• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Bankacılık Sisteminin Tarihsel Olarak Gelişim Aşamaları

Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemlerde ülke henüz savaştan çıkan bir ülke ekonomisine sahip olduğu için son derece kötü bir durumdaydı. Osmanlı Devleti’nden gelen bu ekonomik ve sosyal yapı değiştirilmek arzusu taşınıyordu. Ekonominin yönünü değiştirmek gayesiyle 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır. Kongre’den bankacılıkla alakalı, ulusal sermayeli bankacılığın ilerletilmesi kararı geçirilmiştir. Türkiye İş Bankası alınan bu kararlar neticesinde ilk defa 1924 tarihinde kurulmuştur. Cumhuriyet döneminin ilk özel sermayeli mali kuruluşu olarak kabul edilen İş Bankası’nın görevi gayrimenkul alım-satımı yapmak, her türlü sınaî, ticari işler yapmak ve bu alanda çalışan işletmelere kredi sağlamak olarak görevlendirilmiştir (Şahin,2009: 35). Kronolojik olarak bakıldığında Türkiye’de 1923-33 yılları arasında birçok yerel banka kurulmuştur. Ancak 1929 Petrol Krizi’nde bu bankaların çoğu krize yenik düşerek kapanmıştır. Bu dönemde Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. Bu bankanın başarısız olması nedeniyle bu banka kapatılmış ve yerine 1933 yılında Sümerbank kurulmuştur.

Cumhuriyet öncesinde 1988 yılında Osmanlı döneminde kurulmuş olan Ziraat Bankası revize edilmiş ve sermayesi arttırılmıştır. 1924 yılında banka tarımsal kredi verme yetkisi ile donatılmıştır. Bu yıllarda kurulan bir diğer banka ise, 1931 tarihinde faaliyetine başlayan T.C. Merkez Bankası’dır. 1930 yılında, 15 milyon sermaye ile anonim şirket statüsü şeklinde kurulmuştur. Merkez Bankasının esas gayesi, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı sağlamaktı. Bu hedefi hayata geçirmek için Merkez Bankasına verilen yetkiler; reeskont oranlarını saptamak; para piyasasını ve paranın sirkülasyonunu düzenlemek; Hazine işlemlerini yapmak; Türk parasının değerini muhafaza etmek gayesiyle hükümetle beraber bütün tedbirleri almaktı (Merkez Bankası, 2011: http://www.tcmb.gov.tr/).

İkinci Dünya Savaşından sonra devletçilik anlayışı yerini özel sektör anlayışına bırakmaya başlamıştır. 1945-1959 arasındaki yıllarda Yapı ve Kredi Bankası, Garanti Bankası, Akbank, Pamukbank ve Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası (TSKB) oluşturulmuştur. Bu dönemde TSKB Türkiye’de sanayi üretiminin yükselmesine katkı sağlamıştır. 1958 yılında 7129 sayılı Bankalar Yasası onaylanmış ve Türkiye Bankalar Birliği kurulmuştur. Ekonomide ve bankacılık sektöründeki bu pozitif ilerlemelere rağmen; 1950’li yılların sonlarına doğru

24

Türkiye ekonomisinde meydana gelen bunalım ve durgunluk, çok sayıda bankanın da iflasına sebebiyet vermiştir (Akgüç, 1974, 88; Öcal, 1992, 144).

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda kurulan ve bankacılık sektöründe aktif olan bir diğer banka, 1926 tarihinde kurulan Emlak ve Eytam Bankası’dır. Banka‟nın kurulmasındaki esas amaç, yeni kurulmuş olan ülkenin inşasının hızla tamamlanması ve inşaat sektörünün ihtiyaç duyduğu kredileri temnin etmek ve yetim haklarını muhafaza biçiminde belirtilmiştir (Çoşkun ve diğerleri, 2012: 6).

