• Sonuç bulunamadı

SÖZ VERİYORUZ, FAŞİZMİ VE SÖMÜRGECİLİĞİ YENECEĞİZ*

Seyfi Polat

* MLKP Dava Tutsağı Seyfi Polat’ın 6 Eylül 2012 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davasında yaptığı savun-ma.

böyle Ermeni Sorunu tamamen hal olmuştur” dememiş miydi? Olmamış demek ki! Nitekim 1934’te Trakya Yahudileri, 1942 Varlık Vergisi ve Aşkale Sürgünleri ile Türkiye Cum-huriyeti devleti Osmanlı’dan kalan azınlıklarla hesabının bitmediğini ortaya koyuyordu. 6 Eylül 1955 linç ayinleri eşliğinde azınlık halklara yönelik düşmanlığın devam etmekte olduğunu gösteriyordu. Devletin ku-cağında semirtilen Türk burjuvazisi atalarından aldığı hırsızlık, soygun ve talan mirasını sürdürmekte kararlıydı.

Emperyalist burjuvazinin sömürge-cilikle dünya halklarından çalıp çır-parak servetine servet katması yeni palazlanan Türk burjuvazisi için de en kolay sermaye biriktirme yoluy-du. Ödenmesi imkansız vergilerle bir kısmının mallarına yasal yollardan el koydu. O yasalar ki hukuk kisvesi altında devlet eliyle hırsızlıktan baş-ka bir anlama gelmiyordu. Bu resmi hırsızlık ve gasp paralarını ödeyeme-yenler Erzurum’a sürüldüler, çalışma kamplarında köle işgücü olarak kulla-nıldılar.

Bir kısmı gece yarıları tehditlerle tacizlerle evinden, bağından kaçırtıl-dı. Tüm dünyada lanetlendikleri, hor-landıkları, düşmanlaştırıldıkları için bu bir avuç Yahudi topluluk haklarını aramaya bile cesaret edemedi. Ses-sizce kabullenip Edirne eşrafına terk ettiler mallarını mülklerini.

6-7 Eylül 1955 yeni bir halkasının oluşturuyordu azınlık halklarına düş-manlığın ve servetine el koymanın.

Binlerce ev, dükkan, işyeri

yağmalan-dı, kilise ve havralar tahrip edilirken para edecek değerli ne varsa çalındı.

Hristiyan ve Musevi mezarlıkları bile bu düşmanlıktan payına düşeni aldı.

‘60’lı yılların ortalarına doğru çı-kartılan göçertme yasası ile de İstan-bul Rumları binlerce yıllık tarihlerini ve yaşanmışlıklarını bir bavula sığdı-rıp terk ettiler kadim yurtlarını. Geriye kalan mal varlıkları, vakıf mülkleri, arazi ve binaları, okul ve hastanele-ri, ibadethaneleri Türk burjuvazisinin türedi zenginleri tarafından tapularına geçirildi. Türkiye Cumhuriyeti ismini taşıyan bu sabık devlet ise yasal-ya-sadışı, resmi-gayriresmi kurumları ile yüz yıla yayılan fiziksel-ekonomik kültürel soykırım suçunun organiza-törleri ve faili olarak halkların kolek-tif hafızasında yargılandı, mahkum edildi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuru-luşundan başlayan Kürt düşmanlığı Ermeni, Rum, Yahudi halklara duyu-lan düşmanlığın yerini aldı. Hristi-yan-Yahudi azınlıklar tehdit olmaktan çıkarıldıktan sonra Anadolu-Mezopo-tamya nüfusunun 1/3’ünü oluşturan Kürtler tehdit algısına yerleştirildi.

Türk milliyetçiliğinin inkar, imha ve asimilasyon politikaları Enverist çiz-ginin devamı olarak hayata geçirildi.

Kürtler ve Kürtçe ile ilgili her şey inkar edildi, yasaklandı, ezildi. Kürt sözcüğü dahi bölücülük tehdidi olarak kabul edildi. Kürt isyanlarının görül-memiş zalimlikle bastırılması, zincir-lerinden boşalmış düşmanlık ve ırkçı nefret TC’nin Kürt politikasının yüz yıllık değişmezidir. Türk halkının

şo-Marksist Teori 8 venizm zehrinin esareti altına girmesi

PKK’den daha eski bir tarihe uzanır.

