• Sonuç bulunamadı

“TANRI PARÇACIĞI”

Ali Haydar Saygılı

gezildiği bu deneyler sonucunda, yeni bir bilimsel eşiğe sıçranacağı fikri ve beklentisi daha da güçleniyor. Üstelik bu heyecanlar hiç de yersiz değil. Bu yüzden CERN’in yaptığı açıklamalar hep bir olağan üstülük havası yaratı-yor.

CERN, yaptığı son açıklamayla, bu kez de “Tanrı Parçacığı”nın izini bulduklarını söyleyerek bir heyecan yarattı. Peki bu CERN deneyleri neyin nesi? Neyin peşinde? Ya bu parçacık nedir? Neden “Tanrı Parçacığı” den-miş? Bunun özelliği ve önemi nedir?

CERN Deneylerinin Amacı CERN Avrupa Parçacık Fizi-ği Laboratuvarı’nda kurulan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC), aslın-da atomaslın-dan aslın-daha küçük parçacıkları ve onların davranışlarını gözlemeyi sağlayan bir çeşit “mikroskop” olarak tanımlanabilir. Bildiğimiz mikros-koplardan değil elbette. Burada “gör-meyi” sağlayan ortam, çok yüksek enerjili parçacıkların çarpıştırılması ile elde edilmektedir.

Bu deneylerin en temel amacı Standart Model olarak tanımlanan te-orinin yanıtlayamadığı sorulara yanıt bulmaktır. Yine aynı konuda Standart Model Ötesi Fizik Modelleri olarak tanımlanan modellerin (örneğin sü-per simetri) öngördüğü parçacıkların gözlenmesi amaçlanıyor.

Standart Model (SM) evrende bu-lunan 4 temel kuvvetten ikisini, elekt-romanyetik kuvvet ile zayıf kuvveti (diğer ikisi güçlü kuvvet ile kütle çe-kim kuvvetidir) aynı teori içerisinde

birleştiren bir modeldir. Bu model, maddenin temel yapı taşları olarak bilinen 12 çeşit atomaltı parçacık ile bunların her birinin karşı parçacıkla-rının ve bunlar arasındaki temel etki-leşimleri gerçekleştiren ara parçacık-ların nasıl davrandığını açıklamaya çalışır. Bu yolla evrendeki maddenin yapısını sunan bir teoridir.

Bu teorinin tutarlılığının sağlan-ması, var olduğu öngörülen ancak bugüne kadar tespit edilemeyen temel bir parçacığın gözlemesine bağlıdır:

Higgs bozonu. Yani CERN deneyle-rinin, en öncelikli amacı bu parçacığı bulup Standart Model’in tutarlılığını sağlamaktır dersek yanlış olmaz.

Bu yüzden Higgs parçacığı parça-cık fizikçilerini ziyadesiyle heyecan-landırıyor. Higgs parçacığının göz-lenmesi fizikte yeni ufuklar açacaktır.

Kimilerinin “yeni fizik” dediği bilim-sel araştırmalar döneminin eşiğinin bu parçacıkla aşılacağı düşünülüyor.

Higgs parçacığı evren bilimcileri de heyecanlandırıyor. Evrenin yapısı, doğası ve evrimi konularında bir dizi temel sorunu açıklamak için ihtiyaç duyulan düzeye, Higgs parçacığı-nın incelenmesiyle ulaşılabileceğini umuyorlar. Bu yüzden günümüz fizik çalışmalarının evren bilim araştırlarının en önemli eşiğinde bu çok ma-rifetli parçacık duruyor.

Higgs Parçacığı

Şimdi bu Higgs parçacığı nereden çıktı? Niye bu adı aldı?

Maddenin yapısını ve doğasının açıklamak üzere geliştirilen

teoriler-Marksist Teori 8 den biri olan SM’nin üzerinde yapılan

çalışmalarda, bu modelin tutarlı bir bilimsel temelde oluşması için mode-le yeni bir olgunun dahil edilmesi ge-rektiği sonucuna varıldı: Higgs Alanı.

Bugün bütün evreni sarmış olan bu alan, maddenin gerçek doğasının anlaşılmasını örten bir perde gibi durmaktadır. Bu alanın varlığını ön-gören İskoç teorik fizikçi Peter Higgs olduğu için Higgs Alanı olarak adlan-dırılmıştır.

