• Sonuç bulunamadı

Tanıdığım Çocuklardan: Rüstem (Halide Edip Adıvar)

Belgede TÜRKÇE EĞİTİMİ BİLİM DALI (sayfa 171-178)

4. BULGULAR VE YORUM

4.3.3. Tanıdığım Çocuklardan: Rüstem (Halide Edip Adıvar)

4.3.3.1. İçerik Özellikleri 4.3.3.1.1. Metnin Türü: Hikâye 4.3.3.1.2. Tema

2. Tema: Millî Mücadele ve Atatürk Alt Tema: Millî Mücadele Yılları

4.3.3.1.3. Konu

Annesinin ve kardeşlerinin geçimini sağlamak için gazete satan dokuz yaşındaki Rüstem’le anlatıcının konuşmaları konu edilmektedir.

4.3.3.1.4. Olay Örgüsü

İncelediğimiz metin, durum hikâyesidir. Hikâyenin merkezinde olay değil, küçük bir çocuk vardır. Hikâye, çocuğun hayat şartlarının ve anlatıcının bu çocuk hakkındaki duygu ve düşüncelerinin anlatılmasıyla gelişmektedir.

Serim bölümünde anlatıcının çocukla karşılaşmasından ve çocuğun dış görünüşünden bahsedilmektedir. Düğüm bölümü, anlatıcının çocuğa sorduğu sorularla ilerlemektedir. Her soru bir düğüm gibidir. Çünkü her soru, dokuz yaşında bir çocuğun mücadele ettiği her bir problemi göz önüne sermektedir. Rüstem’in verdiği cevaplarla, atılan düğümler çözülmektedir. Ancak esas düğüm şudur ki sonraki zamanlarda Rüstem ne durumdadır? Geleceğine söz verdiği hâlde Rüstem’in gelmemiş olması merak

duygusunu zirveye çıkarmaktadır. Ne yazık ki bu düğüm çözülmemiş; merak duygusu, yerini rahatlamaya bırakmamıştır.

Çözüm bölümünün verilmemiş olması, eserin durum hikâyesi olmasından kaynaklansa da anlatıcı, Rüstem’in akıbetini sadece okuyucunun muhayyilesine bırakmamış, kendisi de aynı endişeyi taşımıştır. Öyle ki ekmek pahalandıkça onun durumunu daha da merak etmektedir.

Hikâyedeki çatışma, Rüstem’in -küçük, zayıf bedeniyle- hayat şartlarıyla mücadelesidir. Hikâye, şu şekilde ilerlemektedir:

Anlatıcı, kalabalığın içinde gazete satan çıplak ayaklı Rüstem’i fark eder ve elindekileri taşıması için Rüstem’den yardım ister. Yol boyunca sorular sorup onu tanımaya çalışır. Anlatıcı, ayrılırken tekrar geleceğine söz veren fakat gelmeyen Rüstem’i hep bekler.

4.3.3.1.5. Kişi Kadrosu

Rüstem ve anlatıcı kişi kadrosunu oluşturmaktadır. Rüstem, başkişidir. Dokuz yaşında, sarı tenli, zayıf, ince sesli, zayıf kolları ve çıplak, el kadar ayakları olan bir çocuktur. Babası bir sene önce muharebeye gitmiş ve ondan haber alınamamaktadır.

Annesi ve biri bebek olmak üzere üç kardeşinin geçimini sağlamak zorunda olan Rüstem, bu zaruret karşısında gururlu ve kuvvetli bir dev hâlini alır.

Hikâyenin sonunda anlatıcı, Rüstem’den bahsederken şunları ifade eder:

“Suriye’de hayatımın ‘çocuklar devri’ dediğim yılında açlık ve sefalet faciası arasında kalbimin ortasında dört kişilik ailesini geçindiren dokuz yaşında Rüstem bir acıydı. (…) Rüstem, tanıdığım erkek çocuk dostlarımın arasında her vakit kalbimde, en sevgili yerinde kalacaktı.”