TC’nin kuruluş felsefesi ile yaşıt ve tarihi köklere sahiptir.

Kürt ulusal mücadelesinin son çey-rek yüzyıla damgasını vuran direnişi işlerin bu kez farklı olduğunu göster-mektedir. Yenilen ve ezilen Kürt is-yanlarının kaçınılmaz kaderi bu sefer tekrarlanmadı. Kürtler 30 yıldır yürüt-tükleri antisömürgeci ulusal özgürlük mücadelesinde yenilmeyerek zafer kazandılar. Türk devleti ise sömürgeci kirli savaşta başvurmadığı alçaklık ve kullanmadığı savaş yöntemi kalma-masına karşın yenemeyerek yenildi.

Kürtler, ulusal kimliklerini ve varlık-larını TC’ya fiilen kabul ettirdiler.

Kazanan taraf Kürt halkı ve Kürt yurtsever hareketidir, ama savaş ha-la devam etmektedir ve Türk devleti yenilmiş olduğunu kabul etmeye ya-naşmamaktadır. Bu da önümüzdeki dönemde savaşın daha sert bir seyir izleyeceği ve mazlum Kürtlerle Türk halkının yoksul evlatlarının daha çok öleceği anlamına geliyor. Sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti tarihi inkar, im-ha ve asimilasyon politikasını sürdü-remez duruma gelip, kırmızı çizgileri birer birer silinirken ırkçı nefret ve şovenist düşmanlık propagandalarına daha sıkı sarılıyor. Türk halkının ta-rihi ile yüzleşmesini engelliyor, o da biliyor ki sömürgeci boyunduruğun devamı Türk halkının şoven milliyet-çi politikalarının arkasında durmasına bağlıdır.

Sömürgeci burjuvazinin Kürt pa-ranoyası Kuzey Kürdistan’da gelişen

ulusal mücadele ile sınırlı değil. Bar-zani-Talabani önderliğindeki Güney Kürdistanlı Kürtleri seneler boyu aşağıladı, tehdit etti, parya muamele-si yaptı. Irak Kürdistan yönetimi ile bugün kurmuş olduğu ilişki ise ilke-siz, pragmatist ve kirli çıkarlara daya-lıdır. Güneyli Kürtleri PKK karşısın-da bir koz olarak kullanmak istiyor.

PKK’nin Güney Kürdistan’daki siya-si, askeri kurumlaşmalarını tasfiye et-meleri için bastırıyor, bu bölgeyi geri çekilme, eğitim, dinlenme, tedavi, lojistik üs merkezi olarak kullanması-nı önlemeye çalışıyor. TC’nin Güney Kürdistanla mevcut ilişkisi Kuzey Kürdistan’daki ulusal mücadeleyi ez-mede işbirliği temellidir. Güney’deki ekonomik fırsatların iştah kabartan cazibesi ise, sömürgeci Türk burjuva-zisini çeken bir başka yararcı etken-dir.İranla stratejik ortaklığı da Kürt karşıtlığını esas alır. PKK ve PJAK’a karşı ortak operasyonlar, yakalanan PKK’lilerin teslim edilmesi ya da İran’da idam edilmeleri Türk devle-tinin İran politikasının önceliklerin-dendir. Emperyalist kuşatma ve savaş tehdidi altındaki İran’ın içinde bulun-duğu sıkışık durumdan yararlanmak için anti Kürt çizgide işbirliğini şantaj olarak dayatıyor ve kullanıyor.

Özellikle Batı Kürdistan’daki ge-lişmeler Türk devletinin Kürt antipa-tisi ve düşmanlığını açıkça ortaya çı-kardı. Kendi sınırları dışında bile olsa Kürtlerin ulusal haklarını elde etmele-ri, hele ulusal statü kazanmaları Türk devletini teyakkuza geçiriyor.

