• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: MUHAFAZAKÂRLIK: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.4. Muhafazakârlığın Temaları

1.4.7. Tarih

Muhafazakârlık, gücünü tarihten ve gelenekten alan bir düşünce üslûbudur. Karar verme mekanizmalarını tarihle ilişkilendirerek harekete geçen muhafazakârlar geçmişin köklü

savunusuna girişmek yerine geçmişle bugün arasında irtibat kurarak şimdiyi kurmak niyetindedir. Bu tarz kurguyu “yeniden üretim” şeklinde kavramsallaştırmak mümkündür.

Bir bilim dalı olarak tarih, geçmişteki olaylar arasında belgelere dayandırmak suretiyle neden sonuç ilgisi kurarak insanın geçmişini kurgulamaya çalışır. Burada meydana çıkan boşluklar daha çok ideolojik perspektifle doldurulur; ortaya çıkan sonuç kâğıt üzerinde geçerlilik taşısa da yaşamsallıktan uzaktır. Muhafazakârlarsa tarihi temel referans noktası sayarlar. Geçmiş, sonsuz bilgelik kaynağı olarak bugüne zemin hazırlar. Fırat Mollaer muhafazakâr tarihçiliği bahçıvan imgesiyle açıklamaktadır:

“Bahçıvan, insanı analitik çözümlemenin unsuru, bir analiz öğesi olarak çözümlemez; emprik gerçekliğiyle ‘anlar’. İnsan sadece anlaşılabilir; kavranamaz. Diyalektik ise insanı kavrar. Her kavrama, teorize etmeyi ve özne-nesne ilişkisini gerektirir ve diyalektik tarih, insanı kavramak üzere nesneleştirir. İnsanın kavranması, teorik bir içerik kılınması ve nesneleştirilmesiyle mümkündür” (Mollaer, 2009: 112).

Tarihin bir uzmanlık alanına dönüşümü, muhafazakâr bilincin yaşayan tarih anlayışından uzaklaşılmasına neden olur. Çünkü tarihçi, geçmişi değerler birikimi şeklinde algılamaz; geçmiş serinkanlılıkla incelenecek bir metadır. Muhafazakârlar ise tarihi bir coşku ve ibret alanı olarak görürler. Buna göre bahçıvan imgesi muhafazakâr tarihçiliğe uygun bir tanımlama olmaktadır. Nasıl ki bahçıvan köklü değişime girişmeksizin bahçede gezinip fazlalıkları temizlemekle, ortalığı/şimdiyi düzenlemekle görevliyse muhafazakârlar da tarih sahneleriyle diyalektik ilişki kurmadan, parçanın detayından çok bütünün öğreticiliğiyle ilgilidirler. Bu durumda tarih parçalanmadan bir bütün olarak değerlendirilir ve “bugün”ün değerli kılınması ve anlaşılması için sürekli oluşumu ifade eder:

“Bahçıvanlık imgesindeki asli öğelerden biri, tarihsel süreklilik fikridir. Tarih, evrimsel ve birikimsel bir süreçtir ve aşamalar birbirini kapsar. Muhafazakârlar tarihin bölünebileceğine inanmaz. Tarih nesneleştirilemez ve kesitler yoktur. Zaman anlayışı olarak, zamanın üç kesitini kapsama kaygısı taşır; geçmiş, bugün ve gelecek içerilmiştir. Nesneleştirebileceğimiz bir geçmiş ya da gelecek yoktur. Muhafazakâr, çoğu zaman sanıldığının aksine, geçmişin değil bugünün insanıdır. Zamanın üç bölümü, sadece şimdiki zaman kipinde yaşanabilir. Dolayısıyla tek bir zamanı yaşarız. Şimdiki zaman, insanı bugünkü deneyimsel gerçekliğiyle anlamaya çalışan muhafazakâr için ayrıca önemlidir. Ancak geçmişi içinde taşımayınca buna zamanda gerçek bir yerleşme değil köksüzlük olarak bakılır” (Mollaer, 2009: 110-111).

