• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: XIX. YÜZYIL TÜRK DÜŞÜNCESİNDE MUHAFAZAKÂRLIK

2.2. XIX. Yüzyıl Türk Düşüncesinde Fikir Hareketleri ve Muhafazakârlık

2.2.4. Türkçülük

19. yüzyıl Osmanlı fikir hayatında devleti kurtarmak maksadıyla ortaya ortaya çıkan Batıcılık, Osmanlıcılık ve İslamcılıktan sonra son olarak Türkçülük düşüncesi benimsenir. Fransız İhtilali, dünyadaki etnik kökene dayalı kimlik tanımlamalarını tetiklerken bundan en çok zarar gören çok uluslu yapıdaki imparatorluklar olmuş, Osmanlı da bu durumdan etkilenmiştir. Modernleşme ile tanışmadan önce Osmanlı, din, dil, etnik köken ve kültürel bağlamda farklılıkları merkeziyetçi yönetim potasında eritmiş, kendi içinde tutarlı bir sistemle bütünlüğü sağlamıştır. Yani devlet, bünyesindeki farklılıkların bilincinde olsa da denge politikası ile süreci yürütebilmiştir. XVIII. yüzyılda Osmanlı, mezkûr sisteminde aksaklıklara neden olacak birkaç gelişmeye birden maruz kalır; bir taraftan askeri yenilgiler Batı algısını değiştirirken diğer taraftan milliyetçilik akımının etkileri görülmeye başlar; her iki durum da merkezi otoritenin zayıflamasına neden olur. Bundan böyle Osmanlı bünyesindeki farklı unsurlar, baskılanmış ikincil kimliklerini açığa çıkararak İmparatorluktan kopup bağımsızlıklarını ilan etmek ister. Bu duruma müdahalede bulunmaya çalışan Osmanlı yöneticileri ise Tanzimat, Islahat gibi hareketlerle önce Osmanlılık kimliği kurgulamayı amaçlar, daha sonra ise Müslümanları bir arada tutabilmek maksadıyla İslamcılığı benimser. Dikkat edilirse Türkçülük, Osmanlı aydınının en son tercih ettiği/etmek

23

Muhafazakârlığın bir siyasi sistem olarak Mizan’daki işlenişine dair Gülbeyaz Karakuş’un Osmanlı

zorunda kaldığı fikir hareketidir; çünkü bu ideolojinin benimsenmesi, aslında devletin çözülüşünü kabullenmekle eşdeğer olarak yorumlanabilir. XIX. yüzyılda ana amaç dağılan imparatorluğu kurtarmak olduğu için Türkçülük, hem Hristiyanları hem de Müslüman olmayan Türkleri dışladığı için alternatiflerin en kötüsü olarak algılanmıştır. Buna göre Osmanlı yöneticileri son ana kadar, Osmanlılık ve İslam ekseninde bir birliği ümit etmişlerdir (Yıldırım, 2014: 75). Türkçülük, her ne kadar XIX. yüzyıl Osmanlı aydın ve yöneticilerinin imtina ettikleri bir düşünme biçimi ve/ya ideoloji olsa da XX. yüzyılın başı itibariyle bilhassa Yusuf Akçura ile hız kazanacak, kurulan dernek ve mecmualar vasıtasıyla yaygınlaşacak, Ziya Gökalp’la sistemli bir ideolojiye dönüşecek ve nihayetinde bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu değeri olarak benimsenecektir.