Suri-ye’deki gerici iç savaşın her iki tarafı da zayıflatmasından oluşan boşlukta Batı Kürdistanlı Kürtler öz yönetim-lerini oluşturmaya, ulusal kurumlarını inşa etmeye, özerklik temelinde ken-dilerin örgütlemeye giriştiler. Türk Başbakanı derhal çıkıp bunu savaş sebebi sayacaklarını söyledi ve işgal etmekle tehdit etti.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ege-men sınıflarının Kürt düşmanlığının Kuzey Kürdistanla sınırlı ve bugüne kadar öne sürdüğü hiçbir gerekçe ile alakalı olmadığı en son Batı Kürdis-tan’daki Kürt özerklik adımlarına karşı düşmanca tavrı ile kanıtlanmış oluyor. Türk egemen sınıfları birlik-te yaşadıkları halkları kendileri ile eşit görmüyorlar. Türkler egemendir, efendidir, sahiptir, üstündür ve son-suza kadar böyle devam etmelidir!

Çok zor durumda kalınsa, eşitsizliği sürdüremez duruma gelirse bazı hak-lar verebilir, inkardan vazgeçebilir, bireysel haklarını tanıyabilir, ama bu ayrıcalıklarını kaybetme ve eşit hak-lara sahip olma tehdididir. Ve ırkçı nefret ve düşmanlığın toplu katliam-lar yapacak derecede güçlenmesi için bu kadarı yeterlidir.

Kürt halkına ve PKK’ye inka-rı kaldırdık, bazı bireysel haklainka-rı kullanmanın önünü açtık, dilinizi, kültürünüzü geliştirebilirsiniz, ba-ğımsız bir Kürt devleti kurma amacı taşımadığınızı söylediğinize göre, bu durumda niçin gerillayı tasfiye etmi-yor, silahları bırakmıetmi-yor, parlamenter siyaset ortamına girmiyorsunuz diye baskı kuruyor. Kürt halkının meşru

ulusal haklarını tanımada “samimi”

olan zihniyetin aynı soruyu öncelikle egemen olan tarafa yönetilmesi ge-rekmez mi? Türk egemen sınıflarını, bu savaşı niçin sürdürüyorsunuz, Kürt halkı madem kabusunuz olan ülkeyi bölmek ve ayrı bir devlet kurmak is-temiyor, Türklerle eşit haklara sahip olmak, siyasi bir statü edinmek, kendi kendini yönetmek istiyorsa buna niçin karşı çıkıyorsunuz diye sorgulaması gerekmez mi? Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesini yürütmesinin meşru nedenleri biliniyor. Peki, Türk egemenlerinin yürüttükleri savaşın sömürgeci düzeni devam ettirme, egemen ulus statüsünü koruma savaşı olduğu; Kürtleri kendisine eşit gör-meyen, ırkçılığa varan, milliyetçi ide-oloji temeline dayanan haksız, gayri meşru, gayri insani, adalet ve eşitlik karşıtı, özgürlük düşmanı bir savaş olduğu niçin söylenmiyor ve bu sava-şın baş sorumlusu olarak Türk devleti ve egemen sınıfları insanlık huzurun-da niçin mahkum edilmiyor? Bu ka-dar açık bir gerçek ortada dururken Kürt halkına ölme-öldürme çağrıları yapmak ahlaksızlık, iki yüzlülük, her şeyden önce vicdansızlık değil mi?

Son iki aydır Şırnak-Hakkari böl-gesinde açıkça bir cephe savaşı yaşa-nıyor. Şemdinli’de yoğunlaşan savaş-ta Türk ordusu ağır kayıplar veriyor.

Kara hakimiyeti gerillanın elinde.

AKP hükümeti medya desteği saye-sinde Türk kamuoyundan gerçekleri saklıyor. Savaş politikalarının iflas et-tiği, Kürt yurtsever hareketi karşısın-da siyasi, askeri bir yenilgi yaşadığı,

Marksist Teori 8 inisiyatifi kaybettiği, alan hakimiyeti

ve moral üstünlüğün gerillanın elinde olduğu gerçeğini gözlerden kaçırma-ya çalışıyor. Sürekli kaçırma-yalan söylüyor, iftira atıyor, demagoji yapıyor. Hama-set söylemleri ile ırkçı lümpenleri lin-ce kışkırtıyor. Türk halkının zihnine yeni düşmanlık tohumları ekiyor. Kürt halkı ise tüm bu alçakça ve rezilce ka-ra çalma ve yalan propagandalarına ısrarla barış çağrıları ile yanıt veriyor.

