• Sonuç bulunamadı

NECİP FAZIL KISAKÜREK TİYATROSUNUN KAYNAKLAR

2.2. Türk Tarih

Hayatı ve diğer eserlerinden sonra Necip Fazıl’ın piyeslerini besleyen ikinci kaynak Türk tarihidir. O, ilk piyesi Tohum’dan itibaren çeşitli piyeslerinde tarihî konuları ele almıştır. Bunun sebebi yazarın tarihe olan ilgisidir:

“Necip Fazıl’ın 15 tiyatro eseri171 içinde tarihî konularda yazdığı tiyatro eserleri

sırasıyla Tohum, Künye, Kanlı Sarık, Abdülhamîd Han ve Mukaddes Emanet adlı eserlerdir. Bu eserlerden her biri, ele aldığı konular itibariyle de Necip Fazıl’ın tarihten süzerek vermek istediği manâyı ortaya koyan ve yazarın tarih anlayışı çerçevesini belirginleştiren eserlerdir. Yazarın tarih konulu tiyatro eserlerinde ele aldığı konular, üzerinde önceden beri fikir yürüttüğü ve hatta inceleme yaptığı konulardır. Bu yüzden Necip Fazıl’ın tiyatrolarını diğer tarih konulu kitapları paralelinde düşünmek mümkündür.”172

Yani Necip Fazıl, kendi ideolojisiyle alâkalı olan tarihî konularla ilgilenmiş, bunlar üzerine araştırmalar yapmış ve elde ettiği bilgileri yazdığı tarih incelemelerinin yanı sıra tiyatrolarına da taşımıştır. Düşünce eserlerinde işlediği tarihî konuları bir de tiyatro sahnesinde canlandırma isteğinin sebebi daha önce de belirttiğimiz gibi Necip Fazıl’ın tiyatroyu geniş kitlelere sesini duyurabileceği bir “vaaz kürsüsü” olarak görmesidir. Bu

170 Şaban Sağlık, “Tiyatro Yazarı Olarak Necip Fazıl”, Hece Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, 97 (Ocak 2005), s. 370.

171 Yazar, bu sayıya Necip Fazıl’ın yarım kalan piyeslerini dâhil etmemiştir.

172 Aslıhan Haznedaroğlu, Necip Fazıl Kısakürek’in Tiyatro Eserlerinde Tarih, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış yüksek lisans tezi, Rize 2012, s. 93.

noktada Necip Fazıl’ın tarih ve tarihçilik hakkındaki görüşlerine değinmek gerekmektedir. Necip Fazıl, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han adlı tarih kitabının “Önsöz”ünde bu konudaki görüşlerini ortaya koymuştur. O, öncelikle bir tarihçi olmadığını, bir tefekkür adamı olarak tarihe eğildiğini vurgular: “Ben, sanat ve tefekkür adamı olmak dâvasındayım ve tarihçi değilim. Bu eser de bir tarih denemesi değil…”173 Bu noktada eserlerinde tarih

biliminin araçlarına bağlı kalmadığını da belirtir:

“(…) Bu işde, tarihî vâkıalara yaklaşmış olmak vazifesi bir tarafa, yeni bir şey öğretmek, hattâ (kronolojik) nizama uygun, eksiksiz nakil gibi bir meslek borcu altına girmek kaygı ve kaydından uzağım.”174

Tarihe eğilirken yapmak istediklerini ise şu cümleler ile ortaya koymuştur:

“Öyleyse bu eser, hangi neviden olursa olsun, ne bir tarih, ne bir tarihî edebiyat; sadece vâkıalar temeli üzerinde, ilmî, aklî, teessürî her melekeye dayanan bir (tez), bir (manifest), bir dâva çerçevesi…”175

Necip Fazıl, hayatının ikinci evresinde benimsediği İslâmî dünya görüşüyle bağlantılı olarak tarihle ilgilenmiştir. “Bir dâva çerçevesi” olarak ifâde etmek istediği şey budur. Necip Fazıl, bir tarihçiden ziyade bir dava adamı olarak tarihe İslâmî zaviyeden yaklaşır ve tarihî olayları piyeslerine taşırken bu bakış açısından olayları değerlendirir.

