• Sonuç bulunamadı

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.4. ĠMAM ġÂFĠÎ‟NĠN USÛL ANLAYIġI

1.4.1. Kitap

Kitap bu dinin asıl kaynağıdır. Sünnet, icmâ, kıyas gibi dinî deliller delil olma değerini ondan alırlar. Bundan dolayı bütün Ģer‟î delillerin esasını teĢkil eder. BaĢta Sünnet olmak üzere, bütün Ģer‟î deliller onun beyanından ibarettir. Aslî-fer‟î / küllî- cüz‟î bütün Ģer‟î hükümlere nassan veya istidlâlen kaynaklık eder.

ġâfiî 'ye göre, mükellef bir varlık olan insan, Allah‟ın iradesi doğrultusunda hayatını tanzim etmek zorundadır. Allah‟ın iradesi ise Hz. Peygamber‟e (s.a.v) gelen vahiyde ifadesini bulmuĢtur. O halde mü‟min her fert hayatını, vahyin/ilahi iradenin ifade aracı olan Kitap ve Sünnet‟e göre düzenlemelidir. Ġstikamet çizgisini bulmak ve o doğrultuda hayatını tanzim etmek isteyenler için Kur‟an gerekli her tür bilgiyi nassan/doğrudan veya istidlâlen/dolaylı içermektedir. Zira Allah‟ın dinine mensup olan bir kimsenin karĢılaĢacağı hiç bir mesele yoktur ki, Allah‟ın kitabında o konuda doğru yolu gösteren bir delil bulunmasın. 57 Mümine düĢen, onun muhtevasını

anlamak ve gereğince amel etmektir. Onu anlamanın yolu ise dilini anlamaktan geçer. Dilini anlamanın yolu da Arap diline ait kuralları bilmekten geçer.

Kur'an'ın muhtevasını keĢfedebilmek için Arapça dil bilgisi yanında Kitabın nâsih-mensuhunu, farz olan ile edep, irĢad ve ibaha hükmüne sahip olan kısımları hakkında da yeterli bilgi sahibi olmak, ayrıca Allah‟ın, nebisine verdiği Kitabı beyan yetkisini, bütün farzlarla neyi ve kimi kastettiğini, hüküm olarak insanların tamamını mı yoksa bir kısmını mı kapsadığını, Hz. Peygamber‟e itaatin farziyyetini ve nihâî merci olduğunu bilmek gerekir.58

ġâfiî, Kur'an'ın iĢlevi ve Hz. Peygamber'in konumuna dair ayetleri birlikte değerlendirerek Ģöyle bir düĢünce silsilesi kurmaktadır: Kur'an'ın varlık sebebi insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve Allah'ın rızasına ulaĢtırmaktır.59

Kur'an, ilahi çizgiyi bulmak ve o doğrultuda yaĢamak isteyenler için gerekli her türlü

57

Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.20.

58 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.41. 59 Ġbrâhim 14/ l.

43

bilgiyi içermektedir.60 Rasûl-i Ekrem'e Kur'an'ın muhtevasını açıklama görevi verilmiĢtir.61

ġâfiî, Kur‟an‟ın sadece Arapça olduğunu, baĢka dilden herhangi bir Ģeyi içermediğini ısrarla savunur ve Kur‟an‟dan delillerle ispat etmeye çalıĢır.62

ġâfiî‟nin, Kur‟an‟ın Arapça oluĢu üzerinde ısrarla durmasının temel sebebi, Kur‟an‟da Arapça olmayan kelimeler var diyenlere cevap vermek değildir. ġâfiî‟nin böyle bir meseleyi gündeme getirmesinin temelinde son derece önemli hususlar yatmaktadır. Bu hususları kısaca Ģöyle özetleyebiliriz:

1. ġehadet kelimesini ve namazda farz olan tekbiri (iftitah/ihram) getirebilmek, Kur‟an‟ı ve namazdaki duaları okuyabilmek,