vermesi, aklı yadsıması, insanı kusurlu görmesi vb. temalar doğrudan ya da dolaylı olarak zaman kavramıyla ilişkilidir. Nitekim modernite ve modernleşme de zaman kavramı üzerinde kurgulanır. Muhafazakârlar, bu bağlamda tarihi vurgularken onu yüceltmez; tarih, bugünü düzenlemek ve sağlamlaştırmak için araç işlevindedir. Bu yüzden parçalarıyla ve teorisiyle değil, bütün olarak değerlendirilir. Şimdiki zaman, geçmiş ve geleceğin kesiştiği noktadır ve geçmişin değerlerinin geleceğe aktarılması için bugünde mutlaka varlığını hissettirmelidir. Bu noktada muhafazakârlığın gelecekle ilgili bir sistem olduğu da söylenebilir: “[M]odern dünyadaki haliyle bir muhafazakâr, geçmişin değerlerini korumayı üstlenen biri değil, aksine şu anda kendisinin sahip olduğu, içinde yaşadığı değerleri gelecek kuşaklara dayatan biridir. Oğullarının ve kızlarının kendi bildiği değerlere göre yaşamalarını isteyen birinin halidir muhafazakârlık” (Baker, 2013: 101). Besim Dellaloğlu ise muhafazakârlığın konformizmden farkını gelecek perspektifiyle açıklar:

“[K]onformizm ile konservatizm (muhafazakârlık) arasında bir ayrım yapmak elzem olabilir. Konformizm var olana teslim olmaktır. Konformizm bugünde mevcut olanın ufkuyla sınırlıdır. Oysa muhafazakârlık bütün modern ideolojiler gibi bir gelecek perspektifi taşır. Yarının bugünden çok farklı olmasını ister. Geçmişten ve bugünden, yani gelenekten muhafaza etmeye değer bulduklarına sahip çıkar ve onların yarında da sürmesini talep eder. Muhafazakârlık değere değer verir. Aslında bir devrimci de farklı düşünmez. Ama muhafazakârlık ile devrimci arasındaki fark muhafaza edilmesi gerekenlerin niceliği ve niteliği konusunda ortaya çıkar. Konformizmin ise bu perspektifsizliği aslında geleneği değersizleştirmektir bir bakıma” (Dellaloğlu, 2013: 106-107).

Konformistlere göre takvimde sonra gelen önce gelenden iyidir ve bu haliyle konformizm modernleşmeyi koşulsuz şartsız kabul etmiştir. Muhafazakârlar geçmişin bilgeliğinden ve tecrübenin değerinden hareket ederek bugünü yarına sorunsuz taşımak ister. Buradaki gelecek kaygısı, onların sağlam bir ütopyaya sahip olduklarını göstermez elbette. Gelecek, daha çok geçmişin sürekliliğini sağlamak üzere mesele olur. Hatta muhafazakârlar için tek bir zaman dilimi olduğunu ya da zamanı dilimlerle yorumlamak yerine sürekli bir döngü olarak algıladıklarını söylemek daha doğru olacaktır. Sürekliliğin görünürlük kazanması ‘şimdi’de mümkündür:

“Zamanın tam anlamıyla idrakinde olanlardan olmak, geçmişin geçmişe gidilerek değil geçmiş olarak şimdiki zamanda bir etkinlik kurması ile mümkündür; geleceğin de geleceğe gidilerek değil şimdiki zamanda etkin olması gerçek ve bütüncüllük yaklaşım bir şimdiki zamanı oluşturacaktır. (…) İnsanların kendileriyle ilgili olan geçmiş ve geleceğe hareketi şimdiki zamanın sorunlu inşasına, şimdiki zamandan geleceğe doğru bir sorunun büyümesine neden olmaktadır. Toplumların geçmiş ve gelecekle ilgili yönelimleri daha çok tarih üzerinden gerçekleşiyor. Geçmişe, kendi toplumsal tarihlerindeki başarılar üzerinden bir güne ilişkin adeta bir avuntu içinde girilir. Gelecek zamanla ilgili

olarak da-yeniden-bir tarih kurma, tarihe-yeniden-yön verme çabası toplumun şimdiki zamandaki yürüyüşünün ritmini bozabilecek bir etkide bulunur” (Erol, 2016: 63).