Evrende bulunan her temel etikle-şim kuvveti için bir alan bulunmakta-dır; ya da aynı anlama gelmek üzere her alan, içinden geçmekte olan mad-deye bir kuvvet uygular. (Örneğin elektromanyetik kuvveti uygulayan elektromanyetik alan gibi.) Bu alan-larla etkileşime giren her madde ener-ji kazanır, (mesela yukarıdan aşağıya

doğru bırakılan bir cismin, kütle çeki-mi etkisiyle düşerken hızlanıp hareket enerjisinin artması gibi.) Higgs alanı-nın özelliği ise, kütlesiz parçacıklarla etkileşime girdiğinde onlara kütle ka-zandırmasıdır.

Yine SM’ye göre, her alan, bozon adı verilen bir ara etkileşim parçacığı vasıtasıyla kuvvet uygular. Higgs ala-nı ise, parçacıklara kütle kazandıran etkisini Higgs bozonu adı verilen par-çacık aracılığıyla yapar.

Higgs alanı ve Higgs bozonu şim-dilik bilimsel bir öngörüdür. Ayrıca bu öngörülen Higgs alanının özelli-ğinin diğer çekim alanlarından farklı-dır. Diğer çekim alanları (evrende var olan dört temel kuvvet alanı) zaten bir durgun kütleye sahip olan maddeleri etkiler, onlara enerji kazandırır. İlk etapta anlaşılması zor ve yadırgatıcı gelse de Higgs alanı kütlesiz parça-cıkları etkiliyor, onlara durgun kütle olarak tanımlanan kütleyi kazandırı-yor. Bu durgun kütle, kütlenin kökeni-ni oluşturur, tabii evrendeki maddekökeni-nin kökenini de. O yüzden bu husus çok önemlidir. (Ayrıca kütlesiz parçacık olur mu, demeyin. Quantum düzeyin-de tespit edilmiş kütlesiz parçacıklar bulunuyor.)

Higgs alanı ve onun etkisini taşı-yan Higgs bozonu bu işlemi, evrenin simetrisini kırarak yapmaktadır. Bu durum kısaca, fizikte korunum yasa-ları olarak bilinen durumun (mesela enerjinin korunumu yasası gibi) bo-zulması olarak tarif edilebilir. Bugün laboratuvar koşullarında da -çok ama çok kısa bir an için- enerjinin koru-Neler oluyor?

Yoksa madde yoktan mı var edildi?

Bu CERN deneyleri, tanrının varlığını

kanıtlamaya mı çalışıyor? Her şeyi yoktan var eden bir

yaratıcının izlerini mi arıyor? Bu Higgs alanı, ilahiyatla bilimin

uzlaştırılmasını mı amaçlıyor?

numu yasası (yani buna denk gelen simetri) kırılması gözlenebilmektedir.

Higgs alanı önce dört temel kuvve-ti bir arada tutan simetri kırılmasını, sonra da madde/karşı madde simet-risinin kırılmasın sağlamış, bu yolla kütlesiz parçacıklara kütle kazandı-rarak maddenin evrende hakim olma-sına yol açmıştır. Başka bir ifade ile, maddeyi oluşturan yapı taşlarının ve maddi evrenin varlığı bu Higgs meka-nizması sayesindedir.

Bu yüzden bu alandaki çalışmalar yalnızca parçacık fizikçilerini ilgi-lendirmiyor. Evren bilimde özellikle Büyük Patlama teorisini merkez alan evren modelinin karşılaştığı kimi so-runların yanıtları yine bu Higgs alanı ve Higgs parçacığının bulunmasıy-la açıbulunmasıy-lacak kapının ardında duruyor.

Bu yüzden CERN deneyleri LHC ile Büyük Patlama’nın ilk anlarındaki or-tamı yaratarak Higgs alanı ve Higgs parçacığına dair öngörüleri test edip, Higgs mekanizmasının nasıl işledi-ğini çözmeyi, maddenin ve evrenin evrimindeki temel noktaları aydınlat-mayı hedefliyor.

“Allah’ın Belası”

Higgs Bozonu

Bilimsel çalışmalarda, bilhassa fi-zik alanında kullanılan kavramsal dil ile günlük pratik dil ve algı arasında tam bir örtüşme olmayabiliyor. Bu sorun, genelde pratik mantığın ve al-gının büyüktüğü spekülasyonlara yol açıyor. Nitekim Higgs bozonu da, bilimin amentüsü gibi algılanan ko-runum yasalarının kırılması ve

kütle-siz parçacıklara kütle kazandırılması biçiminde açıklanınca, “yoktan var etme” gibi spekülasyonların önü de alınamıyor. Üstelik Higgs bozonu-na “Tanrı Parçacığı” denmesi de var.