2. Son peygamberin ve son Kitab‟ın dilinin öğrenilmesinin önemi,

3. Arapçanın ibadet dili olması ve bunun bir neticesi olarak da her Müslümanın namazda okunan sure ve duaları öğrenmesinin gerekliliği,

4. Kur‟an‟ın, Arap dilinin imkânları çerçevesinde anlaĢılmasının imkân dâhilinde olması,

5. Arapça ifade kalıpları ile bize intikal eden Kur‟an‟ı doğru anlamanın Arapçayı hakkıyla bilmeye bağlı olması,

6. ġer‟î hükümlerin Kur‟an‟dan istinbatı/çıkarımı, Arapça‟nın üslup ve özellikleri dikkat alınarak gerçekleĢtirilmesinin gerekliliği,

7. Kur‟an‟ın Arap dili dıĢında unsurlar içerdiği iddiasının kabulü, Kur‟an‟ın bir kısmının Arapların eriĢimine kapalı olması sonucunu doğurması ve ayetin kısmen

60 Nahl 16/89.

61 Nahl 6/44. Bkz. Aybakan, “ġâfiî”, DĠA, XXXVIII, 227.

62 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.46-47. Kur‟an‟ın Arapça olduğunun vurgulandığı ayetler: ġuarâ 26/195,Ra‟d

13/37, ġûrâ 42/7, Zuhruf 43/3 ve Zümer 39/28. BaĢka bir dille olmadığı da Nahl 103, Fussilet 44 ayetlerinde belirtilmiĢtir. ġâfiî‟deki Arapça vurgusunun aynısını hatta daha ileri bir düzeyini gaye ve maslahata dayalı yorumun önde gelen temsilcilerinden imam ġâtıbî'de görmek mümkündür. BaĢka bir vesileyle yaptığı açıklamada ise Ģeriatın Arapça olduğunu, dolayısıyla kiĢinin Arapça‟ya vukufiyeti oranında Ģeriata vakıf olabileceğini söyler. Ġster Arapça dıĢında bir kelime ihtiva etsin ister etmesin, Kur‟an‟ın üslup olarak Arap lisanıyla indiğini ve bu üsluba göre anlaĢılması gerektiğini ifade etmektedir. Bkz. eĢ-ġâtıbî, Ebû Ġshak Ġbrâhîm b. Mûsa el-Lahmî, el-Muvâfakât fî Usûli‟Ģ-ġerîa, Ebû Ġshak Ġbrâhîm b. Mûsa el-Lahmî eĢ-ġâtıbî tahk. Muhammed el-Ġskenderânî- Adnan DerviĢ, Dâru‟l-Kitâbi‟l-Arabî, Beyrut 2008, ss.236-237. Ġmam ġâfiî‟nin, Kur‟anın Arapça olduğu vurgusuna yöneltilen eleĢtiriler ve bunların değerlendirilmesi için bkz.Yiğit, “Ġmam ġâfiî‟de Arapça Vurgusu”, ss.60-62.

44

de olsa vakıaya uygunluk arz etmemesi nedeniyle de tebliğin her peygamberin kendi kavminin diliyle olduğu63

ayetine halel getirmesi,

8. Arap dilinin geniĢliğine vakıf olamayan kimsenin Kur‟an‟ın ilmine delalet eden cümlelerin açıklamalarından bir Ģey anlamayacağı gerçeğinin bilinmesi,

9. Kur‟an‟ın sadece Arap diliyle nazil olduğu hakkında kamuoyunun uyarılması amacıyla Müslümanlara yapılacak nasihatin terk edilmemesi gereken bir farz olması.64

Sözün özü, ġâfiî, Kur‟an‟ın Arapça oluĢuna yaptığı bu vurguyla, Arapçanın geniĢliğine, ifade tarzlarının çokluğuna ve bu ifadelerin birleĢtikleri ve ayrıĢtıkları noktaların varlığına dikkatlerimizi çekerek,65