Daha 34 evladının acısını yüreğinde taşıyan Roboskili Kürtler trafik kazası geçiren askerlerin yardımına koşarak tüm dünyaya insanlık dersi verdiler.

Türk halkının evlatlarına gösterilen bu şefkat ve ilk yardım çabalarını hiç de övünmeksizin, gözlere sokarcasına değil, alçak gönüllükle dile getirdiler.

Türk medyası ve hükümet yandaşı yazar çizer takımının bu yüce gönüllü insan severlik örneğinden yüzleri kı-zarmadı, utanmadılar, sessizce geçiş-tirmeyi tercih ettiler. Bir an için bile olsa Kürt karşıtı yayınlarına ara ver-mediler, ırkçı şoven zehirlerini akıt-maya devam ettiler.

Türk milliyetçiliğinin beslendiği kaynaklar dün Ermeni, Rum, Yahudi düşmanlığı idi. Bugün Doğusu, Batı-sı, Güneyi, Kuzeyi ile tüm Kürdistan ve Kürtlerdir. Bu düşmanlık Ermeni soykırımından Kürtleri inkar, imha ve asimilasyon suçlarına kadar her suça kalkışmanın gerekçesi ve kayna-ğı olagelmiştir. Bugün ise Kürt halkı kendi tarihini yapmakta ve yazmak-tadır. Kendi kaderini tayin hakkı için sömürgeciliğe karşı mücadele etmek-tedir.

Başta Kürt halkı olmak üzere;

Laz, Çingene, Abhaz, Gürcü, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum ve diğer ulusal topluluklara dair partimizin asgari programı olan antiemperyalist de-mokratik devrim programında ifade ettiği şudur:

“Kürt ulusuna uygulanan asimi-lasyon ve sömürgeci faşist terör siya-setine ve kirli savaşa son verilecek, Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını kullanmasının ve bu amaçla ajitasyon, propaganda ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılacaktır.

Türkler ve Kürtler arasında her alanda tam hak eşitliği sağlanacak, tüm dil ve kültürler üzerindeki bas-kılara son verilecek. Türk milliyetçi-liğine karşı sistemli bir savaşım sür-dürülecek. Kürt ve Türk halklarının, Laz, Çingene, Abhaz, Gürcü, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum ve diğer ulusal toplulukların tam hak eşitliği temelin-de özgür iratemelin-deleri ile İşçi Emekçi Sov-yet CumhuriSov-yetler Birliği’nde birlikte yaşaması için çaba harcayacaktır.”

Antiemperyalist Demokratik Dev-rim programında bunları dile getiren MLKP’li komünistlerin dün olduğu gibi bundan sonraki süreçte de göre-vi tabi ki ezilenin yanında haklının yanında durmak, onunla dayanışma içinde olmaktır. Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinin en kararlı, en samimi, en tutarlı dostları komünist-lerdir. Partimiz MLKP’nin bu enter-nasyonalist çizgisi ve pratiği Türk işçi ve emekçilerinin devrim ve sosyalizm mücadelesi ile kürt ulusal

mücade-lesinin ittifakını yansıtır. “Halkların kardeşliği ve mücadele birliği” şiarı partimizin bu ilkeli çizgisi ile hayat bulur. Partimiz şahsında Türk işçi ve emekçilerinin bugünkü mücadelesi Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimi-nin zayıf kanadını temsil ediyor olsa da bu olgu geçicidir ve hızla açığı kapatma potansiyeline sahiptir. 18.

kuruluş dönümünü kutlamaya hazır-landığımız şu günlerde partimizin önünde duran öncelikli görev Batı’da devrimin ikinci cephesini büyütmek öne geçen Kürt devrimi ile Türkiye devrimi arasında açılan mesafeyi hız-la kapatmaktır.