Necip Fazıl’ın bu minvaldeki beş piyesini yayımlanma tarihlerine göre değil, ele alınan tarihî olayların kronolojisine göre inceleyeceğiz. Böylece yazarın ele aldığı tarihî aralığın genişliğini de ortaya koymaya çalışacağız.

Bu bağlamda ilk olarak Kanlı Sarık piyesi üzerinde duracağız. Kars’ın Sultan Alparslan tarafından fethinin 900. yıldönümü vesilesiyle Kars Belediyesi tarafından Necip Fazıl’a yazdırılan176 eserde yazar 1064’ten 1920’ye kadarki süreç içerisinde Kars tarihini

ele almıştır (KS, s. 15, 100). Piyesin birinci perdesi (KS, s. 13-53) tarih profesörü olan Fraklı Adam ile “tarihin bizzat kendisi” olduğunu söyleyen İhtiyar Timsal’in (KS, s. 13-14) konuşmaları üzerinden şekillenir. İhtiyar Timsal, Fraklı Adam’a yazdığı “Türkiye Tarihi”nin bir köşesini, Kars’ı göstermek ister. Bu perdede tabir-i caizse bir zaman makinesi ile 1064’e ve sonrasında yaşananlara gidilir, İhtiyar Timsal, Fraklı Adam’a 1800’lere kadar Kars’ta yaşananları (Kars’ın Alparslan tarafından fethi, Ortodoks Türkler tarafından işgali, yeniden Müslüman Türkler tarafından fethi, Timur istilası, Kars’ın Osmanlı dönemindeki vaziyeti, Ruslar tarafından şehrin çeşitli zamanlarda işgali) gösterir.

173 Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2011, s. 7. 174 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 8.

175 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 8. 176 Haznedaroğlu, a.g.e., s. 60.

Bu perdenin sonunda ise İhtiyar Timsal artık sahneyi Karslılara bırakacaklarını söyler ve Fraklı Adam’la beraber eserden çekilirler.

İkinci perdeden itibaren Kars tarihi Yetim Hoca ve oğlu Mazlûm Hoca’nın 1800’lerden 1920’de Kars’ın tamamen kurtuluşuna kadar yaşadıkları üzerinden anlatılır (KS, s. 59-108). Burada özellikle Rus ve Ermeni mezalimi üzerinde durulur. Kars’ın defalarca Ruslar ve Ermeniler tarafından işgal edildiği ve her seferinde şehirde medfun olan Ebûlhasan-i Hırkaanî’nin177 ruhaniyeti sayesinde ve “sarıklı hocalar” tarafından

kurtarıldığı vurgulanır (KS, s. 34, 68, 70, 96). “Sarık” bu eserde dini ve maneviyatı temsil eden bir semboldür. Eserde yoğun bir Müslüman Türk vurgusu vardır ve Kars tarihine bu nokta-i nazardan yaklaşılmıştır.

Necip Fazıl, Künye’de 1904-1923 arasındaki olayları ele almıştır. Birinci perdede Hamza Çavuş Plevne Müdaafası’nın üzerinden 27 yıl geçtiğini belirtir ki bu da 1904’e tekabül eder (K, s. 15). Binbaşı Ali Gazanfer’in kendi “künye”sini aşma ve paşa olma çabalarının işlendiği piyeste Gazanfer, orduda kendi doğrularına göre hareket ettiği için haklı olduğu hâlde pek çok kez sorun yaşar ve sonunda ordudan ihraç edilir. Gazanfer’in hikâyesi piyeste Osmanlı’nın yıkılışı ve Kurtuluş Savaşı’nın neticelenmesi arasındaki olaylarla beraber verilir.

