• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Sonrası Osmanlı Devleti’nde Personel Sistemi ve Liyakate Geçiş

2.2. Cumhuriyet Öncesi Osmanlı Devleti’nde Kamu Personel Sistemi

2.2.2. Tanzimat Sonrası Osmanlı Devleti’nde Personel Sistemi ve Liyakate Geçiş

Osmanlı Devleti’nde 16. yüzyıl itibariyle Batıda yükselişe geçen kapitalizmin etkileri dolayısıyla toplumsal ve ticari yaşam bozulmaya başlamıştır. 17. yüzyılın sonu ve 18. yüzyılın başı itibariyle bozulan idari ve mali yapı yönetimde ve birçok alanda yeniden yapılanmalara neden olmuştur. Tanzimat süreci olarak anılan bu dönemde Batının kurumsal ve toplumsal yapısı örnek alınarak değişim ve dönüşüme gidilmeye başlanmıştır.

Tanzimat’ın amacı iktisadi, idari ve toplumsal yapısı çözünmeye başlayan devletin modern yönetim sistemleri vasıtasıyla çökmesini engellemek idi. Modern yönetim sistemlerinde sivil bürokrasinin gelişmesi açısından ise iktisadi, idari, eğitim ve hukuki alanlarda Batı tarzının benimsendiği kurumsal ve yasal düzenlemelere gidilmiştir (Özdemir, 2001: 125). Ancak Batı kapitalizminin

gölgesinde gelişim seyreden bu olgular zaman zaman Osmanlı’nın yarı sömürge koşullarında Batı kapitalizmine uyarlanması ve eklemlenmesi olarak görülmüştür. Ayrıca bu sürecin bir parçası olarak kamu personel sistemi, kapitalist nitelikte yeniden oluşturulmaya başlanmıştır (Aslan, 2006: 137; Güler, 2013: 212). Bu dönemde patrimonyal bürokratik yapılanmadan yasal-rasyonel bürokratik yapılanmaya geçişin izlerine rastlanmaktadır (Al, 2004: 2). Osmanlı Devletinde batılılaşma olarak da isimlendirilen bu dönemde yenilikler öncelikle askeri alanda başlamış (Sevil, 2005: 100) ve akabinde patrimonyal bürokratik yapının modernleştirilmesiyle askeri yeniliğin desteklenmesi hedeflenmiştir (Heper, 1976: 82).

Tanzimat’ın mimarı olan Mustafa Reşit Paşa, tüm yetkilerin bir padişahta toplanması yerine kurumların ve sivil bürokrasinin devlet yönetimi alanında daha önplanda tutulmasının gereksinimi üzerinde durmuştur. Yeni kurumlar ve sivil bürokrasi ile sorunlu olan yönetimin daha başarılı olacağı düşünülmüştür. Benimsenen bürokratik yapıda ise personelin kişiye/şahsa bağlılığı yerine göreve ve kurallara bağlılığı önemsenmiştir (Özdemir, 2001: 140-142; Tataroğlu, 2013: 186- 187). Abdülaziz döneminde devlet idaresinde etkin rol alan paşalar bürokratik yapılanmanın güç kazanmasına ve sultanın yönetimde etkisinin azalmasına neden olmuştur (Mardin, 2015b: 277). Ayrıca Mustafa Reşit Paşa, Ali ve Fuat Paşa ve Mehmet Nedim Paşa’nın iktidarlarının güç kaynağını İngiliz, Fransız ve Rus elçiliklere dayandırarak kurması devlet (kamu bürokrasisi) açısından elzem bir sonucun habercisi olmuştur (Eryılmaz, 2010: 170).