Kur‟an‟ın anlaĢılmasında bu hususların bilinmesinin hayati öneme sahip olduğunu belirtmek istemiĢtir. Örneğin, Allah, Yüce Kitab‟ında bazen bir Ģeyi âmm ve zâhir bir hitapla/ifadeyle bildirir, onunla âmm ve zâhir mananın her ikisi murad olunur. Bu hitap tarzında herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duyulmaz. Bazen de Allah bir Ģeyi âmm ve zâhir bir ifade ile bildirir. Onunla âmm murad edilir, hâss da ona dâhil olur, bundan ise ifade edilen Ģeyin bir kısmının murad edildiği anlaĢılır. Bazı hallerde ise âmm ve zâhir bir hitapla bir hüküm bildirilir ve onunla sadece hâss murad edilir. Bazı hallerde de zâhir ile hitap edilir, oununla baĢka bir Ģeyin murad edildiği siyaktan anlaĢılır. Yani sözün baĢında, ortasında veya sonunda, neyin murad olduğunu bildiren bir bilgi vardır. Kur‟an‟da zikrolunan bu ifade çeĢitleri Kitab‟ın ilk muhatapları olan ve dillerinde kendilerine bir kitap gönderdiği Araplar nezdinde maruf ve me‟luf hitap çeĢitleridir. Arapların hitap üslupları arasında yukarıda zikri geçen ifade tarzlarının yanında, Arap dilinin geniĢliğini gösteren baĢka ifade tarzları da var. Örneğin, Araplar söze bazen öyle baĢlarlar ki ifadelerinin baĢ tarafı, sonunu açıklar. Bazen de son tarafı baĢ tarafını açıklar. Bazen bir Ģey söylerken lafızla izah etmeksizin manayı anlatır. ĠĢaretle

63

Ġbrâhim, 14/4.

64 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.45, 48, 50. 65 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.50.

45

anlatmak gibi. Bazen de bir Ģeyi ifade için birçok kelime kullanırken (teraduf), kimi zaman da birçok manaları ifade için bir kelime kullanırlar ( iĢtirak).66

Kur‟an‟daki Âmm Lafızlar

Ġmam ġâfiî, Kur‟an‟da geçen âmm lafızları delâlet açısından üç kısma ayırmaktadır:

1. Zâhiri âmm olan, delâleti kapsamına giren her ferdin murad olunduğu

lafızlar.

2. Zâhiri âmm olan, kendisiyle umum murad olmakla birlikte hususa da delâlet

eden lafızlar.

3. Zâhiri âmm olan ancak kendisiyle sadece hâss murad olunan lafızlar.67

Arap dilinde bir lafzın sözlük ve vaz‟ itibari ile umuma delâlet ediyor olması, Kur‟an‟da da kendisinde her zaman umum murad olduğu anlamına gelmez. Zira âmm lafızdan murad olunan esas manayı gösteren Ģey, siyak-sibak/bağlam ve hal karineleridir. Bundan dolayı âmm lafızdan hangi mananın murad olunduğunu tayin noktasında, bağlam ve hal karinelerinden yararlanmak gerekir. ġayet âmm lafızdan muradı belirleyici veya sınırlayıcı/tahsis edici bir bağlam, hal karinesi veya sünnet bulunmazsa, lügat açısından dilde karĢılığında vaz‟ olunduğu mana, murad olunan manayı belirler.68

O mana da umumdur. ġâfiî, Kur‟an‟da geçen âmm lafzın delalet açısından üç kısma ayrıldığını söyledikten sonra her bir kısım için örnekler zikretmektedir. Bu örnekler yukarıdaki üç kısmın her birinden ġâfiî‟nin ne kastettiğini tespit noktasında önem arz etmektedir.

1. Zâhiren âmm olup kendisiyle umum murad olunan ve hususu da içeren ayetlerden örnekler:

66

Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.52.