Suriye’de açılacak okullarla ilgili planlama yapmak üzere 1916-1917 yıllarında orada bulunan Halide Edip Adıvar, savaşın getirdiği sefaletin çocuklar üzerindeki etkisine yakından tanık olmuştur. Savaş, açlık, hastalık ve kimsesizlikle mücadele eden çocukların iyileştirilmesinde seferber olmuştur. Yazarın yukarıda alıntıladığımız ifadeleri, bu gerçekliğe dayanmaktadır. O yıllarda gördüğü bu sefaleti yaşayan çocuklardan, bir farkı vardır Rüstem’in. Rüstem, zaruretler karşısında dimdik durup mücadele etmektedir.

Çaresizlik içinde pasif kalmamaktadır. Bu yüzden, ona kalbindeki en sevgili yeri ayırmıştır.

Adıvar’ın hikâyelerinde çocuklar, içlerinde, yeri geldiğinde devleşen bir güç barındırırlar. “Himmet Çocuk” hikâyesinde yazar, çocuk kahraman için şunları söylemektedir: “Avusturalya’yı kuru topraktan mamure hâline sokan, vahşi Amerika’yı mesaisi ile yenip medeniyet merkezi yapan ruhlar, bu nevi ruhlardır.” Dolayısıyla Rüstem sadece ailesinin geçimini sağlayan küçük bir çocuk değil; “Himmet Çocuk”ta olduğu gibi millî mücadeleyi imkânsızlık içinde kazanan ve ardından da asıl mücadele olan kalkınmayı sağlayacak olan ruhlardandır. Bir semboldür. Henüz ekmeğin üç kuruşu geçmediği dönemde bazen yirmi kuruş bile kazandığını gururla söyleyen Rüstem, bu gücü ve azmi içinde barındırmaktadır.

Görünürde çıplak ayaklı, gazeteci bir çocuk olan Rüstem’i hikâyede bu denli ayrıntılı olarak göz önüne çıkaran anlatıcı; yardımcı karakter özelliği göstermekle birlikte yadsınamaz bir önem taşımaktadır. Öyle ki anlatıcı olmasa Rüstem tanınmayacaktır.

Çoğu zaman varlığı görülmeyen ya da alışılmış toplumsal bir gerçek olduğundan önemsenmeyen bu çocuklara, anlatıcı dikkat çekmektedir. Ancak bunu yaparken acıma duygusundan ziyade hayranlık uyandırmaktadır. Bunlardan hareketle anlatıcının duyarlı, merhametli ve anaç kişiliği de ortaya çıkmaktadır.

Millî mücadele yılları, incelediğimiz metnin alt temasıdır. Halide Edip ise hem Millî Mücadele Dönemi’nin hem daha önceki muharebe yıllarının aktif kadınlarındandır.

Gerek Anadolu’da gerek cephe gerisinde olanları bizzat görerek yazması ve nakletmesi, ayrıca meşhur Sultanahmet mitingindeki konuşması onu ayrı bir yere koymaktadır.

İncelediğimiz metinde ise anlatıcının asıl amacı gözlemlerini aktarmak değildir. Savaş yılları ve bu yılların bir aile ve çocuk üzerindeki etkisi fon olarak kullanılmıştır. Asıl amaç, savaşın ardından ülkeyi kalkındırabilecek potansiyele sahip nesillerin yetiştiğine dikkat çekmektir. Halide Edip, gerçekçi olmak amacıyla, yaşadığı bir olayı nakleder gibi yazmıştır. Ancak -kahramanı idealize etmek uğruna- dokuz yaşında bir çocuğun gerçeğinden uzaklaşması, gerçekçi olma amacını gölgelemektedir.

4.3.3.1.6. Mekân

Geniş mekân İstanbul’dur. Dar ve açık mekân ise Türbe yakınından eve kadar devam eden yoldur. Buranın açık mekân olmasının sebebi sokak olmasının yanı sıra Rüstem’in zorluklara karşı çaresiz değil, dimdik durmasından da kaynaklanmaktadır.

Yazar, hikâyenin inandırıcılığını artırmak için yol boyunca geçtiği bazı yerlerin adını da vermiştir: Türbe’de tramvaydan inince (…), Şehremaneti.