Osmanlı Devletinde kapitalist üretim biçimine bağlı kamu personel rejiminin ortaya çıkışındaki kurucu unsur II. Mahmud tarafından yayımlanan 1838 Maaş Hatt- ı Hümayunu’dur (Aslan, 2006: 145). Osmanlı Devletinde bürokrasinin modern toplumlara uygunluğunun sağlanması ve güçlendirilmesi Tanzimat döneminin ürünüdür (Eryılmaz, 2013: 146). Osmanlı Devletinde Batı tarzı yönetim tekniklerinin benimsenmeye başlandığı ilk dönemde, patrimonyal sistemle padişaha bağı ve ülkenin yönetiminde söz sahibi olan hâkim elit grubun (statü elit) etkisi vardır (Heper, 1976: 64; İnalcık, 1998: 3; Tataroğlu, 2013: 188).

Tanzimat’la Batıdan örnek alınan modern yönetim biçiminin etkinliğini sağlanmak adına yetişmiş personel istihdamı ön plana çıkmaktadır. Bu yüzden modern memur yetiştirilmesi için atılan ilk önemli adım memuru yetiştirecek

okulların açılmasıdır (Özdemir, 2001: 195). 1839’da Tanzimat fermanının hemen öncesinde Mekteb-i Maarif-i Adliye ve Mekteb-i Ulum-ı Edebiye eğitimli memur yetiştirilmesi için Osmanlı Devletinde açılan ilk mekteplerdir. 19. yüzyılın ikinci çeyreği itibariyle personel (aydın devlet adamı) yetiştirilmesi için açılan eğitim kurumları arasında sivil bürokrasinin eğitimi bakımından en çok bilinen Galatasaray Lisesi ve bürokrat okulu olarak geçen Mekteb-i Mülkiye’dir (Heper, 1974: 62-63). Üst düzey yönetici ve bürokrat kadrosunu yetiştiren Mekteb-i Mülkiye yanı sıra Tanzimat sonrası dönemde Tıbbiye ve Harbiye mektebleri de siyasal ve bürokratik kadroların yetiştirilmesinde etkili olmuştur (Eryılmaz, 2013: 146). Öncelikle açılan bu eğitim birimleri dikey toplumsal hareketliliği destekleyen bir yol ve bürokratik sisteme yeni üyeler kazandırmak adına kurulan birimlerdir (Karpat, 2002: 88). Mekteplerin kurulma amacı ise eski usul kalemlerde yetiştirilen memurların pratik bilgiler dışında eğitimden uzak olmalarıdır. Bu eksikliği gidermek için eğitim kurumlarında yetiştirilen memurlara Arapça, Farsça, coğrafya ve riyazi (matematiksel) ilimler verilmesi amaçlanmıştır (Akyıldız, 2004: 49). Ayrıca bu eğitim sistemiyle ulemanın kamu bürokrasisi içindeki nüfusunun kırılması da amaçlanmaktadır (Eryılmaz, 2010: 160-161). Dönem itibariyle toplum ve bürokrasi arasındaki farklılık eğitim odaklı olmaya başlamıştır (Sevil, 2005: 103). Bürokrasinin yetiştirileceği okullara öncelikli olarak memur çocukları alınmıştır. Bu okullardan mezun olanlar kalem şefi ve ilgili nazırın gözetiminde sınav-görüşmeye alındıktan sonra sonuca göre hizmete başlamışlardır (Akyıldız, 1993: 54-55). Klasik dönem Osmanlı’da olduğu gibi bu dönemde de kamu personeli olmak ve idari görevler üstlenmek belirli zümrelere tanınmıştır.