Cumhuriyet döneminde bankacılık sektöründe atılan en ciddi atılımlardan biri, 11 Haziran 1930 tarih, 1715 sayılı Kanunu uyarınca, Merkez Bankası‟nın 15 milyon TL sermayeli bir anonim şirket olarak oluşturulmuş olmasıdır. Ulusal bir devlet bankası oluşturulma fikri 1923 tarihinde toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde konuşulmuştur. Kongrede, bir yandan devletin bankacılık politikasını saptayacak, diğer yandan banknot ihracı ile devlet kredisini temin edecek bir merkez bankası kurulması konuları önemle tartışılmıştır. 1924 yılında Hükümet Osmanlı Bankasını bir devlet bankasına çevirmek amacıyla birtakım adımlar atmıştır. Fakat o günkü ekonomik ve finansal şartlar buna hazır değildi. Böylece aynı yıl Osmanlı Bankası ile Cumhuriyet Hükümeti arasında bir anlaşmaya varılmıştır. Bu anlaşmaya göre, Bankanın 1925 tarihinde sonlanacak olan banknot ihracı imtiyazı 1935 tarihine kadar ertelenmiştir. Fakat bu zaman içerisinde milli bir merkez bankası kurulması durumunda Osmanlı Bankasının buna itiraz etme lüksü olmayacaktı. Bu bağlamda bankanın kurulması 1930 yılında olanak bulmuştur. 1 Eylül 1931 tarihinde Hükümet tarafından onaylanan Banka Nizamnamesi 20 Eylül 1931 tarihli Resmi Gazete‟de ilan edilerek uygulamaya konulmuştur ve Merkez Bankası 3 Ekim 1931 yılında faliyetine başlamıştır. 1715 sayılı Kuruluş Kanunu’na binaen, Merkez Bankasının ana gayesi, ülkenin ekonomik gelişmesini teşvik etmekti. (http://www.tcmb.gov.tr).

Devlet liderliğinde planlı sanayileşmenin zorunluluğu gereği ilk olarak 1934-1938 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBSP) oluşturulmuştur. Bu yüzden Türkiye BBSP çerçevesinde ithal ikamesi oluşturacak ana tüketim mallarının üretimine kamu iktisadi faaliyetleri ile başlamıştır. Plan kapsamında öngörülen, kimya, kağıt-selüloz, madencilik, tekstil, seramik ve demir-çelik olmak üzere altı alt sanayi dalında yirmi fabrika inşa edilmesiydi. İhtiyaç duyulan kaynak ise 45 milyon Türk Lirası (TL) olarak belirlenmiş ancak 100 milyon TL‟lik harcama gerçekleşmiştir. Yatırım programının finansmanının verimli bir şekilde yapılması gayesiyle 3 Haziran 1933 tarih ve 2262 sayılı

25

yasa ile özel hukuk düzeninde, piyasa şartları uyarınca işletmecilik ilkelerine göre çalışması tahmin edilen Sümerbank oluşturulmuştur (Çoşkun ve diğerleri, 2012: 7).

BBYSP’ nin başarılı bir şekilde uygulanması üzerine 1936 tarihinde ikinci Beş Yıllık Sanayi Planı (İBYSP) hazırlıkları başladı. İBYSP, ara ve yatırım malları üretimine öncelik veriyor ve gıda, kimya, makine ve deniz ulaşımı vb. sektörlerde neredeyse 112 milyon TL‟lik yatırım yapılması tahmin ediliyordu (Kepenek ve Yentürk, 2005:71).

Savaştan sonraki döneme, ülke içinde ve dışında yaşanan gelişmelerle beraber yeni iktisat politikası arayışlarıyla girildi. 1945-1960 yılları arasındaki dönemin en göze çarpan özelliği sanayileşme stratejisi olarak iktisadi devletçiliğin değiştirilerek bunun yerini özel kesimin öncülüğünde ekonomik kalkınma politikasının almasıdır. Bu politika dönüşümdeki temel faktör savaş dönemlerinde hayata geçirilen yüksek enflasyon ve spekülasyon havasında tarım ve ticaret sektörlerinde ileri düzeylere varan özel sermaye birikimi iktisadi ve sosyal gelişmede etkinlik sağlamış olmasıdır. Anlatılmak istenen bu süreç, kırsal kesimin pazara açılması, hızlı kentleşme ve buna bağlı olarak yeni birikim imkanlarının sağlanmasıdır. Çok partili siyasal atmosfere geçilmesi, ekonominin dışarıya açılması, yeni tüketim kalıplarıyla beraber özel sermaye birikiminin gelişmiş hacimlere erişmesini sağlamıştır. Bu dönem içerisinde yatırımların, milli gelir ve nüfusun hızlı bir şekilde artması, kırdan kente göçle beraber kentli nüfusun yükselmesi ve piyasa için üretimin genişlemesi, ekonomide para ve kredi ihtiyaçlarının artmasına neden olmuştur. Bankacılık alanında meydana getirilen yatırımların getirisi yükselmiş ve özel bankacılık hızlı bir biçimde önemli bir bankacılık türü haline gelmiştir (Çoşkun ve diğerleri, 2012: 9).

