• Sonuç bulunamadı

1 2 TÜRKİYE’DE GENÇLİK HAREKETLERİNİN TARİHSEL K ÖKENLERİ

GENÇLİK HAREKETLERİNİN TARİHSEL KÖKENLERİ

1 2 TÜRKİYE’DE GENÇLİK HAREKETLERİNİN TARİHSEL K ÖKENLERİ

Türkiye’de gençlik hareketleri denildiğinde akıllara hep “68 Kuşağı”, “78

Kuşağı” gibi kavramlar gelir. Oysa Türkiye’de gençlik hareketlerinin kökeninin çok

daha eskilere dayandığı bilinmektedir. Mesela; bu hareketlerin kökenini 16. ve 17. yüzyıllara kadar götürmek mümkündür.

1. 2. 1. Suhte İsyanları

Suhte isyanları, 16. Yüzyılın ortalarında başlayan, Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırı niteliği taşıyan ve “Celali Ayaklanmaları” olarak da bilinen ayaklanma silsilesinin bir parçasıdır.

Medreseli Ayaklanmaları” diye de anılan bu hareketler, Celali Ayaklanmaları’nın etkisini hayli arttırmıştır. Bu nedenledir ki; suhte isyanlarının Celali Ayaklanmaları’nın itici gücü olduğunu söylememiz mümkündür.

Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti’nde paranın değer kaybetmesi, devlet gelirlerinin azalması, doğal olarak ekonomik yapının sarsılmasına ve büyük kitlelerin işsiz kalmasına neden olmuştur. Böylesi bir ekonomik darboğazdan medreselere yığılan öğrenciler de etkilenmiş, geçim sıkıntısının yanı sıra gelecek kaygısı ve belirsizlik gençleri hayli rahatsız etmiştir.28

“Gelişme imkanları tıkalı, olduğu yerde sayan ve giderek şehir kuruluşu için bir yük haline gelen medreseliler de ruhsal bunalıma düştüler. Olayların etkisiyle medrese ortamından, başka bir deyişle, içinde bulundukları karanlık yaşamdan sokağa fırlayan delikanlılık çağındaki öğrenciler, saldırgan, zorba, eşkıya davranışlı olmaya başladılar”

Alpay Kabacalı da medrese öğrencilerinin ayaklanma nedenlerini benzer şekilde ifade etmiştir:

29

28 Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 5. Cilt, Milliyet Gazetecilik, İstanbul 1986, s. 2248 29 Alpay Kabacalı, Türkiye’de Gençlik Hareketleri, Altın Kitaplar Yayınevi, I. Bsk, İst. 1992, s. 15

Öğrencilerin İslam ahlak kurallarına dayanan bir eğitim almış olmalarına ve medreselerin sert disiplinine rağmen suhte isyanları, Orta Anadolu’nun büyük bir kısmına yayılmıştır.

Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın yalnızca Türk medreselerinde ve Türk öğrenciler gerçekleştirildiği için milli bir karakter taşıdığını30

“Reayanın bu davranışlarında hakim olan düşüncelerini tam tespit edebilmek zor olsa da, halkın kendi çocukları olan bu gençleri koruma ihtiyacı hissettiklerini söylemek mümkündür.

iddia ettiği bu isyanda dikkat çekici en önemli husus, isyanın bastırılmasından sonra halkın bu öğrencilere sahip çıkmış olmasıdır. Bunun nedeni her ne kadar bir muamma olsa da Efkan Uzun bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:

Suhtelere elbette halk arasından çıkan kahramanlar gözüyle bakılmıyordu ama yine de devlet nazarında suçlu olan bu gençler, bazı yerlerde padişah emirlerine karşı gelme ve gönderilen devlet güçleriyle çatışma pahasına da olsa korunuyor ve saklanabiliyordu”31

Medreselerde ıslahat yapılarak, öğrencilerle diyalog kurularak ve bu konuda ödünler verilerek çözülmeye çalışılan problem devam edince, 1587’de suhtelerle ilgili olarak “şiddetli tedbirler” alınmış ve celali bölükleri suhtelerin yerine geçerek32, soruna farklı boyut kazandırmışlardır.

