‟ın “ġâfiî ve Mâlik‟ten maslahatın kabul edildiği nakledilir” ifadesini Ģerh ederken Ģöyle der: “Ebherî ise bunun sabit olmadığını söyler. Sübkî, Ġmam Mâlik‟ten nakli sahih olan, onun mutlak surette maslahat cinsine itibar ettiğidir, der. ġâfiî ise Mâlik gibi demiyor. ġâfiî, muteber olan maslahatlara benzer bulduğu maslahata bir hükmü bağlamayı caiz görür ve Ģer‟an

194 ġâfiî, er-Risâle, s.596-598.

195 Bkz. ġihâbuddîn, Ahmed b. Ġdrîs es-Sinhacî el-Kârâfî, ġerhu Tenkîhi‟l-Fusûl, Dâru‟l-Fikr, Beyrut

2004, s.351.

196 Bkz. el-Halebî, Ġbnu Emîri‟l-Hacc, et-Takrîr ve‟t-Tahbîr ġerhu‟t-Tahrîr, Dâru‟l-Kütübi‟l-

94

mukarrer, aslı sabit olan hükümlere dayanan maslahatı kabul eder. Ġmâmu‟l-Harameyn de bunu tercih etmiĢtir.”197

ġâtıbî de el-Ġ‟tisâm‟da Cüveynî‟ye istinaden benzer bir değerlendirmeye yer vermektedir:

“Mesâlih-i mürsele ile amel ittifak konusu değildir, bilakis hakkında Fıkıh Usûlü uleması ihtilaf etmiĢ ve konuyla ilgili dört görüĢ ortaya çıkmıĢtır. Bakillânî ve usûlcülerden bir grup, mesâlih-i mürselenin delil oluĢunu reddedip illetin bir asla dayanmadan dikkate alınmayacağını söylemektedirler. Ġmam Mâlik ise mesâlih-i mürsele ‟nin muteber olduğu ve mutlak olarak üzerine hüküm bina edilebileceği görüĢündedir. Ġmam ġâfiî ve Hanefîlerin çoğunluğu sahih bir asla dayanmasa da sabit olan asılların manalarına/illetlerine yakın olması Ģartıyla böyle bir mana/mesâlih-i mürsele ile amel edilebileceği görüĢündedirler.”198

Yukarıda zikri geçen eserlerde, ġâfiî‟nin maslahat-ı mürseleyi delil olarak kabul ettiğine dair nakiller yer almaktadır. Ancak Ebû Zehra, ġâfiî‟nin delil olarak kabul ettiği maslahatın mutlak manada bir maslahat olmayıp belki icmâ veya nass ile muteber olan bir maslahata benzeyen/yakın olan maslahat olduğunu söyler ve bu görüĢünü de er-Risâle‟den yaptığı Ģu alıntıyla destekler : “Kıyas iki türlüdür:

1. Bir Ģeyin/fer‟in asıl manasında olmasıdır (yani aslın illetini taĢımasıdır). 2. Bir Ģeyin/fer‟in birkaç asla benzemesidir. Bu durumda fer‟, en uygun ve en çok benzeyen asla kıyas edilerek onun hükmünü alır.”199

Ġcmâ ile muteber olan maslahatlardan birine benzeyen veya Ģer‟i Ģerife dayanan hükümlerden birine uyan bir maslahatı almak, Ģüphesiz ki, kıyasın ikinci kısmına girer. Buna göre, yukarıda yer verdiğimiz kaynaklardan yaptığımız alıntılar, ġâfiî‟nin bu söylediğiyle örtüĢmektedir. Ancak, ġâfiî bu tür maslahatı, nassın bulunmadığı yerde mesâlih-i mürsele delil olarak kabul edilir diye almamıĢtır. Belki ona göre bu maslahat, kıyas vecihlerinden birine uygun olduğundan muteber sayılmıĢtır. Bu

197

Bkz. Ġbnu Emîri‟l-Hacc, ġerhu‟t-Tahrîr, III, 191.

198 Ġbrâhîm b. Mûsa b. Muhammed Ebû Ġshâk eĢ-ġâtıbî, el-Ġ‟tisâm, Mektebetu‟t-Tevhîd, yy., ty. ,III, 6. 199 ġâfiî, er-Risâle, s.479.