Yine bu dönemde bankacılık sistemiyle alakalı diğer önemli bir gelişme 1958 tarihinde, hedefi, serbest piyasa ekonomisi ve tam rekabet ilkeleri bağlamında, bankacılık düzenleme ilke ve kuralları yönünde bankaların haklarını savunmak, bankacılık sisteminin gelişmesi, verimli bir biçimde çalışması ve bankacılık mesleğinin ilerlemesi, rekabet gücünün yükseltilmesine yönelik çalışmalarla uğraşmak, rekabetçi bir ortamın oluşturulması ve haksız rekabetin engellenmesi amacıyla ihtiyaç duyulan kararların alınmasını sağlamak, yürütmek ve uygulanmasını istemek şeklinde saptanan Türkiye Bankalar Birliği‟nin (TBB) kurulmasıdır (TBB,2008: 7).

Türkiye ekonomisi 1950-1960 tarihleri arasında bulunan dönemde istikrarsız bir büyüme evresinden geçmiştir. 1954 yılına kadar verimli iç ve dış şartlar sayesinde ekonomide önemli

26

nicel ve nitel ilerlemeler gerçekleştirmiştir. Fakat şartların negatife dönmesiyle beraber 1954 tarihi itibariyle ekonomi üretim artışında yavaşlama, büyüyen dış ticaret açıkları ve enflasyon ile su yüzüne çıkan bir krize sebep olmuştur ve bütün kesimlerde büyüme hızı yavaşlama eğilimine girmiştir (Şahin, 2009: 131).

1958 tarihinde yürürlüğe giren istikrar tedbirleri ekonomiye istikrar kazandırılmasında başarılı bir sonuca ulaşamamıştır. Ekonomiye istikrar sağlamak ya da krizden çıkmak için iki seçenek bulunmaktaydı: ilk olarak, sermaye kullanımını piyasa göstergelerine, serbest piyasa şartlarına bırakmak; ikincisi ise planlı programlı sermaye kullanımına odaklanmaktı. İç koşullar, dış koşullar, etkenler ve gelişmeler ikinci seçeneğin tercih edilmesine sebebiyet vermiştir (Kepenek ve Yentürk, 2005: 144).

Kalkınma planlarıyla beraber ekonomiye yön verilmeye çalışılan dönem bir ekonomik ve siyasal bunalım ardından meydana gelmiştir. Yapılmış olan planlardan umulan, bunalımdan uzak bir ekonomik ve sosyal gelişmeye kavuşmaktır. Fakat ekonominin planlarla yönlendirilmesine rağmen, dönem önceki dönemlerde gerçekleşenden daha ağır bir bunalımla noktalanmıştır. 1970‟li yılların ortaları itibariyle ekonomide önemli bunalım emareleri görülmeye başlanmıştır, 1978-1979 tarihinde ise bunalm iyice ağırlaşmıştır. Ekonomide plan uygulaması anlayışı manasını kaybetmiştir. Gerçekleşen bunalımın sebepleri başta üretim yapısı olmak üzere ancak ekonominin iç ve dış değişmeleriyle izah edilebilirdi. Planlı dönem içerisinde takip edilen ithal ikameci sanayileşme stratejisi döviz elde etmeye değil, döviz tasarrufuna bağlıydı. Fakat dönem içerisinde çelişkili bir şekilde döviz talebi yükselmiş ve takip edilen sanayileşme modeli iş görmez bir hal almıştır. Bunalıma sebep olan üretim yapısı gibi iç faktörlerin yanında Petrol İhraç Eden Ülkelerin Örgütünün(OPEC), 1974 tarihinde petrol fiyatlarını beş katının üzerinde bir fiyat ile fiyatlandırması; Kıbrıs Barış Harekatı ve Türkiye’nin yoğun ekonomik ilişkiler içerisinde olduğu ülkelerin içinde bulunduğu derin bunalım gibi dış faktörler de bunalımın ağırlaşmasını hızlandırmıştır (Kepenek ve Yentürk, 2005: 195-196).