Muhafazakârlar tarihe yaklaşırken eklektik bir tavır sergiler. Aslolan şimdiyken tarihin kutsanması bugünkü davranışlara gerekçe hazırlamak içindir. Dolayısıyla bugüne mazeret üretilirken aynı zamanda tarih üretme yoluna da gidilebilir. Diğer taraftan muhafazakârlar bugünkü sorunları bertaraf etmek için tarihin şanlı sayfalarına başvururlar. Bir avuntu olarak geçmiş, bu minvalde kurgulanan/icat edilen geleceğin de temelini teşkil eder. Yani geleceğe yönelik beklentiler, geçmişin şanlı sayfalarında içkindir. Bu yapı, Murat Erol’un Nietszche’den (2006: 47) aktardığına göre şimdiki zamanı kuvvetsiz olan toplumlarda karşımıza çıkar; burada tarihin şimdiyi yutması söz konusudur: “Tarihe yalnız güçlü kişiler katlanabilir, zayıfları ise tarih siler. Bunun nedeni de, tarihin geçmişi, kendisiyle kıyaslayacak kadar güçlü olmayanı duygu ve algı açısından şaşkına çevirmesidir” (Erol, 2016: 66). Modernleşme sürecindeki toplumlarda muhafazakâr bilincin açığa çıkmasının önemli bir gerekçesi burada karşımıza çıkar. Geçmişi yadsıyarak şimdiyi esas alan modernleşme hareketleri Batı dışı toplumlarda huzursuz bir tarih algısına yol açar. Modernleşme hareketleri tarihi dönüştürüp yeniden üretirken ona olumsuz anlamlar yükler. Muhafazakârlar ise bu duruma tepki olarak geçmişle yüzleşmeyi, onu bugünün şartlarında yeniden üretmeyi arzular; geleneği kuvvetli toplumlar bu yolla savunma mekanizması geliştirerek muhafazakâr tepkileriyle açığa çıkar. Bugün, geleneksel sürekliliği muhafaza edemeyen toplumlarda sorun teşkil eder. Geçmişin bugünü yutması muhafazakâr tavırdan çok reaksiyonist tepki üretir. Bugünü kuvvetli olan toplumlarda geçmiş şimdiyi bütünüyle etki altına almaz; hatırlama yoluyla geçmiş bugüne taşınır. Murat Erol’un şimdi ile geçmiş arasında bir köprü kurmak şeklinde yorumladığı hatırlama, şimdiki zamanda geçmişin bilgisine erişmektir. Buna göre hatırlama, geçmişin şimdiki zamanda bir kez daha var olma çabasıdır (Erol, 2016: 113). Demek ki muhafazakârların geçmişi putlaştırmalarından söz edilemez. Onlar daha ziyade bugünü korumak/düzeltmek isterler ve geçmiş bu noktada tecrübe bağlamında örnek teşkil eder. Bu yüzden muhafazakâr düşünce, geleneği kuvvetli toplumların modernleşme sürecinde hemen her alanda görünürlük kazanır. Muhafazakârlar tarihi ve zamanı akış içerisinde kavrar. Bu yüzden devrim ve milat gibi kırılmalar muhafazakâr düşünce içerisinde yer bulmaz. Süreklilik, sadece geçmişle alakalı değildir; muhafazakârların geleceğe dair tasarımları da bu yapıyı barındırır.

ve muhafazakârlığın ortaya çıkışı bu devrim düşüncesine bağlıdır. Elbette muhafazakâr düşünce ilerlemeye karşı değildir. Tarih bilinci bugün topluma dâhil olan her bireye bu sorumluluğu yükleyerek ilerlemeyi sağlar:

