• Sonuç bulunamadı

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.4. ĠMAM ġÂFĠÎ‟NĠN USÛL ANLAYIġI

1.4.2. Sünnet

1.4.2.2. Haber-i Vâhidin Bağlayıcılığı

Ġmam ġâfiî, haber-i vâhidin bağlayıcılığını/hücciyetini inkâr edenlere karĢı, er-

Risâle, Cima‟u‟l-Ġlim ve Ġhtilâfu‟l-Hadîs eserlerinin birçok yerinde haber-i vâhidin

bağlayıcı olduğunu delillerle ispat etmeye çalıĢır. Bu delillerden bir kaçına kısaca yer verelim:

1. Kur‟an-ı Kerim ve meĢhur Sünnetle sabit olan bir esasa kıyasla haber-i

vâhidin hücciyetinin ispatı: Kitap ve Sünnet naslarıyla sabittir ki; ticari/mali anlaĢmazlıklarda ve nikâh akdinde iki erkeğin Ģehadetiyle veya bir erkek ile iki kadının Ģehadetiyle; zina suçunun tespitinde dört Ģahitle; had ve kısas gerektiren diğer suçların tespitinde de iki Ģahidin Ģehadetiyle; sadece kadınların muttali‟ olabilecekleri hususlarda (hayız, nifas gibi) bir kadının Ģehadeti ile hüküm verileceği konusunda cumhurun ittifakı vardır. Zira zikri geçen davalarda, Ģahitlerin Ģehadetleri sonrası hâkimin vereceği hüküm bağlayıcıdır. Bu kazai hükümle Ģahitlerin doğru söyleme ihtimali yalan söyleme ihtimaline tercih edilmiĢtir. Böylece tarafları ilzam eden/bağlayıcı bir hüküm ortaya çıkmıĢtır. Oysa bu davalar ve Ģahitlerin Ģehadetiyle hüküm bağlanan diğer davaların hemen hemen tamamında, aranan Ģahit nisaplarının hiçbirinde tevatür haddi gerçekleĢmemiĢ; bilakis haber-i vâhidle hüküm verilmiĢtir. Buradan hareketle aynı Ģekilde Hz. Peygamber‟den haber-i vâhid yoluyla bizlere ulaĢan rivayetlerle amel vaciptir. Zira haber-i vâhid denilen rivayeti bizlere ulaĢtıran ravilerde adalet112 ve zapt113 yani sika/güvenilir olma 114 Ģartları/nitelikleri bulunması hâlinde, haberin doğruluğu yalan olma ihtimaline tercih edilir. Sözün özü, Hz.

112 Adalet/Adl, sözlük manası istikamet olup hadis usûlü terimi olarak Ģu Ģekilde tanımlanmıĢtır:

“Ravinin, müslüman, buluğ çağına ermiĢ, akıllı, fısk sebeplerinden ve onur kırıcı/zedeleyici durumlardan uzak olmasıdır. ” Abdulkerîm Zeydân-Abdulkahhâr Abdullah Dâvûd, “Ulûmu‟l- Hadîs”, Müessesetu‟r-Risâle, 1.baskı, DımeĢk 2011, s.63.)

113 Zapt, sözlükte ileri derecede/eksiksiz koruma anlamına gelir. (Feyûmî, el-Misbâh, s.185.) Hadis

usûlü terimi olarak: “Zabtu‟s-Sadr ve Zabtu‟l-Kitap olmak üzere iki kısma ayrılır. Zabtu‟s-Sadr, “Ravinin, Ģeyhinden duyduğu hadisi, dilediği zaman ezberden ifade edebilecek ve baĢkalarına aktarabilecek düzeyde hıfzetmesidir. ” Zabtu‟l-Kitap ise, “Ravinin, aldığı hadisleri yazdığı kitabı tağyir, tebdil ve tahriften korumasıdır.” (Bkz. Zeydân- Abdulkahhâr, s.66.)

114 Sika, sözlükte mastar olup, sabit ve sağlam olmak anlamına gelir. Sabit ve sağlam olan kiĢi veya

kiĢiler anlamında da kullanılır. (Feyyûmî, el-Misbâh, s.334. Hadis Usûlü terimi olarak: “Adalet ve zapt niteliklerini taĢıyan, hadis rivayetinde güvenilir kiĢi ” demektir. Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, Dördüncü baskı, ĠFAV Yay. Ġstanbul 2011, s.277.