1. 2. 2. Kuleli Vakası

Celali Ayaklanmaları’nın bastırılmasıyla birlikte gençlik, yaklaşık 250 yıllık bir duraklama sürecine girmiştir. Bu dönemde meydana gelen hareketlerde gençliğin çok fazla ön plana çıkmadığını söylemek mümkündür. Fakat 1859 yılında meydana gelen Kuleli Vakası, gençliğin 250 yıllık suskunluğunu bozduğu bir eylem olacaktır.

Aslında Kuleli Vakası da tam bir gençlik hareketi niteliği taşımamakla birlikte, genç öğrencilerin destekçi olarak katıldıkları bir eylemdir. Fakat Kuleli Vak’ası gençlerin yaklaşık 250 yıl sonra kendilerini yeniden göstermeye başlaması ve bundan sonra meydana gelecek olan “gençlik hareketleri” silsilesi için bir başlangıç olması bakımından oldukça önemlidir.

30 Mustafa Akdağ, “Medreseli İsyanları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, İstanbul

1949, s. 361 – 387

31

Efkan Uzun, “Osmanlı Örneklemi Üzerinden Sosyal Eşkıyalığa Bir Bakış”, Türkiye Sosyal

Araştırmalar Dergisi, Sayı: 3, Ankara, Aralık 2006, s. 38

1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra eğitim alanında gerçekleştirilen yeniliklerin ardından Batılı eğitim sistemine göre yetişmeye başlayan gençler, yeniden örgütlenme yoluna gitmişlerdir. Bu dönemde Şeyh Ahmed’in önderliğinde kurulan Fedailer Cemiyeti’nin kurucuları arasında şeyhler, hocalar ve küçük rütbeli subayların yanı sıra medrese öğrencileri33 de yer almıştır. Osmanlı

İmparatorluğu’nun ilk siyasi topluluğu olarak da algılanan34

Fedailer Cemiyeti, 1859 yılında Sultan Abdülmecit’e karşı planladıkları – “Kuleli Vakası”35

Kuleli Vakası’nın nedenlerini bazı yazarlar Sultan Abdülmecit’in savurganlığına bağlarken, bazı yazarlar ise 1856 Islahat Fermanı’nın Hıristiyanların lehine olan maddelerine dayandırmaktadırlar.

olarak bilinen –

hareketi organize etmekle ünlenmiştir.

Örneğin; Erol Üyepazarcı Kuleli Vakası’nın, ülkenin içinde bulunduğu darboğaza rağmen, alınan borçların üretime çevrilmeyip, israf edilmesinden ve padişahın damatlarının dillere destan rüşvetçi tutumlarından36

Uluğ İğdemir ise Kuleli Vakası’nı “O zaman için bilhassa Hıristiyanlar

lehine yapılan bazı ıslahatları hazmedemeyenlerin, belki de Abdülmecit’in israfından mütevellit (dolayı), hoşnutsuzluktan cesaret alarak, sırf Abdülmecit’in şahsını istihdaf eden (amaçlayan) bir hareket”

kaynaklandığını belirtmektedir.

37

Abdülmecit’e karşı harekete geçmeyi planlayan, Fedailer Cemiyeti mensupları 15 Eylül 1859’da Kılıç Ali Paşa Cami’sinde toplandıkları sırada, ihbar sonucu yakalanarak, tutuklanmışlardır.

olarak nitelendirmektedir.

38

33 Sinekli Medresesi öğrencileri Harputlu Bekir ve Mehmet, bu öğrencilerin önde gelen isimleridir. 34

Mustafa Balbay, “Kuşakların Birbirinden Kopuk Mücadelesi”, Cumhuriyet, 27.09.2008

35 Ayaklanmayı gerçekleştiren Fedai Cemiyeti mensuplarının yakalandıktan sonra; Kuleli Askeri

Lisesi’nin bulunduğu Çengelköy’deki Kuleli Kışlası’nda yargılanmalarından dolayı, bu olaya “Kuleli

Vakası” ismi verilmiştir.