Neler oluyor? Yoksa madde yoktan mı var edildi? Bu CERN deneyle-ri, tanrının varlığını kanıtlamaya mı çalışıyor? Her şeyi yoktan var eden bir yaratıcının izlerini mi arıyor? Bu Higgs alanı, ilahiyatla bilimin uzlaştı-rılmasını mı amaçlıyor?

Bu soruların hepsine kesin bir

“hayır” yanıtını verebiliriz. Ancak şaşırtıcı gelse de böylesi bekletiler ve yorumlar hiç de az değil. Parçacık fiziğinin yeni bilinmezci idealist yo-rumları yeni değil. Şimdi, bir yerler-de, bir zamanlar evrenin ve maddenin oluşumuna dokunmuş bir “tanrı eli”

beklentisi sürdürenlerin Higgs parça-cığı tartışmalarını bu yöne bükmeye çalışmaları da olacak elbette. Başlıba-şına “Tanrı Parçacığı” ismi bile insan-larda böylesi çağrışımlara yol açıyor.

İsmi garip yani, bazı ilahiyatçılar da tam tersi cepheden CERN deney-lerine kaygıyla yaklaşıyorlar. Onlara sorarsanız, CERN deneyleri tanrının yokluğunu ispatlamaya çalışıyor. İş-te bu kaygı “yerinde”. Zira CERN deneyleri, tanrının dışında olduğu sanılan mistik perdeyi yırtma ve inanç sarsma beklentisini/kaygısını besliyor.

İdealist cepheden birinciler, “Al-lah’ın lütfü”, ikinciler “Al“Al-lah’ın bela-sı” diye dursunlar, Higgs parçacığının

“Tanrı Parçacığı” adını almasının hi-kayesi bambaşka.

Marksist Teori 8 Parçacık fizik alanında önemli ve

başarılı çalışmaları sonucunda Nobel ödülü kazanmış olan Leon Lederman, Dick Teresi ile birlikte bir kitap yazı-yor. Higgs (The God Particle) ismiyle basılıyor. Kitabın yazarları tarafından düşünülen esas adı “Tanrının belası parçacık” anlamına gelen “The God-damn Patricle”dir. Lederman, hem parçacık fiziğinde hem de evren bili-minde bir çok sorunun aydınlatılma-sının kavşağında bulunması ve otuz yılı aşkın uğraşlara rağmen tespit edi-lememesi yüzünden, biraz da espri ile bu adı koyuyor. Fakat yayınevi sahibi, daha fazla ilgi çekeceği düşüncesiyle kitabın adının değiştirilmesini öne-riyor. Böylece Higgs bozonu “Tanrı Parçacığı” olarak ünleniyor. Yani bu adla anılmasında herhangi bir ilahi-yatçı yorum veya ima yok. Üstelik başta Peter Higgs olmak üzere, çoğu bilim insanı hem bu addan rahatsız-lar, hem de bu adın üzerinden yapılan mistik yorumlardan.

Nitekim CERN deneyleri sonu-cunda, Higgs bozonun izinin bulun-duğuna dair açıklama yapılınca bilim insanları arasında Muhammed’in mi-rası misali perde ardındaki tanrıyla söyleşi heyecanı gözlenmiyor. Tam aksine, ortadan kalkacak olan perde ile maddenin ve evrenin materyalist incelenmesinde, mevcut bilimsel te-orilerin önünde yeni ufuklar açılacak diye heyecanlanıyorlar.

Higgs parçacığı, bugün öngörü düzeyinde olsa da, deneyler sonucun-da varlığı ispatlanırsa, bilim tarihinin önemli bir kilometre taşı, yeni bir

bi-limsel dönemin başlangıcı olacaktır.

Ancak Higgs sonrası fiziğin önünde de önemli sorular duruyor. Bu konu-lardan en temel bir kaç tanesine de-ğinelim.

Kendiliğindenci Simetri Kırılması

‘Kendiliğindenci Simetri Kırılma-sı’ maddenin evriminin temel ilkeleri olarak tanımlanıyor. CERN’de bu ko-nuda da araştırmalar yapılmaktadır.

Simetri, bir sistemde herhangi bir değişiklik yapıldığında sistemin ilk durumunu koruması olarak tanımla-nıyor. Fizikte simetri, fizik yasaları-nın uzaydaki konuma ve zamandaki yolculuğa bağlı olarak değişmemesi;

aynı kalması biçiminde ifade ediliyor.