Tanzimat Fermanı sonrası bürokratik rejimde hizmete giriş ile eğitim arasındaki bağın kurulmaya çalışıldığı görülmekte olup, bu çalışmalar II. Abdülhamit döneminde yoğunlaşmıştır (Karpat, 2002: 89). Bu dönem bürokrasisinde gayri şahsilik azalmakta ve uzmanlaşma önem kazanmaktadır (Mardin, 2015b: 252). II. Abdülhamit Hazine-i Hassa’dan gereksinimleri karşılamakla birlikte idari personel yetiştirilmek üzere yeni bir mektebin açılmasını istemiştir. Bu mektebe öğrenci alımında mezhep ayrımcılığı gözetilmeden her bir sınıf içinden çocukların eğitim alması ve terfilerde derece ve liyakatin geçerli olacağı düzen kurulması öngörülmüştür (Özdemir, 2001: 170-171). Bu dönemde askeri okullara alınan çocuklar başarı etiği ve ahlakını önemseyerek yetişmeleri sağlanmıştır. Ayrıca bu okullarda eğitim gören çocukların sosyo-ekonomik

yapılarının düşük olduğu ve aileleri ile eğitim hayatları boyunca ilişkilerinin özellikle maddi olanaksızlıklar yüzünden zayıfladığı görülmektedir. Dönemin eğitim kurumlarında yetiştirilen liyakatli bireylere karşı padişah, modern niteliği olmayan idari mekanizmalar oluşturmuştur (Mardin, 2015b: 254). Böylece memuriyete girişte liyakat ve ehliyet yerine büyük bürokratların sözünün geçtiği, hukuki düzen yerine kişi hâkimiyetinin devam ettiği görülmektedir (Özdemir, 2001: 170-173). Bu yüzden hizmet ile eğitim arasındaki bağın gerçek anlamda kurulması Cumhuriyet döneminde daha etkin nitelikler kazanmıştır (Aslan, 2012: 346). Çünkü hizmet ile eğitim ilişkilerinde çeşitli ayrıcalıklı grupların bulunması önlenmemiştir. Örneğin, memur çocuklarının eğitimdeki önceliği, istihdam için gerekli gözüken sınav- görüşme esasının memur çocuklarına uygulanmaması ve üst düzey kadrolarda istihdam için diploma şartı aranmaksızın amirin takdirine bırakılmasıdır (Akyıldız, 1993: 54-56).

Tanzimat öncesi dönemde kamu personel sistemlerini düzenleyen hukuksal bir metne rastlanmamaktadır. Kamu personel sisteminin anayasal açıdan iki kurucu ilkesi (maaşla çalıştırma ve hizmete alma) 1838 Fermanıyla başlayan süreçte fermanlarla düzenlenmiştir. 1876 Kanun-i Esasi sonrasında ise anayasal ilke kanun/kararname, nizamname hiyerarşisi içerisinde düzenlenmeye başlanmıştır (Aslan, 2006: 144). II. Abdülhamit dönemi kanun ve nizamnamelerin en çok çıkarıldığı dönem olarak görülmektedir. Diğer taraftan kendisine muhalif ve gözdesi olan memurları yüksek mevkilere atamıştır. Bu dönemle birlikte muhalefet hareketleri ve ideolojik ayrışmalar başlamıştır (Özdemir, 2001: 172). II. Abdülhamit döneminin bir diğer özelliği ise merkezileşme taraftarı olmasıdır. Bu doğrultuda geçmiş dönemlerde bürokrasinin hataları (özellikle mali hataları) yüzünden, onlara karşı güven azalmış ve yetkilerin birçoğu sarayda toplanmıştır (Akyıldız, 2004: 167- 173). Abdülhamit böylece kendisine bağlı bürokratik kadroyu oluşturmuştur (Eryılmaz, 2013: 148).

Osmanlı Devleti tebaasının memurluğa girebilmesi 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile başlamıştır (Aslan, 2006: 146). Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Tanzimatçı bürokratların Padişaha ve topluma karşı can, mal ve namus güvenliğinin garanti edildiği yasal güvenceler getirilmiştir (Eryılmaz, 2010: 160). Kamu personel sisteminde eşitlikçi ve özgürlükçü bir yapının benimsenerek uygulamaya yansıması ise 1856 Islahat Fermanı’na dayanmaktadır. Islahat Fermanıyla Osmanlı Devleti