3.5.2. 1960-1980 Yılları Arasında Türk Bankacılık Sektörü

1960 yılından önce ekonomik büyümenin tutarsız bir yapıda olması nedeniyle, 1960’lı yıllarda planlı dönem hayata geçirilmiştir. 1950’li yıllarda yürütülen özgürlükçü politikalar yerini beş yıllık kalkınma planları gibi devletçilik politikalarına bırakmıştır. Bu yıllar

27

aralığında bankacılık sektöründe kalkınma ve yatırım bankalarına özellikle daha bi önem yüklenmiş, ticari bankalar ise sınırlamalarla karşılaşmıştır. Bu dönemde beş adet kalkınma bankası, iki adet de ticaret bankası kurulmuştur. Dünyada da sıklıkla karşılaşılan holding bankacılığı özel sektör yatırımlarını daha da ilerleteceği fikriyle devlet tarafından teşvik edilmiş ve özel ticaret bankalarının büyük bir bölümü holding bankası haline getirilmiştir (Dinçer, 2006: 85).

1960 dönemlerinde on beş adet banka kapanarak tasfiye sürecine girmiştir. Bu dönemde yabancı bankalar da dahil ticari bankacılık alanında yürütülen politikalar sektöre girişleri oldukça sınırlandırmış, bu yüzden var olan oligopolcü yapı sağlamlaşmıştır. Bu esnada bölgesel bankaların birçoğu kapanmış, çok sayıda küçük banka olmasından ise, az sayıda çok şubeli büyük banka kurulması şeklinde bir eğilim meydana gelmiştir (Parasız, 2000: 111). Ayrıca 1970’lerin sonlarına doğru “Ödünç Para İşleri Kanunu” çıkartılmıştır.

3.5.3. 1980 Sonrası Dönem

1973 yılında yaşanan Petrol Krizinin de etkisiyle Türkiye ekonomisi oldukça sert bir dönem içerisine girmişti. 1980 yılına doğru Türk Ekonomisindeki bunalım hali gitgide daha ağır bir hal almaya başlamıştır. Enflasyon oranları yükselmiş, ülke döviz kıtlığı yaşamaya başlamıştı. Yaşanan bu gelişmeler yüzünden yürütülen kalkınma planlarından da istenilen başarı elde edilememiştir. Bu sebeple 24 Ocak 1980’de yeni bir ekonomik politikaya geçilmiş ve bu mesele üzerine birçok yeni kararlar alınmıştır. Alınmış olan bu kararlar ile beraber aşağıdaki düzenlemeler hayata geçirilmiştir (Uyar, 2008: 20):

 %32,7 oranında devalüasyona gidilerek günlük kur ilanı yürürlüğe konulmuştur,

 Devletin ekonomideki hissesini oldukça küçülten tedbirler alınmış, KİT‘lerdeki uygulamaya benzer bir şekilde tarım ürünleri teşvik alımları kısıtlanmış,

 Gübre, enerji ve ulaştırma haricinde sübvansiyonlar kaldırılmış,

 Dış ticaret liberalleşmiş, yabancı sermaye yatırımları destekleyici, kar transferlerine kolaylık getirilmiş,

 Yurtdışı yüklenici hizmetleri teşvik edilmiştir.

 İthalat aşamalı bir şekilde serbestleştirilerek, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrükten muafiyet, sektörlere göre farklılaşan

28 teşvik sistemi ile destek sağlanmaya çalışılmıştır.

