• Sonuç bulunamadı

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.4. ĠMAM ġÂFĠÎ‟NĠN USÛL ANLAYIġI

1.4.2. Sünnet

1.4.2.1. Sünnetin Bağlayıcılığı

Ġmam ġâfiî, yaĢadığı hicri ikinci asırda sünnetin hüccet oluĢunu inkâr eden kesimleri üç gruba ayırmaktadır:

 Sünnetin hücciyetini tamamen inkâr edip sadece Kur‟an‟ı hüccet kabul edenler.104

 Sünneti tamamen inkâr etmeyip sadece Kur‟an‟da var olanı beyan eden ve Kuran tarafından desteklenen sünneti hüccet kabul edenler

 Prensip olarak sünneti kabul eden, ancak sened itibariyle haber-i vâhid olanı– ġâfiî‟nin ifadesiyle- haber-i hâssâyı- delil olarak kabul etmeyenler.

ġâfiî, Sünnetin hücciyyetiyle ilgili genel kabule muhalif olarak ileri sürülen bu görüĢlere yer verdikten sonra, peĢ peĢe sıraladığı nakli ve akli delillerle bu görüĢleri red eder.

103

Nahl16/44.

104 Muhammed Ebû Zehra, bu fırkanın kimlerden ibaret olduğu konusunda Ģu önemli değerlendirmeye

yer vermektedir: “Böyle ilmî sapıklığı irtikâp ederek Ġslam cemaatından ayrılan bu nizacı/muhalifler zındıklardır. Onlar Müslümanların iĢlerini ifsat etmek için zahiren Müslüman görünüyorlar, içlerinde baĢka Ģeyler gizliyorlardı. Böyle gizli hilelerle, Ġslam dinine tuzak kurup Onu bozmaya çalıĢıyorlardı. Bunların bir kısmı Hâricîlerdendi. ġâfiî‟nin çağdaĢı olan Abdurrahman b. Mehdî, sünneti açıkça inkâr edenlerin zındıklardan ve bazı Hâricîlerden olduklarını söylüyor. Tarih de bunu teyit etmektedir. Muhammed Hudarî, ġâfiî‟nin sözlerinin akıĢından, füruda sünnetin delil olmasını inkâr edenlerin Mu‟tezile‟den olduklarını çıkarıyor. Çünkü hadis bilmemekle tanınan onlardı. Bana göre füruda sünnetin delil olmasını inkâr edenler, zındıklardan ve yan çizmiĢ Hâricîler‟den idi. Bu zındıklar, kendi hüviyetlerini gizlemek için Mu‟tezile fırkasından görünmüĢ olmaları da uzak bir ihtimal değildir. Mutezilede akılcılık temayülü bulunduğundan ve akla aĢırı itimad ettiklerinden dolayı bu zındıklar kendi amaçlarını gizlemek, bozgunculuklarını saklamak için Mu‟tezile perdesi arkasına saklandılar. Fesatlarını, Mu‟tezile perdesiyle örterek gayelerine ulaĢmak için orada yuvalandılar. Bunların hüviyetleri ne olursa olsun, iman ehlinden değildirler, imandan uzaktırlar.” (Ebû Zehra, eĢ-ġâfiî, s.225.) Zındık, âlemin kadîm olduğunu ileri süren, Allah‟ı yahut Allah‟ın birliğini ve âhireti inkâr ettiği halde inanmıĢ gibi görünen kimsedir. Bir baĢka tanıma göre zındık, açıkça veya gizli biçimde Ġslâmiyet‟le ilgisini kesip küfrü benimseyen kimsedir. GeniĢ bilgi için bkz. Mustafa Öz ,“Zındık”, DĠA, Ġstanbul 2013, XXXXIV, 390-391.

56

ġâfiî, sünnetin hücciyyetini tamamen inkâr edenlere karĢı çıkarak, bu düĢüncenin çok ciddi sorunlara yol açacağını ve bu sorunların baĢında da zaruriyyat-ı diniyeden sayılan namaz, oruç, hac zekât gibi Kur‟an‟da icmalen yer alan ibadet ve feraizin anlaĢılamayacağını ve tatbikatının mümkün olamayacağını belirtir. Zira bu ibadetlerin bu günkü mevcut ifa/icra biçimlerine ve tafsilatlarına dair bilgiyi sadece Sünnetten öğrenebilmekteyiz. Sünnetin tamamen devre dıĢı bırakılması hâlinde ise Ġslam‟ın esasını oluĢturan bu ibadetler yaĢanamaz hâle gelir. Oysa bu ibadetler, üzerine Ġslam‟ın bina edildiği esaslardır.