Necip Fazıl, Künye’de Yemen isyanlarını (K, s. 20-24), Rus-Japon Savaşı’nı (K, s. 28-34), II. Meşrutiyet’in ilânı ve II. Abdülhamîd’in tahtan indirilmesini (K, s. 42-55), Balkan Savaşları’nı (K, s. 56-71), I. Dünya Savaşı, Sarıkamış faciası ve Sina çölündeki çarpışmaları (K, s. 75-107), İstanbul’un işgalini ve Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla şehrin kurtulmasını (K, s. 111-140) kendi bakış açısıyla işlemiştir. Yazarın bu piyeste II. Abdülhamîd ve II. Meşrutiyet hakkındaki görüşleri Abdülhamîd Han ve Mukaddes Emânet piyeslerindeki görüşleri ile aynıdır. II. Abdülhamîd’in tahtan indirilmesini devlet için bir çöküş olarak görür ve daha sonra ülke yönetiminde etkisi artan İttihat ve Terakki’nin yönetim ve savaş uygulamalarını eleştirir. Özellikle bu dönemde orduya siyasetin karıştırılmasını yerer:

“Efendiler, ağaçta kurt neyse orduda siyaset odur. Siyaset, bizim iş görme saatimizi çalar, biz de iş görürüz. Bu işi o işe karıştırdığımız anda, ordu kaybolmuştur.

177 1033 yılında vefât eden Horasanlı mutasavvıfın kabri Bâyezid-i Bistâmî’nin yaşadığı Bistam yakınlarındaki Harakan’dadır. Kars’ta hiç yaşamamış olmasına rağmen Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde Ebu’l Hasan Harakânî’nin Kars’ın fethine katılarak şehit olduğunu ve Kars’ın ikinci fethinde kabrinin bir rüya vasıtasıyla Lala Mustafa Paşa tarafından bulunduğunu yazması üzerine Karslılar tarafından bu rivayet benimsenmiştir. H. Kâmil Yılmaz, “Ebu’l Hasan Harakânî ve Tasavvuf”, Gazi Kars Şehrengizi Bildiriler Kitabı, Editörler: Cengiz Alyılmaz, İlyas Demirci, İbrahim Terzioğlu, Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yayını, Ankara 2011, s. 140-141.

Ordunun işi o kadar ulvîdir ki bu ulvilik, başka işlere karşı adeta bilgisiz, habersiz kalmaya mecburdur.” (K, s. 81)

Gazanfer orduda yükselmek, paşa olmak istese de bu hayâlleri asla vatan sevgisinin önüne geçmez. Orduda kendi doğrularına göre hareket ettiği için askerî mahkemede yargılanıp ordudan ihraç edildikten sonra, İstanbul’un işgal yıllarında Gazanfer Dolmabahçe Sarayı’na çağırılır ve burada Redingotlu Paşa ile görüşür. İşgal kuvvetleri ile işbirliği yapan hükumete mensup olan Redingotlu Paşa, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’yi durdurmak için “Kuvayi İnzibatiye” ordusu kuracaklarını ve kabul ederse Gazanfer’i bu ordunun başına paşa olarak geçireceklerini söyler. Gazanfer’in paşa olma arzusunu bilen Redingotlu Paşa onun bu hayâlini istismar etmeye çalışır. Gazanfer sert bir şekilde bu teklifi reddeder (K, s. 118-122). Piyeste Gazanfer, Millî Mücadele’yi destekler ve bu bağımsızlık mücadelesine katılmak ister ama bu isteği de gerçekleşmez (K, s. 123- 128). Yine de ölüm döşeğinde de olsa mücadelenin kazanıldığını ve İstanbul’un işgalden kurtulduğunu görür (K, s. 129-140).

Necip Fazıl’ın tarih bağlamında ele alacağımız üçüncü eseri ise 1968’de yazdığı Abdülhamîd Han’dır. Eser II. Abdülhamîd’e düzenlenen suikasttan kısa bir süre önce (1905) başlar ve hayatının son anlarına (1918) kadar sürer. Bu piyesten önce 1965’te II. Abdülhamîd’in hayatına dair yayımladığı eserinde Necip Fazıl, bu padişahla ilgili araştırmalarının 1943’te başladığını belirtmiştir.178 Bu kitapla piyes beraber okunduğunda

Necip Fazıl’ın II. Abdülhamîd’in hayatını yazarken elde ettiği bilgilerde ufak tefek değişiklikler yaparak piyesini yazdığı görülmektedir.