Şehir olarak İstanbul’un ele alındığı eserlerde, seçkin insanların yaşadığı seçkin mekânlara yer verilmesi, o dönemde sık rastlanan bir durumdur. Millî mücadelenin başlamasıyla birçok yazarın, Anadolu’ya yöneldiği görülmektedir. Bunlardan biri de Halide Edip Adıvar’dır. İncelediğimiz metinde Adıvar, şehir olarak İstanbul’u seçmesine rağmen şehrin lüks içinde yaşayan seçkin tabakasını değil, yoksul halk tabakasının dünyasını okuyucuya tanıtır. Bunu yaparken de konakları değil, sokakları mekân olarak seçer.

4.3.3.1.7. Zaman

Hikâye, dört buçukta karanlığın başladığı bir kış gününde yaşanmaktadır.

Çocuğun, akşamları “Tercüman” gazetesi satması ve havanın kararmış olması zamana dair ifadelerdir. Hikâyenin sonunda yer alan “Suriye’de hayatımın ‘çocuklar devri’

dediğim yılında açlık ve sefalet faciası arasında kalbimin ortasında dört kişilik ailesini geçindiren dokuz yaşında Rüstem bir acıydı.” ifadesi ise olayın, yazarın Suriye’de bulunduğu 1916-1917’den önce yaşandığını göstermektedir. Bir diğer gösterge de Rüstem’in, babasının muharebede olduğunu söylemesidir. Bunlar göstermektedir ki aslında temada belirtildiği gibi Millî Mücadele yılları değil, Balkan Savaşları ya da daha yakın olarak I. Dünya Savaşı yılları konu edilmektedir.

Olayın süresi tramvaydan eve gelene kadar geçen kısa bir zaman dilimini kapsamaktadır.

4.3.3.1.8. Bakış Açısı ve Anlatıcı

Metinde kahraman bakış açısı ve 1. tekil kişi anlatıcı kullanılmıştır.

Anlatıcının, metnin kahramanı olması; hikâyenin inandırıcılığını artırdığı gibi okuyucunun kendini kahramanlarla özdeşleştirmesini de sağlamaktadır.

Adıvar, eserlerini masa başında kurgulayan bir yazar değildir. Hayatın içinden gerçek olayları alıp yeniden kurgular. Anlattıklarına bizzat tanık olur. Bu sebeple kahramanlarına yakın durur. Hikâyede, Rüstem’in hemen yanı başında yer alır. Elini Rüstem’in omzuna koyar; Rüstem’in başı, yazarın göğsüne değer. Onun bu tavrı okuyucuda hem kahramana hem de kendisine karşı yakınlık hissi uyandırır.

Rüstem’in, küçük ve zayıf olmasına rağmen bu kadar güçlü durması; yazarın onu idealize edip rol model olarak sunmasından kaynaklanır. Yazar, Rüstem’le aralarında geçen diyaloglar aracılığıyla kendi bakış açısını da okuyuculara sezdirmektedir.

Rüstem’in kendisinde bir acı bıraktığını söylese de onun gibi çocuklarda, tüm zorlukların üstesinden gelecek bireyler görmektedir.

Rüstem’in günlük kazancı belirtildikten sonra yazarın, ekmeğin o günlerdeki fiyatına dair açıklama yapması, okuyucuya fikir vermektedir. Metnin sonunda da yazar, ekmek zamlandıkça aklına Rüstem’in geldiğini belirterek içindeki hissiyatın okuyucuya sirayet etmesini sağlamaktadır. Yazarın aynı zamanda metin kişisi olması, Rüstem’le diyalog kurması ve anaç tavırları yapaylıktan uzak, içten bir anlatım ortaya çıkarmaktadır.

Hikâyede anlatma yöntemi hâkimdir. Tasvir ve diyalog tekniklerinden de faydalanılmıştır.

4.3.3.1.9. Ana Düşünce ve Yardımcı Düşünceler

Ana düşünce: Zorluklar karşısında yılmadan çabalamak gerekir.

Yardımcı düşünceler: Topluma karşı duyarlı olmak, merhametli olmak, özgüvenli olmak, alın teri dökmek, emanete sahip çıkmak.

Ana düşünce ve yardımcı düşünceler bakımından metin oldukça zengin ve güçlüdür. Bu ileti zenginliğinin içinde, kendilerini kahramanlarla özdeşleştiren öğrenciler, dolaylı öğrenme yaşantılarıyla birçok beceri edinebilirler.