tebaasından olanların hangi din, mezhep ve ulustan olursa olsun, bireylerin kendi kabiliyet ve ehliyetlerine göre mevzuat hükümleri kapsamında kamu hizmetlerine girebilme hakkının tanınması kamu personel sisteminde liyakat esasına dayalı uygulamaların zemini oluşturulmuştur (Findley, 1994: 166). Bu zeminin temelinde ise özellikle Hıristiyan halk bulunmaktadır (Karpat, 2002: 100). Liyakat ilkesi 1789 Büyük Fransız Devriminin Islahat Fermanındaki yansımalarından birisidir (Aslan, 2012: 344). Ancak yapılan düzenlemelerle birlikte personelin istihdamı sonrasında kendini geliştirme ve yenileme fırsatı sağlanamamıştır. Bu yüzden Türkiye’ye kalitesi ve etkinliği düşük personel miras bırakılmıştır (Cangızbay, 1998: 3566- 3567; Akgüner, 2001: 11).

Osmanlı’da istihdam edilen memurlar 1838 yılına kadar her yıl Şevval ayında idare tarafından atama ile tekrar göreve getirilmektedir. 1838 yılındaki düzenlemelerden biri de memurluk rejiminin sürekli memurluk rejimine (kapitalist üretim biçiminin gerekleri) doğru gelişim göstermesidir. Artık kamu sektöründe çalışanlar hizmetle ilişkileri herhangi bir nedenler kesilmediği müddetçe görevlerine devam edeceklerdi (Aslan, 2012: 338). 19. yüzyıl kamu personel terfisinde dikkat çeken nokta üst mevkilerde görev yapabilmek için Batı dillerini bilmek, Avrupa’da bulunmuş olmak gibi önemli niteliklerin aranmasıydı (Özdemir, 2001: 126).

Tanzimat Fermanı sonrası dönemin memurlarında terfi işlemleri ise öncelikli olarak her bir dairenin kendi nizamnamesi çerçevesinde belirlenmiştir. 1880 tarih 1298 sayılı Mülkiye Memurlarının Terfi ve Emeklilikleri Hakkındaki Kararname, Tanzimat dönemi bütün memurlukları kapsayacak terfi sistemlerinin daha sistematik bir yapı almasını sağlamıştır. Bu Kararname hükümlerine göre bir memur mesleğe en alt dereceden başlayarak bulunduğu derecede en az iki yıl geçirdikten sonra bir üst dereceye terfi edebilirdi. Ancak arşiv kayıtlarındaki dilekçeler gözden geçirildiğinde, uzun yıllar aynı görevde hizmet sunan bireylerin terfi ettirilmediği görülmektedir. Ayrıca valiler, sefirler, nazırlar ve müsteşarların devlet tarafından gerekli görüldüğü sürece kıdeme bakılmayarak liyakat ve tecrübeleri doğrultusunda terfi etme olanakları bulunacaktı (Özdemir, 2001: 211-212).

1856 Islahat Fermanında getirilen liyakat sistemi, Osmanlı kamu hizmetlerinde din ve mezhep ayrımının ortadan kalkmasına, yeteneğin önplana çıkmasına, böylece kamuda iyileşen bir yapının hâkim olmasına sebep olacaktı. Bu Fermanın batılı ülkelerin zorlamasıyla gerçekleştirildiği göz önüne alınacak olursa

liyakat sisteminin artıları yanı sıra eksileri de dikkat çekmekteydi. Çünkü bu dönemde Batılı toplumlar kendilerine bağlı ve bağımlı bir bürokratik sistem oluşturma çabası içindeydiler (Aslan, 2012: 345).