60

Peygamber‟den güvenilir bir veya iki ravi kanalıyla gelen rivayeti kabul etmek, bir veya iki Ģahidin Ģehadetiyle hüküm vermek gibidir. Yani Ģahitlerin Ģehadetiyle hâkimin verdiği hüküm nasıl bağlayıcıysa; güvenilir ravilerin rivayeti de bizim için bağlayıcıdır. Hatta Hz. Peygamber‟den rivayet olunan hadis kabule daha çok elveriĢlidir. Zira ravi, dindar, adil, güvenilir ve zabittir (hıfzı kuvvetli) ve Hz. Peygamber‟e yalan isnad etmekten çekinir. Bir de rivayetiyle bir Ģeyin helalliğine veya haramlığına hüküm verileceğini bildiği için yalan söylemekten/isnad etmekten çekinir.115 Çünkü Hz. Peygamber‟e yalan isnad etmek, yalanların en büyüğüdür ve cehenneme götüren en tehlikeli davranıĢtır.

1. Hz. Peygamber (s.a.v) Ģöyle buyurmaktadır:

“Benim sözümü dinleyip ezberleyerek baĢkasına aktaran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Bazen fıkhın/dini bilginin taĢıyıcısı bu bilgiyi fakih /dinde derin ve ince anlayıĢ sahibi olmayan kiĢiye nakleder. Niceleri de kendisinden daha fakih olan kimseye nakleder. Üç Ģey vardır ki, Müslümanın kalbi onlara asla ihanet etmez (terk etmez):116 Yaptığını sırf Allah için yapmak, Müslümanlara öğüt verip onların hayrına çalıĢmak/Müslümanlara karĢı samimi olmak, Müslümanların cemaatinden ayrılmamak. Zira Müslümanların duaları onları çepeçevre kuĢatmıĢtır.Allah Rasulü (s.a.v) , sözünün ezberlenmesi, anlaĢılması ve baĢkalarına aktarılmasına bizleri davet ettiğine göre bu vazifeyi ifa eden ister bir ferd isterse de bir cemaat olsun Allah Resulünün (s.a.v) davetine icabet etmiĢ olur. KiĢinin, dinin bilgisini baĢkalarına taĢımasının bir anlamı/değeri olabilmesi için de bilginin kendisine taĢındığı kiĢinin nezdinde taĢıyıcının sözü makbul ve hüccet olmalıdır. Zira Allah Resulünden (s.a.v) aktarılan, ya helal olandan, ya sakınılacak haramdan ya ikame edilecek hadden ya alınıp verilecek malla ilgili hükümlerden ya da din ve dünya için nasihatten ibarettir.” 117 Bu rivayet, bize Hz. Peygamber‟in (s.av) bizzat beyanıyla haber-i vâhidin hüccet olduğunu göstermektedir.

115 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.384, 387; el-Ümm, Ġhtilâfu‟l-Hadîs, X, 5-8; el-Ümm, Cimâ‟u‟l-Ġlm, IX,

13;

Ebû Zehra, eĢ-ġâfiî, s.227

116 ZemahĢerî, el-Fâik isimli eserinde bu ifadeyi Ģu Ģekilde açıklamıĢtır: “Bu ifadeyle anlatılmak

istenen, bu üç hasletle kalpler ıslah edilir. Bu nedenle her kim bu hasletlerle bezenirse gönlünü kusurdan, noksanlıktan ve fesattan temizlemiĢtir.” (Cârullah, ez-ZemahĢerî, Mahmud b. Ömer, el- Fâik fî Ğarîbi‟l-Hadîs, thk. Ali Muhammed el-Becavî, Muhammed Ebu‟l-Fadl Ġbrâhîm) , Ġsa el- Bâbî, el-Halebî ve ġurakâuhû, y.y , t.y II, 72.

