• Sonuç bulunamadı

HİGGS PARÇACIĞINA

Hasan Coşar

Marksist Teori 8 bu yarışta yer almak için harekete

geçti. CERN’nin kuruluşu; Alman-ya, Fransa, Belçika, İngiltere, İtalAlman-ya, Danimarka, Hollanda, İsviçre, İsveç, Norveç, Yunanistan ve Yugoslavya ta-rafından, İsviçre’nin Cenevre kentin-de, 1954 yılında gerçekleşti. Bugün;

20 ülkenin üye olduğu, 80 ülkeden 6 bin 500’ü bilim insanı, toplam 15 bin 500 personelin çalıştığı, yüzlerce bina ile yüksek teknolojinin kullanıldığı, 8 milyar Euro maliyetli dünyanın en büyük nükleer fizik araştırma merkezi durumundadır. Türkiye 1956’dan beri CERN’de gözlemci olarak yer almak-tadır. Birkaç yıl önce Sarayköy Nük-leer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde inşası süren 3 bin metrekare kapa-lı alana sahip Proton Hızlandırıcı Tesisi’ni inşa çalışmalarını sürdüren Türkiye, bu süreçte aktif olarak yer almak için 2008’de CERN’e tam üye-lik başvurusu yaptı. Ama henüz sonuç almış değil.

İlk Çarpışma

CERN Bilişim Teknolojileri De-partman Başkanı Wolfgang Von Lueden, ilk çarpışmanın startı veril-meden, çarpışma anı ve sonrasının görüntülerini kaydedecek teknik hak-kında şu bilgileri vermişti:

“CERN’de geliştirilen ve deneyde kullanılacak Web Grid’te 1 milyon cpu yani işlemci şu anda ana bilgisa-yara bağlı çalışıyor, saniyede 40 mil-yon fotoğraf çekilecek. 2 milmil-yonunu data olarak tutacağız yani saniyede 250 bin DVD kaydediliyor. Bu kapa-sitenin yüzde 35’i. Kapakapa-sitenin geri

kalanı diğer ülkelerde. CERN’le çalı-şan, Türkiye dahil dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde toplam 140 bil-gisayar merkezi kuruldu. 14 tane de büyük data merkezimiz var. Datanın tamamını CERN’de tutamayız. Her 40 milyon fotoğraftan saniyede 200 kare seçiliyor…”*

Yarım yüzyıldan fazla zaman ön-ce hazırlıkları başlayan bu “savaş”

alanında protonların kafa kafaya çar-pıştırılmasının ilki 10 Eylül 2008’de gerçekleştirilmişti. Dokuz gün sonra çarpışmaya mola verildi. Büyük Had-ron Çarpıştırıcısı’nda (LHC) 50 bin noktadan yapılmış lehimli bağlan-tılarından biri 8 bin amperlik akıma dayanmayıp kazaya yol açınca çarpış-maya ara verildi.

LHC ikinci kez 22 Kasım 2009’da hareket ettirildi ve 23 Kasım’da çar-pışmalar sıklaştırıldı. Aynı yılın 30 Kasımı’nda ise protonlar daha da hızlandırılarak 1 elektron voltun 1.8 trilyon katı olan 1.8 TeV’e yükseltil-di. Bu ikinci çarpışmada 2.36 GeV’lik (GeV, 1 elektron voltun 1 milyar ka-tıdır.) çarpışma enerjisi elde edilmiş bulunuyor. Cenevre semalarında amaç dışı dolaşıp çarpışma alanına ekmek kırıntısı taşıdığı belirtilen ve sistemi bir dönem kilitleyen provo-katör kuş yeniden eyleme geçmeyin-ce, çarpışma enerjisi önce 10 TeV’e, 2011 yılında ise 14 TeV’e çıkarıl-dı. Kasım 2009’daki çarpışmalarla ABD’deki Tevatron Çarpıştırıcısının 2001 yılından bu yana faaliyetteyken ulaştığı 0,98 TeV’lik proton-antipro-tonların çarpışma düzeyini bir hayli

aşan LHC’de, güneşin merkezindeki sıcaklığın 100 bin katı sıcaklığa, ışık hızının ise yüzde 99,99’una erişilmesi hedeflenmişti. İyi de bunca yatırım-dan sonra bu proton savaşlarınyatırım-dan ne kazanıldı.

CERN Neyi Çözecek?