“Her gün on üç, on beş, yirmi kuruş bile kazanıyormuş. O zaman henüz ekmek üç kuruşu geçmemişti; bütün bunları söylerken her hâlde küçük kafasını benden çok yüksek hissediyordu. Öyle garip bir güveni, kuvveti vardı ki insan bu çocuğa bir iş gördürmeden kabil değil bir şey veremezdi.” Yazar; metinden alıntıladığımız bu ifadelerde, onayladığı insan tipini de okuyucuya belli etmektedir. Rüstem’in alın teri dökmediği hiçbir şeyi kabul etmemesi, onu manen daha güçlü kılmaktadır. Hatta yazar, ekmeğin o dönemde henüz üç kuruşu geçmediğini ve Rüstem’in günlük on üç ila yirmi lira kazandığını belirterek okuyucunun çıkarımda bulunmasına zemin hazırlamıştır. Günlük kazancı tahmini olarak 3-7 ekmeğe ancak yeten Rüstem, yazara göre, kendi başını yazarınkinden daha yüksekte hissetmektedir.

4.3.3.1.10. Dil ve Üslup:

Metinde yer verilen bilinmeyen kelime ve kelime grupları şunlardır: türbe, tramvay, konserve, mahluk, şehremaneti, ulumak, zarif, temas, muharebe, isyan, çığrışmak, poyraz, hırçın, gurur, sezilmek, haykırmak, tabii, tuhaf, eğreti, takunya, âdet, bellemek, pahalanmak, devir, sefalet, facia.

Metinde yer verilen kalıplaşmış ifadeler şunlardır: zorunda kalmak, (…) duygusu uyandırmak, haber alamamak, iş tutmak, takılıp kalmak, etki bırakmak, iş gör(dür)mek, veda etmek, Allah’a ısmarladık.

Yukarıda belirttiğimiz kelime ve kelime grupların birçoğu, öğrencilerin günlük hayatta karşılaştıkları kelimelerdir. Bunların aktif olarak kullanımının sağlanması ve yeni kelimeler öğretilmesinde hikâyenin katkısı yadsınamaz.

Metnin, durum hikâyesi olması sebebiyle aksiyondan ziyade duygu ve düşünceler yoğundur. Yapılan betimlemeler, kişileri ve çevreyi daha yakından tanımamızı sağlamaktadır. Yazarın, fark edilmeyeni göstermesi ve bunu etkili bir şekilde ifade etmesi anlatımdaki ustalığını ortaya koymaktadır.

Yazarın betimleme yaparken sıkça kullandığı sıfatlar anlatıma canlılık katmaktadır. Farklı duyulara hitap eden sıfatlara yer verildiği gibi duyular arası aktarma da yapılmıştır. Bu tür alışılmamış bağdaştırmalar, anlatımı sıradan olmaktan çıkarmakta aynı zamanda yazara has bir anlatım ortaya koymaktadır. Bunlardan bazıları:

Karanlık bir gece, küçücük bir mahluk, rüzgârın uluduğu karanlık yokuş, ince bir ses, garip bir ses, zayıf kollar, soğuk taşlara zarif bir temasla dokunup giden çıplak ayaklar, yokuşu süpürerek çığrışan poyraz, garip bir güven, tuhaf bir ses, eğreti bir çift ayakkabı, küçük ses.

Benzer bir ilgi çekici ifade şu cümlede de görülmektedir:

“Ses içimde bir şey yırttı (…)”

Hikâyede çocuğa duyulan acımaya karşılık çocuğun yüceltilmesi söz konusudur.

Yazar, Rüstem’i tanıdıkça acıma hissi, yerini hayranlığa bırakır. Yazar bunu, kendine has şu cümlelerle ifade etmektedir:

“(…) bütün bunları söylerken her halde küçük kafasını benden çok yüksek hissediyordu.”

“Öyle garip bir güveni, kuvveti vardı ki insan bu çocuğa bir iş gördürmeden kabil değil bir şey veremezdi.”

Hikâyede kısa cümleler yer aldığı gibi fiilimsilerle bağlanmış uzun cümleler de yer almaktadır. Alışılmamış bağdaştırmaların art arda yer aldığı uzun betimlemeler, anlaşılırlığı güçleştirmektedir.