117 ġâfiî, er-Risâle, s.401-403. Yeri gelmiĢken, bu rivayeti değerlendirme sadedinde Ġmam ġâfiî, Ģu

önemli tespitte bulunuyor: “Hz. Peygamber‟in Müslümanların cemaatinden ayrılmamayı emretmesi, -inĢallah- Müslümanların icmaı‟nın bağlayıcı bir delil olmasını gösteren bir huccettir.” (ġâfiî, er- Risâle, s.403.)

61

3. Allah Rasulü (s.a.v) hayatta iken ashab-ı kiram, Ģer‟î hükümleri birbirlerine naklederlerdi. Ashaptan birinin Hz. Peygamber‟den naklettiği Ģer‟î hüküm, diğer sahabe/sahabi tarafından kabul edilir ve amele konu olurdu. Haber verenin bir veya iki kiĢi olması, verilen haberin kabulü konusunda sahabe arasında herhangi bir tereddüt oluĢturmamaktaydı. ġayet bir veya iki kiĢinin Ģer‟î bir hükmü nakletmesi kabul ve amel noktasında bir problem teĢkil etseydi, henüz hayatta olan Hz. Peygamber (s.a.v), bunu mutlaka beyan ederdi. Zira son derece önemli olan bu husus, risaletin tebliği ve dinin beyanı cümlesindendir. Oysa Allah Rasulü (s.a.v), sahabe arasında cereyan eden bu duruma müdahalede bulunmamıĢ, aksine bu aktarımı onaylamıĢtır. Öte yandan eğer dinî hükümler bir veya iki kiĢiden alınmayacak olsaydı Hz. Peygamber(s.a.v), emir ve yasaklarını ulaĢtırmak ve beyan etmek için bir iki kiĢi göndermekle iktifa etmezdi. ġâfiî, bu önemli hususun ispatı için birçok örnek vermektedir. Bu örneklerden bir kaçına yer verelim:

a. Hz. Peygamber ve ashabı Medine‟de iken namazda Kudüs‟e doğru

dönerlerdi. Bakara suresindeki kıblenin tahvili hükmünü içeren ayetlerin nazil olmasıyla birlikte Hz. Peygamber ve ashabı Kâbe‟ye dönmekle emrolundular. Ġnsanlar Kuba‟da sabah namazını kılarken biri geldi ve “Hz. Peygamber‟e Kur‟an ayetleri indi

ve kıble olarak Kâbe‟ye dönmesi emredildi, siz de ona dönün.” dedi. Onların yüzleri

ġam‟a dönüktü. Bunun üzerine Kâbe‟ye döndüler. Kuba halkı Ensar‟ın ileri gelenlerinden olup ilim sahibi kimselerdi. Onlar için geçerli bir delil bulunmadıkça kıble konusunda Allah‟ın farzını terk etmeleri mümkün değildir. Hz. Peygamber‟le karĢılaĢmadılar ve kıblenin değiĢtirildiğine dair Allah‟ın indirdiği ayeti de iĢitmediler ki Kur‟an‟a ve Hz. Peygamber‟den duydukları bir Sünnete göre namazda yönlerini Kâbe‟ye döndürmüĢ olsunlar. Bu konuda çoğunluk aracılığıyla gelen bir haber (haber- i âmme) de mevcut değildi. Onlar, doğru kimselerden olduğuna inandıkları birinin verdiği habere dayanarak üzerlerine farz olan Ģeyi bırakıp yeni bir emirle Hz. Peygamber tarafından kıblenin değiĢtirildiği haberi gelince ona uymuĢlardır. Doğru kimselerden olduğuna inandıkları birinin verdiği haberin hüccet olduğunu bilmeseydiler, bu haberle amel etmezlerdi. Onlar, bu yaptıklarını Hz. Peygamber‟e haber vermeyi de ihmal etmemiĢlerdi. Eğer haber-i vâhid hüccet teĢkil etmeyip kendisiyle amel caiz olmasaydı, Hz. Peygamber, onlara