Piyes, Osmanlı Yahudisi olarak belirtilen bir kişinin sultandan Filistin bölgesinde Yahudiler için küçük bir miktar toprak istemesi ile başlar. Bunun karşısında devletin tüm dış borcu silinecek ve padişaha da büyük hediyeler verilecektir. Fakat II. Abdülhamîd bunu kesin bir şekilde reddeder ve Yahudi’yi tersler (AH, s. 11-14). Padişah bunun üzerine Şeyhülislâm’dan masonluğun bir fitne kaynağı olduğuna dair bir fetva hazırlamasını ister (AH, s. 15-16)179. İlk perdedeki bu Yahudi, üçüncü perdede II. Abdülhamîd’e tahtan

indirildiğini söylemeye gelen heyet içerisinde tekrar karşımıza çıkar (AH, s. 55-57). Gerçekte ise bu iki olaydaki Yahudiler birbirinden farklı kişilerdir. Sultandan Filistin’den toprak isteyen kişi Viyanalı bir Yahudi iken padişahın tahtan indirildiğini söyleyen heyetteki Yahudi, Selanik mebusu Emanüel Karuso’dur.180

178 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 5. 179 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 324. 180 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 325, 560.

Birinci perde ikinci tabloda II. Abdülhamîd’e Ermeniler tarafından düzenlenen bombalı saldırı işlenmiştir (AH, s. 17-21).181 Bir sonraki tabloda padişahın kurduğu hafiye

teşkilatıyla ilgili verilen bilgiler Necip Fazıl’ın padişahın hayatıyla ilgili eserinden alınmıştır. 182 Bunlara örnek olarak piyeste padişahın hafiye teşkilatı sayesinde yabancı

sefirlerden birinin kumarda ciddi miktarda para kaybettiğini öğrenmesi ve sefirin borcunu ödemesini (AH, s. 24-26) gösterebiliriz.

Piyeste dikkat çeken bir olay da ikinci perde beşinci tabloda II. Meşrutiyet’in ilânından sonra (AH, s. 31-38) “Şeriat isteriz” diyerek ayaklanan neferlerin bir binbaşıyı öldürmeleridir (AH, s. 39-46). Öldürülen bu binbaşı Ali Kabulî’dir.183 31 Mart olayları (13

Nisan 1909) olarak bilinen bu hadiselerden sonra olayları yatıştırmak için Selanik’te tertip edilen Hareket Ordusu İstanbul’a gelir ve II. Abdülhamîd tahtan indirilerek yerine kardeşi Sultan V. Mehmed Reşad getirilir.184 Piyeste bu süreç gayet kısaltılarak ikinci perde altıncı

tabloda ve üçüncü perde yedinci tabloda işlenmiştir (AH, s. 47-58).

Sekizinci tabloda zamanda atlama yapılarak Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı günlere geçilir. Düşman donanmasının boğazı geçerek İstanbul’u işgal etme ihtimaline karşı başkentin Eskişehir’e taşınması düşünülmektedir. Bunu artık son yıllarını yaşamakta olan II. Abdülhamîd’e bildirmeye gelen heyete o, oldukça sert bir şekilde hiçbir yere gitmeyeceğini ve gerekirse İstanbul’u savunurken ölmek istediğini söyler. Eski padişahın bu sözleri heyeti ve hükumeti derinden etkiler, başkentin taşınmasından vazgeçilir (AH, s. 59-66). 185

Piyeste II. Abdülhamîd’den sonra dikkat çeken ikinci şahıs Mabeyin Müşürü’dür. Aslı “mabeyn müşir”liği olan bu makamı Necip Fazıl piyesinde “mabeyin müşürü” şeklinde ifâde etmiş ve bu şahsın kimliğine dair bir bilgi vermemiştir. Aslıhan Haznedaroğlu, bu şahsın Ali Cevat Bey olduğunu söylese de186 bu doğru değildir. Zira Ali

Cevat Bey, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Mabeyn Başkâtipliği’ne atanmış ve II. Abdülhamîd’in tahtan indirilmesine kadar kısa bir süre bu görevde durmuştur. 187 Oysa

Mabeyin Müşürü piyesin başından beri karşımıza çıkmaktadır. Necip Fazıl’ın padişahın hayatına dair yazdığı eserde verdiği bilgilere göre bu şahıs Plevne kahramanı Gazi Osman

181 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 317-318. 182 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 233-238. 183 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 536-539. 184 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 526-563. 185 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 594-599. 186 Haznedaroğlu, a.g.e., s. 184.