“Muhafazakâr çok farklı bir kişiliktir. Daha dün doğmadığını bilir; o, tecrübesinin bilincinde olan bir insandır. Muhafazakâr; sahip olduğumuz karmaşık medeniyetin sağladığı imkânların tamamının, geçmiş nesillerin acılarla dolu ve fedakârlık isteyen çabalarının toplamından oluşan hassas ürünler olduğunun farkındadır. Her şeyin daha iyi olmasını sağlayan ‘tek faktör zamanın geçmesi’ değildir; bir şeyler iyiye gidiyorsa, bu şuurlu erkek ve kadınların, gelenekler çerçevesi içinde çalışarak kötülük ve tembellikle kahramanca mücadele etmelerinin sonucudur. İlerleme, tarihte pek nadir olmasına rağmen, gerçektir. Fakat bu; hünerin, insan zekâsının ve ihtiyatının işidir; kendiliğinden gerçekleşmez. İlerleme, ancak sürekliliğin sağlam zemini üzerine oturtulduğunda mümkün olur” (Kirk, 2005: 15-16).

Muhafazakârlara göre tarih sürekli bir oluş halidir. Dolayısıyla zaman algısı kronolojik değil döngüseldir. İlerleme düşüncesindeki tarihsel sorumluluk bu duruma işaret eder. Muhafazakârların zaman algısı devamlılıktan çok süreklilik üzerine kuruludur. Devam eden bir şeyin geçmişle zorunlu olarak kurduğu bir bağ yoktur. Devamlılıkta kopuşlar, dönüşümler, tepeden inme düzenlemeler söz konusu olabilir. Cumhuriyet’in Osmanlı’nın bir devamı olduğu söylenebilirken aralarında doğrudan bir süreklilik ilişkisinden söz edilemez. Yani, Yahya Kemal’in meşhur ifadesiyle sadece devam ederek değişmek yeterli değildir; değişerek de devam etmek gerekir ki bu ifadenin özü süreklilik kavramına işaret eder. Buna göre geçmişin bugündeki etkisi geleceğin de geçmişle aynı hassasiyetleri taşıması içindir. Araçlar değişir; ancak değerler aynıdır ve bu durum sonsuz bir verim alanı sunar:

“Gerçek tarihi metod, sadece zaman içerisinde geriye sürekli bir bakış değildir, öyküler anlatmak asla değildir; o şimdiyi şimdinin altında yatan her şeyi ortaya çıkaracak şekilde araştırma metodudur; bu ise geçmişe tutunmalarını göz önüne almadan tamamen anlaşılmayacak olan gerçekten sonsuz düşünce ve davranış yöntemleri demektir” (Nisbet, 2014: 52).

Muhafazakârlığın varlık sebebi istikrarı sağlamaktır. Bu, hem bugünü hem de geçmiş vasıtasıyla geleceği denetim altında tutmak içindir. Muhafazakâr istikrar kuramsal sözleşmelere dayanmaz, zaman üzerindeki ideolojik tartışmaları reddeder. Dolayısıyla muhafazakâr iktidarlar ideolojilerden uzak bir sistem sunarak istikrarı vurgular. Aslında ortada bir sistem de yoktur; bireyden cemaate ve topluma herkesin yüklendiği sorumluluk çerçevesinde aynı değerlerden beslenen bilinç uygulamaya konur. Bu yapının korunması için tarih vasıtasıyla ortak hassasiyetler sürekli gündemde tutulur. Daha hızlı bir değişim arzulanıyorsa tarihte icat yolu tercih edilir.