62

“Siz bir kıble üzere idiniz; onu terk etmeniz için ya benden hüccet olacak bir Ģey duymalıydınız veya çoğunluğun naklettiği haberi ya da birden çok kiĢinin benden naklettiği haberi duyduktan sonra o kıbleyi ancak o zaman terk edebilirdiniz” derdi.118

b. Hz. Peygamber, kendisine gelen bir Ģahsın, “oğlunun, yanında çalıĢan kiĢinin karısıyla zina ettiğini” söylemesi üzerine Üneys‟e “ kadın itiraf ederse, onu recmet.” diye emir vermiĢ, kadın suçunu itiraf etmiĢ ve Üneys de onu

recmetmiĢtir.119Allah Rasulü (s.a.v), kadının itirafına Ģahitlik etmesi ve bu itiraf neticesinde ölümle sonuçlanacak recm hükmünü uygulaması konusunda Üneys‟i görevlendirmesi Üneys‟in kadına gelerek ona hakkındaki zina isnadını haber vermesi ve kadının bu haber üzerine itirafta bulunması, haber-i vâhidin hüccet oluĢuna delil teĢkil etmektedir. Zira Allah Rasulü, kadının itirafı ve bu itirafa binaen haddin ikamesi konusunda Üneys‟in haberine itimad etmiĢtir.

c. Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir‟i hicretin dokuzuncu yılında hac emîri olarak

göndermiĢ, çeĢitli beldelerden ve muhtelif kavimlerden Müslümanlar hacca gelmiĢti. Hz. Ebû Bekir de onlara hac ibadetlerini yaptırdı ve kendilerine Rasûlullahın emir ve nehiylerini bildirdi.

d. Hz. Peygamber, aynı yıl, Hz. Ali‟yi de göndermiĢti. O da, toplu halde

hacılara bayram günü Berâe suresinin bazı ayetlerini okumuĢ ve bir kavimle (müĢriklerle) yapılmıĢ antlaĢmanın bozulduğunu açıkça ilan etmiĢ, onlara biraz süre tanımıĢ ve toplanan hacılara bazı yasakları bildirmiĢtir.

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali, Mekkeliler nezdinde fazilet, dindarlık ve doğruluklarıyla meĢhur idiler. Hacılardan, bu ikisini veya bunlardan birisini tanımayanlar, onların fazilet ve doğrulukları hakkında kendilerine bilgi verecek kimseleri bulabilirlerdi. Hz. Peygamber, birini ancak kendisine gönderilenlere verdiği haberle hüccet teĢkil ettiği için yollamıĢtır.120

118

Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.406-408.

119 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.410. 120 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.414.

63

Bir baĢka rivayette de Hz. Ali, hac zamanında ( h.9) Mina‟ya gelerek bir deve üzerinde Ģöyle demiĢtir: “Bugün yeme-içme günüdür; kimse oruç tutmasın”. O, devesinin üzerinde insanları takip ederek, onlara Allah elçisinin bu sözüyle sesleniyordu. Allah elçisinin, sadık bir kiĢiyi, -ondan gelen haberin bağlayıcı olması

nedeniyle- yasağını bildirmesi için göndermesi, kendilerine yasak iletilen kimselerin

Hz. Peygamberden onlara bu haberi getiren kiĢinin doğru olduğunu bilmelerindendir.121

e. Hz. Peygamber, bazı yörelere dinî hükümleri tebliğ etmek ve zekatı

toplamak üzere bir kısım memurlar göndermiĢtir. Bunlardan biri olan Muaz b. Cebel‟i de Yemene göndermiĢ ve ona kendisine itaat edenlerin isyan edenlerle savaĢmalarını, onlara Allah‟ın farz kıldığı Ģeyleri öğretmesini, onlardan üzerlerine düĢen zekâtı almasını emretmiĢtir; çünkü onlar, Muaz‟ı, onun konumunu ve doğruluğunu bilmekteydiler. Allah elçisi, bu yörelere sadece doğruluğu ile meĢhur olan kimseleri göndermiĢtir. Yani gönderilen elçiler, gönderilenlere karĢı hüccet teĢkil etmektedirler.122

f. Bir defasında Hz. Peygamber, on iki elçiyi oniki krala göndermiĢ ve onları bu yolla Ġslam‟a çağırmıĢtır. Hz. Peygamber‟in gönderdiği bu kiĢiler aracılığıyla onlara davet ulaĢmıĢtır ve bu konuda onlara karĢı hüccet oluĢmuĢtur. Onları kendilerine gönderdiği kimselere mektuplarının kendisine ait olduğunu gösteren belgeler düzenlemediği de ortadadır.123 Hz. Peygamber, bu elçilerde sadece doğrulukla bilinen kiĢiler olma özelliğini göz önünde bulundurmuĢtur.