36 Erol Üyepazarcı, “Ülkemizdeki İlk Siyasal Örgütlenme Örneği: Kuleli Vak’ası”, Birgün,

23 Nisan 2008

37 Uluğ İğdemir, Kuleli Vak’ası Hakkında Bir Araştırma, Türk Tarih Kurumu Yayınları VII,

Ankara 1937; Muammer Taylak, a.g.e., s. 1

38 Beş kişi idama mahkum edilirken, diğerleri kürek, kalebendlik ve sürgün cezalarına çarptırılmıştır.

Sinekli Medresesi öğrencileri Harputlu Bekir ve Mehmet’e de ömür boyu kürek cezası verilmiştir. Muammer Taylak, a.g.e., s. 2; Alpay Kabacalı, a.g.e., s. 19

1. 2. 3. Yeni Osmanlılar Hareketi

1789 Fransız İhtilali’nin gerçekleştiği dönemde III. Selim, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni padişahı olmuştur. III. Selim’in tahta geçmesiyle birlikte girişilen ıslahat hareketleri neticesinde özellikle askeri okullarda Batı tarzı eğitimler verilmeye başlanmıştır. Aynı dönemde Avrupa’ya elçi olarak gönderilen eski kuşak diplomatların yanında gençlerin de gönderilmesi, gelecekte Osmanlı’da Batıcı hareketlerin büyümesinde büyük etken olmuştur. Zira Avrupa’ya giden gençler, Batı kültürünü daha yakından tanıma fırsatı bulmuş, gittikleri yerlerde sadece yaşam tarzıyla değil, oralardaki fikir akımlarıyla da yakından ilgilenmiş ve etkilenmişlerdir. 19. Yüzyılın başlarından itibaren gerçekleştirilen ıslahat hareketlerine bağlı olarak kurulan batılı kurumlar, toplumda önemli dönüşümlere neden olmuş ve bu dönüşüm Avrupa’ya giden gençlerin ülkeye taşıdıkları yeni fikir akımlarıyla harmanlanınca “yeni hareketler” ortaya çıkmıştır ki “Yeni Osmanlılar Hareketi” de bunlardan birisidir.

1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra, Ali ve Fuat Paşa’ların sadrazamlıkları döneminde gerçekleştirilen uygulamaların devleti kurtaramayacağını düşünen altı genç,39

Osmanlı siyasal sisteminde özgürlüklere yer verilmesini isteyen Yeni Osmanlılar, Tanzimat’ın dayandığı temel bir felsefenin ve ahlaki değerlerin kökünü oluşturacak bir zemininin olmadığını, bu boşluğun da İslam Felsefesi’nden yararlanılarak doldurulması gerektiğini

1865 yılında İstanbul Belgrad Ormanı’nda bir kır yemeğinde buluşmuş ve imparatorluğun içinde bulunduğu durumu değerlendirerek harekete geçme kararı almışlardır. Osmanlı’nın içinde bulunduğu kötü durumdan sıyrılmasını Anayasaya dayalı bir parlamenter sisteme bağlayan gençler “Meşrutiyet” arzusuyla,

“İttifak – ı Hamiyyet” adında gizli bir örgüt kurmuşlardır.

40

Yeni Osmanlılar Hareketi’nin çekirdek kadrosundaki gençlerin ikisinin gazeteci olması, gençlere Osmanlı yönetimini eleştirmek için gazeteleri kullanma

savunmaktaydılar.

39 Bu altı genç; Mehmed Bey (Grup lideri), Nuri Bey, Reşad Bey, Namık Kemal (Gazeteci), Refik

Bey (Gazeteci) ve Ayetullah Bey’di.

Bkz. Barış Demirtaş, “Jön Türkler Bağlamında Osmanlı’da Batılılaşma Hareketleri”, Uludağ

Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 13, Bursa 2007, s. 392

40 Şerif Mardin, “19. Yüzyılda Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti”, Türk Modernleşmesi –

fırsatı vermiştir. Böylece ilk defa devlet içerisinde bir hareket sesini duyurabilmek için kitle iletişim aracı kullanmıştır.