4 Temmuz 2012 tarihinde, CERN, milyarlarca Euro harcanarak peşine düşülen Higgs parçacığına ulaşıldı-ğını ya da daha doğrusu, Higgs par-çacığına yakın 60 adet parçacığın keşfedildiğini duyurdu. Büyük bek-lentilerin baskısı altında yapılan bu açıklamaya göre, 60 yeni parçacık üzerinden Higgs parçacığına her an ulaşılabilir. 25 Temmuz’da bilgilerin istatistiki ve matematiksel ayrıntı-larına ulaşılabileceği de açıklamada yer almıştı. 2011 yılında yapılan de-neyimlerle Higgs’e yaklaşıldığı zaten açıklanmıştı, geçtiğimiz Aralık ayın-da. Ama 4 Temmuz’da yapılan açıkla-mada, 126,5 GeV civarında atom altı parçacık bulunduğu belirtilerek biraz daha somut konuşulmuş oldu.

Peter Higgs’in 1960’lı yılların başından itibaren peşine düştüğü ve adını soyadından alan Higgs parçacı-ğının bulunduğu ilan edilince, dünya basını, bu haberi, “Tüm cisimlere küt-lesini veren parçacık bulundu” şeklin-de sayfalarına taşıdı. Higgs “evreni inşa eden tuğla” idi ve Higgs’in bu-lunması bilim alanında yeni bir atılı-ma yol açacaktı. Dünyanın egemeni tekeller bu müjdeli haberi sabırsızlık-la bekliyorsabırsızlık-lardı. Finansmanı sağsabırsızlık-layan sermaye grupları tek yaratıcı Tanrı’yı

bir kenara bırakıp evrenin sırrının çözülerek kendilerini sonsuza dek yaşatacak formülün bir an önce bu-lunmasını istiyorlardı. Bu da olmazsa, yeni mikro buluşlarla sömürü alanını büyütmenin olanaklarına kavuşacak-lardı. Uzay alanı, gelişkin savaş sana-yi, TV, radyo, bilgisayar, cep telefonu gibi birçok aracın bugünkü donanımı kuantum fiziği sayesinde, mikro tek-nolojideki ilerlemeyle elde edildi.

CERN çarpışmasında çok büyük ola-sılıkla “bluetooth” ötesine ilerleyen teknolojide yeni aşamalar kaydedile-cektir.

“Evren neden yapılmıştır” sorusu-na, Thales’in 2 bin 500 yıl önce ver-diği “sudan yapılmıştır” yanıtından bu yana bilim maddenin sırrını çözmeye çalışıyor. Sezgiye dayalı mantık bili-mi, tekniğin az çok ortaya çıkardığı bilgiyle birleştiğinde, ilkin, bir ya da birkaç atomun birleşmesiyle oluşan molekülün maddeyi meydana getiren en küçük birim olduğu görüşüne va-rılmıştı. Sonra atomda karar kılındı.

Bilim çevrelerine bu görüş uzun süre hakim olmuş ve atomun maddenin bölünemeyen en küçük parçası oldu-ğu kabul görmüştü. 1930’lu yıllar ve sonrasında teorik fizikteki ilerlemeler, teknolojideki gelişmeye paralel yapı-lan deneyler, atomun da bölünebilirli-ğini kanıtladı. Molekülden atoma ge-çiş yapan bilim, atomdan da çekirdek ve elektrona ulaştı. İşin peşinden koş-tukça hep yeni bir “başlangıç” noktası, yeni boyutlar ortaya çıkmış, nötron ve proton keşfedilerek oradan kuark, lep-ton, notrino ve bozonlara ulaşılmıştır.

Marksist Teori 8 CERN deneyiminden önce maddede

son durak kuark iken, bu kez Higgs parçacığının bulunduğunu ilan edecek parçacıklara ulaşıldığı açıklandı.

Edinburg Üniversitesi’nden, şim-dilerde 83 yaşında olan İngiliz teorik fizikçi Prof. Peter Higgs, bir uzay alanından söz ederek bu alanın kütle halini almamış parçacıklarla dolu ol-duğunu ileri sürer. Maddenin bu par-çacıkların titreşiminden etkilenerek kütle halini aldığı görüşünü savunur.

Yani, bu görüşe göre, maddenin küt-le kazanması, madde olarak ortaya çıkması, öncesinden var olan parça-cıklarla dolu alanla etkileşime giren enerji parçacıkları sayesinde olmuş-tur. CERN’deki proton savaşlarıyla Higgs parçacığına ulaşılırsa, maddede

“başlangıç” noktası, kuarktan Higgs parçacığına kaydırılmış olacaktır. Ne var ki, maddenin başlangıcını bulma gibi metafizik yaklaşımlar bir yana, Higgs alanı da henüz açıklığa kavuş-turulmuş, tanımlanmış değil.

