• Sonuç bulunamadı

2. LAİKLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE UYGULAMA MODELLERİ

2.2. TARİHSEL GELİŞİMİ

Bilinen en eski uygarlıklardan olan Sümerler, Asurlar, Akatlar’da ilahi bir otorite olan hükümdarın gücü mutlaktı. Din ile devlet bir bütündü. Örneğin, Asur devletin, hükümdarın ve en yüksek Tanrının adı idi. Birey yaşamını Asur’un öngördüğü düzene göre ayarlamak durumunda idi. Bireyin özgürlüğünün sınırlarını Asur belirlediği gibi, aile hayatını, çocukların terbiyesini, karı koca arasındaki ilişkileri de Asur düzenlerdi.91

Avrupa uygarlığının temelini teşkil eden Eski Roma’da ise çok tanrılı bir inanç sistemi vardı. Herkes istediği tanrıya inanıyor ve devlet işleyişi herhangi bir inanışı esas almıyordu. Ancak, İmparator Teodosius zamanında, Hristiyanlık resmi din olarak ilan edildi. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru I. Otto’nun İmparatorluk tacını Papa’nın elinden giymesiyle de kilise, devletin üzerinde bir mevkie sahip oldu.92

89 Yükleyen; Kuru, s. 11.

90 Kışlalı, s. 133.

91 Göğer, s. 8.

92 Göğer, s. 9.

15

Batı dünyasında, onsekizinci yüzyıla gelinceye kadar devlet, dini bir temele sahipti. Hükümdar ise teorik olarak yetkisini doğrudan doğruya Tanrıdan aldığı için ancak O’na karşı sorumlu idi. Zira bütün güç Tanrı’da kabul ediliyordu (Omnis Potestas a Dei). Devletin resmi dininde olmayanlar için siyasi bir hak tanınmazdı. Çağdaşları arasında İngiltere ve Prusya bir dereceye kadar özgür ülkelerdi.93

Onüçüncü yüzyıldan aydınlanma çağına kadar geçen üç-dört asırlık süre, laik düşüncenin gelişim ve olgunlaşmasına zemin hazırladı. Özellikle Dante, Padovalı Marsilius ve Martin Luther’in katkılarıyla gelişen düşünceler Roma Kilisesi’nin Kral ve toplum üzerindeki baskısının azalmasını sağladı.94

Laik düşünce asıl anlamını ise aydınlanma çağı ile buldu. Özellikle Locke, Montesquieu ve Rousseau başta olmak üzere bu çağda tüm düşünürler bir şekilde dünyevi iktidar-kilise mücadelesi ile ilgilenip, bu konuda dünyevi iktidar lehine çözüm önerileri ürettiler.95

Bir görüşe göre laiklik, “Rönesansla başlayan ve iş bölümünden ilham alan bir ilke”dir.96 Matbaanın keşfiyle bilim, sanat ve devlet teorilerinde yaşanan ilerlemeleri, bütün gücünü doğmalardan alan din kalıpları içinde çözmenin imkansızlığı, sözü geçen alanların birer birer dinden ayrılmasını gerektirmiştir. Zira, ”Din ile Devletin bağlı bulundukları disiplinler başka başka idi.”97 Keşif ve buluşlar, bilimsel veriler karşısında artık Galilée’yi susturmak, sanatı değişmez kalıplarda hapsetmek, devlet ve kamu hizmetlerine dini bir nitelik tanımak savunması güç bir hal almış bunun sonucunda da kaçınılmaz bir çözüm olarak laiklik ilkesi ortaya çıkmıştı.98

Buna karşılık, laikliğin bilimdeki gelişmelerin sonucu olarak doğması fikrini

“yaygın fakat yanlış” bir görüş olarak değerlendiren yazarlar da vardır.99 Bu görüşe göre laiklik bilimin bir eseri olmaktan ziyade hayatın bir gereği olarak doğmuştur.

93 Taplamacıoğlu, s. 42.

94 Çelik, Fikret, “Bir Aydınlanma Düşüncesi Olarak Laiklik”,LDD, S: 37, 2005, s. 101.

95 Çelik, s. 101.

96 Taplamacıoğlu, s. 37.

97 Taplamacıoğlu, s. 37.

98 Taplamacıoğlu, s. 37.

99 Yayla, s. 94.

16

“Avrupa’da devletin dinlerden veya dini yorumlardan birinin yanında yer alması, onu resîmleştirip diğerlerini bastırmaya çalışması, yıllarca süren iç savaşlar çıkarmış ve korkunç insan zayiatına yol açmıştır”.100 Bunu çözmek için “sosyal birliğin çimentosu”

olarak, vatandaşlık bağı gibi dinin dışında unsurlar keşfedilmiş ve laiklik bu ortamda doğmuştur.101

Laikliğin gelişmesi bakımından onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında biri Amerika, diğeri Fransa’da patlak veren iki büyük devrim dikkat çekicidir. “Rönesansın sanat ve bilimde, reformun ise din ve siyasette yapmış olduğu değişmeleri bu iki devrim siyaset ve devlet anlayışında yapmış ve gerçekleştirmiştir. Çağımızın kutsal bir ilkesi sayılan laiklik asıl kuvvet ve kaynağını bu iki olaydan almıştır.”102 Bu ülkelerdeki devrimler, bağımsızlık savaşı ve anayasa çalışmaları olarak ortaya çıkmıştır. Bu değişmeler 1776 yılında yayınlanmış olan İnsan Hakları Beyannamesi’nden ilham almışlardır. Fransızlar bu haklara, “İnsan Hakları Bildirileri” (Déclarations des droits de l’homme), Anglosaksonlar “İnsan Hakları” (Human Rights) demişlerdir.103

Fransız Devrimi ile egemenliğin kaynağının teokratik niteliğinden sıyrılıp, ulusa ait olduğu anlayışına geçilmiş ve bu ilke zamanla Kıta Avrupa’sına yayılmıştır. Anglo-Sakson ülkelerinde ise egemenlik kaynağının değişimi daha barışçıl olmuştur.

Böylelikle, onsekizinci yüzyılın sonunda yer alan liberal ve demokratik devrimler, yalnızca halkın iradesi veya anlaşmasının hukuka dayalı bir siyasal güç kurabileceğini ispatlayarak siyasal meşruluğun kaynağını ulusa taşımıştır.

Günümüzde ise din-devlet ilişkileri, uzun ve karmaşık bir süreç içinde tarihi, entelektüel ve kültürel bir hareketin sonucu olarak ortaya çıkan ve ülkeden ülkeye değişen, göreceli bir yapı arz etmektedir. Laiklik ve sekülerlik kavramlarıyla ifade edilen bu yapı, tarihsel gelişimin günümüzdeki ifadesidir.104

100 Yayla, s. 94.

101 Yayla, s. 94.

102 Taplamacıoğlu, s. 42.

103 Taplamacıoğlu, s. 42.

104 Arabacı, s. 7.

17

Avrupa’da din-devlet ilişkilerinin düzenlenişinde standart bir model mevcut değildir. Ancak laiklik, Fransa’da “dinden özgürlük” şeklinde algılanmışken, ABD’nin bu konudaki hakim düşüncesi “dinin özgürleşmesi” şeklinde olmuştur.105 Burada Fransız tarzı jakoben laiklikle, Anglo-sakson tarzı, yalnızca dünyevi olanla ilgilenen, daha hoşgörülü ve çoğulcu, seküler laiklik anlayışının, iki ana çizgi olarak incelenmesi gerekmektedir.106