95

bakımdan maslahat kıyasa dâhildir. BaĢlı baĢına müstakil bir delil olmayan maslahat, Kitap, Sünnet, icmâ ve kıyas delillerinin dıĢına çıkmaz. 200

Buraya kadar, ġâfiî‟nin usûl anlayıĢını ana hatlarıyla yansıtmayı ve bu anlayıĢın çerçevesini çizmeyi hedefledik. ġâfiî‟nin usûl anlayıĢını netice olarak Ģöyle özetleyebiliriz: ġâfiî, Kitap ve sünnetin nasslarının Arap dili kuralları çerçevesinde anlaĢılmasına büyük önem atfetmekte ve bu doğrultuda nasslardan hüküm çıkarmaktadır. Bir konu hakkında nass bulamadığında sınırlarını daraltsa da icmâa, icmâın olmadığı yerde ise sahabi kavline baĢvurmaktadır. Ancak sahabe kavilleri hakkında ihtilaf olması durumunda Kitap ve Sünnet nasslarına en yakın olanı veya kıyasa en uygun düĢeni seçer. Konuyla ilgili sahabi kavli bulamadığı zaman ise kıyasa baĢvurur. Onun kıyas anlayıĢı oldukça geniĢ bir çerçeveye sahiptir. Heva ve hevesten neĢet eden istihsana Ģiddetle karĢı çıkar. Maslahat-ı mürseleyi müstakil bir delil olarak görmeyerek, kıyas kapsamında mütalaa eder. Ona göre bütün hükümler zahire göredir. Vicdanlarda olan gaybdır, onu yalnızca Allah bilir, karĢılığını O verir. Nassların zahiri ihmal edilerek batınına gidilemez, sadece maksada göre de amel edilemez. Nassların zahirini ihmal edenler zann ve tevehhüm ile hareket etmektedirler. Bu yol, hatası çok isabeti az olan bir yoldur. Nitekim kazai hükümlerde batın değil zahir esastır. ġâfiî, dini anlamada nassların zahir delaletinin dıĢına çıkmamakla birlikte onlarla gerçekleĢtirmek istenilen gaye ve maslahat/makâsıd boyutunu da ihmal etmemektedir. ġâfiî, nasslara, Arap dil kurallarına, makâsidu‟Ģ-Ģeriaya, sahabenin ictihad ve uygulamalarına ve kendi zamanına ulaĢan ilmî müktesebata istinaden tespit ettiği esaslarla, nassları doğru anlamak, içtihadı sağlam temellere oturtmak, ictihad giriĢiminde bulunacaklar için bir sınır ve çerçeve oluĢturmaktadır. Böylece nasslarla münasebet sağlam bir zeminde gerçekleĢebilsin, ictihat sağlam esaslara dayansın, cedel ve münazaralarda hakem rolünü üstlenebilecek bir ilim ortaya çıkmasını hedeflemektedir. ġâfiî, çizdiği bu sınırlarla, belirlediği bu esaslarla, nasslarla münasebette keyfiliğin, heva ve hevesin önünde en büyük engeli teĢkil eden fıkıh usûlü ilminin müdevvini olması nedeniyle günümüzde, baĢta müsteĢrikler olmak üzere

96

bazı akademisyenler tarafından ilmî ciddiyetten uzak, gayr-i ahlâki saldırılara maruz kalmıĢtır. Önlerine çekilmiĢ bir set olarak gördükleri bu ilim ve müdevvini olan ġâfiî hakkında insaf sınırlarını aĢacak Ģekilde “Arap milliyetçisi”, “lafızcı”, “akli düĢünmeyi akamete uğratan kiĢi” gibi ithamlarda bulunmaktadırlar. Ancak ġâfiî‟nin tespit ettiği bu esaslar, bu ümmetin ulemasının kabulüne mazhar olmuĢ ve istinbat için bu esasların gerekliliği konusunda ittifak hâsıl olmuĢtur. Çünkü ġâfiî bu esasları, kendi zamanına kadar oluĢan ulemanın müktesebatını/birikimini göz önünde bulundurarak tespit etmiĢtir. Fıkıh usûlü ilmine ait bazı meselelerde farklı mezheplere müntesip usûlcüler arasında ihtilaflar söz konusu olsa da bütün usûlcülerin ittifakla kabul ettiği değiĢmez hakikat, bu ilmin esaslarına riayet etmeden nassların doğru bir Ģekilde anlaĢılamayacağıdır. Bu kuralları göz ardı ederek nasslardan yapılan çıkarımlar, ilmî bir değere sahip olmayacağı gibi ictihad olarak da değer kazanamaz. Öte yandan ġâfiî‟nin tespit ettiği bu esaslar konusunda diğer muteber mezhepler büyük oranda ġâfiî‟ye muvafakat etmiĢlerdir. Tatbikat ve tafsilat yani fürû-u fıkıh konusunda bu mezhepler arasında önemli oranda ihtilaf olsa da usûlde/ana prensiplerde ihtilaf oldukça azdır.