Maddeye ille bir başlangıç zamanı bulmaya çalışan bu görüş, uzamının bir noktasını da Edwin Hubble’dan alır. Evrende bulunan nesnelerin ha-reket hızını ölçen Hubble’ın formü-lünde (Bu formüle Hubble Sabiti adı verilmiştir) nesnelerin belli bir hızla birbirinden uzaklaştığı ileri sürülür.

Belirli bir galaksinin uzaklığı ve hızı tespit edildiğinde oradan geriye doğru gidilerek evrenin yaşı ve boyutlarının açığa çıkarılabileceği belirtilir. Bu denklemle yola çıkıldığında madde-nin ve zamanın başlangıç noktasına ulaşılacağı ifade edilir.

İyi de Higgs parçacığıyla bizi bu-luşturan bu teorinin Higgs alanını ya-ratan başlangıcı da bulması gerekmez mi? Bu görüşün ileri sürülmesinde Sovyet kozmoloğu Alexander Fried-man ve Fransız Abbe Georges Lema-itre tarafından ilk kez 1920’de ileri sü-rülen “büyük patlama” görüşü önemli bir yer tutar. Geçtiğimiz yüzyılın orta-larında bu görüş üzerinde oynanarak bütün bir evrenin tek cisimden, büyük bir patlamayla meydana geldiği, pat-lamanın oluşturduğu enerji ve ısının etkisiyle yayıldığı belirtilir. Sıcaklı-ğın yayılması ve seviyesinin düşme-ye başlamasıyla atom altı parçacıklar, parçacıkların etkileşimiyle atomların ve daha büyük bileşimlerin oluştuğu ifade edilir.

Madde bu şekilde oluştuğuna göre;

şimdi hedef, maddenin ortaya çıktığı başlangıç noktasına inmektir! Büyük Hadro Çarpıştırıcısı’nda, tam olarak

“büyük patlama” anı değilse de, pat-lamadan saniyenin milyonda biri ka-dar zaman sonrasında görülen fiziksel durumu fotoğraflama ve böylece ev-renin oluşumunu gözlemleme şansı yakalanmak istenmiştir. CERN’de 1000 milyar derece sıcaklıkta nötron ve protonların kendisini oluşturan kuarklara bölünmesi sağlanır ve sözü edilen büyük patlama modelinin dil-lendirildiği durumla deneyin ortaya çıkardığı fotoğraflar örtüşürse, hem patlama kanıtlanmış ve hem de evre-nin oluşumu çözümlenmiş olacaktır!

Deneyin uzaktan gözlemcileri CERN’deki çarpışmada bir an önce

sonuca gidilebileceği beklentisine girdi. Konu az çok gündemden düş-müşken Higgs parçacığının bulun-duğu yönünde açıklama yapılınca bu beklenti yeniden alevlendi. Ama yalnızca 1 metrenin bir katrilyondan biri büyüklüğündeki proton ya da nöt-ronların bölünmesi ve bu bölünmeden çıkacak sonuçların beklenen düzeyde değerlendirilmesi belki de on, on beş yılı bulabilecektir.

Maddenin Sırrına Ulaşılabilecek Mi?

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nda enerji ve ısı seviyesinin daha da yük-seltileceği lav ortamında nelerin elde edildiği/edileceği ve hangi sonuçlara ulaşılabileceğini henüz biliyor deği-liz. Kozmik lavın soğuduğu ve “bü-yük patlama” sonrası ortaya çıktığı ileri sürülen nötron, proton, elektron, foton ve nötrinolardan meydana gel-diği belirtilen karışım elde cek mi, ya da nelerin elde edilebile-ceği konusunda konuşmak için erken.

Ama bugünden, büyük

patlamacıla-rın şaşaalı açıklamalarla kendilerini kaptırarak ileri sürdükleri yarı mistik yaklaşımlar hakkında söylenmesi ge-reken çok şey var.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, mad-denin oluşum biçimini ve onun en karmaşık ögelerini, geliştirilmiş dev bilgisayarlarla değil, o bilgisayarlarla elde edilen verilerden de yola çıka-rak, maddenin en yüksek biçimi olan düşüncenin eylemiyle çözebiliriz.