Yukarıda yer alan ve haber-i vâhidin bağlayıcılığını ispat için getirilen delillerin tamamı, Allah Rasulü henüz hayatta iken cereyan eden hadiselerdir. Bu durum, haber-i vâhidin bizatihi Hz. Peygamber tarafından amele konu edilmiĢ, hüccet oluĢu onaylanmıĢ ve bu yolla bize ulaĢan hüküm de Ģer‟î bir hüküm olduğu tescillenmiĢtir. 121 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.412. 122 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.416. 123 ġâfiî, er-Risâle, s.418.

64

Yeri gelmiĢken önem arz eden bir probleme temas etmek gerekmektedir. O problem de Ģudur: Haber-i vâhid madem hüccettir, çeĢitli usûl kaynaklarında124

sahabenin, bu tür haberleri, kendilerine ulaĢır ulaĢmaz hemen kabul etmedikleri ve bu rivayetlerle amel için bazı destekleyici unsurlar -yemin ve Ģahit getirme gibi- aradıkları, yer almaktadır. Sahabenin bu tutumu, bizi, destekleyici bir unsur olmadıkça sadece haber-i vâhidle iktifa edilemeyeceği sonucuna götürmektedir. Örneğin, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, bir hadis kendilerine rivayet edildiğinde, onu, ancak iki kiĢi bu hadisi Rasûlullah‟tan iĢittiğini ifade ettikten sonra kabul etmiĢtir.

Ġmam ġâfiî, er-Risâle‟de, bu probleme, Hz. Ömer örneğini zikrederek Ģöyle bir izah getirmektedir:

“Hz. Ömer, kendisine bir haberi nakleden kimsenin yanında baĢka birinin daha olmasını ancak Ģu üç sebepten dolayı istemiĢ olabilir:

1. Ġhtiyat cihetine gidilerek daha emin olunmak istenmiĢtir. Hüccet, haber-i vâhidle sabit olmakla birlikte iki veya daha fazla kimsenin haberi onu, sübut bakımından kuvvetlendirir. Haber-i vâhidi sabit olarak kabul edenlerden öylelerini gördüm ki, onunla birlikte ikinci bir haber daha istiyor ve elinde beĢ cihetten Hz. Peygamber‟e ulaĢan sünnet bulunduğu halde kendisine altıncı kiĢi tarafından rivayet edilirse onu da yazıyordu. Çünkü haberler ne kadar birbirini destekler ve ne kadar mütevatir olursa, hüccet olma bakımından o ölçüde kuvvetli ve iĢiten için daha iyi olur.

2. Muhtemeldir ki Hz. Ömer, raviyi tanımadığı için tanıdığı bir ravi gelinceye kadar onun haberi karĢısında duraksamıĢtır. ĠĢte bu Ģekilde tanınmayan birisinden bir haber nakleden kimse, makbul olmadığı gibi onun haberi de kabul edilmez. Bir kimsenin haberinin kabul edilmesi için onun tanınmıĢ ve buna ehil bir kiĢi olması gerekir.

3. Ġhtimaldir ki Hz. Ömer‟e göre kendisine o haberi nakleden kimse, sözü makbul olmayan birisiydi. O da bu yüzden sözünü kabul edebileceği birisini buluncaya kadar onun haberini reddetmek durumunda kalmıĢtır.”125

ġâfiî, haber-i vâhidi kabul etme hususunda ashaba dair haberleri verdikten sonra tabiin ve etbau‟t-tabiinin de haber-i vâhidi kabul ettiklerine ve reyin önüne geçirdiklerine dair birçok örnek zikretmektedir. ġâfiî, haber-i vâhidin hüccet olduğuna

124 Bkz. ġâfiî, er-Risâle, s.432; ġa‟bân, Usûlu‟l-Fıkhi‟l-Ġslâmî,y.y. ,t.y. s. 66. 125 ġâfiî, er-Risâle, s.432, 433, 434.