Paşa’dır. 188 Necip Fazıl, bu noktada tarihî gerçeklikte bazı oynamalara gitmiştir çünkü

Gazi Osman Paşa 5 Kasım 1878 – 16 Temmuz 1879 tarihleri arasında bu görevi sürdürmüştür.189 Mabeyin Müşürü ise ikinci perdenin sonuna kadar (1909) piyeste

karşımıza çıkar. Necip Fazıl, Gazi Osman Paşa’nın şahsından yola çıkarak bir bakıma hayâlî bir şahıs oluşturmuştur. Eserde Mabeyin Müşürü, padişaha sonuna kadar bağlı ve saygılı bir şahıs olarak çizilmiştir. İkinci perdenin sonunda Mabeyin Müşürü, padişaha Hareket Ordusu’na karşı Hassa Ordusu’nu kullanarak bu hareketi bastırmasını söyler; padişahın kendi nefsini korumak için kan dökülmesine karşı çıkması üzerine dayanamayarak kılıcını kırar (AH, s. 49-51). Gerçek hayatta ise padişahtan Hareket Ordusu’nu dağıtma izni isteyen Tüfekçibaşı Tahir Paşa’dır.190 Necip Fazıl, Gazi Osman

Paşa ile Tüfekçibaşı Tahir Paşa’yı Mabeyin Müşürü’nün şahsında birleştirmiş ve kimi zaman da kendi görüşlerini ona söyletmiştir (AH, s. 34-36, 49-51). 191 Piyes boyunca Necip

Fazıl, II. Abdülhamîd’in kendisine “Kızıl Sultan” denilmesine rağmen ne kadar merhametli bir padişah olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır (AH, s. 28, 41, 51, 67-68).

Necip Fazıl’ın Mukaddes Emânet piyesi zaman bakımından incelediğimiz diğer üç piyesle kesişir ve bazı ortak noktalar arz eder. Bu piyes, Necip Fazıl’ın yakın tarihteki olayları günümüze kadar taşıdığı bir eseridir. II. Meşrutiyet’in ilânıyla 1908’de başlayan piyeste olaylar (ME, s. 11) 1971’e kadar getirilir, piyesin sonunda Abdullah Cumhuriyet’in ilânının üzerinden 48 yıl geçtiğini söyler ki bu da 1971’e tekabül eder (ME, s. 85).

Abdullah’la babasının konuşmaları ile başlayan piyeste bu konuşma sahnesi ile Baba geçmişe, hatıralarına uzanır (ME, s. 14-23). Yazar bu diyalogda Tanzimat Fermanı’na, Kırım Savaşı’na, II. Abdülhamîd’e ve ondan önceki padişahlara, 93 Harbi’ne ve Gazi Osman Paşa’nın Plevne Müdafaası’na, Meşrutiyet’e değinir. Burada Baba’nın görüşleri Abdülhamîd Han piyesindeki görüşlerle örtüşür. Baba, II. Abdülhamîd hakkında şunları söyler:

“Hastalığı gören, sahtelikleri anlayan, bu gidişe ‘Dur!’ demek için çabalayan ilk padişah Abdülhamit oldu. Kendi taksiri olmadan öncekilerin hazırladığı Moskof Muharebesini ustalıkla atlatmayı bildi. Ondan sonra da ‘Hasta Adamı’ 33 yıl ayakta tutmayı becerdi. (…)” (ME, s. 20)

Baba ile Abdullah’ın diyaloğuyla sona eren birinci perdeden sonra ikinci perde üçüncü tabloda yazar genel görüntüler hâlinde kısaca Balkan Savaşları’na, I. Dünya

188 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 181-183.