“İki çıplak el kadar ayak” tamlamasında sıfatların yerinin karışık verildiği görülmektedir. “El kadar iki çıplak ayak” ifadesinin kullanılması, anlatımın anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Öğretmen Kılavuz Kitabı’nda yer verilen dinleme metninde birçok noktalama yanlışı yapılmıştır. Metin, öğrencilerin kitabında yer almadığından bu yanlışlara değinmemekteyiz. Ancak dinleme esnasında ortaya çıkacak olan yazım yanlışlarını şöyle belirtelim:

Öğretmen Kılavuz Kitabı’nda “(…)çıplak ayaklarıyla bence bir analık duygusu uyandırıyordu.” şeklinde yazılan cümlenin doğru şekli “(…)çıplak ayaklarıyla bende bir analık duygusu uyandırıyordu.” olacaktır. Belirttiğimiz ifade, metnin ses kaydında doğru şekilde seslendirilmiştir.

Diğer iki yazım yanlışı ise anlatıcının konuşma şeklinden kaynaklanmaktadır.

Anlatıcının “Anlat bakıyım.” ve “ayakkap” olarak telaffuz ettiği ifadelerin doğru şekli

“Anlat bakayım.” ve “ayakkabı” olacaktır. Metnin işlenişi sırasında öğretmenin, bu konuda yapacağı açıklama yeterli olacaktır görüşündeyiz.

4.3.3.1.11. Başlık-Metin Uygunluğu:

Yazar, diyalog kurup tanıma fırsatı bulduğu bazı çocukları hikâyeleştirmiştir.

Bunlardan biri de Rüstem’dir. Hikâye, Rüstem’in hayatını anlattığından başlık ve metnin uyumundan söz edebiliriz.

Başlık pek ilgi çekici olmamakla birlikte metnin içeriği hakkında fikir vermesi ve kısa oluşu, iyi bir başlığın niteliklerindendir.

4.3.3.1.12. Metnin Türe Uygunluğu:

Kişi, yer ve zaman unsurlarının sınırlı ölçüde tutulması; aynı zamanda gerçekçi olması hikâye türünün özelliği gereğidir.

Anlatıcının; olayın kahramanlarından olması, Rüstem’i bizzat görerek okuyucuya anlatması, Rüstem’in omzuna dokunması, onun küçüklüğü sebebiyle duyduğu merhameti ifade etmesi hikâye türünün gerçekçiliğini yansıtmaktadır. Salt gerçeği yeniden kurgulayarak edebî bir metin ortaya koyan yazar, okuyucunun dikkatini çekmeyi başardığı gibi kurguda özgünlüğü yakalamıştır.

Ana düşüncenin; doğrudan belirtilmeyip kahramanların durumları üzerinden sezdirilmesi, türün özelliğine uymaktadır.

4.3.3.2. Biçimsel Özellikler 4.3.3.2.1. Metin-Resim İlişkisi

Hikâye, dinleme metni olduğundan ders kitabında metin ve görsel öge yer almamaktadır. Çalışma kitabında ise hikâyenin olay örgüsü ile alakalı olmayan, Millî Mücadele Dönemi’ne ışık tutan üç fotoğraf kullanılmıştır.

4.3.3.2.2. Sayfa Düzeni

Hikâye, dinleme metni olduğundan ders kitabında metin ve görsel öge yer almamaktadır.

4.3.3.3. Metnin Okunabilirliği

Kısaltılmış metin; başlık dâhil olmak üzere 518 kelime ve 1334 heceden oluşmaktadır. Kesik cümleler dâhil 79 cümledir. Metnin hece olarak ortalama kelime uzunluğu 2,57 iken kelime olarak ortalama cümle uzunluğu 6,51’dır. Okunabilirlik değerinin 78,53 olduğu hikâye, “kolay” okunabilir bir metindir.

Tasvirlerin veya yan cümlelerin fazla olduğu cümleler, metnin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.

Metnin işlenişi için 4 ders saati ayrılmıştır.

4.3.4. Ağustos Böceği İle Karınca (Yeşim Karaal)

Belgede TÜRKÇE EĞİTİMİ BİLİM DALI (sayfa 171-178)