Bu arada Mısır Hidivi İsmail’in kardeşi olan M. Fazıl Paşa, 1866 yılında Fuat Paşa’nın maliye politikasını eleştiren bir lahiya vermesi üzerine sürgüne gönderilmiştir. Mısır’daki veraset sistemi de Fazıl Paşa’nın eline geçmemesi için yalnızca Hidiv İsmail’in soyundan devam edecek şekilde yeniden düzenlenince, M. Fazıl Paşa padişaha açık bir mektup göndererek devletin ekonomik bunalımı ve memur yolsuzluklarından kaynaklanan sorunlarına değinmiş ve Meşruti bir yönetime geçilmesi gerektiğini beyan etmiştir. Bu mektuptan sonra yoğun eleştirilere maruz kalan M. Fazıl Paris’e yerleşmiştir. 1867 yılının Şubat ayında Paris’te yayınlanan bir dergide M. Fazıl’ın Türkiye’deki reformcuların liderliğini ve “Genç Türkiye” adlı muhalif grubun yönetimini üzerine aldığı belirtilince, dönemin Sadrazamı Ali Paşa harekete geçerek ülke içerisinde herhangi bir harekette bulunması muhtemel olan kişileri çeşitli gerekçelerle sürgüne göndermeye başlamıştır. Yeni Osmanlılar da bundan nasibini almış, Namık Kemal Erzurum’a, Ziya Bey Kıbrıs’a, Ali Suavi Kastamonu’ya sürgün edilmiştir. Bu gelişmeleri haber alan M. Fazıl, bu genç aydınlarla görüşerek birlikte hareket etmeye ikna etmiş ve 1867’de Ziya Paşa’nın öncülüğünde “Yeni Osmanlı Cemiyeti” kurulmuştur. Ancak kadro kısa süre sonra dağılmışsa da, Yeni Osmanlıların fikirleri etkinliğini sürdürmüştür.

Yeni Osmanlıların başarılı olamamalarına rağmen neden çok önemli bir hareket olduğunu Barış Demirtaş şöyle aktarmaktadır:

“Çözümü meşrutiyet yönetimi ve şeriata dönüşte gören ve çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluğu anayasacılık yoluyla parçalanmaktan korumayı amaçlayarak soruna çare arayan Yeni Osmanlılar o dönemin koşullarını iyi tahlil edememenin sonucu başarısızlığa uğrasalar da batılılaşma hareketinin ikinci dalgası olan Jön Türkleri etkilemiş ve ilk defa ‘vatan’ kavramını ortaya atarak önemli bir görevi yerine getirmişlerdir”41

1. 2. 4. Talebe – i Ulum Hareketi ve 1876 – 1889 Arası Gençlik Hareketleri

Ali Paşa’nın 1875’te ölümünden sonra ikinci defa Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesinden sonraki icraatları halkta büyük tepkilere neden

olmuştu. Öyle ki Namık Kemal’in şu sözleri bu tepkilerin bariz örneğini teşkil etmektedir:

“Yani on bir aylık bir idare geçirdik ki, Devleti Aliyyenin Kazak süngüleri Silivri’de, süvari bayrakları Kütahya’da görüldüğü zamanlar bile o kadar şiddetli bir buhran geçirdiği yoktu. Allah devleti o muhataradan (tehlikeden) da muhafaza eyledi”42

Mahmut Nedim Paşa, sadrazam olduktan sonra mabeyinciliğine getirdiği Rus İgnatiyev’in etkisinde kalmasından dolayıdır ki, halk arasında hoşnutsuzluk yaratan icraatlar gerçekleştirmiştir. Mahmut Nedim Paşa’nın mali açıdan ülkeyi düzlüğe çıkarmak bahanesiyle memurları işten çıkarması, maaşlarını azaltması, ülke içerisinde meydana gelen kargaşalardan şahsi kazanç sağlaması hoşnutsuzluğun temel nedenleridir. Nihayetinde Selanik’te meydana gelen Müslüman – Hıristiyan çatışması sonrası uygulamalar ise bardağı taşıran son damla olmuştur. Çatışma sonrasında Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, İgnatiyev’in de etkisinde kalarak, Avrupa’ya iyi görünmek için, “Türkler Hıristiyanları boğazlıyor” propagandasını sona erdirmek43

Öğrenci ayaklanması niteliği taşıyan bu hareketin başını Mithat Paşa’nın çektiği iddia edilmektedir. Ayrıca Yeni Osmanlılar ve Agah Efendi’nin çıkardığı Tercüman – ı Ahval Gazetesi

amacıyla birçok suçsuz görevli ve sivil vatandaşı idam ettirmiştir. Bununla birlikte Balkanlar’ın diğer bölgelerinde de meydana gelen karışıklıklardan kaçan ve İstanbul’a sığınan göçmenlerin yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermeleri, özellikle medrese öğrencilerinin yoğun tepkisine neden olmuştur.