Bilimde, bilimsel sonuçlara varabil-mek için düşünme yöntemi belirleyici önem kazanmaktadır. Bugün, bilim-sel deneylere karşın, CERN bilim in-sanlarının üzerinde de egemen olan, metafizik düşünüş tarzıdır. Maddenin bir yaratılış zamanı ve anının olduğu yaklaşımıyla, özünde, yaradılışa ve yaratıcıya varılmaktadır. Büyük pat-lama teorisine, 1920’lerdeki ilk ha-linden saptırılarak verilen biçim ve evreni CERN’deki deneyle ortaya çı-karma yaklaşımı, maddeyi belirli bir döneme indirgeyerek öncesizleştirme anlamına gelir ki, bu da, doğa bilimin deneylerle kanıtlanmış maddenin sü-rekliliği ilkesine terstir.

Enerjinin korunumu ve dönüşümü yasası, maddenin sonsuz biçime dö-nüştüğünü ve yok olmazlığını ortaya koymuştur. Madde, bilmem kaç kat-rilyon çarpı katkat-rilyon kez dönüşüme uğrarsa uğrasın, kaç evresinde evrim-sel gelişme ya da patlama süreçlerin-den geçerse geçsin, onun hiçbir özel-liği kaybolmayacağı gibi, yoktan var olacak özellikler kazanması da müm-kün değildir. Maddede ifade edilecek eski ve yeni özellikler kendisinde var Oysaki bilim, felsefe

ve fizik teorisindeki gelişmeler, araştırmalarda elde edilen her yeni olguyla

buluştuğu ve yeni öngörülerle beslendiği ölçüde atılım yapacak,

ilerleyebilecektir.

Marksist Teori 8 olan sonsuz çevrim içerisinde değişik

aşamalarda, değişik bileşim ya da ay-rışımların ortaya çıkardığı özellikler-dir. Bilim, maddenin sonsuz biçimde-ki bu özelliklerini çözebilir, açıklığa kavuşturabilir.

Örneğin, doğada oksijen molekülü iki atom halinde bulunduğunda oksi-jen, üç atom halinde bulunduğunda ise ozonu oluşturur. Yine, gama ışın-ları üzerinde yapılan bir deneyimle, bir elektronla bir antielektrondan po-zitronun elde edildiği görülmüştür.

Tersten işletirsek; bir proton bir elekt-ronla buluştuğunda birbirlerini yok ederek gama ışınlarını meydana ge-tirirler. Bu da maddenin bir biçimin-den farklı bir biçimine, yani enerjiye ve enerjiden maddeye dönüşümünü göstermektedir. Ve bilim açısından artık sıradanlaşmış bu olgulardan en karmaşık olgulara, maddenin, haliyle evrenin sırrını çözmek elbette müm-kündür. Ama bu, öncelikle bilime, bi-limin ortaya çıkardığı olgulara diya-lektik materyalist bir görüş açısından yaklaşmayı gerektirmektedir. Düşün-ce, birbirinden koparılmış parçalar ve tekil olgularla sınırlı dar bir yaklaşım-la bütünü göremez. Olguyaklaşım-lar arasında-ki bağlantıları bütünlüklü algılama, çözümleme ve yorumlayabilme yete-neği maddenin ve dolayısıyla evrenin sırrını çözebilecektir.

Teorik fizik, enerjinin korunumu ve dönüşümü yasasını bütünde gör-mek ve bilince çıkarmak zorundadır.

Bu halka kavranmadığındandır ki, fizikçiler her yeni gelişme karşısında tökezleyip kalıyorlar. Maddenin

keş-fine çıkıldığı ilk dönemlerde molekül maddenin bölünmeyen en küçük par-çasıydı. Sonra atom onun yerini aldı.

Atomun yerine atomaltı parçacıklar geçti. CERN’deki deneyle tokuşturu-lan protonlar bölününce bu kez Higgs parçacığı devreye girecektir. Bilim ilerledikçe Higgs parçacığının yerini de yeni parçacıklar alacaktır.

Engels; atomun, maddenin bölüne-meyen en küçük parçası kabul edildi-ği bir dönemde (bundan yaklaşık 150 yıl önce), “Bununla birlikte, atomları, hiçbir zaman basit ya da genellikle bilinen en küçük madde parçacıkla-rı olarak kabul etmek doğru değil-dir” demişti. Kuantum fiziği, ulaştığı atomaltı parçacıklarla Engels’in de-ğerlendirmesini doğrulamıştır. Ama fizikçiler bu gerçeği görmezden ge-lip maddenin en küçük parçasının peşinden koşmaya devam ediyorlar.