Tüm alınan bu kararlar akabinde, yurt içindeki tasarruf oranını yükseltmek gayesiyle, faiz oranları serbestleşmiş, bankalara mevduat sertifikası çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu uygulamadan sonra mevduat ve kredi faizleri olabildiğince hızlı bir şekilde artma eğilimine girmiştir, bankalar arası rekabet ortamı artmıştır, bankerler olarak adlandırılan kişilerin sayısı hızla artmıştır. Sektöre giren banka sayılarında hızlı bir artış gerçekleşmiş, bu nedenle bankaların karlarında gözle görülür bir düşüş gözlemlenmiştir. Bu rekabet ortamında bankerler fırsattan istifade, faiz oranlarını daha fazla arttırarak müşteri çekmeye çabalamışlardır. Bu faiz yarışı neticesinde bankerler, Ponzi Finansmanı ismi ile anılan bir yapıya bürünmüşlerdir. Bu finansman yapısında bankerler, borç alınan paranın faizini ödemek amacıyla daha yüksek faizle borçlanmak durumunda kalıyordu. Bu gelişmelerle beraber oluşan faiz yarısı, 1982 yılında mali kesimde krize sebebiyet vermiş; küçük banker iflaslarıyla ateşlenen bu yıkım, büyük bankerlerin ve birtakım küçük bankalanın iflası ile hız kazanarak sürmüştür (Köne: 2003).

1980 döneminde ayrıca meydana gelen diğer bir önemli ilerleme ise, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) egemenliğinde “interbank” piyasasının meydana getirilmesidir. (Parasız, 2000, 112). Hal böyle olunca bankaların kısa vadeli nakit gereksinimlerinin sağlanmasında ve nakit fazlasının değerlendirilmesinde çok büyük rahatlığa kavuşulmuştur. İnterbank, bankalara kaynak kullanma esnekliği ve kaynakları daha etkin kullanma olanağı sağladığı gibi, ekonominin likidite dengesini sağlamada da oldukça faydalı olmuştur (Şahin, 2000, 382- 383).

1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuştur. 1983 ve 1984 tarihlerinde mevduat faiz gelirlerinin stopaj oranı indirilmiştir. Bankaların alacakları karşılığında zorunlu karşılık ve krediler için rezerv tutma yükümlülüğü koymuştur.

1985 yılında ihale ile devlet iç borçlanma senetlerinin satışı uygulanmıştır. 1983 yılında alınan kararla, yurtiçinde ikameti olanlara döviz taşıma serbestliği getirilmiştir. Ayrıca bankalarda döviz hesabı açtırmak mümkün olabilecek ve yurtdışına döviz transferi yapılabilecekti. 1989 yılında döviz işlemleri tümden serbest bir duruma dönüştürülmüştür. Merkez Bankası 1987 tarihinde açık piyasa işlemleri yapmaya başlamıştır.

29

1990’lı yıllara gelindiğinde, bankacılık sisteminde meydana gelen krizler, bankaların mali yapısını da ciddi bir şekilde bozmuştur. Tabi durum ekonomiye de yansımış ve ekonomide bozularak likidite krizi ortaya çıkmıştır,

Kriz öncesinde, yurtiçindeki tasarruf oranı çok düşük düzeylerde idi. Kamu kesimi de, tasarruf oranı çok düşük olması dolayısıyla, bankalardan daha fazla kaynak talep etmeye başlamıştı. Tasarruf eğiliminde olan bu gerileme faiz oranları üzerindeki negatif etkiyi daha fazla arttırmaktaydı. Faiz oranlarının yükselmesini durdurmak amacıyla yurt dışından alınan borçlar giderek artmış ve Merkez Bankası rezervlerine başvurulmak zorunda kalınmıştır. Bu yaşananlar neticesinde Türk Lirasının değeri artmış, bu yüzden de kısa vadeli sermaye girişinde artış oluşmaya başlamıştır. Bu sermaye girişi, kamu kesiminin tasarruf açıklarını kapatmaya yardımcı olmuş ancak Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan problemler daha da ağırlaşmıştır. Ayrıca 1994 yılında ekonomik kriz meydana gelmiştir 1994 bankacılık ve finans krizi, TCMB’nin krize tam zamanında ve yeterli ölçüde müdahale edecek miktarda rezervi olmaması sebebiyle daha da yaygınlaşmış ve tüm bankacılık sektörünü ve ekonomiyi tehlikeye düşürecek bir duruma gelmiştir (Erdoğan, 2002, 129).