Batılılaşmanın resmi hüviyet kazanmasından itibaren Osmanlı’da Türkçülük düşüncesinin ilk izleri dil ve edebiyat sahasında vuku bulmuştur. Özellikle dil sahasında Ahmed Cevdet Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Şemseddin Sami gibi aydınların dilbilgisi kitabı ve sözlük hazırlama çalışmaları, dilin sadeleşmesi gerektiğine dair görüşlerle beraber Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi dönem aydınlarının konuşma ve yazı dili arasındaki ikiliği kaldırma çabaları, gazeteciliğin yaygınlaşmasıyla yeni bir nesir dilinin ortaya çıkması, Batı’dan yapılan çevirilerin etkisi, geleneksel edebiyat anlayışının sorgulanması bu çerçevede değerlendirilebilir. Şerif Mardin de Jön Türkler zamanında başlayan Türkçülük hareketinin 1880’lerde lengüistik bağlamında benimsendiğini, Şemseddin Sami’nin eserlerinde bir dilbilim sorununa dönüştüğünü belirtir. 1893’te İkdam gazetesinin “Türk gazetesidir” başlığıyla çıkması da Türkçülüğün kültürel bir hareket olarak gelişeceğine işaret etmektedir (Mardin, 2008: 65). Diğer taraftan dil ve edebiyat alanında başlayan Türkçülük, Batıdaki Türkoloji eserlerinden de etkilenerek diğer alanlara da yönelmiştir. Süleyman Paşa’nın Tarih-i Âlem’i (1876), Türk tarihçiliğinde İslamiyet öncesi Türklere dair ilk eserdir. Ali Suavi, Türki ile Lisan ve Hatt-ı Türki’yi (1869) Türklerin kültürel başarHatt-ılarHatt-ınHatt-ı göstermek için yazHatt-ılmHatt-ıştHatt-ır. MizancHatt-ı Murat Tarih-i Umumî’de (1886) Türklerin İslamiyet öncesi tarihleri üzerinde dururken Bursalı Mehmet Tahir, Türklerin Ulum ve Fünûna Hizmetleri’nde (1898) Türklerin Orta Çağ ve İslam devrinde ilmin gelişmesinde önemli rollerini belirtilmiştir (Hekimoğlu, 2017: 42). XIX. yüzyılda görülen bu türden çalışmaların yine de XX. yüzyıldaki kadar radikal dönüş içerdiği söylenemez; ancak gelecek dönem Türkçülük çalışmaları için bir altyapı oluşturduğu söylenebilir. Nitekim henüz Osmanlıcılık fikrinin egemen olmaya

çalıştığı bu süreçte etnik kökene dayalı iddiaların gündeme getirilmesi, doğrudan bir ulus modellemesi olarak değerlendirilemez; daha ziyade geleneğe ait birtakım söylemleri yeni anlayışlarla sentezleme çabası olarak yorumlamak mümkündür. Öyle ki Ahmed Midhat Efendi, Selçuklu ve Osmanlı hanedan boyu olan "Kayıhanlık", Anadolu Türklüğüne dayalı bir "Türkçülük" ve bütün nüfusun fark gözetmeden paylaştığı "Osmanlılık" olmak üzere, üç halkadan oluşan bir Osmanlı milliyetçiliği öne sürmüştür (Kushner, 1979: 60-61; akt. Saklı, 2012: 5). Görülüyor ki Ahmed Midhat, Osmanlı için yıkıcı etkiye sahip milliyetçilik düşüncesini, mevcut şartlara adapte etme çabasındadır. Yine Ahmed Midhat’ın Ahmed Metin ve Şirzad’da Osmanlı öncesi tarihe dönerek Türklük fikrini öne çıkarma çabasının temelinde de, inceleme bölümünde de belirtileceği üzere, mevcut değerler üzerinden yeni bir kimlik inşası üretme amacı yatar. XIX. yüzyıl Osmanlı düşünce hayatında Türkçülük fikrinin daha çok kültürel meseleler dolayımında ortaya çıktığı görülmektedir. Zira çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı’nın, bünyesindeki azınlıkların kopuşunu engellemek amacında olduğu bu dönemde ayrılıkları tetikleyecek etnik vurgunun politik bağlamda savunulması beklenemez. Yeni bir kimlik yaratma/kurgulama esasının hâkim olduğu XIX. yüzyıl Osmanlı düşüncesinde Türklük vurgusu, özellikle dil ve edebiyat sahasındaki etkinliğiyle pratikte karşılık bulur. Bilhassa gazetecilikle beraber metin dilinin gündelik okura hitap edecek düzeye indirgenmesi, haber aktarımında geleneksel anlatım yöntemlerine ihtiyaç kalmaması, biçim olarak nesrin yaygınlık kazanması ve bu sayede hem fikrin hem de düz cümlenin gelişmesi, Türklük bilincinin dile yansımaları olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan ilgili yeniliklerin etnik aidiyet vurgusundan uzak bir anlayışla sürdürüldüğünü de belirtmek gerekir. Yani bu tür çalışmalardan teşekkül eden gelişmeler, Türklük aidiyetini pekiştirmek maksatlı değildir; mesele daha çok Batıcılık/Medeniyetçilik anlayışı çerçevesinde dil ve edebiyata yeni bir ivme kazandırmaktır. Ayrıca, Ahmed Midhat örneğinde görüldüğü gibi milliyet esasına dayalı vurgu, sentezci bir mantıkla birleşerek dönemin temel maksadına uygun nitelikte Osmanlılık bilincini geliştirmeye yöneliktir.

III. BÖLÜM: XIX. YÜZYIL TÜRK ROMANINDA