CERN’de ya da bir başka deneyimle maddeye dair yeni bulgular elde edi-lebilecektir. Bu yeni bulguların hangi isimlerle anıldığı da önemli değildir.

Ne var ki, yeni bulgular araştırma-ları Nobel ödülüne kilitlemiş bilim insanlarının ufuklarının sınırlılığına takılıp kalırsa sonuç alınamaz. Bilim-deki maraton koşusu, teknolojik dü-zeyin daha da yükselmesiyle “Higgs bozonu”ndan sonra da, daha küçük matematiksel bölünürlülüğe götüre-cek, maddenin değişik formatlarının peşinden tüm hız sürecektir. Her ye-ni durumda yeye-ni düzeneklerin ortaya çıkması ve farklı parçacıkların farklı roller oynadıkları sonsuz defa keşfe-dilmeye devam edilecektir.

Maddenin hareketi, Newton fi-ziğinde ifadesini bulan kaba haliyle ele alınamayacağı gibi, Kuantum fi-ziğinin bilinemezciliğe savrulan biçi-miyle de çözümlenemez. Madde; gü-neşin kor halinden suyun buz haline, sürtünmeden ortaya çıkan ısıdan ışık haline, yeraltı mağmalarından elekt-riğe, çeşitli kimyasal bileşimlerden kuarklara, düşünebilen insandan bey-nin ürünü bilince, elektromanyetikten zamana sonsuz biçimde vardır ve bu biçimler de kendi içinde daima hare-ket halindedir.

O nedenledir ki, maddenin bölüne-meyen en küçük parçacığına ulaşma yaklaşımı, Tanrı’nın yaradılış felsefe-siyle buluşan idealist bir yaklaşımdır.

Aynı şey “büyük patlama” (Big Bang) teorisi için de geçerlidir. İlkin dünya-yı, ardından güneşi evrenin merkezi gören anlayış, güneşin de samanyolu galaksisinin bir parçası olduğu keşfe-dilince, samanyolunu evrenin merke-zi görmeye başladı. Oysa şimdilerde bu sisteme benzer büyüklükte milyar-larca galaksinin evrende hareket ha-linde oldukları bilinmektedir. Tartış-malı bir bilgi olsa da, evrenin ancak yüzde dördünün sırrının çözüldüğünü düşünürsek, büyük patlamacıların şimdi de evreni, büyük patlama ile ortaya çıkmış canlı - cansız yaşamın ve dolayısıyla maddenin oluşumunun başlangıç noktası olarak gördüklerini söyleyebiliriz. Bilimin varlık koşulu-nu da yok sayan bu görüş, yaradılış felsefesinin bilim sosuna bulandırıl-mış bir başka versiyonudur. Bazı ve-riler, patlama meraklılarının evreni ve

maddenin ortaya çıkışını 15-20 mil-yar yıllık zamanla ölçülmesini daha şimdiden boşa düşürmüştür.

Her madde gibi dünya, güneş, sa-manyolu ve diğerleri de kendinde var olan enerjinin korunumu ve dönüşü-mü ile bilebildiğimiz bugünkü biçi-mini almışlardır. Böyle olduğuna gö-re zamanı geldiğinde farklı biçimler almaları da kaçınılmazdır. Evrende ya da uzayda nitel farklılıklara yol aça-cak sayısız büyük patlamaların yaşan-mış olması mümkün. İçinde bulun-duğumuz evren de büyük bir patlama ile meydana gelmiş olabilir. Böyle bir iddiada bulunmak bilime ters değil-dir. Ama bu, maddeye bir başlangıç noktası biçmez; sadece, maddenin bir biçimden bir başka biçime geçişine işaret eder; onun evrensel ilişkiler içe-risindeki gelişim seyrinin kimi keskin dönemeçleri olarak değerlendirilebilir bir durumu göstermiş olur. Dünyanın güneşten koparak oluşması gibi, ya-şadığımız evren de kendisinden daha büyük bir oluşumdan kopmuş, ya da başka bileşenlerin hareketiyle oluş-muş olabilir. Kaldı ki tek bir evrenden bahsetme görüşü de artık ilgi görme-yecek kadar eskimiş bir görüştür.

Teorik Fiziğin Çıkmazı CERN örneğinde de görülebilece-ği üzere, günümüzde fizik alanındaki bilim insanlarının en büyük sorunu, en basitinden en karmaşığına fiziksel olayları bilince çıkaracak bütünsel bir yaklaşıma sahip olmamalarıdır. Uğ-raştıkları alan, ortaya çıkardıkları yeni veriler, nesnel olarak materyalizm

yö-Marksist Teori 8 nünde gelişme zemini yaratmaktadır.