Diğer taraftan muhafazakârlığın siyasetten ziyade kültür sahasında aktif olmasını tarihsel sürekliliğe verdiği önemle açıklamak mümkündür. Geçmiş, tabiatını gereği varlığını hâl içinde gizli veya açık olarak devam ettirmektedir. Kültür de, geçmişle kurduğu zorunlu bağı neticesinde herhangi bir şekilde yok edilemez; ancak kültürün birtakım tezâhürleri engellenebilir (Ayvazoğlu, 1996: 12). Yani kültür, ontolojik yapısından dolayı kesintiye uğrayamaz; çünkü kültürü üreten toplumun bütünüdür ve hiçbir müdahale toplumun tamamını bir anda etkisi altına alamaz. Devrimlerin toplumsal hassasiyetlere karşı takındığı tavır bu noktada açıklık kazanmaktadır. Maddi ve manevi hayatın bütününü temsil eden kültür sahası, bu özelliğiyle muhafazakârların aktif biçimde sahiplendiği alan olur. Siyasete ve ideolojilere güven duymayan muhafazakârlar, tepkilerini kültürel faaliyetlere dayandırmaktadırlar. Modernleşme hareketlerine yönelik tepkilerin sanat ve edebiyat sahasından çıkması bu açıklamaların en açık delilidir. Baskıcı devrim dönemlerinde siyasi yolların tıkanması, yükü estetik ve kültürel faaliyetlere yüklemektedir.

Görülüyor ki muhafazakâr düşüncenin tarihle kurduğu ilişki aslında sorunlu bir yapı teşkil eder. Çünkü burada tarihin malzemeleşmesi söz konusudur. Muhafazakârlık kaybetme psikolojisi üzerine kuruludur. Ani kopuşlara ve devrimlere karşı bir refleks hareketi olan muhafazakârlık, geçmişin sürekliliğini savunurken yitirilenlerin farkındadır ve onları bugüne taşımak ister. Bu durumda tarih bugün yeniden üretilerek sabitlenmeye çalışılır. Muhafazakârlar geçmişi şimdiki zamanın ihtiyacına göre seçip onu malzemeleştirir. Bu durumda tarihe tartışılmaz bir kıymet verilmesi söz konusu değildir; daha ziyade bir ihtiyacın giderilmesinden söz edilebilir (Erol, 2016: 80). Eklektik tavır olarak yorumlayabileceğimiz bu durum tarihi koruma güdüsünden kaynaklanmaktadır. Bir kere tarihsel süreklilikten kopularak zamanın ruhu bozulmuştur. Artık geçmiş, kendi iç dinamizmini terk ederek bugünü kurgulamak için zemin oluşturur:

“Kendisini ve savunduğu şeyleri, ondan aldığı bütün dersleri gözettiği, ancak sadece etik olarak kabul edilebilir olanlarla özdeşleştirdiği ‘geçmiş’le tanımlayan ve böylece geçmişle araçsal bir ilişki kuran muhafazakârlık, status quo’nun, status quo ante’ye ihtiyaç duymayacak biçimde stabilizasyonu hâlinde, yani geçmişin araçsallığını yitirmesi durumunda teorik kayıtlarını bir tarafa bırakıp, kendisini mevcut duruma göre pratik olarak uyarlayabilir” (Çiğdem, 2012: 39).

Tarihin malzemeleşmesi devrim süreçlerinde de karşımıza çıkar. Öncelikle tarihsel sürekliliği kesen devrim düşüncesi, sonrasında varlığını pekiştirmek ve meşruiyetini

sınırlı bir malzeme sağladığından farklı ideolojilerce kolaylıkla kullanılabilir; hatta bilimsel çalışmalardaki aşırı karşıtlık, belgelemenin de ideolojiye dayandığı yorumuna yol açar. Bir tepki hareketi olan muhafazakârlık da malzeme haline gelmiş tarihi sürekli canlı tutmak isterken dolaylı olarak aynı bakış açısını sürdürür.