Evrende her simetriye karşılık gelen bir korunum yasası -enerjinin korunu-mu yasası gibi- mevcuttur.

Simetri kırılması ise bu korumun yasasının ihlal edilmesi (ihmal değil!) anlamına gelir. Parçacık fiziğinde araştırma konusu yapılan “kendiliğin-den simetri kırılması” mad“kendiliğin-denin evri-minin açıklanmasında temel bir yerde duruyor. Bu konu, bugünkü görünür evrenin oluşumu ve gelişimi konu-sunda en fazla kabul gören ve güçlü kanıtlarla desteklenen Büyük Patlama teorisini merkez almaktadır.

Buna göre, bugünkü görünür ev-ren, bundan 13.7 milyar yıl önce Bü-yük Patlama ile noktasal bir yapıdan genişlemeye başlayarak oluştu. (Bu-rada Büyük Patlama’nın her şeyin başlangıcı olmadığını, ondan önce evrenin var olmadığı anlamına

gel-meyeceğini, hatta bildiğimiz anlamda bir patlama olarak anlaşılmaması ge-rektiğini belirtelim.)

Büyük Patlama’nın başlangıcın-da evrende hiç madde yoktu, evren son derece sıcak, yoğun, noktasal bir yapıya sıkışmış, kütlesiz enerji for-mundaydı. Bugün evrende varolan dört temel kuvvet biraradaydı. Bü-yük Patlama ile bu yapı bozuldu ve evren genişlemeye başladı. Büyük Patlama’dan sonraki ilk saniyenin çok ama çok küçük bir kesitinde, önce dört temel kuvveti birarada tutan (ve-ya koru(ve-yan) simetri bozuldu ve sıra-sıyla kuvvetler birbirlerinden ayrıldı.

Aynı anlama gelmek üzere, bu kuv-vetleri taşıyan etkileşim parçacıkları (bozonlar) kütle kazanmaya başladı.

Yani Higgs mekanizması işlemeye başladı. Böylece kütlesiz parçacıklar (ve karşı parçacıkar) kütle kazanma-ya başladılar. Bu aşamada evrende eşit oranda parçacık ve karşı parçacık varken, Büyük Patlama’dan sonraki ilk saniyenin binde biri kadar bir sü-re dolmadan bu simetri (parçacıklar ile karşı parçacıkların eşit oranlarını koruyan durum) kırıldı. Parçacıklar ile karşı parçacıklar çarpışıp karşılıklı olarak birbirlerini yok edip enerji açı-ğa çıkarırken, bu simetri kırılmasıyla bir miktar parçacık (madde) arttı. Bu süreçten sonra, maddenin yapı taşları olarak atom çekirdeklerini oluştura-cak şekilde birleşebildiler. Çok da-ha uzun bir erim sürecinin ardından da ilk hidrojen atomları oluştu ve elementlerin üretimi süreci başladı.

Maddenin erimindeki temel dönüm

noktası ise “kendiliğinden simetri kı-rılması” olarak adlandırıldı.

Bu “yasa ihlali”, madde ve ener-jinin tanımında ileri sürülen korunum yasalarını ortadan kaldırıyor sanıl-masın. Burada mistik bir durum yok.

Evrenin simetrik yapısı devam ediyor üstelik. Fakat bu simetri kırılması da gerek bir durumdur. Üstelik, on yıl-lardır laboratuvar koşullarında bazı atomaltı parçacıklarının davranışları incelenirken çok kısa bir anlığına da olsa gözlenebilen bir simetri kırılma-sı olmasaydı evrende atomların orta-ya çıkması, gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin vb. oluşması mümkün olmayacaktı. Atomaltı parçacıkları-nın birbirlerini tamamen yok etmeden varlıklarını kararlı biçimde sürdüre-bilmeleri için madde/karşı madde si-metrisinin kırılması, maddenin hakim olması gerekiyordu.

Peter Higgs, 1960’lı yıllarda, bu-gün SM ile birleştirilmeye çalışılan elektromanyetik kuvvet ile zayıf kuv-vetin, vaktiyle birleşik bir kuvvetken nasıl ayrıştığını, bu kuvvetleri taşıyan kütlesiz parçacıkların nasıl oldu da kütle kazandığını açıklamaya çalışı-yordu. Bu mekanizmanın Higgs alanı ile sağlandığını, Higgs parçacığının bu simetri kırılmasına sebep olduğu-nu öngördü. Ancak bu mekanizmanın nasıl işlediği henüz aydınlatılamadı.