67 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.53-58. 68 Bkz. Ebû Zehra, eĢ- ġâfiî, s.199.

46

a. Sadece umum murad olunan âmm lafza örnek: “Allah her Ģeyin hâlıkıdır. O her Ģeye vekildir.” 69, “Gökleri ve yeri yarattı.”70 , “Yeryüzünde debelenen hiç bir hayvan yoktur ki, rızkını Allah vermiĢ olmasın.”71

ġâfiî, bu ayetlerin umuma delalet ettiğini Ģöyle izah etmektedir:

“ĠĢte bunlar âmm olan ayetlerdir; bunlarda hâss söz konusu değildir. Gökyüzü, yeryüzü, canlı, ağaç ve diğer varlıkların hepsini Allah yaratmıĢtır. Her canlının rızkı Allah‟a aittir. O, bunların duracakları ve korunacakları/barınacakları yerleri de bilir.”72

b. Zahiren âmm olup kendisiyle umum murad olunan ve hususuda ifade eden ayetlerden örnekler:

“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah Rasûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düĢünmeleri yakıĢmaz.”73

ġâfiî bu ayet-i kerimede hem umum hem de husus söz konusu olduğunu Ģöyle izah etmektedir:

“Bu ayet de, önceki ayetler gibi, âmmdır. Ancak bununla cihada gücü yetenler kastedilmiĢtir. Oysa cihada gücü yetsin veya yetmesin, onlardan hiçbirinin kendini düĢünerek, Hz. Peygamber‟den yüz çevirme hakkı yoktur. ĠĢte bu ayette hem umum, hem de husus söz konusudur.”74

Allah (c.c) bir baĢka ayet-i kerimede:

“Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu Ģehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaĢmıyorsunuz!”75 BuyurmuĢtur. Bu ayette yer alan “…halkı zalim olan bu Ģehir…” ifadesinde husus muraddır. Zira bütün Ģehir halkı zalim değildir; orada Müslümanlar da vardı; fakat onlar azınlıktaydılar.

69 Zümer, 39/ 62. 70 Hûd, 11/7; Ġbrâhîm, 14/32. 71 Hûd, 11/6. 72 ġâfiî, er-Risâle, s.53-54. 73 Tevbe, 9/120. 74 ġâfiî, er-Risâle, s.54. 75 Nisâ, 4 /75.

47

Allah (c.c) ‟ın Ģu sözü de böyledir: “Nihayet ikisi bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar.”76

Bu ayette de Mûsa ve arkadaĢının köy halkının hepsinden yiyecek istemediklerine bir delalet vardır. Bu ayette de önceki ayetlerde olduğu gibi husus söz konusudur.” 77 Bu ayetin zahiri, Mûsa (a.s) ve arkadaĢının, köy halkının hepsinden yemek istediklerine ve hepsinin bundan çekindiklerine delalet etmekle beraber, bu ayette kastedilen hitaba layık ve levme müstahak olan, kendilerinden yemek istenen ve bundan imtina edenlerdir.

ġâfiînin, “ kendisiyle umum murad olunan ve hususiliği de içeren âmm lafız...” ifadesinden maksat, fukaha ıstılahatında farz-ı kifâye olarak bilinen Ģeylerin/feraizin olması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu farzlarda umumi hitapla hususi bir kısım murad olunur. ġâfiî‟ nin verdiği örneklerden bu sonuca varabiliriz. Çünkü farz-ı kifâye demek, muhatapların bir kısmı tarafından emredilen husus yerine getirilince, diğerleri vebalden kurtulur. Ancak sevap, sadece yapan kimseye/kimselere ait olur. Ġçlerinden hiçbiri yapmazsa, hepsi günahkâr olur, demektir. ġâfiî‟nin verdiği örneklerde yer alan cihad, kudreti olan herkesten istenmektedir, fakat bu iĢe layık olanlardan bir kısmı bunu yerine getirirse diğerleri vebalden kurtulmuĢ olur. Zulmü def etmek, buna güç yettirenlerin tamamına farzdır. Eğer bir kısmı bunu yaparsa sevap onlara ait olur, diğerleri vebalden kurtulmuĢ olur. Yolcuları, garip kimseleri konuklayıp barındırmak doyurmak herkese düĢen bir borçtur. Fakat o köy/kasaba halkının bir kısmı bunu yaparsa diğerleri vebal altında kalmaz. Ancak tamamı bu vazifeyi ihmal ederse topyekûn vebal altına girerler. Hâsılı ġâfiî'nin, “Zahiren âmm olup kendisiyle umum