Meydana gelen bu krizin ana nedenlerinden biri, yüksek faiz oranları, Türk Lirasının aşırı değeri ve yurt dışından alınan kaynakların maliyetli olması nedeniyle bankaların açık pozisyonlarının haddinden fazla bir biçimde artmasıdır.

Üst bölümde bahsi geçen konular dolayısıyla, bankalar krize büyük açık pozisyonlarda yakalanmışlardı. Bu nedenle yurt içinde bulunan bankalardan bir kısmı, borçlarını ödeyemerek iflas ile sonuçlanmışlardır, üç adet banka TMSF’ye devredilmiştir. Ekonomik sistemde ortaya çıkan bu güvensizliği düzeltmek gayesiyle, mevduata %100 sigorta uygulanmaya başlanmıştır ve devlet mevduat maliklerini güvencesine almıştır. Krizin ardından bankacılık sektöründe, ciddi oranlarda küçülme ortaya çıkmıştır. Genel bir büyüme trendinde görünen sektör 1994 tarihinde ciddi oranda reel bir biçimde küçülmüştür. Daralma bilhassa 1994 yılının ilk altı aylık döneminde çok sancılı bir biçimde kendini hissettirmiştir. Bu küçülme dış kredi kullanımlarının neredeyse sıfırlanması, mevduat artışlarının krizi izleyen dönemde olumsuz bir duruma dönüşmesi, sisteme gelen kaynak girişinin durma noktasına gelmesi ve vadesi gelen dış kredilerin ödenmesinden dolayı ortaya çıkmıştır. Küçülme büyük çapta dış kaynağa bağımlı bir şekilde çalışan özel sermayeli bankalarda ayyuka çıkmıştır (Sümer ve Zengin, 2017).

30

1999 tarihinde BDDK’nın yetki ve görevleri düzenlenmiştir. 1990’lı yıllarda bankacılık sektöründe meydana gelen temel problemler şunlardır (Boyacıoğlu, 2003: 524):

 Öz kaynakların yetersiz olması,  Küçük hacimli bankacılık yapısı,

 Kamu bankalarının sistem içerisinde payının oldukça yüksek olması,  Aktiflerin kalitesinin zayıf olması,

 Grup bankacılığı ve risklerin yoğun olması,

 Kredi ve karşılıklar arasında bir uyumsuzluğun söz konusu olması,  Piyasa risklerine karşı aşırı bir kırılganlık olması,

 İç kontrol sisteminin yetersiz olması ve risk yönetimi,

Bankacılık sektörü bu dönemde oldukça hızlı bir biçinde gelişmeye başlamıştır, rekabet artmış, otomasyon yayılmış, hizmet ve ürün çeşitlilikleri batı bankaları ölçülerine ulaşmıştır. Ayrıca iyi eğitimli bir bankacılık kadrosu, gelişen sermaye, para ve döviz piyasaları ile bankacılık ciddi bir düzeyde gelişmeye doğru gitmiştir (Karataş, 2000, s.141). 1990‟lı yıllarda bankalar fon idaresine ve hazine işlemlerine yoğunlaşmışlardır; yurtiçi ve yurtdışı piyasalarda işlem yapmak gayesiyle, mali ürünlerin elektronik bir atmosferde alımının ve satımının yapıldığı işlem odaları oluşturma seçeneğini seçmişlerdir. TL ödemelerinde EFT sistemi, döviz ödemelerinde ise SWIFT sistemi, bankalar arası işlemleri oldukça kolay bir biçime getirmiştir. Aynı zamanda bireysel bankacılık alanında oldukça önemli atılımlar yapılmış, kredi kartları ve ATM‟ler hızla yayılmaya başlamıştır. 1992 senesinde 1milyon civarında olan kredi kartı sayısı, 2000 senesinde ise 13,4 milyona; Otomatik Para Çekme Makine (ATM) sayısı 3.209‟dan 11.991 rakamına yükselmiştir (Karaslar, 2014).

