• Sonuç bulunamadı

Cenneti Beklerken Filminin Genel Değerlendirmesi

II. BÖLÜM

2.2. Derviş Zaim Filmleri

2.2.4. Cenneti Beklerken (2007)

2.2.4.3. Cenneti Beklerken Filminin Genel Değerlendirmesi

Cenneti Beklerken, Derviş Zaim’in filmografisinde biçim ve içeriği bir bütün olarak algılamasıyla dikkat çeken bir filmdir. Yaşadığı coğrafyadan beslenen yönetmen, bu filminde Doğu’nun resmetme biçimi minyatür ile Batı tarzı resim geleneğinin zıtlığından yararlanarak bir sentez oluşturmaya çalışmaktadır. Filmde oluşturulmaya çalışılan bu sentezde, yaşam-ölüm, gerçek-temsil, ayna ve suret gibi kavramlara değinilmekte ve zıtlıklar üzerine kurulan filmin hikâyesi Batı tarzında resim yaptığından dolayı kirlendiğini düşünen Eflatun’un yaşadıklarını sorgulaması üzerine ilerlemektedir.

Derviş Zaim uzun bir araştırma, danışma ve düşünme aşamasından geçerek kararlaştırdığı filmsel tasviri için karma bir anlatım biçimi kullanmaktadır. Cenneti Beklerken’de, bir yandan olay örgüsü ana akım sinemanın gereklilikleri yerine getirilerek tempolu ve akıcı bir kurguyla ilerlerken diğer yandan içeriksel açıdan güçlü bir alt okuma zemini sağlayacak derin bir malzeme sunmayı da ihmal etmemektedir (Kırel, 2010: 112). Nitekim Derviş Zaim’in filmin hazırlık aşamasında oyuncular ve ekip için filmin gerçekleşmesine dair fikirlerini ve amacını paylaştığı bir metin

hazırlaması derin bir malzemeyle analizinin yapılmasına imkân tanıyan filmin özenli ve titiz bir çalışma sonucunda ortaya çıktığının göstergesidir. Zaim, filmi ve filmin amacını şu sözlerle açıklamaktadır:

“Filmin amaçlarından biri; sürükleyici bir serüven çerçevesinde geleneksel Osmanlı kültürünü ve tarihini, seyircinin duygu ve düşüncelerini doyurarak, beyaz perdeye aktarmak biçiminde özetlenebilir. Osmanlı minyatür sanatını sinema diline tercüme etmeye çalışırken çağdaş sinemanın anlatım olanaklarını göz ardı etmemeye çalıştık. Benzer biçimde, Batı resim sanatının verileri ile Doğu minyatür sanatının verilerini filmin içinde bir arada kullanmaya gayret ettik. Çabamızı konunun kendisi de destekledi. Cenneti Beklerken’in kahramanı Nakkaş Eflatun, serüven dolu yolculuğu sonrasında, minyatür sanatının Batı tarzı resim sanatı ile olan ilişkisine dair yeni ve zenginleştirici bilgilerle donanıyor.” (http://www.derviszaim.com/2007-cenneti-beklerken-110/)

Küçük yaşta ailesinden alınmış Hırvat bir devşirme olan Eflatun, karısını ve oğlunu kaybetmesiyle ruhsal bir bunalıma girer. Oğlunun yüzünü anımsamak adına sözde kâfirler gibi Batı tarzında resim yapmaya başlar. Ancak ustalarından öğrendiği şekilde tasvir yapmaması Eflatun’da günah işlediği duygusu uyandırır. Aydın Kirman, Türk Sineması’nda Model Oluşturacak Bir Kilometre Taşı: Cenneti Beklerken adlı makalesinde filme psikanalitik açıdan yaklaşarak Eflatun’un arınmak için yeni bir yol bulması gerektiğini ileri sürmektedir. Çünkü Doğulu bir sanatkârın “İmgesel Düzene” ulaşmak için tutturacağı yordama ihanet etmiştir. Üstelik iyileşme umudu da azalmaktadır. Batı resmi yapmak için Anadolu’ya yollanması bu umudu daha da köreltir. Ama ışık karanlığın en koyu yerinden doğar (Kirman, 2007: 12). Yolculuk sırasında tanıştığı Leyla ona bir umut vaat eder.

Cenneti Beklerken resim ve minyatür sanatının zıtlığından faydalanmaktadır. Filmin ilk sahnelerinde Gazal Efendi, Eflatun’a “Beni bağışla ama gâvurlar gibi resmetmek kederini artırıyor. Keşke Frenk ressamlarının yaptıklarında da bir hakikat olsaydı. Bize Allah’ın âlemini gösterecek başka bir hal olsaydı.” der. Eflatun ise çırağını “Bundan sonra tasvir yapmayacağım kâfir resmi de. Ne zaman tasvir nakşedeceğim kudreti bulurum Allah bilir. Evladım gitti, avuntum için sadece benim olmasını

istediğim bir güzelliğin peşine düştüm. Kâfirler gibi...” sözleriyle yanıtlamaktadır. Filmin özenle yazılmış diyaloglarında usta ve çırak arasında geçen bu konuşma minyatür ve resim arasındaki zıtlık ilişkisini ortaya koymakta ve Eflatun karakterinin içinde bulunduğu ikilemi izleyiciye aktarmaktadır.