murad olunan ve hususu da içeren” ifadesinden farz-ı kifâyeyi kastettiği kuvvetle

muhtemel olduğu, verilen örneklerin dikkatle incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Çünkü verilen örneklerde teklif umumi olmakla birlikte hususilik de mülahaza edilmiĢtir. Zira muhataplardan istenen Ģey, birkaç kiĢi tarafından dahi olsa yerine getirilmesi gereken Ģeydir. Ancak istenilen Ģey yerine getirilmezse muhatapların hepsi

76 Kehf,18/77.

48

günahkâr olur. Yani teklif umumadır. Aksi takdirde hepsinin günahkâr olması gerekmezdi. Bu husus, bize, emir zâhiren umuma yönelik olmasına rağmen kendisinde hususiliğin de mülahaza edildiğini göstermektedir.78

2. Zahiri âmm olan ve âmm ile hâss‟ı cem‟ eden ayetlerden örnekler:

Yüce Allah;

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir diĢiden yarattık. Ve birbirinizle tanıĢmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. ġüphesiz Allah bilendir, her Ģeyden haberdardır.”79 buyurmuĢtur.

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiĢ ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde tutabilir.”80 buyurmuĢtur.

Allah, “…namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” buyurmuĢtur. Bu ayetlerde umum ve hususun bir arada bulunduğu açıkça anlaĢılmaktadır. Zira yukarıdaki ayetin “…Doğrusu biz sizi bir erkekle bir diĢiden yarattık. Ve birbirinizle tanıĢmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.” 81 kısmı, umum ifade eder. ġöyle ki: Hz. Peygamber zamanında, O‟ndan önce ve sonra bu söze muhatap olanların hepsi bir erkek ve diĢiden yaratılmıĢtır ve hepsi de kabile ve milletlere ayrılmıĢtır. Ayetin, “Allah katında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır” kısmı da husus ifade eder;

78 Bkz. Ebû Zehra, eĢ-ġâfiî, s.200, 201, 202. ġâfiî, âmm lafzın Kur‟an‟da üç kullanımının olduğunu

belirtmiĢ ve her bir kısım için tek tek örnek zikrederek konuyu izah etmiĢtir. Ancak yukarıda yer verdiğimiz bu üç kısımdan birinci kısmın b Ģıkkıyla, ikinci kısım ile üçüncü kısmın birbirine yakın ifadelerle dile getirilmeleri ve hepsinde umum ve husus söz konusu olması nedeniyle bu üç kısım, zâhiren birbirine benzemekte ve ġâfiî‟nin kelamında tekrar izlenimi vermektedir. Oysa bu üç kısmın her biri diğerinden farklıdır. Zira birinci kısmın b Ģıkkında aynı lafızdan hem umum hem husus murad iken ikinci kısımda umumu ifade eden lafız ile husus ifade eden lafızlar ayrı; fakat aynı ayette birlikte yer almıĢtır. Üçüncü kısımda ise âmm lafızdan sadece husus muraddır. Öte taraftan b Ģıkkında hususa delâlet eden haricî, özel bir delil olmadığı gibi söz konusu ayette hususa delâlet eden bir ifade de yok iken, üçüncü kısımda âmm lafızdan hâssın/hususun murad olduğuna delâlet eden mutlaka bir delil olması gerekir. Ġkinci kısımda ise umum ve husussa delâlet eden lafızlar aynı nasta yer alan farklı lafızlardır. Son olarak b Ģıkkından maksadın fukaha ıstılahatında farz-ı kifâye olarak bilinen Ģeyler/ferâiz olması muhtemeldir. Bkz. ġâfiî, er-Risâle, (i‟dâd ve dirâse, Muhammed Nebîl Ğanâim, ĠĢrâf ve Mürâcaat, Abdu‟s-Sabûr, ġahin), Merkezu‟l-Ehram li‟t-Tercümeti ve‟n- NeĢr, Kahire 1988,s.70; Ebû Zehra, eĢ- ġâfiî, s.200.