Türk sömürgeciliğinin ve faşist diktatörlüğün gemi azıya alınmış kar-şı devrimci terörü hangi yola başvu-rursa vursun partimizi devrim yürü-yüşünden alıkoyamaz!... Kirli savaş yöntemleri, kimyasal silahlar, toplu katliamlar, kanlı infazlar, kaçırma ve kaybetmeler, en iğrenç işkence biçim-leri ve tecavüzler... Hepsi kullanıldı...

En son tescilli işkenceci katil Sedat Selim Ay devrimcilere ve partimizin militanlarına uyguladığı insanlık dışı işkenceleri nedeniyle ödüllendirildi, terfi ettirildi, müdürlüğe atandı. Te-cavüz ve işkence kariyerini müdür olarak sürdürecek!... Yoldaşımız Sü-leyman Yeter’i işkence ile öldürmek-ten sorumlu, kadın yoldaşlarımıza tecavüzden mahkum olmuş bu insan müsveddesini sizin mahkemeleriniz yargılayamaz, yargılamaya kalksa

da gücü yetmez. Ama sanılmasın ki adalet yerini bulmaz!... Halka ve dev-rimcilere karşı işlenen suçlar er geç halkın adaletine hesap verir!...

10 Eylül 2012; partimizin 18.

kuruluş yıl dönümüdür. 18. yılında partimiz, devrim ve sosyalizm ideal-lerine bağlılıkla mücadelesini sürdür-mektedir. Sert çarpışmalardan geçtik, sınandık. Karşı devrim siyasi, ideolo-jik cepheden aralıksız saldırdı. Şehit düştük, tutsak verdik, direndik. Yeri geldi atağa geçtik, tempomuzu yük-selttik. Yeri geldi yavaşladık, mevzi-leri onarma işine yoğunlaştık... Yürü-yüşümüz hiç durmadı ama, kararlıkla yürüdük, hep aynı inatla, dediği gibi Işık yoldaşımızın.

18. yılını kutladığımız yürüyüşü-müzü umutla, dirençle, adanmışlık-la sürdürme sözümüz var. Bu inanç ve adanmışlıkla halklarımızı, işçi ve emekçileri, tüm ezilenleri, partili yol-daşlarımızı ve siper yolyol-daşlarımızı devrimci duygularla selamlıyor, şe-hitlerimize devrim sözümüzü yineli-yorum.

Söz veriyoruz, kuruluş kutlamala-rımızı zafer kutlamaları ile birleştire-ceğiz!...

Söz veriyoruz, faşizmi ve sömür-geciliği yeneceğiz!...

Söz veriyoruz, biz kazanacağız!...

Zafere kadar daima hep ileriye!...

Em ê sebikevin!... Heta serekinê tim, hertim peş ve çûn!...

Kürt Ulusal Konseyi’nde diplomatik alanda görevli İsa Haso’yla HDK’nın düzenlediği Ortadoğu Konferan-sına katılmak için geldiği İstanbul’da bir söyleşi ger-çekleştirdik.

Batı Kürdistan’da ilan edilen demokratik özerkliği anlatır mısın, nasıl işliyor?

Aslında bu mücadele bizim açımızdan yeni başla-madı. Bizim mücadelemiz onlarca yıl gerilere uzanıyor.

Suriye Kürdistan’ında 4 bin şehidimiz var. Bu özgürlük mücadelesi, geçmişe, köklü bir geleneğe dayanıyor. Bu-gün bu iki güç arasında çatışma çıkınca, biz bu ortam içerisinde geçmiş deneyimlerimize dayanarak, politika-mızı bu temelde geliştirdik.

Suriye’deki çatışmalar başladığında, şunu tah-min ettik, bu coğrafya üzerinde, genelde olduğu gibi ABD’nin bir planı olduğunu tahmin ettik. Diğer güç-lerin, Avrupa’nın bir planı var. Biz de tüm bu planları dikkate alarak, önceki mücadelemize dayanarak yeni bir planla, özgürlük eksenli olarak çalışma geliştirdik, onların planlarına karşı.

BÜYÜK BİR DİRENİŞ