97

ĠKĠNCĠ BÖLÜM

ĠMAM ġÂFĠÎ‟DE TEÂRUZ VE ÇÖZÜM YOLLARI

GĠRĠġ

ÇalıĢmamızın bu bölümünde, tezimizin ana konusunu teĢkil eden, “Ġmam

ġâfiî‟de, ġer‟î Delillerin Teâruzu ve Çözüm yolları” konusunu etraflıca ele alıp

incelemeyi hedeflemekteyiz. Esas konuya geçmeden önce konumuz açısından odak kavram niteliğine sahip olan teâruz kavramının lügat ve terim anlamı, imkânı ve vukuu, sebepleri, rüknü, Ģartları, mahalli, kısımları ve hükmü yani çözüm yolları gibi bu kavrama iliĢkin ve de gerekli olduğunu düĢündüğümüz ön bilgilere yer verdikten sonra ġâfiî öncesi dönemde teâruz problemine bakıĢın izlerini sürmeye çalıĢacağız. Zira gerek konumuz açısından temel kavram niteliğine sahip teâruz kavramını doğru anlamak, gerekse konuyla ilgili değerlendirmelerde gelinen noktayı görmek ve bu çerçevede oluĢan müktesebatı tanımak, sağlıklı bir tahlil ve karĢılaĢtırma yapmak için önem arz etmektedir.

Fıkıh usûlünün en önemli konularından biri olan ve bu ilmin temel meselelerinin neredeyse tamamıyla iliĢkilendirilebilecek bir konu olan teâruz konusu, ictihad ehliyetini elde etmek için bilinmesi gereken zorunlu meselelerin baĢında gelir. Zira bu konunun bilinmesi, Ģer‟î delillerden hüküm istinbatı için yani ictihad faaliyeti için zorunluluk arz etmektedir. Fıkıh usûlünde “elfaz” bahsi diye bilinen istidlal/istinbat metotları/yolları baĢlığı altında zikredilen, nasslardan hüküm istinbatı için gerekli bütün kurallar, müctehid tarafından dikkate alınsa bile yine de bu kuralların doğru bir çıkarım için yeterli olduğu söylenemez. Çünkü müctehidin teâruz ve çözüm yolları konusunu dikkate almadan yapacağı ictihatta doğru bir sonuca ulaĢtığından emin olunamaz. Teâruz ve çözüm yolları konusu ictihad için mihenk taĢı mesabesinde olup aynı zamanda geçerlilik Ģartıdır.

98

Teâruz konusu, gerek fıkıh, hadis ve tefsir gibi ilimlere ait usûllerde, gerekse özel olarak bu konuya hasredilmiĢ eserlerde ele alınmıĢtır.201

Fıkıh usûlü ve tarihiyle ilgili eserlerde yer aldığı üzere, fıkıh usûlüne dair bize ulaĢan yazılı ilk eser, Abdurrahman b. Mehdî‟nin talebi üzerine Ġmam ġâfiî tarafından kaleme alınan “er-Risâle” adlı eser olduğu gibi delillerin ihtilafı/teâruzu konusuyla ilgili telif edilen ve elimize ulaĢan ilk eser de yine Ġmam ġâfiî‟ye ait olan Ġhtilâfu‟l-

Hadîs adlı eserdir.202 Öte yandan Ġmam ġâfiî el-Ümm ve er-Risâle isimli eserlerinde de konuyu ele almıĢtır.203

Ancak bu tespit, Ġmam ġâfiî öncesi müçtehitlerin içtihat faaliyetlerinde delillerin teâruzu problemiyle karĢılaĢmadıkları ve bu problemi çözmek için çeĢitli yollara baĢvurmadıkları ve bir çaba içerisine girmedikleri anlamına gelmez. Zira sahabeden itibaren müçtehitlerce yürütülen ictihad faaliyetlerinde söz konusu problemle karĢılaĢıldığını, cem‟, nesih ve tercih gibi teâruzu giderme yollarına baĢvurulduğunu ve böylece problemin bertaraf edildiğini, sahabe ve tabiin ictihadlarından örnekler vererek izah etmeye çalıĢacağız. Bu nedenle önce teâruz kavramıyla ilgili gerekli gördüğümüz bilgilere yer vereceğiz, peĢinden ġâfiî öncesi dönemde bu problemin ele alınıĢına değineceğiz.