• Sonuç bulunamadı

Tabutta Rövaşata Filminin Genel Değerlendirmesi

II. BÖLÜM

2.2. Derviş Zaim Filmleri

2.2.1. Tabutta Rövaşata (1996)

2.2.1.3. Tabutta Rövaşata Filminin Genel Değerlendirmesi

Derviş Zaim’in ilk filmi Tabutta Rövaşata yönetmenin kendi imkânlarıyla ve düşük bir bütçeyle çekilmiştir. Türk Sinemasına o dönem ses getiren yalın bir sinema anlayışı ile çekilen film yurt içi ve yurt dışındaki festivallerden birçok ödül almıştır. Filmin ses getirmesinde aldığı önemli ödüllerin payı vardır. Hatta Tabutta Rövaşata, yurt dışındaki festivallerden ödül alınca Türkiye’de yeniden gösterime girmiştir. Antalya Film Festivali’nde, En İyi Film ödülü dâhil toplam dört ödül alınca çok sayıda eleştiri alan Zaim, yurt dışında filmi beğenilince Türk sinemasında konuşulmaya başlanan bir yönetmen haline gelmiştir. Gerçek yaşamdan esinlenerek yazılan senaryosuna Zaim, nasıl karar verdiğini Kuleli ile (2007: 71) yaptığı bir röportajında, o dönemlerde, senaryolarını geleneksel Türk sinema üretim modelleri ile çekemeyeceğini anladığını, bu sebeple kendi imkânlarıyla, üretimin altından kalkabileceği, yapımı

kolay, düşük profilli bir senaryo yazma yoluna girdiğini söylemektedir. Rumelihisarı’nda yaşayan Dursun’un hikâyesini temel alarak bir senaryo yazmasını bu duruma bağlayan Zaim, Rumelihisarı’ndaki insanlara da filmde rol vererek, kendi imkânlarıyla kotarabileceği, enerji dolu bir filmin ortaya çıkabileceğini ve bu düşünceyle böyle bir filme kalkıştığını anlatmaktadır.

Zaim, bir başka röportajında Tabutta Rövaşata’nın bu özelliklerinden dolayı Türk Sinemasında “gerilla tarzında” çekilmiş ilk film olabileceğinden bahsetmektedir (Göl vd. 2004: 46). Zahit Atam, Uzun Bir Yolculuğun Hikâyesi; Ayrıksı Bir Yönetmenin İzinde yazısında Tabutta Rövaşata’nın gizli gizli Yeni Türkiye Sinemasının manifestosu haline geldiğini söylemektedir. Tabutta Rövaşata sokağa, itiraza, muhalefete, hayatın yeniliklerine, sokağın diline, yitirilmiş aşklara, statüko-karşıtlığına, mizaha ve hakikate dayanmaya çalışan ve her türlü sahtekarca ve aşırı hipotetik filmlere ve söyleme karşı içtenliği, yalınlığı ve gerçekçiliği seyirciye sunmaktadır (Atam, 2010: 59-65).

Zaim’in senaryosunu yazdığı ve Ahmet Uğurlu’nun canlandırdığı Mahsun karakteri, tıpkı Dursun’un yaşantısı gibi kalacak yeri olmayan, geceleri inşaatlarda ve kayıkhanede uyuyan, bu sebeple ısınmak için araba çalan, toplum tarafından dışlanmış ‘öteki’ olarak görülen bir figürdür. Yönetmen, toplum tarafından dışlanan ve ‘ötekileştirilen’ karakterin hayatını, hem toplumsal yaşamı sorgulayarak hem de seyircisine bu durumu sorgulatarak ele almaktadır. Mahsun’un yaşantısı, toplumda var olan yoksulluğun ve evsizliğin bir göstergesidir. Onun isteği, arkadaşı Sarı gibi soğuktan ölmemek ve en temel hakkı olan barınma ve yeme ihtiyacını sorunsuz karşılamaktır. Nitekim filmin bir sahnesinde milli takımın maç kazanması ve kahvedekilerin buna sevinmesi gösterilir. Ancak Mahsun bu durumla hiç ilgilenmeyip sıcak çorbasını içmeye devam etmektedir. Gece olduğunda da dışarıdan gelen zafer seslerini umursamayarak uzun zaman sonra bulduğu sıcak yatakta uyumayı tercih etmektedir.

Tabutta Rövaşata’da, Mahsun, ona dayatılan kuralları çiğneyerek, sisteme karşı gelerek, film boyunca sürdürdüğü sessizliğini çığlığa dönüştürmektedir. Her defasında polisler tarafından dövülse de araba çalmaktan vazgeçmez. “Mahsun’un tek derdi geceyi sıcak bir mekânda geçirmektir. Ancak burada araba sadece Mahsun’un ısınmasına değil, bulunduğu ortamdan uzaklaşmasına da yardım etmektedir. Araba sayesinde yoksulluk ve yoksunluğundan da kaçma imkânı bulmaktadır. Bu anlamda

araba Mahsun için özgürlük kadar düş-işlemi ve arzu anlamına da gelmektedir” (Civan, 2011: 13). Araba, Mahsun’a yalnızca başını sokabileceği geçici bir çatı değil, aynı zaman da geçici bir iktidar ve kimlik alanı da sağlamaktadır. Dışarıda herkes tarafından hor görülen Mahsun, arabadayken bir bireydir (Suner, 2006: 233).