Günümüzde evrenin her yanı-na dağılmış bulayanı-nan bu Higgs alanı, henüz tespit edilemedi ama CERN deneyleri ile Higgs bozonunun bu-lunduğu iddiası doğru çıkarsa, bilim insanlarının on yıllardır meşgul

oldu-Marksist Teori 8 ğu bu konuda büyük bir gelişme

sağ-lanacaktır. Maddenin evriminin temel ilkesi olarak kabul gören bu simetri kırılması, “Higgs sonrası fiziğin” te-mel araştırma konularından biri ola-cak ve belki de yakın bir gelecekte aydınlatılabilecektir.

Evrenin Yapısı

Görüldüğü üzere CERN deneyle-ri, yalnızca atomaltı dünyasını (mikro evren) incelemiyor. Aynı zamanda bü-yük ölçekli (makro) evren hakkında

bilmediğimiz konuları veya yanıtları-nı aradığımız sorulara dair çalışmala-ra dair çalışmaları da kapsıyor.

Bugün evrenin yapısını ve evrimi-ni inceleyen bilim insanlarını en fazla meşgul eden konuların başında, gize-mini hala koruyan karanlık madde ve karanlık enerji geliyor.

Görünür evrende karşımıza çı-kan gezegenler, yıldızlar, galaksiler, galaksi kümeleri, gaz ve toz bulutu halindeki öbekleşen bütün yapılar atomlardan oluşmaktadır. Evreni tü-müyle atomlardan oluşan bu madde-nin (karbonik madde) oluşturduğu sanılıyordu. Ama yapılan incelemeler sonucunda anlaşıldı ki, bütün bu mad-de toplamda evrenin yalnızca yüzmad-de 4.6’sını oluşturuyor.

Evrende her dalga boyundan elek-tromanyetik dalgaların oluşturduğu ışık (foton) miktarı, evrenin yüzde 0.005’ini oluşturuyor. Evrenin bileşi-minde ayrıca yüzde 0.0034 oranında nötrino bulunuyor. Bunlar ise fotona benzeyen, hemen hemen kütlesiz de-nebilecek boyutta, ışık hızına yakın hızlarda hareket eden parçacıklardır.

Evrenin yapısını oluşturan bu üç madde (madde ve enerjinin aynı olgunun türevini olduğunu unutma-yalım) evrenin yüzde 5’i bile değil!

İşte “bildiğimiz” evren bu kadar!

Peki evrenin geri kalan yüzde 95’in-den fazlasını oluşturan”şey” nedir?

Karanlık madde ve karanlık enerji!

Ama bu iki “şey”in ne olduğu henüz aydınlatılamadı. O yüzden “karan-lık”. Peki bunların varlığından nasıl haberimiz oldu?

Evren bilinemez değildir.

Ne ki evren

hakkında bildiklerimizin, bilmediklerimizden oranı çok çok düşük.

Bilimsel çalışmalar da gösteriyor ki, haklarında sorular

soracak kadar farkına varabildiğimiz

gerçekliklere daha fazla yaklaşıyoruz.

Her yeni ufuk evrenin sırlarını aydınlatmamız için

yeni bir başlangıç olacak.

Karanlık Madde:

1930’lu yıllarda, çok uzak galaksi kümelerindeki galaksilerin hareketle-rini inceleyen bilim insanları, galaksi-lerin hızlarının, onları bir arada tutan çekim kuvvetinden çok daha büyük olduğunu gözlediler. Bu hızla, bu galaksilerin savrulması gerekiyordu, ama öyle olmuyordu. Demek ki, ken-di kütlelerinden çok daha büyük bir kütle çekim gücünün etkisindeydiler;

bu yüzden, bu büyük hızlara rağmen savrulup dağılmıyorlardı. Ancak o dönemde bu fikir, pek rağbet görmedi.

1970’li yıllarda Samanyolu’nun hareketinin bilgisayar simülasyonu yapılırken de aynı sorunla karşılaşıl-dı. Buna göre Samanyolu’nun, mev-cut hızıyla kısa sürede dağılıp parça-lanmaması için görülen ve ölçülebilen kütlesinden daha büyük bir kütle çeki-mi kaynağı olması gerekiyordu. Ayrı-ca Andromeda galaksisini incelerken, galaksinin merkezinden uzak yıldız-ların merkezdeki yıldızlarla yanı hız-da hareket ettiklerini gördüler. Bu hız-da kütle çekim yasasına tersti.