Muhafazakârların tarihe olan ilgilerini ve yorumlarını “nostalji” kavramıyla da açıklamak mümkündür. “nostos” (eve dönüş) ve “algia”(özlem) kelimelerinin birleşiminden oluşan kavram “Geçmişte kalan güzelliklere duyulan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi, geçmişseverlik” (TDK, 2011) şeklinde tanımlanır. Şimdide olmayana duyulan özlem, hatırlama, geçmişe ani dönüş anlamıyla nostalji, yitirilenlere yönelik duygulanımı ifade eder. Hızlı değişim koşullarında sürece ayak uyduran birey birtakım göstergelerle değişirken kaybettiklerini hatırlar. Bir nevi kendilik bilincinin keşfi olarak da tanımlanabilir. “O yüzden nostalji şimdiki zamanda bir tür kendini hatırlamak yanında, şimdiki zamanda kendini kaybetmek anlamını da içermektedir. Kendi zamanına yabancılaşmanın farklı bir versiyonudur nostalji” (Erol, 2016: 89). Kavramın kökenini insanlığın başlangıcına kadar götürmek mümkündür. Çünkü kesin olarak yaşanmış olan geçmiş, geleceğin belirsizliğinde insana güven verir; her dönemde geride kalan özlemle anılır: “Geçmişe duyulan nostalji, yeniden cennete dönmeyi özleyen Hz. Âdem’in insanoğluna kalan yadigârıdır. Cennet’te Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın ilk günahları, ontolojik bir nostaljinin koşullarını yaratmıştır. Dolayısıyla insanlığın başlangıcında dahi geçmişe duyulan özlem vardır” (Vural, 2011: 82). Kur’an’da insanın cennetten kovulması yasak meyveyi yemek suretiyle günahkâr olmasıyla açıklanır. Dünya bir ceza yeridir ki muhafazakârların insanı kusurlu olarak görmesi bu fikre dayandırılabilir. İnsanın varoluşundan bu yana geride kalanlar her zaman tekrar yaşamayı arzu edilen şeylerdir. Bilhassa modern hayat koşullarındaki hazzın ve hızın ani etkisi bu arzuyu tetikler. Muhafazakâr düşünürlerin geçmişle kurdukları bu nostaljik bağ çok daha belirgindir. “nostos” kavramının ev, yuva karşılığına gelmesi, geçmişin insan özünü oluşturduğuna işaret etmektedir ve muhafazakârların korumaya çalıştıkları öz tam da bu anlamdadır. Geçmiş, her zaman bugünden ve geleceğin belirsizliğinden daha iyidir; ancak geride kalmıştır. Bu bağlamda muhafazakârlar yaşanan anda huzursuz olsa da zamanın akıcılığına ayak uydurarak geçmişi döndüremeyeceklerinden ve gelecekten emin olamadıklarından hep bugünü önceler. Geçmişin bugündeki tesirini birtakım sembollere yükleyen muhafazakârlar, değişime karşı huzursuzluklarını bu yolla ifade ederler.

Muhafazakârların nostaljik duygulanımları sadece bu boyutta kalmaz; geçmişe yönelik eklektik tavırlarını da belirler:

“Muhafazakâr nostaljiyi topyekûn bir geçmişe özlem olarak düşünememek gerekir. Muhafazakâr nostalji duyuşu adeta H. Bergson’un şemasının ‘bilincindedir’: Bizi bulunduğumuz hale/zamana getiren geçmişimizdir, ancak biz artık ‘şimdi’deyiz ve şimdi içinde geçmişi yeniden aynı biçimde yaşamak mümkün değildir. Muhafazakârlık, gericilikten/reaksiyonerlikten, ‘tarihi geri çevirmeye kalkışmamasıyla’, geçmişe şimdiyi oluşturan bileşenlerden biri olarak referans vermesiyle de ayrılır. Muhafazakârın ana doğrultusu içinde nostalji, salt bir ‘koleksiyon öğesi’ olarak değil, kurumsal ve kültürel devamlılığı vurgulayacak bir geçmiş kurgusu oluşturmak için işlevseldir. Geçmişin kalıntılarıyla değil, daha çok bugünün geçmişteki kökleriyle ilgilenmek ya da geçmişe referansları bu retorik içerisinde ifade etmek esastır. (…) [M]uhafazakâr nostalji de, geçmişi yâd ederken ayıklayıcıdır” (Bora, Onaran, 2013: 236).