1856-1876 arasındaki 20 yıllık dönem, personel yönetimi açısından genel anlamda liyakat sistemi uygulamalarına dair arayışlarla geçmiştir. Ancak bu dönem memurluk nüfuslu çevrelerin elinde toplandığı ve mutlak monarşinin gücünün artırılmaya çalışıldığı bir dönemdir. 1876 Anayasası devlet hizmetlerine girişin Osmanlı Devleti uyruğundaki her bir bireye açık hale getirildiği dönemin başlangıcıdır. Bu Anayasa hükümleri kapsamında kamu hizmetine personel alımında tek seçme usulü yeterlilik ve yetenek olarak belirlenmiş, yalnızca kamu hizmetine girmek isteyen bireylerde Devletin resmi dili olan Osmanlı Türkçesi ya da Osmanlıcayı bilme şartı aranmıştır (Aslan, 2012: 348; Güler, 2013: 158).

1850’li yıllarda askeri eğitim veren kurumlara bakıldığında liyakat çabalarına karşı ikili yapı hâkimdi. Bu ikili yapı içinde varlıksız ailelerin çocukları ve Tanzimat ricalinin çocukları yer almıştı; ancak bu çocuklar farklı statülere tabi tutulmuştu. Normal yollarla bu okullara giren ve askeri disipline tabi tutulan varlıksız ailelerin çocukları yanında devlet adamlarının çocukları şekli imtihanla alınarak disiplinden uzak tutulmuştur. 1876 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularına bakıldığında bunların taşralı olması, sistem içinde üçüncü bir grubun ortaya çıktığının kanıtıdır. Bu sınıfın belirmesinde etken Harbiye öğrencilerinin seviyesindeki düşüşten kaynaklıdır (Mardin, 2014: 139-141).

Kanun-i Esasi dönemi olarak da anılan 1876 dönemi itibariyle Osmanlı Devleti tebaasının yetenek ve becerileri doğrultusunda kamu hizmetine alınacağı belirtilmiştir. Kanuni Esasinin memurin (memurlar) başlıklı alt bölümünde ise memurlar için memurluk rejiminin düzenlenmesi adına nizamnamelerin çıkarılması ve liyakat ilkesinin göz ardı edilmemesi istenmiştir (Aslan, 2012: 349).

Osmanlı modern döneminin sonlarında personel yapılanmasını düzenleyen üç önemli mevzuat vardır. İlki maaş rejimine ilişkin düzenlemeleri içeren 27.04.1880 tarihli Maaşat Kararnamesi’dir. Bu Kararnamenin bir hükmüne dayanılarak diğer iki mevzuat oluşturulmuştu. Bunlardan biri devlet memurlarının istihdam, ilerleme, sicil ve emeklilikleri gibi hakların düzenlendiği 08.09.1881 tarihli Memurini Mülkiyye Terakki ve Tekaüd Kararnamesi, diğeri ise 23.12.1896 tarihli Memurini Mülkiyye Komisyonu Nizamnamesi’dir. Bu Nizamname memurların sicil, özlük

gibi dosyalarının tutulması için merkezi bir örgüt kurulmasını öngören bir düzenlemedir. Bu düzenlemeler Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar yürürlükte kalmıştır (Demirci, A.G., 2009: 67; Toprak, 2009: 4).

1881 yılındaki Kararname 1884’de yeniden düzenlemeye tabi tutuldu. Bu Kararname hükmü uyarınca devlet memurluğuna giriş ya adayın uygun özelliklere sahip olduğunu belgeleyen diplomasıyla ya da bir memur heyetinin yapacağı sınavdan sağladığı başarı durumuna göre gerçekleştirilecektir (Güler, 2013: 160). 1881 sayılı Kararname hükümlerinde belirtilmese de emekli sandığına girenlerin kapsamının belirlenmesi üzerine kamuda görev alan fahri, ücretli, yevmiyeli ve kontratlı çalışanlar bu kararname hükümlerinin dışında bırakılmıştır (Aslan, 2012: 351-352).