Buna karşın, egemen maddi ilişkilerin ürettiği egemen düşüncelerin ağırlığı fizikçilerin üzerine bir karabasan gi-bi çökerek ufuklarını daraltmaktadır.

Düşünme araçlarını da inisiyatifinde tutan egemen güçlerin düşünceleri, bilim insanlarının düşüncelerine ade-ta kilise papazlarının vaazları gibi yön vermektedir. Oysaki bilim, felsefe ve fizik teorisindeki gelişmeler, araştır-malarda elde edilen her yeni olguyla buluştuğu ve yeni öngörülerle beslen-diği ölçüde atılım yapacak, ilerleyebi-lecektir.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında Max Ernst, Ludwig Planck siyah cis-min ışıması üzerinde durarak kuantum fiziğinin ilk işaretini vermişti. Paket-ler halinde aktarılan elektromanyetik enerjiye, enerji kuantumu adı verildi.

Her ışık enerjisinin ışık frekansına orantı katsayısı Planck’ın bulduğu siyah cisim ışımasının deneyleriyle saptanmaktadır. Kuantum fiziğinin önemli bir basamağı olarak kabul edi-len bu formüle “Planck Sabiti” dendi.

Bu önemli bir bulguydu ve başka bul-guların da önünü açacaktı.

Aynı dönemde Albert Einstein devreye girdi. 1905’te ileri sürdüğü Özel Görelilik Teorisi, yüksek hız-larla, maddenin değişik biçimleri ara-sındaki ilişki ve varoluş biçimleriyle ilgiden çıktı, o ilişkileri tanımlama-nın teorisi oldu. Einstein’ın 1915’te formüle ettiği Genel Görelilik Teo-risi ise kütle çekim alanıyla ilgilidir.

Einstein’ın geliştirdiği görelilik teori-siyle Engels’in madde, hareket, uzay

ve zaman konusundaki görüşleri de kanıtlanmış oldu.

Louis de Broglie de Newton fizi-ğinin dalga - parçacık ayrımını mut-lak gören yanlışını ortaya koydu ve cisimlerin ikili özelliğine dikkat çek-ti. De Broglie’ye göre, cisimler hem dalga hem de parçacık özelliği taşı-yorlardı. Bir cismin aynı anda farklı niteliksel özelliklere sahip olduğunu ortaya koyan bu gelişme, fizik ala-nında düşünme alışkanlıklarını yıkan dikkate değer bir gelişme olmuştur.

Fizik alanında yaşanan bu önemli gelişmeler ciddi tartışmalara yol açtı.

1920’lerin sonlarına doğru iki yılda bir toplanan fizikçiler kuantum fizi-ğine farklı yorumlar getirdiler. Dani-markalı fizikçi Niels Henrick David Bohr’un başını çektiği bir grup fi-zikçi, 1930’larda “Standart yorum”u geliştirdi. “Kopenhag yorumu” da denilen bu teorinin dayandığı temel,

“dalga fonksiyonun olasılık tanımı”

üzerinden belirsizliğe yelken açmak olmuştur. Yoruma göre, ölçümle tes-pit edilen olgular gerçek olarak kabul edilebilir, ölçümle kanıtlanmamış ol-gularla ilgili hiçbir değerlendirme ya-pılamaz.

20. yüzyılın başındaki buluşlar-la kanıtbuluşlar-lanan doğa bilimin diyalektik niteliğinin karşısına geçen fizikçiler, Werner Heisenberg’in meşhur fizik toplantıları döneminde, 1927’de ilan ettiği “Kesinsizlik ilkesi”yle yaradı-lışçı felsefeye bilimsel bir format biç-meye çalıştılar. Bu ilke ile Heisenberg, parçacığın konumu ve hızını aynı anda belirlemenin mümkün olmadığını

ile-ri sürdü. Yani parçacığın konumu ne düzeyde kesinlik kazanıyor ise hızı da aynı düzeyde kesin olmaktan uzaktır;

hızı kesinlik kazandığı oranda parça-cığın konumu kesinlik kazanmaktan uzaklaşır. Bu; Louis de Broglie’nın, kanıtlanmış, bir cismin ikili özelliğe

hızı kesinlik kazandığı oranda parça-cığın konumu kesinlik kazanmaktan uzaklaşır. Bu; Louis de Broglie’nın, kanıtlanmış, bir cismin ikili özelliğe