79

Hucurât, 49/13.

80 Bakara,2/183, 184. 81 ġâfiî, er-Risâle, s.56.

49

çünkü takva, ancak onu idrak eden ve ergin insanlardan ona ehil olan kimseler için söz konusudur. Ġnsanlar dıĢında kalan canlı yaratıklar, aklı yerinde olmayan kimseler, erginlik çağına gelmeyen ve takvanın ne olduğunu kavrayamayan çocuklar ayet kapsamında değildir söz konusu değildir. Oruç ve namaz konusundaki ayetler de böyledir. Bu ibadetler âkil ve bâliğ olanlara farz kılınmıĢtır; ergenlik çağına ulaĢmayan, ergenlik çağına ulaĢanlardan aklı yerinde olmayan ve ay hâli gören kadınlara -ay hâli süresince- namaz ve oruç farz değildir.82

3. Zâhiri âmm olan ancak kendisiyle sadece hâss murad olunan ayetlerden örnekler:

“Bir kısım insanlar, mü‟minlere: «DüĢmanlarınız olan insanlar, size karĢı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.” ġâfiî, bu ayette yer alan âmm lafızdan hususun murad olduğunu Ģöyle izah etmektedir:

“Hz. Peygamber‟in yanındaki insanlar, onlara karĢı asker toplayan insanlardan baĢka olduklarına, durumu kendilerine haber verenler de her iki gruptan ayrı olduklarına ve “insanlar” kelimesi de onların hepsini içine aldığına göre, belirttiğim hususa açıkça iĢaret vardır: yani insanların bir kısmı Müslümanlara karĢı asker toplamıĢ, bir kısmı da böyle bir iĢe katılmamıĢtır. Bütün insanların Müslümanlara karĢı asker toplamadığı, yine bütün insanların bu durumu onlara haber vermediği ve kendilerine haber verilenlerin de bütün insanlardan ibaret olmadığı bilinen bir gerçektir. ”83

Yine Yüce Allah(c.c), bir baĢka ayette, “ Yakıtı, insan ve taĢ olan cehennem

ateĢinden sakının”84

buyurmuĢtur. Kur‟an, cehennemin yakıtının insanların bir

kısmından ibaret olduğunu göstermektedir; çünkü Yüce Allah, “Tarafımızdan

kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiĢ olanlara gelince, iĢte bunlar cehennemden uzak tutulurlar”85buyurmaktadır. Yukarıdaki ayet-i kerimelerde yer alan âmm ifadelerden

bütün fertler değil sadece bazıları kast edilmiĢtir. Âmm lafızdan bazı fertlerin kastedilmesi, fıkıh usûlünde “tahsis” olarak ifade edilir. Âmm lafzın tahsis edilmesi 82 ġâfiî, er-Risâle, s.57. 83 ġâfiî, er-Risale, s.59. 84 Bakara, 2/24. 85 Enbiyâ, 21/101.