Tabutta Rövaşata’da, toplumun dış çeperinde yaşayan diğer karakter, Mahsun’un platonik aşk duyduğu uyuşturucu bağımlısı kızdır. Film bu karakterle ilgili seyirciye çok fazla bilgi vermese de onun tüm gün kahvede amaçsız şekilde oturması, uyuşturucu bulabilmek için erkeklerle birlikte olması, karakterin toplumun uzağında bir hayatının olduğunu gösterir. Hayata tutunmak isteyen Mahsun’un kıza duyduğu aşk, saflığının ve temizliğinin göstergesidir. O âşık olduğu kızın florunu yıkar, kokusunu içine çeker ve en önemlisi kalacak yeri olmayan kıza kaldığı odanın anahtarını verir. Yaşamını uyuşturucuya adamış olan kız ise Mahsun’un farkında değildir. Kalması için ona verilen odada erkeklerle birlikte olmaktan hiç tereddüt etmez. Hayatı bir nebze de olsa düzene giren Mahsun, âşık olduğu kızın erkeklerle birlikte olmasını kaldıramaz. Çünkü çok zor şartlarda yaşasa da onun dünyasında kötülük yoktur. Yakalanma korkusuna karşın çarptığı köpeği veterinere götürecek kadar yüreklidir Mahsun. Çaldığı arabalarda ilk işi kaloriferi açarak ellerini ısıtmaktır. Arabalara asla zarar vermez aksine arabaları çok titiz bir şekilde temizleyerek yerlerine bırakır. Soyadının ‘Süpertitiz’ olmasının hakkını verir.

Derviş Zaim, Tabutta Rövaşata’nın, Basın Bülteni’nde Mahsun’u ve filmin amacını şu sözlerle anlatmaktadır:

“Mahsun falakadan şişmiş ayaklarıyla yeraltından çıkıp yeryüzü dünyasına karışır her sabah. Otomobil çalmaz Mahsun sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlıklar çalar. Otomobilinizin sıcak koltuğunu çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar. Bir kadın sever Mahsun. Bir şilep geçer kadının gözlerinden. Eroin dolaşır damarlarında. Kadının saçları dolaşır Mahsun’un aklına. Film insana dair imkânlar ve imkânsızlıkların gergin birliğini vurgulamayı kendisine amaç edinmiştir. Çünkü insan, en elverişsiz koşullarda dahi hayatın dengesini kurabilme ama aynı zamanda kurduğu her dengeyi reddedebilme, kendisi için rasyonel ve uygun olanı kabul etmeme yetisi ile donatılmıştır.” (http://www.derviszaim.com/1996-tabutta- rovasata-75/ )

Film yalın, düz anlatımı ile aşırıya kaçmadan bir kaybedenin öyküsünü anlatmaktadır. Bu kaybeden, isyanını kaybedişini haykırmamakta, kendi içinde yaşamaktadır (Pösteki, 2005: 30). Araba çalmadığı günlerde bile polisler tarafından dövülen Mahsun, kendisine yapılan kötülüklere karşı ismi gibi sessiz ve sakindir. Çünkü o kapitalist düzen içerisinde ısınmak için dahi olsa araba çalarak büyük bir suç işlemiştir. Filmde, Mahsun’un hayata bu kadar sessiz kalışı zaman zaman seyirciyi rahatsız etmektedir. Seyirci, ondan eline aldığı taşı kahveye fırlatmasını ister. Zaim, ele aldığı konu da hayata karşı yabancılaşmış birini anlatsa da seyirciyle karakteri özdeşleştirmektedir.

Tabutta Rövaşata’da, Mahsun’un çiğnediği tek yasak araba hırsızlığı değildir. Dönemin İran Cumhurbaşkanı tarafından Süleyman Demirel’e hediye edilen tavus kuşlarını görmek için Hisar’a izinsiz girmektedir. Japon turistler kaleyi istedikleri gibi ziyaret ederken, Türk olan Mahsun’un kaleye girmesine izin verilmez. Ancak, Mahsun gizliden kaleye girip tavus kuşlarıyla arasında özel bir bağ kurar. Tavus kuşlarıyla adeta yalnızlığını paylaşır.

Tabutta Rövaşata’nın öyküsel kurgusunda özellikle işkence ve Mahsun’un travmalarıyla ilgili geri dönüşlere sık başvurulmaktadır. Anlatımın bu sıçramalı yapısı, dün ile bugün arasında gidip gelmektedir. Bu, dün ve bugün arasındaki gidiş gelişler ve anlık sıçramaların Hisar gibi tarihin kendini her fırsatta hatırlattığı bir mekânda gerçekleşmesi geçmişle bugün arasında sıkışmışlığın göstergesi olabilmektedir (Kırel, 2010: 106).