44 de bu harekette etkin rol oynamıştır. Osmanlı

başkentinde Rus yanlısı bir sadrazam istemeyen İngilizlerin de bu ayaklanmaya destek verdikleri ihtimali hayli yüksektir. Bu arada Hüseyin Avni Paşa’nın kumandası altındaki Harbiye öğrencilerinin45

11 Mayıs 1876’da ders için gittikleri camilerden yürüyüşe geçen medreseliler, sadrazam ile Şeyhülislam’ın görevden alınması için Yıldız Sarayı’na karşı yürüyüşe geçtiler. Öğrenim ve bilimsel çalışmalar için huzurlu bir ortamı elzem gören katkıları hareketin büyümesinde etkili olmuştur.

42

Muammer Taylak, a.g.e., s. 3

43 Alpay Kabacalı, a.g.e., s. 20 44

Avni Özgürel, “Büyük Mitinglere Yabancı Değiliz”, Radikal, 6 Mayıs 2007

gençlerin “ders okumayacağız, felaketlere çare bulacağız” sözleri de gençlerin ülke sorunlarına eğilimini göstermesi bakımından önemlidir.

Babıali, öğrencilerin bu talebini yerine getirerek Şeyhülislam’ı azletmiş ve öğrencileri uyarmıştır. Fakat ihtarları dikkate almayan gençler sadrazamın istifası için 17 Mayıs 1876’da Beyazıt ve Fatih Meydanları’nda46

Mithat Paşa’nın sadrazamlığa getirilmemesi hoşnutsuzlukların devamına neden olmuştur. Sultan Abdülaziz’e karşı kin besleyen ve bu nedenle Talebe – i Ulum Hareketi’ne de destek veren Hüseyin Avni Paşa, bu defa Abdülaziz’i tahttan indirmeyi hedeflemekteydi. Bu konuda Askeri Mektepler Nazırı Süleyman Paşa, Şurayı Devlet Reisi Redif Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi’nin desteğini alan Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa’yla birlikte hareket ederek, Mithat Paşa’nın sadrazamlığa atanmamasından dolayı tepkili olan gençlerin desteğini de arkasına almıştır.

eylemlerini sürdürünce Sadrazam Mahmut Nedim Paşa mührünü mabeyincisine bırakarak kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak Mahmut Nedim Paşa’dan boşalan sadaret makamına eylemi gerçekleştirenlerin beklediği gibi Mithat Paşa değil, Mütercim Mehmet Rüştü Paşa getirilmiştir.

Mithat Paşa’nın Şeyhülislam Hayrullah Efendi’den aldığı fetva ile birlikte, Sultan Abdülaziz’e karşı girişilecek olan harekat da meşrulaştırılmış oluyordu. Fetvada şöyle denilmekteydi:

“Halife olan kişi, şuuru bozulmuş ve siyasi işlerden habersiz olup devlet mallarını ülkenin ve milletin dayanamayacağı bir oranda kişisel harcamalarına sarf eder, din ve dünya işlerini ihlal edip karıştırır, milletin ülkesini tahrip edip, devletin sürekliliği ve millet için zararlı olsa, tahttan uzaklaştırılması lazım olur mu? El cevab: Olur”47

Fetva alındıktan sonra 29 – 30 Mayıs gecesi Harbiye Mektebi’ne giden Süleyman Paşa, oradaki Harbiyelilere “Arkadaşlar! Devlet ve millet bu gece sizden

büyük ve mukaddes bir hizmet istiyor. Padişahımız, memleket idaresini en büyük düşmanımız olan Rusların eline teslim etmiştir. Bu suretle Sefir General İgnatiyef her şeye amil olmaya başlamıştır.