Nostalji kavramının muhafazakârlıkla ilişkisi, onun arabulucu tavrını da destekler niteliktedir. Daha önce belirttiğimiz gibi muhafazakârlar gelenek, din, toplum ve değişim meselelerinde radikal yaklaşımlara karşıdır. Geçmişin diriltilmesi hususunda da muhafazakârlar aynı tavrı sürdürür. Hatta muhafazakâr düşüncenin geçmişe dönme gibi bir amacından söz etmek de mümkün görünmemektedir. Bu durumda yitirilenlere yönelik duygusal bakış, muhafazakâr ruh halini temsil eder. Yitirilenlerin bir kısmına özlem duyulurken bir kısmının tercih edilmemesi, muhafazakâr nostalji ruhunun karakteristik özelliğidir:

“Muhafazakâr nostalji, öncelikle, sadece “gündelik hayatın ‘olağan değişimi’ içerisinde kaybolmuş geçmişi anmak” olarak değil, bilakis, -en azından satır aralarında-, siyasi bir proje olarak modernliğin erozyonuna uğrattığı bir geçmişin ve o geçmişin vaat ettiği başka bir gelecek ihtimalinin yâdedildiğinin vurgulanmasıyla beraber tezahür eder. Bu işlev muhafazakâr nostaljinin topyekûn bir geçmişi değil, seçilmiş bazı geçmiş öğelerini nostalji unsuru olarak konu etmesine de yol açar” (Bora, Onaran, 2013: 260).

Nostaljik tavır, muhafazakârların modernliğe karşı kullandıkları bir silah olarak değerlendirilebilir. Masum görünen bu duygulanımın ardında siyasi bir bakış açısı gizlidir. Bu durum elbette muhafazakârlığı bir ideolojiye dönüştürmez ya da herhangi bir siyasi faaliyeti onayladığını göstermez. Modernleşme karşısında takınılan bu duygusal tavır, seçilmiş geçmişin bugün yeniden üretilmesine imkân sağlar. Diğer taraftan muhafazakâr nostalji, kaybedilenlerin arkasından duyulan hüznü, çöküntüyü ve huzursuzluğu ifade eder.

Muhafazakârların temel referanslarından olan tarih, muhafazakâr düşüncenin uygulanmasında ve bu bilincin uyandırılmasında aktif rol oynar. Muhafazakârlar

gayelerinden söz edilemez. Çünkü muhafazakâr düşünce ilerlemeyi destekler. Muhafazakârlık arabuluculuktur; dolayısıyla kesin iddialara dayanmamakla birlikte yüksek sesle karşı çıkışı da yoktur. Bu yüzden tarihi ve geçmişi önceleme hususunda maksat bugüne uyum sağlamak, gerçekleşen değişimi yavaşlatmaktır. Adapte olmak şeklinde de kavramsallaştırabilecek bu durumda tarih aktarımı da nesnel gerçekliğiyle olmaz; tarihte bugüne zemin teşkil etmesi bakımından seçme yapılır, dönüştürülür, yeniden üretilir. Kısacası muhafazakârlar için tarih, referans alanı olmasının yanında malzemedir. Bu malzemenin modern hayata yansıma şekillerinden biri de nostalji kavramında karşımıza çıkar. Muhafazakâr duygulanım olarak da düşünülebilecek nostaljik tavır, geçmişe yönelik eklektik tavrın ölçüsünü belirler; neyin nereden ne kadar alınacağı, neyin nasıl vurgulanacağı hususunda tarihin malzemeleşmesine katkı sağlar. Muhafazakârlık, böylesi bir kaygan zeminde modernleşmeye en hafif aksamalarla uyum sağlamaya, kaçınılmaz değişimlerin toplumsal karşılığını bulmaya gayret göstermekte, tarihi ve geleneği bu bağlamda referans almaktadır.

II. BÖLÜM: XIX. YÜZYIL TÜRK DÜŞÜNCESİNDE