2001 yılında meydana gelen krizden sonra bankacılık sektörünün kendini toparlayabilmesi 2003 senesine değin devam etmiştir. Bankacılık sektöründe, krizin ardından TMSF’ye devredilen bankalara ilaveten birleşmeler de meydana gelmiştir ve 2000 yılında yetmiş dokuz adet olan banka sayısı 2003 senesinde elli beşe, 2006 senesinde ise elli’ye gerilemiştir. 2010 senesinden itibaren de sektörde totalde kırk dokuz adet banka faaliyette bulunmaktaydı. Aidiyet bakımından incelendiğinde 2003 senesi itibariyle sadece üç kamu bankası bulunmaktadır. Özel mevduat bankalarının sayısında bir azalma meydana gelmiş, yabancı

31

mevduat bankalarının sayısındaysa 2005 senesi itibariyle artış görülmüştür. Yatırım ve kalkınma bankalarının sayısı 2004 senesinde on üç’e gerilemiş ve ilerleyen dönemlerde de bir değişiklik göstermemiştir. Aynı zamanda sistemde dört adet katılım bankası faaliyet göstermektedir. Özel Finans Kurumları (ÖFK) ismiyle kurulmuş olan bu kurumlar Türkiye bankacılık sistemine 1984 senesinde girmişlerdir. ÖFK, 1999 senesine değin bankacılık kanunu haricinde ve bankaların bağlı oldukları karşılık ayırma zorunluluğundan bağışık tutulmuşlardır. Krizin ardından küçülmeye başlayan bankalar, birleşmeler ve sistemden kopmaların da etkisiyle şube sayılarını azaltmak durumunda kalmışlardır. 2004 senesinden sonraysa şube sayıları hızlı bir şekilde artma eğilimine girmiştir; her ne kadar banka sayısı azalsada şube sayısında 2004-2010 seneleri arasında %55 oranında bir artış meydana gelmiştir. Şube sayısındaki artışa benzer bir şekilde personel sayısı da artma göstermiştir. Aynı zamanda bankalar, ATM ve POS makine sayılarını ve kredi kartı sayılarını düzenli ve istikrarlı bir biçimde arttırmayı başarmışlardır (Çoşkun ve diğerleri, 2012: 28-30).

Tablo 2. Kategorilerine Göre Banka Sayıları

Faaliyette Olan Bankalar 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017

Mevduat Bankaları 33 32 32 31 31 31 32 30 34 34 33

Kamusal Sermayeye Sahip

Bankalar 3 3 3 3 3 3 3 3 3 3 3

Özel Sermayeye sahip Bankalar 11 11 11 11 11 11 10 10 11 9 9 Yabancı Sermayeye Sahip

Bankalar 18 17 17 17 16 16 17 17 19 21 20

TMSF’ ye Devretilen Bankalar 1 1 1 1 1 1 2 - 1 1 1

Kalkınma ve Yatırım Bankaları 13 13 13 13 13 13 13 13 13 13 13

Katılım Bankaları 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4

Toplam 50 49 49 49 48 48 49 47 51 51 50

Kaynak:www.tbb.org.tr

Bankacılık sektöründe Mart 2017 itibariyle otuz üç tane mevduat bankası bulunmaktadır, on beş tane kalkınma ve yatırım bankası, dört tane katılım bankası olmak üzere toplamda elli adet banka mevcuttur. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu‟na bakıldığında:

 Mevduat bankası: Kendi adına ve hesabına mevduat kabul etmek ve kredi kullandırmak ana faaliyeti olmak üzere faaliyet gösteren kuruluşlar ile yurtdışında kurulu olan bu özellikteki kuruluşların Türkiye’de bulunan şubelerini,

32

kullandırmak ana faaliyeti olmak üzere faaliyet gösteren kuruluşlar ile yurt dışında kurulu bulunan bu özellikteki kuruluşların Türkiye’ deki şubelerini,

 Kalkınma ve yatırım bankası: Mevduat veya katılım fonu kabul etme hariç; kredi kullandırmak ana faaliyet olmak üzere faaliyet gösteren veya özel kanunlarla