Ayrıca Allah (c.c) yüce Kitabında kendisine imanla Rasûlu Hz. Muhammed‟e (s.a.v) imanı birlikte zikretmiĢtir. Hz. Peygamber‟e iman etmek, O‟nun sözlerine, fiillerine ve takriratına/onaylarına itaati gerektirir. Zira imanın semeresi ittibadır. Hz. Peygambere imanın zorunlu olup da, sözlerinde, fiillerinde ve onaylarında ittibaın zorunlu olmaması makul değildir. Çıkan sonuç, hiç Ģüphesiz sünnetin bağlayıcı bir delil olduğudur.105

Öte yandan ġâfiî, Allah (c.c), çeĢitli ayetlerde106 Kitap ile Hikmet‟in ta‟liminden, tilavetinden, inzalinden bahsederek her ikisini yanyana zikrettiğini belirtmiĢ ve bu ayetlerde yer alan Kitaptan muradın Kur‟an-ı Kerim; hikmetten muradın ise Hz. Peygamberin Sünnet-i seniyyesi olduğunu ifade etmiĢtir.”107 Zira Kitapla birlikte ta‟lim, inzal ve tilavetinden söz edilen Ģeyin, Kur‟an‟dan baĢka bir Ģey olması gerekir. Çünkü atıf muğayereti gerektirir. Ancak bu Ģeyin Kur‟an‟la aynı cinsten olması gerekir. Zira hem Kur‟an‟la birlikte zikredilmiĢtir, hem de zikri geçen hususlarda onunla aynı ortak özelliklere sahiptir. Bu da bizi, hikmetin, Kur‟an‟dan baĢka; fakat onunla aynı cinsten olduğu sonucuna götürür.

ġâfiî, içinde Kitap ve hikmet lafızlarının geçtiği ayet-i kerimeleri zikrettikten sonra Ģu tespitlerde bulunur:

105

Bkz. A‟râf 7 /158; Nûr 24/62

106 Bakara 1/129; 151, 231; Âl-i Ġmrân 2/164; Cuma 2; Nisâ 4/113; Ahzâb, 33/34. 107 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.78.

57

“Allah (c.c), Kitabı zikretti Kitap Kur‟an‟dır. Sonra Hikmeti zikretti, Kuran ilmine sahip kesimden razı olduğum (ilmine güven duyduğum) birinin Ģöyle dediğini duydum: “Hikmet, Rasûlullah‟ın Sünnetidir”. ( Zikrettiğim ayetlerden çıkardığım) bu husus o‟nun söylediğiyle örtüĢmektedir. En iyisini Allah bilir. Zira Kur‟an (Kitap) zikredildikten sonra hikmete yer verildi. Allah en iyisini bilir ya burada hikmetin sünnetten baĢka bir Ģey olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü hikmet Kitapla birlikte zikredilmiĢtir. Allah (c.c), insanlara, Rasulüne itaat etmelerini ve emrine uymalarını farz kılmıĢtır. Bu nedenle, Allah‟ın kitabı, Resulünün Sünneti dıĢında hiç bir söz için bu farzdır denilmesi caiz değildir. Zira daha önce de bildirttiğimiz gibi Allah (c.c) Rasulüne imanı kendisine imanla birlikte zikretmiĢtir. Ayrıca Rasulullah‟ın sünneti, Allah‟ın, Kitabındaki hâss ve âmm ifadelerinden ne murad ettiğini beyan eder. Allah (c.c), hikmeti kitapla birlikte zikrederek Hikmeti Kitab‟a tabi kılmıĢtır. Bu özelliği, Rasulü dıĢında baĢka hiç kimseye de vermemiĢtir.”108

Sonuç olarak Allah (c.c), Rasulüne itaati ve ona tabi olmayı mü‟minlere farz kılmıĢtır.109