Osmanlı Devletinin modern dönemi sonlarında, kamu hizmeti görevleri için genel bir sınıflandırma yapılması öngörülmüş ancak gerçekleştirilememiştir. 1908 İkinci Meşrutiyet döneminde kamu personel sisteminde genel bir düzenleme yapılmamış her bir kurumun yasa ve yönetmelikleri kapsamında sınıflandırmaları yapılmıştır. Bu dönem kamu personel sisteminde tek bir ortak uygulama mali hakları konusunda yürütülen Maliye Bakanlığı ve yıllık bütçe uygulamalarıdır (Güler, 2013: 212-213). Tanzimat öncesi ve sonrası personel sistemi değişimlerinden biri de memuriyetin Tanzimat öncesi bir hizmet olarak görülmesine karşın Tanzimat sonrasında bir meslek olarak kabul görülmesidir (Özdemir, 2001: 151).

Osmanlı kamu görevlilerini bütüncül olarak ele alırsak Tanzimat Fermanı sonrasında memurlaştıkları ve böylece kul sisteminden uzaklaşılmaya başlandığı söylenebilir. Anayasal olarak düzenlemelere giren maaş ve kamu personeli hizmet alım düzenlemeleri bunun göstergeleri arasındadır (Aslan, 2006: 150). Özellikle de kamu personel sisteminde ayrımcılığın ortadan kalkmasına yardımcı olacak liyakat sisteminin uygulamaya yansıyarak belirlenmesi ise 1856 Islahat Fermanı dönemi ile 1876 Anayasasındaki hükümlerle sağlanmıştır. 1876 Anayasasında sonraki tüm Anayasalarda da yer edinen üç maddeyle6, memurluğa girişte liyakat esaslarının

6 1876 Kanun-i Esasi: Madde 39. Bilcümle memurin nizamen tayin olunacak şerait üzere ve

müstahak oldukları memuriyetlere intihap olunacaktır ve bu veçhile intihap olunan memurlar kanunen mucibi azil hareketi tahakkuk etmedikçe veya kendisi istifa eylemedikçe veyahut Devletçe bir sebebi zaruriye mebni infisal edenler nizamı mahsusunda tayin olunacağı veçhile terekkiyata ve takaüt ve mazuliyet maaşlarına nail olacaklardır.

dikkate alınması anayasal kural haline gelmiştir. Bu dönem itibariyle artık memurluk sınırlı da olsa güvencesi olan ve yasaya bağlılığın amire sadakatten üstün sayıldığı bir meslektir (Güler, 2013: 159).

İkinci Meşrutiyet yıllarının II. Abdülhamit döneminde yetişen modern bürokratların (İttihat ve Terakki iktidarının) dönemidir (Karpat, 2002: 102). Bu dönemde bürokrasinin elinde bulundurduğu araçlar egemenliklerini arttırsa da bu egemenlik çok kısa sürmüştür (Tataroğlu, 2013: 190). 1908 yılındaki Meşrutiyet Hareketleri kapsamında ise bürokraside yapılan tensikat (düzenleme) Islahat dönemiyle birlikte uygulamada izlerine rastlanan liyakat sisteminin esaslarını zedelemektedir. Bu dönem itibariyle bazı memurların memuriyetlerine son verilip geçmişteki bazı memurların ise göreve alındığı gözlemlenmiştir (Güler, 2013: 162).

Weberyen bürokrasi teorisinin özelliklerini taşıyan ve Batıdan örnek alınarak oluşturulan bürokratik örgütlenme biçimi ve personel sisteminde, memurlar için sicil tutulması, cezalandırmanın kanun ve yönetmeliklerle yapılması, ihtisaslaşmaya göre meslek okullarının açılması, eğitimli ve vasıflı memurların yetiştirilmesi, memuriyete girişte sınav usulünün benimsenmesi dikkat çekicidir (Özdemir, 2001: 143). Kamu personel sisteminde olumlu gözüken bu uygulamalara rağmen Osmanlı’nın son döneminde sistemde bozulmalar da kendini göstermiştir.