65

dair ilk üç nesilden birçok örnek /delil zikrettikten sonra nihai olarak Ģu önemli değerlendirmede bulunuyor:

“Haber-i vâhidin delil oluĢu konusunda daha pek çok rivayet vardır. Burada onlardan bir kısmını zikretmekle yetiniyoruz. Selefimizin ve günümüze kadar onları takip edenlerin yolu da bu yoldur. Ġslam beldelerindeki ilim adamlarından bize nakledilegelenler de böyledir.126

Medineli muhaddislerin tamamı Ģöyle demektedir: “Bir sahabinin, Hz. Peygamber‟den veya bir tabiinin, ashaptan onun da Hz. Peygamber‟den yapmıĢ olduğu rivayeti sünnet olarak kabul ederiz.”…Yine görmekteyiz ki Mekke, Yemen, ġam, Basra, Küfe gibi büyük Ģehirlerdeki seçkin tabiin muhaddislerinin tamamı da Hz. Peygamber‟den intikal eden haber-i vâhid kabilinden rivayetleri/haberleri kabul ediyorlar ve bu haberlere uyup onlara göre fetva veriyorlar. Bu âlimler, kendilerine bir önceki nesilden intikal eden bu haberleri nasıl kabul etmiĢlerse, onlardan sonra gelenler de bu haberleri onlardan öylece kabul etmiĢlerdir. ġayet bir kimse, haber-i vâhid hakkında, “GeçmiĢten günümüze bütün Müslümanlar, haber- i vâhidi kabul etme ve ona uyma konusunda birleĢmiĢlerdir; Zira Müslüman fakihlerden hiç kimsenin onu reddettiği bilinmemektedir” diyebilse ben de katılırım. Ancak Ģöyle diyebilirim ki: Fukahai Müslim‟inden, haber-i vâhidi kabul etme noktasında ihtilafa düĢenleri bilmiyorum; çünkü hepsi aynı kanaate sahiptir.127

ġâfiî, ilm-i hâssa veya haber-i hâssa dediği haber-i vâhidi amel hususunda hüccet olarak kabul etse de onu, ne Kur‟an ne de mütevatir sünnet /haber-i âmme mertebesinde görür. Çünkü ikisinin sübutu kat‟î iken; haber-i vâhidin sübutu zannîdir. Bu yüzden haber-i vâhidin sübutunda Ģüpheye düĢen bir kiĢi dinden çıkmıĢ olmaz. Ancak haber-i vâhidin sübutunun zannî olması, onunla amel etmenin vucubiyetine mâni değildir. Zira Ģer‟î hükümlerde zann ifade eden âhad haberlerle amel etmenin vacip olduğunu gösteren deliller kat‟îdir. 128

Sünnetin kâhir ekseriyetinin haber-i vâhid yoluyla nakledilmesi, sünnetin intikalinde haber-i vâhidin hayati öneme sahip olduğunu göstermektedir. Bu özellikteki haberin reddi, sünnetin önemli bir bölümünün reddi anlamına gelir. Sünnetin reddi ise dinde sabit birçok hükmün inkârını beraberinde getirir. Bu yüzden güvenilir raviler tarafından rivayet edilen haber-i vâhidle amel vacip olup muteber bir delil olmadıkça da terk edilemez. Ravi sayısının

126 ġâfiî, er-Risâle, s.452-453. 127 ġâfiî, er-Risâle, s.456, 458. 128

Bkz. Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, çeviren ve notlandıran: Metin Yiğit, Rağbet Yay. Ġstanbul 2004, s.176

66

azlığı nedeniyle haber-i vâhidin doğru olmama ihtimali olmakla birlikte, güvenilir ravilerce bu haberin aktarılmıĢ olması doğru olma ihtimalinin ağır basmasını ve haberin kabul edilmesini sağlamaktadır. Haber-i vâhidin doğru olmama ihtimali, delilden neĢet eden bir ihtimal olmadığı için dikkate alınmaz. Zira delilden neĢet etmeyen ihtimaller, amel hususunda nazar-ı itibara alınmaz.129