Memleketi bu dereceye indiren Padişah’ın hal’ine (tahttan

uzaklaştırılmasına), ulema ve rical – i devlet (devlet ileri gelenleri) karar vermiştir.

46

Muammer Taylak, a.g.e., s. 5

Ve bu hizmetin icrasını bizlere havale eylemiştir. Biz de şimdi müştereken Saraya giderek bu vazifeyi yerine getireceğiz”48

Süleyman Paşa önderliğindeki Harbiyelilerle birlikte saray kuşatılmış ve Sultan Abdülaziz teslim alınarak önce Bab – ı Seraskeri’ye sonra da Çırağan Sarayı’na götürülmüş, ancak bir hafta sonra intihar etmiştir.

diyerek seslenmiştir. Buna karşın Harbiyeliler hep bir ağızdan “Hazırız! Gideriz” şeklinde yanıt vererek, hareketi desteklemişlerdir.

Sultan Abdülaziz’in yerine tahta geçirilen V. Murat dönemi de çok kısa sürmüş, Mithat Paşa’yı sadrazam yapması şartıyla 31 Ağustos 1876’da Osmanlı Saltanatı’nda II. Abdülhamit dönemi başlamıştır.

Tahta geçtikten sonra Kanun – i Esasi’yi (Anayasa’yı) kabul eden ve Mithat Paşa’yı sadaret makamına getiren II. Abdülhamit, kendi hakimiyetini sağlayabilmek amacıyla Anayasa’nın 113. maddesine dayanarak 5 Şubat 1877’de Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan alarak sürgüne göndermiştir.

Mithat Paşa’nın sürgüne gönderilmesi üzerine bazı medrese ve harbiye öğrencileri Dolmabahçe’ye giderek Mithat Paşa’nın görevine iade edilmesini ve Mahmut Celaleddin ile Redif Paşaların görevlerinden alınmalarını istemişlerdir. Ufak bir vaatle geçici olarak tatmin olan gençler dağılmış, ertesi gün hükümet sert tedbirler almış ve bu hareketi sona erdirmişlerdir.

Bir başka hareket de Abdülhamit’in tahttan indirilip, yerine yeniden V. Murat’ın geçirilmesi amacıyla 1878 yılında Ali Suavi tarafından gerçekleştirilmiştir.

“Çırağan Vakası” olarak da bilinen bu hareket başarılı olamayınca, aynı amaç

doğrultusunda yeniden bir komite oluşturulmuştur. İstanbul’da Prodros Mason Locası üstadı Kleanti Skalyeri, Evkaf Nezareti Senedat Odası İkinci Başkanı Aziz Bey, Şûra – yı Devlet Tanzimat Dairesi muavinlerinden Ali Şefkati Bey ve V. Murad’ın annesinin cariyelerinden Nakşibend Kalfa ve V. Murat taraftarlarının da içinde bulunduğu bu komite, Abdülhamid’e suikast düzenlemeyi planlamışsa da ihbar sonucunda komitenin birkaçı kaçmış, diğerleri de yakalanarak çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Bu komitede Darülmuallimin öğrencisi Filibeli Abdurrahim ile Haseki Medresesi öğrencisi Filibeli Abdullah’ın bulunması, bu hareketin “gençlik

hareketleri” kapsamında incelenmesine olanak sağlamıştır.

1. 2. 5. İttihad – ı Osmani (İttihat ve Terakki Cemiyeti) ’nin Kuruluşu (1889)

II. Abdülhamid’in tahta geçişinin hemen öncesinde ve sonrasında gerçekleşen hareketlerden dolaydır ki, ülke yönetiminde baskıcı bir politika izlenmeye başlanmıştır. Mesela; daha önce de bahsettiğimiz gibi ülke içerisinde mutlak hakimiyet kurmak isteyen II. Abdülhamid ilk iş olarak Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdikten sonra, 1877’de patlak veren ve “93 Harbi” olarak da bilinen Osmanlı – Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek Kanun – i Esasi’yi rafa kaldırmış ve Meşrutiyet idaresini “istibdat” rejimine dönüştürmüştür.