Osmanlı döneminde bozulan personel sistemini genel hatlarıyla ele almak gerekirse mesleklere dayanan ancak teminatını kaybeden, liyakat sisteminin benimsenemediği bir kariyer sistemi göze çarpmaktadır. Meşrutiyet sonrası dönemde bürokratik yapı içerisinde kayırma usulü ve partizanlık önplana çıkmıştır. Personel sisteminin mali unsurlarının bozulması, toplu işten çıkarmalar (tensikat) ve memurun gerekçe gösterilmeden kadro dışı bırakılması personelin devlete olan güvenini sarsmıştır (Adal, 1968: 40-41). Dolayısıyla yeni kurulacak devlet, böylesine mesleki güvencesi olmayan, hayatı tahvil (değiştirme) adlı sürgünlerin yaşandığı, kefalet sistemiyle boyunduruk altına alınan, azil diye isimlendirilen kovulmaların yaşandığı, liyakat sisteminin oturtulamadığı bir personel sistemiyle yoluna devam edememiştir (Güran, 1981: 70-71).

Madde 40. Her memuriyetin vezayifi nizamı mahsus ile tayin olunacağından her memur kendi vazifesi dairesinde mes’uldur.

Madde 41. Memurun amirine hürmet ve riayeti lazımeden ise de, itaati kanunun tayin ettiği daireye mahsustur. Hilafı kanun olan umurda amire itaat mes’uliyetten kurtulmağa mecbur olamaz (Güler, 2013: 159).

Osmanlı kamu personel sisteminde önce devşirme çocukların daha sonra belirli ailelere mensup çocukların eğitim, istihdam ve terfi olasılıkları bulunması durumunda mağdur olan halkın yanı sıra kadınların mağduriyetleri de dikkat çekmektedir. 19. yüzyıl toplumsal yapı içinde kadın, erkeklerin korumasına muhtaç ve zayıf olarak değerlendirilmektedir. Bu yüzden de sosyal yaşamın dışında bırakılmıştır (Ozankaya, 1985: 128-129). Tanzimat Fermanı sonrası dönemde çalışma hayatındaki bir diğer değişiklik ise kadının eğitim ve kısıtlı da olsa belirli iş sahasında rol almaya başlamasıdır. Osmanlı toplum yapısı ele alındığında sosyal tabakalaşma, klasik dönem Türk/Türkmen aile yapısı ve benimsenen geleneksel anlayış uzun süre kadının memuriyet hayatında yerini almasına engel olmuştur (Özger, 2012: 420). Aslında Tanzimat Fermanı öncesi dönemde de kendine çalışma hayatında yer edinen az sayıdaki kadın, ekonomiye toplum tarafından pek fark edilmeyen katkılar sağlamaktaydı7

.

Tanzimat Fermanıyla birlikte gün yüzüne çıkmaya başlayan kadının çalışma hayatında yer edinebilme süreci 1876 Meşrutiyet yıllarında ilerleme kaydetmiştir. İlerleme kaydetmesindeki ana nokta, Avrupa’ya nazaran Türk toplumun kadının eğitim özgürlüğünün ve fırsatının olmayışıdır (Güven, 1998: 148). Dönem itibariyle kadın, toplumsal yaşamı içinde farklı statü kazanmak için girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimler o dönemde çıkan gazeteler (1868’de çıkan Terakki Gazetesinde kimlikleri açıklanmayan kadınlar tarafından gönderilen mektuplara yer verilmesi) ve özellikle kadın dergilerinde (örneğin, ilk kadın dergisi Terakki-i Muhadderat) kadın sorunlarının ve beklentilerinin dile getirilmesi, toplumu kadının istekleri ve sorunları hakkında bilgilendirmiştir. Kadınlar bu dönemde konferanslar düzenlemiş ve dernekler (ilk örnekleri yardım dernekleri olarak kurulan, 1898 Şefkat-i Nisvan, 1908 Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi) kurmuştur (Çakır, 1996: 22). Osmanlı Devletinde Maarif-i Umumiye Nizamnamesiyle getirilen ilköğretim zorunluluğunun ardından 1876 Anayasası ilgili maddesi uyarınca kız ve erkek çocukları için eşit eğitim fırsatlarının sunulmasını hukuken mümkün kılmıştır (Dulum, 2006: 32). Dolayısıyla bu dönem Osmanlı Devletinde kadınların hak mücadelesi, gerekli gelişimi hemen göstermese de etkili olmaya başlamıştır.