50

yani umumunun bazı fertlerle sınırlandırılması, usûlcülerin cumhuru nezdinde ya müstakil delil olarak ifade edilen nass -Kitap, Sünnet- , akıl ve örf ile ya da gayr-i müstakil delil olarak ifade edilen ve âmm lafızla aynı nasta yer alan Ģart, istisna gaye ve sıfat ile mümkündür. Dolayısıyla da delilsiz tahsis yapılamaz.

Kur‟an-ı Kerim‟de yer alan âmm lafızlarla ilgili konuyu bitirmeden önce âmm lafızla iliĢkili olarak fıkıh usûlü eserlerinde ele alınan Ģu üç mesele hakkında Ġmam ġâfiî‟nin görüĢüne yer vermenin konunun tam anlamıyla açıklığa kavuĢması açısından önem arz ettiği kanaatindeyiz. Bu üç mesele Ģunlardır:

1. Âmm lafzın umumuyla ne zaman amel olunur?

Ġmam ġâfiî, Kur‟an ve sünnette yer alan âmm lafızları tahsis eden veya bu lafızların umuma delalet ettiğini gösteren bir delil bulamadığı zaman tevakkuf etmez. Yani âmm lafzın umumuyla amel etmekten geri durmaz. Belki âmmı umumu üzere bırakır. ġayet tahsis için bir delil bulunursa bu durumda âmmı hâssla tahsis eder. Ona göre âmm ile hususi mananın kastolunması yani âmmın tahsisi ancak Kur‟an‟ın nassıyla veya hadisle olur.

2. Kur‟an‟daki âmm bir lafız, haber-i vâhidle tahsis edilebilir mi?

ġâfiî‟ye göre sığası itibariyle âmm olup umumi manada kullanılan ve tahsis edici bir delil de bulunmayan âmmın delaleti zannîdir. Zira bu özellikteki âmmın tahsise ihtimali çok kuvvetlidir. Çünkü tahsisten hâlî âmm çok nadirdir. Bu nedenle tahsis delilini bulamasak da, var olup da bizim fark edemediğimiz tahsis delilinin bulunma ihtimali nedeniyle tahsis öncesi âmmın delaleti zannîdir. Bu nedenle ġâfiî, Kur‟an‟ın umuma delalet eden ifadelerini, sübutları kat‟î olsa da delaletlerinin zannî olması nedeniyle, sübutu zannî olan haber-i vâhidle tahsis etmektedir. Nitekim ġâfiî, er-Risâle‟de, umum ifade eden “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz sopa vurun.” 86 ayetini sünnetle tahsis ederek bu hükmü, zina eden hür olan bekâr kadın veya erkeğe tahsis etmiĢtir. ġâfiî‟ye göre, sahih evlilik geçirmiĢ ve fiilen evli olan hür

51

kadın veya erkeğin zina etmeleri durumunda ise had olarak kendilerine recm uygulanır. Recm hükmü ise haber-i vâhidle sabittir.87

3. Âmm lafzın tahsisinin mahiyeti nedir?

Tahsisin mahiyetiyle ilgili usûlcüler arasında iki farklı tasavvur öne sürülmüĢtür:

a. Tahsis, âmm ile bildirilen umumi hükme dahil olduktan sonra, bazı fertleri bu umumdan çıkarmaktır.88

b. Tahsis, Ģari‟in o âmm lafız ile ibtidaen bütün fertleri kast etmediğini, belki bazı fertlerin bu umumun kapsamına baĢtan itibaren girmediğini beyandır.89

Ġmam ġâfiî, tahsisi, “ġari‟in âmm lafız ile ibtidaen bütün fertleri değil bazı

fertleri kastettiğini beyan” olarak görür. Zira ġâfiî, tahsis edilen âmmı belirtmek üzere “Kur‟an‟da zahiren âmm olarak nazil olan ve kendisiyle tamamen hâss murad olunan lafızların beyanı hakkındadır”.90” ifadesini kullanmaktadır. Bu baĢlık, bize, ġâfiî‟nin