Böylece galaksiler ve galaksi kü-melerinin etrafında yoğunlaşan, ya-pılan hesaplamalarda evrenin yüz-de 22.7’sini oluşturduğu saptanan bu kütle çekim kaynağına “karanlık madde” denildi. Karanlık madde den-mesinin sebebi, kütle çekimi uygula-masının dışında, atomlardan oluşan madde ile başka bir etkileşime gir-memesi, yani “ışık” vermemesidir. O yüzden varlığı, kütle çekim etkisinin sonuçları üzerinden dolaylı olarak

“gözleniyor”!

Bugüne kadar karanlık maddenin yapısı ile ilgili olarak bir dizi fikir ileri sürüldü, ama bunların hiçbiri karanlık maddenin gizemini çözmeye yetme-di. Ancak onun, evrenin her yerine eşit biçimde dağılmadığı, galaksileri kuşatan görünmez küreler biçiminde yoğunlaştığı anlaşılıyor.

Evren bilimciler 40 yıldan fazla bir zamandır bu karanlık maddeyi tanım-lamaya çalışıyorlar. Üstelik bu gizem-li yapının, evrenin evriminde önemgizem-li bir rolü olduğu düşünülüyor. CERN deneylerinde, Higgs parçacığının göz-lenmesi ve Higgs alanının özellikle-rinin anlaşılması karanlık maddenin sırrının kapısını aralayabilir.

Karanlık Enerji

Karanlık enerjinin ne olduğu da bilinmiyor. Onun varlığı da etkileri üzerinden dolaylı olarak hissedilmek-tedir.

1930’lu yıllardan beri evrenin ge-nişlediği biliniyor. Ama bu genişleme hızının, kütle çekiminin etkisiyle, za-man içinde yavaşlayacağı sanılıyor-du. Ancak evrenin genişleme hızıyla ilgili 1998-99 yıllarında yapılan göz-lemlerde, evrenin yavaşlamak yerine giderek hızlandığı anlaşıldı. Evrenin genişleme hızı sürekli artıyordu.

Demek ki karanlık madde de dahil olmak üzere evrendeki toplam kütle çekiminden çok daha büyük bir itici kuvvet vardı. Buna, “karanlık enerji”

dendi. Karanlık maddenin kütle çekim etkisi ile yoğunluğunun tespiti müm-künken, karanlık enerji söz konusu ol-duğunda, evreni genişleten itici gücü

Marksist Teori 8 dışında bir şey bilinmiyor. Bu konuda

bilinen diğer iki şey ise, evrenin her yerinde düzgün biçimde dağılmış olması ve evrenin genişlediği halde onun yoğunluğunun değişmemesi-dir. Yapılan hesaplamalar sonucunda evrenin yüzde 72.6’sının bu karanlık enerjiyle kaplı olduğu (ya da olması gerektiği) sanılıyor.

Kütle çekimin tersi yönde işleyen, evrenin genişlemesini sağlayan ve ge-nişleme hızını artıran itici bir kuvvet gibi davranan bu karanlık enerjinin varlığına ve yapısına dair bir dizi fikir bulunuyor. En fazla kabul göreni “va-kum enerjisi” olmuş. Buna göre uzay boşluğu olarak ifade ettiğimiz yerde atomaltı parçacıkları sürekli bir oluş ve yok oluş halindedir. Bu çarpışma-lar zayıf da olsa bir basınç etkisi yara-tıyor. Küçük ölçekte önemsiz olan bu etki, evrenin bütünü düşünüldüğünde çok güçlü bir kuvvet etkisi yaratabilir.

Keza evren genişleyip galaksiler arası mesafeler açıldıkça, galaksilerin kütle çekim etkileri zayıflar, vakum enerji-sinin etkisi de artar. Belirli bir dönüm noktasından itibaren vakum enerjisinin etkisi baskın gelir ve evrenin genişle-me hızı artamaya başlar. Bugün evre-ne bu kanalı eevre-nerji hakim olduğu için evrenin genişleme hızı sürekli artıyor.

Bugün karanlık madde gibi ka-ranlık enerjinin ne olduğu da evren bilimcilerin ve parçacık fizikçilerinin çözmek üzere önünde duran en önem-li konular arasındadır. Üsteönem-lik Higgs

Bugün karanlık madde gibi ka-ranlık enerjinin ne olduğu da evren bilimcilerin ve parçacık fizikçilerinin çözmek üzere önünde duran en önem-li konular arasındadır. Üsteönem-lik Higgs