7 Osmanlı Devletinde kadının çalışma hayatındaki yerinin yeterince anlaşılamamasındaki sebeplerin

başında kadının çalıştığına dair istatistikî verilerin devlet tarafından tutulmaması gelmektedir. Osmanlı Devletindeki 1882-1884 nüfus sayımı orduya asker alımı amaçlanarak gerçekleştirildiğinden bu sayıma kadınlar dâhil edilmemiştir. Kadının çalışma hayatını belgeleyen sanayi istatistiklerinde yer alışı 1913 yılında belgelenmiştir (Makal, 1997: 194).

Kadının Osmanlı’daki çalışma hayatı 1908 II. Meşrutiyet sonrasında daha da hız kazanmıştır. Bunun en önemli sebepleri dönem itibariyle yaşanan savaşların erkek işgücünü etkisiz kılması, savaş maliyetlerindeki artış, işgücü kaybı sonucu ülkenin ekonomik durumunda kötüleşme, emek arzının sınırlı kalması kadın işgücünü popüler hale getirmesidir. Artık kadın, gerek kamu gerekse özel sektörde artan oranda istihdam edilmeye başlanmıştır (Dulum, 2006: 58-59). Osmanlı’da etkili olan kadın hareketlerini diğer ülke deneyimlerinden ayrı tutmak uygun bir davranış değildir. Osmanlı kadın hareketleri batılı ülkelerin taklidi değil eş zamanlı yürütülen hareketlerdir. Batı toplumlarında kadın siyasal hayata girmek için mücadele verirken Osmanlı’da eğitim ve çalışma alanları önplana çıkmıştır (Çakır, 1996: 316-317).

Kamusal alanda kadının istihdamında öncelikli gerekliliklerden biri kız öğrencilere istihdam edilecekleri alanlarda eğitimin verilmesidir. Osmanlı’da kamusal alanda kadınların çalışma yaşamına girişlerinde ilk adım 1842 yılında Tıbhane-i Amire bünyesinde hizmet vermeye başlayan ebe mektebleriyle gerçekleşmiştir. Bu mekteblerin ilk eğitim vermeye başladığı yıl 1843 olmuş ve iki yıl eğitim sonucunda 10 Müslüman ve 26 Hıristiyan kadın ebe 1845 yılında mezun olmuşlardır (Dulum, 2006: 37).

Öğretmen yetiştiren okullardan biri olan Darülmüallimin ilk olarak 1848 yılında erkek öğrenciler için açılmıştır. Ancak kız öğrencilerin eğitim ve buna bağlı olarak iş sahasından uzak kalmaları önündeki eğitim engellerinin kaldırılması adına 1870 yılında faaliyet başlayan Darülmüallimin okulları açılmıştır (Akyüz, dhgm.meb.gov.tr). İlk olarak bu okullarda eğitim yaşlı ve ahlaklı erkek eğitmenler tarafından verilmeye başlanmıştır. Bu okullarda sıbyan mekteplerinde eğitim vermesi için iki yıl öğrenim gören ve rüştiye mekteblerinde eğitim vermesi için ise üç yıl öğrenim gören kadın çalışanlar yetiştirilmiştir (Dulum, 2006: 41-43).

Osmanlı Devletinde Tanzimat döneminden itibaren yaşanan değişimlerle kadınlar maaşlı olarak ilk kez ebelik alanında istihdam edilmiştir. Daha sonra Darülmuallimat’tan mezun olan kadınların kamusal alandaki istihdamı eğitim