189 Mehmet Metin Hülâgü, “Gazi Osman Paşa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 13 (1996), s. 465. 190 Kısakürek, Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Han, s. 548-549.

Savaşı’na, Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’in ilânına değinir (ME, s. 31-34). Bu noktadan sonra olayları 1930’dan 1971’e kadar getiren Necip Fazıl inkılâplara, II. Dünya Savaşı’na, çok partili hayata geçişe ve Demokrat Parti iktidarına, 1960 darbesine ve 1970’lere doğru komünizm hareketleri ile birlikte ülkede düzen ve güvenliğin ortadan kalkmasına değinir (ME, s. 35-92). Böylece eserde tarihle güncel olaylar birbirine bağlanmış olur.

Mukaddes Emânet’i Kanlı Sarık’a bağlayan nokta Moskof (Rus) düşmanlığıdır. Kanlı Sarık’ta Müslüman Türk’ün en büyük düşmanı olarak ele alınan Moskof, bu piyeste de aynı şekilde değerlendirilir. 93 Harbi’nde Ruslara karşı savaşan ve bu savaşta sekiz Rus öldüren Baba, oğlu Abdullah’a kendi tüfeğini miras bırakır ve bu silahla “dokuzuncu Moskof’u öldürmesini” vasiyet eder (ME, s. 24-25). Abdullah’ın ortada savaş yokken bir Moskof’u nasıl bulup öldüreceğini sorması üzerine Baba şunları söyler:

“Mutlâka karşılaşırsın… Ya kendi toprağında, ya onun toprağında… Daha olağanı, hep kendi toprağında… Moskofla karşılaşmamak ne mümkün!.. Sen bulamazsan o seni bulur. O senin kök düşmanın, kökünün düşmanı…” (ME, s. 25)

Necip Fazıl, bu eserindeki Baba’yı kurgularken 1946’da gördüğü ve Büyük Doğu dergisine de taşıdığı bir mezar taşından etkilenmiştir. Akçakoca’nın Göktepe köyünde yer alan 1183 (1769/1770) tarihli mezar taşında şunlar yazmaktadır: “Moskof keferesinden intikam alamayan merhum Alemdar Ali Ağanın ruhuna Fatiha”.192 Eserdeki Baba da oğlu

Abdullah’tan mezar taşına “moskoftan öç alındığını görmeden gözleri açık giden” diye yazılmasını ister (ME, s. 26). Baba’nın oğluna kendi tüfeği ile bir Moskof öldürmesini vasiyet etmesi de yarım kalmış bir millî intikam isteğinin tezahürüdür.

Necip Fazıl, bu eserinde Moskof düşmanlığını Türkiye’de özellikle 1960’tan sonra yayılan komünizmle bağlantılı olarak ele alır. Moskof, artık savaşla değil, tüm dünyaya yaydığı komünizm ile Türklüğü ve İslâmiyet’i tehdit etmektedir. Piyesin sonunda Baba’nın işaret ettiği Moskof, Abdullah’ın Oğlundan Torununun Oğlu olarak karşımıza çıkar. Komünizmi benimsemiş ve bu ideoloji doğrultusunda anarşist eylemler yapan bu genç, Abdullah’ı manevî değerlere bağlılığı sebebiyle komünizm için tehlikeli olarak görür ve onu öldürmek için gönderilen çetenin başına geçer. Abdullah’tan İslâmiyet’i reddeden bir bildiri yazmasını ister, bunu yapmazsa öldürüleceğini söyler. Abdullah, kâğıt kalem alma bahanesiyle içeri girer ve babasından miras kalan tüfekle Oğlundan Torununun Oğlu’nu öldürür (ME, s. 86-92). Böylece Baba’nın vasiyeti gerçekleşmiş olur.