Osmanlı veziri tarafından Şehzade Danyal’ın öldürülmeden önce portresini çizmek üzere Anadolu’ya yollanan Eflatun, Danyal’ın oğlu Yakup’u resmetmeden önce aynı ikilemi yoğun bir şekilde yaşar. Ancak, Osman, Eflatun’a portreyi çizmeye memur ve mecbur olduğunu söyler. Eflatun’un “tasvirci yalnız kafasındakini nakşeder” sözleri ise “tüm sanat dallarında olduğu gibi minyatür ve resimde de sanatçının bakış açısının önemini ve gördüğünü yorumlamasının etkisini” göstermektedir (Güngör, 2010: 56).

Cenneti Beklerken’de, İspanyol ressam Diego Velazquez’in Las Meninas (Nedimeler) tablosu dikkat çeken bir göndermedir. Bu tabloda İspanya İmparatoru ve yeni kraliçenin kızı bebek Margarita ve nedimeleri vardır. Velazquez tablodan bize bakmaktadır. Tablonun merkezinde bir ayna vardır. Ancak aynada görünmesi gereken ressam yerine kral ve kraliçe görünmektedir. Halkın umudu ya da Mehdi’nin kendisine zuhur ettiğini düşünen Danyal, Eflatun’a Las Meninas tablosunun bir benzerini gösterir. İspanyol Frenk ressamları tarafından yapılan bu tabloda ressam bize dönüktür, büyük tuval arkadan görünürken önde Şehzade Danyal ve oğlu Yakup görülmektedir. Arkada aynada ise III. Murad’ın aksi vardır. Danyal, Eflatun’dan aynadan babasının aksini silmesini, yerine Mehdi’nin resmini çizmesini istemektedir (Süalp, 2010: 20). Danyal’ın amacı, Mehdi yansımasının bulunduğu tabloyu kullanarak kendi ordusuna moral aşılamak, yandaşlarının sayısını artırmaktır. Tabloda Mehdi’yi gören yandaşlar, Mehdi’nin Şehzade Danyal’a yardım edeceğini düşüneceklerdir. Böylelikle de savaşma azimleri artacaktır (Kirman, 2007: 12).

Hem içerik hem biçim olarak filmin zirvesi ise Eflatun’un gördüğü rüya sahnesidir. Ruhi bir kriz sonrası bayılan Eflatun’un arkasındaki aynaya doğru ileri bir kaydırma yapılır. Ayna, beklediğimiz şekilde oradaki mekânın bir yansıması yerine başka bir görüntüyü, Eflatun’un ölen oğlunun ırmak kenarındaki görüntüsünü sunar. Bu görüntünün içinde, oğlun ardında da bir ayna vardır ve o da başka bir zaman- mekânı, kervansarayı yansıtmaktadır. Oğul yerde yatan babasını kaldırır ve aynı mekânın görmediğimiz, gerçekte orada bulunmayan alanına götürür. Burada kayıp oğul, Eflatun’u diğer iki kaybıyla, annesi ve çocukluğuyla buluşturur. Daha sonra oğul,

babasını aldığı yere bırakır ve “gerçek” zaman-mekâna çağrılırız. Leyla Eflatun’u uyandırır. Bu sekanstaki vuslat, sadece Leyla’yla, kayıpların bulunmasıyla ima edilmez. Sekansın başlangıcında, Eflatun’un ardında bulunan içine yöneltildiğimiz ilk ayna, rüya sırasında başka bir kurtarıcı imgeyi Mehdi’yi yansıtmaktadır (Er, 2011: 68). Eflatun’un gördüğü bu rüya sahnesinin farklı bakış açılarıyla analizi gerçekleştirilmiş ve film içerisindeki anlamı ortaya konmaya çalışılmıştır.

İsyanlarla dolu Anadolu’ya yolculuktan, bir anlamda içinde bulunduğu ikilemden, çıkmazdan ve ruhi bunalımdan Leyla sayesinde kurtulan Eflatun’un İstanbul’a döndüğünde ilk işi rehin alınan çırağı Gazal’ı kurtarmaktır. Fakat kendisi İstanbul’a dönmeden Danyal öldürülüp kellesi vezirin konağına getirilmiştir. Danyal’ın portresini çizmek ise Gazal’a düşmüştür. Gazal filmin sonunda tıpkı Eflatun gibi kâfir resmi yaptığından dolayı kirlendiğini düşünmektedir. Eflatun ise çırağına arayışlarının hep devam edeceğini ve böylelikle iyileşeceklerini söylemektedir. Açık uçla biten filmin hikâyesi aslında içinde bir umudu da barındırmaktadır.