Ġtaat ve ittibaı farz olan bir kimsenin dine iliĢkin sözleri, fiilleri ve onayları da itaat edenler tarafından kabul edilmeli, muhalefet edilmesi de isyana sebep teĢkil etmelidir. Aksi halde itaat ve ittibaın farziyetinin bir anlamı olmaz.110

Sünneti tamamen inkâr etmeyip sadece Kur‟an‟da var olanı beyan eden Kur‟an‟ın desteklediği sünneti hüccet kabul edenlere gelince; bu görüĢ, zahiren iki manaya muhtemeldir. Birinci ihtimal merdud, ikinci ihtimal ise ana hatlarıyla makbuldür. Birinci ihtimale göre, Hz. Peygamberden rivayet olunan hadis, haber-i âmme olsun haber-i hâssâ olsun, kendisiyle aynı anlama gelecek Kur‟an‟dan bir nass bulunmadıkça, red etmektir. Bu söylem netice itibariyle, sünnetin delil olmasını mutlak olarak inkâr edenlerin görüĢleriyle birleĢmektedir. Çünkü rivayet olunan hadisle aynı manada Kur‟an‟da bir nass varsa o takdirde burada hüccet hadis değil Kur‟an‟dır. Sünneti inkâr edenlere karĢı, Sünnetin hüccet olduğunu ispat için getirilen deliller burada da geçerlidir. Çünkü bu, sünnetin Ġslam fıkhının kaynaklarından biri olduğunu reddetmek anlamına gelir. Sonuç olarak bu fırka, sünnetin Kur‟an‟a ziyade anlamına gelebilecek yeni bir hüküm getiremeyeceğini, yani sünnetin hüküm inĢa etme özelliğinin bulunmadığını ve dolayısıyla da Hz. Peygember‟in teĢri yetkisinin

108

ġâfiî, er-Risâle, s.78,79.

109 Bkz. Ahzâb, 33/36; Nisâ, 4/59, 69, 80.

58

olmadığını savunmaktadır. ġâfiî, el-Ümm‟de, sünneti tamamen inkâr eden görüĢle birleĢtiği gerekçesiyle bu görüĢün dalalet olduğunu belirtmiĢ ve sünneti tamamen reddedenlere karĢı getirdiği delillerle yetinerek bu görüĢün reddi için ayrıca delil getirme ihtiyacı duymamıĢtır.

Ġkinci ihtimale gelince, Kur‟an‟ın dinin ana kaynağı, ilk aslı ve külli kaideleri cami‟ olması itibariyle Sünnetin bildirdiği her hükmün mutlaka Kur‟an‟da bir aslı vardır. Zira Kur‟an asıl ana kaynak olması bakımından külli ve umumi kaideleri ihtiva eder. Dinin esasları onda mevcuttur. Sünnet ise Kur‟an‟ın beyanı olması itibariyle onu etraflıca izah eder, teferruatı bildirir, cüz‟î meseleleri açıklar. ġâfiî, bu görüĢü Ģöyle ifade etmektedir:

“Onlar içinde Ģöyle diyenler var: Sünnet, sadece Kitapta esası bulunan bir hükmü bildirir, vaz‟ eder. Nasıl ki Hz. Peygamberin (s.a.v) Sünneti, namazın rek‟atlarının adedini, nasıl kılınacağını beyan eder. Namazın farz olduğunun aslı da Kur‟an‟dadır. AlıĢveriĢ ve diğer hükümler hakkındaki hadisler de böyledir.”

ġâfiî, bu görüĢü dalalet sayarak reddetmemekte, aksine bunun Kur‟an ve sünnet fıkhında istinbat usûlüne derin bir bakıĢ açısı olduğunu belirtmektedir.111

Prensip olarak sünneti kabul edip de haber-i hassâyı / haber-i vâhidi delil olarak kabul etmeyenlere gelince, bunlar sünnetin, sadece mütevatir veya meĢhur/müstefiz kısımlarını delil kabul ederler. Gerekçe olarak da haber-i vâhidin, sübut açısından zan ifade etmesi ve ravilerin tedlis yapma veya yalan söyleme ihtimalinin varlığını göz önünde bulundurmalarıdır. Zira bidat ve dalalet erbabı tarafından uydurulup, Allah Rasulü‟ne (sav) isnad edilen bu kabilden birçok rivayet bulunmaktadır. Bu özellikteki rivayetlerin temizini çürüğünden ayırmak oldukça güçtür.

59