Necip Fazıl’ın tarih bağlamında ele alacağımız son eseri ise Tohum’dur. Fransızlar tarafından işgal edilen Maraş’ın kurtuluşunun işlendiği piyeste olaylar kısa bir zaman dilimi içerisinde verilmiştir. Piyes Maraş’ın düşman işgalinden kurtuluşu ile sona erer (T, s. 101-103) ki bu da Maraş’ın kurtuluş tarihi olan 12 Şubat 1920’yi işaret eder. 193

Daha önce de belirttiğimiz gibi Necip Fazıl’ın Kurtuluş Savaşı’na Maraş’tan bakmasının sebebi aslen Maraşlı olmasıdır. Onun bu eserinde Maraş’a ve Millî Mücadele’ye bakışı madde-ruh çatışması üzerinden şekillenmiştir. İşgalci Fransız kuvvetleri maddece Maraşlılardan üstündür fakat galip gelen manevî değerlere sahip olan Maraşlılardır. Necip Fazıl böylece Türk Kurtuluş Savaşı’nın manevî değerlere, ruha bağlılıkla kazanıldığını vurgular:

“(…) Necip Fazıl’ın Tohum’u Kurtuluş Savaşında görülen olağanüstü Türk gücünün âdeta mistik açıklamasını verir. Maraş’ın işgali sırasında geçen yiğitlik ve özveri olayları bir yana bırakılırsa, eser Anadolu’nun görünen fakir kabuğunun ötesinde görünmeyen ruhunu savunur. (…)”194

Tohum işlediği konu ile daha sonra yazılan Künye ve Mukaddes Emânet’le de kesişir fakat bu piyeslerde Millî Mücadele Tohum’daki kadar geniş ele alınmamıştır.

Necip Fazıl’ın bu beş piyesinde ele aldığı tarihsel zaman dilimini aşağıdaki şekil ile gösterebiliriz:

Şekil 2: Necip Fazıl’ın piyeslerinde tarihsel zaman dilimi

Bu şekilde Necip Fazıl’ın tarihî piyeslerinde 1064-1971 arasındaki dokuz yüz yıllık bir dönemi işlediği görülmektedir. Buradan yola çıkarak Necip Fazıl’ın Türk tarihine bakışı hakkında yorumlar yapabiliriz. Piyeslerinde ele aldığı en eski tarihin Kars’ın Sultan Alparslan tarafından fethedildiği 1064 olması onun tıpkı Yahya Kemâl gibi Türk tarihini Türklerin Anadolu’ya girdiği günlerle başlattığını gösterir. Bu piyesteki “Müslüman Türk” vurgusu da bu bakış açısını destekler. Bu noktada Necip Fazıl’ın din ve coğrafya temelli

193 Haznedaroğlu, a.g.e. s. 117.

194 Niyazi Akı, Çağdaş Türk Tiyatrosuna Toplu Bakış 1923-1967, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 1968, s. 35-36.

bir tarih bilinci içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. O, piyeslerinde Anadolu coğrafyasını vatan edinmiş Müslüman Türk’ün tarihini işlemiştir.

Çizelgeye baktığımızda Necip Fazıl’ın piyeslerinde 1900-1923 arasındaki yıllara daha fazla ağırlık verdiğini görürüz. Necip Fazıl, Osmanlı padişahlarının sonuncularından II. Abdülhamîd’e büyük önem verir ve devletin onun tahtan indirilmesiyle çöktüğünü düşünür. Üzerinde en çok durduğu bu yıllar Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı, Müslüman Türk tebaanın büyük zorluklar çektiği ve bu zorlukları yenerek Kurtuluş Savaşı ile yeniden bağımsızlığını kazandığı yıllardır. Beş tarihî piyesinden üçünde Millî Mücadele’ye yer vermesi ve Tohum’u bu konuya hasretmesi onun Türk milletinin bağımsızlığına verdiği önemi gösterir.

Necip Fazıl’ın bu piyesleri arasında en geniş zaman aralığına yer verdiği eseri Kanlı Sarık’tır. Bu piyesinde yaklaşık olarak 860 yıllık bir zaman içerisinde gelişen olayları ele almıştır. Tarihî piyesleri içerisinde zaman aralığı en kısa olan ise Tohum’dur.