Bu dönemde gazeteler sansürlenmeye veya kapatılması, aydınların cezalandırılması ve her türlü muhalif hareketin hemen bastırılması, yeni bir muhalefet hareketini doğurmuştur. Kaldı ki; daha önce bahsettiğimiz gibi III. Selim döneminde yenilenen askeri okullar ile Batı tarzında eğitim veren Tıbbiye ve Mülkiye’deki öğrenciler üzerinde uygulanmaya çalışılan sıkı disiplin, öğrenciler arasında deyim yerindeyse “uyanış”a neden olmuştur. Nitekim İttihad – i Osmanî de öğrencilerin fikri olarak ortaya çıkmıştır.

2 Haziran 1889 günü49 bir araya gelen Ohrili İbrahim Temo, Arapkirli Abdullah Cevdet, Diyarbakırlı İshak Sükuti, Kafkasyalı Mehmet Reşit, Bakülü Hüseyinzade Ali Bey, Konyalı Hikmet Emin ve İsmail İbrahim Bey daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dönüşecek olan “İttihad – ı Osmanî (Osmanlı

Birliği) Cemiyeti”ni kurmaya karar vermişlerdir. Daha sonra Edirnekapı dışında

Mithat Paşa’nın bağında çukurca bir yerde gerçekleştirilen50

Bu arada Alpay Kabacalı’nın aktardığına göre İttihad – i Osmani Cemiyeti ismini 1894 yılında “İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirmiştir. Fakat şunu da belirmekte fayda var ki; Muammer Taylak’ın cemiyetin kurucularından olan ve “İnciraltı

Toplantısı” adı verilen toplantıda cemiyetin kurulması kesinleşmiştir. Bu toplantıya

yukarıdaki isimlerin yanı sıra yine Tıbbiye öğrencilerinden Trabzonlu Abdülkerim Sebati, Şerafeddin Mağmumi, Asitaneli Asaf Derviş, Bosnalı Ali Rüştü, Giritli Muharrem ve gazeteci İzmirli Ali Şefik de katılmıştır. Toplantıda Ali Rüştü Reisliğe, Şerafeddin Mağmumi Yazmanlığa ve Asaf Derviş de Saymanlığa getirilmiştir.

49

Taner Aslan, “İttihad – ı Osmanî’den Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne”, Türk Dünyası

Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 47, Ankara 2008, s. 80

50

İbrahim Temo’nun hatıralarından alarak kitabında yer verdiği cemiyetin ilk beyannamesinin sonunun “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak bitmesi de tarihsel açıdan bir çelişki doğurmaktadır. Muammer Taylak’ın aktardığı ve cemiyetin siyasi karakterinin de alenen ortaya konulduğu beyanname şöyledir:

“Müslüman ve ey Sevgili vatandaşlarımız Türkler!

Ermeniler devletimizin en büyük makamı olan ve bütün Avrupalılarca tanınan, hürmet gören Babı Ali’yi basmağa kadar cüret ettiler. Payitahtımızı sarstılar. Ermeni vatandaşlarımızın bu küstahane hareketleri teessüfümüzdür. Lakin hakikatte zulüm, istibdat ve idaresizlik, bu mucibi teessür ve teessüf hadiseleri doğurmaktadır. Biz Türkler de umum Osmanlılar gibi bu müstebit hükümetten ıslahat ve hürriyet istiyoruz. Cemiyetimiz bu maksatla çalışıyor. Biz bugün Ermenileri tedibe çalışacağımıza, idaresizliğin, zulüm ve istibdadın merkezi olan Bab – ı Ali’yi Şeyhülislam kapısını, Yıldızı basarak bu daireleri müstebitlerin başına yıkalım; el ele verelim, toplanalım, çoğalalım. Bizim de hürriyete serbestiyete aşık ve müstahak olduğumuzu alemi medeniyete gösterelim

Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti”51

Beyannameden de anlaşılacağı üzere Yeni Osmanlılar Hareketi’nden açık bir şekilde etkilenen İttihatçılar, hükümet baskısına karşı özgürlüğü savunmuş ve ıslahat yapılmasını talep etmişlerdir. Bununla birlikte beyannamede sürekli “Türklük” vurgusu yapılmıştır ki, bu akım, özellikle II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki