• Sonuç bulunamadı

Diğer Edebî Eserlerinin Yansımaları

NECİP FAZIL KISAKÜREK TİYATROSUNUN KAYNAKLAR

2.1. Hayatının ve Diğer Edebî Eserlerinin Tiyatrolarına Yansımaları 1 Hayatının Yansımaları

2.1.2. Diğer Edebî Eserlerinin Yansımaları

Necip Fazıl’ın piyeslerinde kendi hayatından yansımaların yanı sıra diğer edebî eserlerinin izlerini görmek de mümkündür. Bu noktada özellikle şiirlerinin diğer edebî eserlerinden daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum Necip Fazıl’ın edebiyat hayatına şiirle başlaması ve şair kimliğini diğer edebî türlerden önde tutmasıyla alâkalıdır:

“(…) Necip Fazıl’ın bir şair olduğu ve şiirde belli bir noktayı yakaladıktan sonra tiyatro yazdığı unutulmamalıdır. Bu, onun dünyaya bir şair gözüyle baktığı, hadiseleri bir şair gözüyle tedkik ettiği gerçeğini ortaya koyar. Bu gerçek bize, onun tiyatrolarının şiirlerinden bağımsız olarak anlaşılamayacağını ifade eder. Tanpınar, ‘Antalyalı Genç Kıza Mektup’ta, şiirlerinde anlatmadıklarını hikâye ve romanlarında anlattığını belirtir. Aynı şekilde Necip Fazıl’ın tiyatrolarını da şiirlerinin açılımı olarak kabul etmek mümkündür. Tiyatrolarında monologa büyük bir önem vermesi, bu monologlardaki söyleyiş biçiminin şiirleriyle örtüşmesi, şiirlerinin muhtevalarıyla oyunlarının muhtevalarının birçok yerde kesişmesi gibi hususları bu kanaate dayanak noktası olarak saymak mümkündür. Bu noktada Necip Fazıl’ın Tanpınar’dan şöyle bir farkı ortaya çıkmaktadır. Tanpınar, şiirde söylemediğini roman ve hikâyelerinde dile getiriyordu. Ancak Necip Fazıl, şiirinde dile getirdiğini tiyatrolarında daha da açmaktadır. Bu anlamda Necip Fazıl’ın tiyatrolarını, şiirlerinin sahneye uyarlanışı olarak düşünmek mümkündür. (…)”160

Necip Fazıl’ın bu şekilde şiirlerindeki konu ve düşünceleri çeşitli dönüştürmelerle piyeslerine taşımasını, ifâde etmek istediklerini farklı vasıtalarla geniş kitlelere ulaştırma amacıyla gerçekleştirdiğini söylememiz mümkündür. Yazarın bu şekilde piyesleri ile diğer edebî eserleri ya da daha önce yazdığı piyeslerle kurduğu bağlantıları “türlerarası ilişkiler” bağlamında ele alacağız.

Türlerarası ilişkilerden yararlanan yazarların eserlerinde önce yazılanlar sonradan yazılan eserlerin kaynağı hâline gelir ve böylece yazarın farklı dönemlerinde yazdığı eserlerde bir ortaklık oluşur.161 Oluşan bu ortaklığın iki farklı görünümü vardır. Bunlardan

birincisi yazarın bir türde işlediği konu ya da olayların başka bir türde de bazı değişikliklerle kullanılmasıdır.162 Necip Fazıl’ın Sabır Taşı, Ahşap Konak, Yunus Emre ve

Püf Noktası eserlerinde şiir, hikâye ve hatta daha önce yazdığı piyeslerinde işlediği kimi konu ve anekdotları dönüştürerek kullanması buna örnektir. Türlerarası ilişkilerin ikinci şekli ise yazarın aynı temaları şiir, hikâye, tiyatro gibi farklı edebî türlerde işlemesidir.163

Necip Fazıl’ın şiirlerindeki korku temasını piyeslerine de taşımasını ve özellikle Mukaddes Emânet eserinde Ahşap Konak ve Kanlı Sarık piyeslerindeki temaları tekrar işlemesini bu

160 Sezai Coşkun, “Necip Fazıl’ın Tiyatroları Üzerine Bir İnceleme”, Hece Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı, 97 (Ocak 2005), s. 384.

161 Selda Uygur, Türlerarası İlişkiler Açısından Ziya Osman Saba’nın Şiir ve Öyküleri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, basılmamış yüksek lisans tezi, İstanbul 2005, s. 90.

162 Sezgin Gök, Türlerarası İlişkiler Açısından Sabahattin Kudret Aksal’ın Şiir, Öykü ve Tiyatroları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, basılmamış yüksek lisans tezi, İstanbul 2010, s. 4. 163 Gök, a.g.e., s. 4.

duruma örnek olarak gösterebiliriz. Necip Fazıl çeşitli piyeslerinde böylece hem şiir ve hikâyeleri ile hem de daha önce yazdığı piyesler ile dikkatli okuyucuların fark edebileceği köprüler kurmuştur.

Necip Fazıl’ın piyeslerine bu bağlamında baktığımızda ilk olarak Bir Adam Yaratmak, Sabır Taşı, Siyah Pelerinli Adam gibi eserlerinde karşımıza çıkan korku duygusunun “Kaldırımlar”, “Boş Odalar”, “Gece Yarısı”, “Açıklarda”, “Vehim” (Ç, s. 156-158, 211-216) gibi çeşitli şiirlerinde de işlendiğini görürüz. Bu, Necip Fazıl’ın şiirleri ile tiyatroları arasında bir ortaklık olarak karşımıza çıkar:

“(…) Necip Fazıl’ın tiyatro eserlerinde işlediği konular, aynı zamanda şiirlerinin de konusudur. Şiirlerinde çok soyut olarak hissedilen ve belirsiz bir karakter gösteren korku, dehşet, sıkıntı, vehim, şüphe, yalnızlık gibi duygu ve temalar, tiyatro eserlerinde adeta kahramanlarının şahsında somutlaşmıştır. (…) ”164

Necip Fazıl’ın özellikle ölüm teması üzerinde durduğu ve bu bağlamda varlık/yokluk meselesini sorguladığı Bir Adam Yaratmak piyesinde ölümle ilgili şiirlerinin yansıması görülmektedir. Çile’deki bölümlerden birinin “Ölüm” olduğu göz önünde bulundurulduğunda Necip Fazıl’ın bu konu üzerinde ne kadar derinlemesine durduğu görülür. Piyeste Mansur’un arkadaşı Husrev’e “Kafan bir arı kovanı gibi hep ölüm ihtizazlariyle dolu. Hep ölümle meşgûlsün.” (BAY, s. 29) diyerek vurguladığı bu durum şiirlerinde de karşımıza çıkar. Özellikle 1925 yılında yazdığı ve kendi ölümünü hayal ettiği “Ölünün Odası” şiiri (Ç, s. 120) yazarın aklının hep “ölümle meşgul” olduğunu somut olarak bize gösterir. Bu şiirinden ve Bir Adam Yaratmak’tan yıllar sonra 1976 yılında yazdığı “Nasıl” şiiri ise Necip Fazıl’da bu hâlin ömür boyu devam ettiğini göstermektedir: “Başım çığlıklı çocuk, onu nasıl avutsam? / Ne yapsam da ölümü bir saatcik unutsam?..” (Ç, s. 141)

Necip Fazıl bir Türk masalını temele alarak 1940’ta yazdığı Sabır Taşı piyesinde ise 1939 yılında yazdığı “Cinler” şiirini iktibas etmiştir. Birinci perde üçüncü tabloda cinler koro hâlinde bu şiiri okurlar (ST, s. 30-31):

“Ne derlerse desinler, Yakın dostlarım cinler… Havanın ve alevin Kemiksiz çocukları; Yüzbir odalı evin

164 Ahmet Alperen, “Necip Fazıl Kısakürek’in Sanatı”, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, Ankara 1994, s. 36-37.

Haşmetli konukları, Rüzgârdan topukları, Yakın dostlarım cinler… Kum gibi kalabalık,165

Bin şekil ve bin kılık; Suda bir gümüş balık, Postacı güvercinler, Zümrüt yüklü hecinler,

Yakın dostlarım cinler…” (Ç, s. 210)

Şiiri okuduktan sonra cinler, bu şiir üzerine düşünürler. Bu kısım Necip Fazıl’ın kendisi için yazdığı bir fahriye olarak değerlendirilebilir:

“BİRİNCİ CİN –(Son derece şahsî ve oynak bir tavır ahengi içinde.) Söyle bakalım! İnsan şair bizi tarif edebilmiş mi?

İKİNCİ CİN –(Şahsî ve oynak tavırlarla.) Hi, hi, hi, hi!!! İnsan şair!

ÜÇÜNCÜ CİN –(Gene şahsî edalarla Birinciye.) Üstad! Niçin gülüyor bu? İKİNCİ CİN –Hi, hi, hi, hi!!!

BİRİNCİ CİN –(Soğukkanlı) İnsandan şair çıkar mı diye gülüyor. İKİNCİ CİN –(Birinciye.) İnsandan şair çıkar mı?

BİRİNCİ CİN –Çıkar zâhir! Hem de öylesi çıkar ki, sizin, su şırıltılarını boncuk boncuk ipliğe dizen, fırçasını kelebek kanatlarına banan, bülbülün lâdes kemiğinden rübap yapan sanatkârlarınızı bastırır. Ama böylesi, insanlar arasında, İspanyol piyangosunun kazançları kadar az. Sizin insan dediğiniz bir acaip mahlûk! Yüz binde doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzu, gözüne mertek sokulsa görmez de, bir tanesi, nokta kadar tohuma bakınca içindeki ağacı görür.” (ST, s. 31-32)

Siyah Pelerinli Adam piyesinde ise İskelet kılığına giren Şeytan’ın sözleri Necip Fazıl’ın “Çile” şiirindeki “Niçin küçülüyor eşya uzakta? / Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? / Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta? / Sonum varmış, onu öğrensem asıl?” (Ç, s. 17) mısralarını hatırlatır:

“Sonra sana, mekânın vehmini aşıladım. Niçin on metre ilerdeki adam, başparmağın kadar küçüktür?.. Onu küçülten mesafeler midir, senin örümcek kafandaki nisbet hastalığı mı?.. (…)”(SPA, s. 37)

Necip Fazıl, kumara dair hatıra ve izlenimleri kullanarak hikâyeler yazmış ve bu hikâyelerinde “Hasta Kumarbaz” karakteri ile merkezî kişi olarak yer almıştır. Bu hikâyelerden Nam-ı Diğer Parmaksız Salih’ten önce yazılan “Rehinlik Maymun” (1939), “Yemin” (1939) ve “Matmazael Fofo” (1946)nun166 bu piyese Necip Fazıl’ın hatıraları ile

birlikte kaynaklık ettiğini söylememiz mümkündür. Necip Fazıl’ın hatıraları, hikâyeleri ve Nam-ı Diğer Parmaksız Salih arasındaki ilişkileri şöyle belirtebiliriz:

Piyeste krupyelik yapan Sülün Ahmet (NDPS, s. 17) “Rehinlik Maymun”da Sülün Bâki adıyla Hasta Kumarbaz’ın Paris’te okurken yanında bulunan kumarbaz bir arkadaşı olarak (H, s. 58-59) yer alır. Piyesteki Matmazel Fofo ise birebir aynı olarak “Matmazael Fofo” hikâyesinde anlatılmıştır. Hikâyede Matmazel Fofo “Hasta kumarbaz, batakhaneye girer girmez dona kaldı. Kumar masasında bir kadın!.. Masadaki hayâlin bir kadın olduğunu tesbit edince o kadar şaşırdı ki, nasıl bir kadın, bir müddet farkedemedi. En aşağı 60 yaşında bir acûze… Kırışmadan lâpalaşmış, çürümüş bir surat… Tavuk gözleri gibi ufacık gözler, vücudundan kaçmak istercesine ileriye doğru uzanmış, sivri bir burun… (…)” (H, s. 69) şeklinde tasvir edilirken piyeste “Altmışlık, kokona tipli, müstekreh denecek derecede çirkin Matmazel Fofo, kırıtarak başını sağa ve sola sallar ve Salih’in sözüne karşı böyle bir ihtimali protesto eder.” (NDPS, s. 18) şekilde tasvir edilmiştir. Hikâye ve piyeste Matmazel Fofo’nun kumar oynama tarzları da aynıdır. O, hikâyede oyuna yarım lira yatırırken piyeste bir lira yatırır, sürekli dokuz açar ve kendisi çok az kazanır ya da kaybederken bu oynayış şekli ile hep başkalarının kazanmasını sağlar (H, s. 70-71; NDPS, s. 28). Matmazel Fofo’nun hep dokuz açışının ardında da Necip Fazıl’ın Paris’te kumar yüzünden eğitimine devam etmemesi üzerine yurda dönmesi için kendisine verilen son parayı oynadığı son oyunda dokuz açarak kaybetmesi vardır.167

Hikâyelerle piyes arasındaki bir başka benzerlik ise Parmaksız Salih’in oğlu Yusuf’un gerçek kimliği ortaya çıkmadan önce kumarhanelerde “Hasta Kumarbaz” olarak bilinmesidir (NDPS, s. 21, 24-25). Necip Fazıl, hikâyelerinde kendisi için kullandığı bu lâkabı piyeste Yusuf için kullanmıştır.

Necip Fazıl’ın bir sonraki piyesi Ahşap Konak’ta ise şiirlerinden izler görülür: “(…) Ahşap Konak, dikkatli bir okuyucunun fark edeceği gibi ‘Muhasebe’ ve ‘Destan’ şiirlerinin nesir diliyle yorumu ve açıklaması denilse herhalde yanlış bir ifade olmaz.”168

Bu iki şiire baktığımızda “Muhasebe” (1947) şiirindeki

166 Necip Fazıl Kısakürek, Hikâyelerim, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2008, s. 57-74. Eserden yapılacak alıntılar bundan sonra H kısaltması ile gösterilecektir.

167 Kısakürek, Bâbıâli, s. 32-33.

“(…) Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, Orta kat: ‘Mavs’ oynayan annem ve âşıkları, Alt kat: Kızkardeşimin ‘Tamtam’da çığlıkları. Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!

Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş… (…)” (Ç, s. 403) mısraları ve “Destan” (1947) şiirindeki

“(…) Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; Evde cinayet, tramvay arabasında zina! Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;

Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! (…)” (Ç, s. 406)

mısraları piyeste konağın Yüksel tarafından yapılan tasviri ile örtüşmektedir:

“Siz asıl konağın mânasına bakın! Üçüncü katta, elleri titreyen illetli büyük babam ve kalp hastası büyük annem… Bu kat namaz ve niyaz katı… İkinci katta dul annem ve eksilmeyen misafirleri… Bu kat da, kumar, morfin ve saire katı… (…)

Bizim kat da (Aysel’i gösterir) benimle kızkardeşimin çerçevesi… Dans, içki, başıbozukluk, rezalet katı… Düşünün siz, zaman boyunca değişen nesiller, ahşap konakta nasıl yuvalanmış? Birbiri peşinden gelen zaman ölçüleri (Değneği makete doğru) şu ihtiyar mekânda nasıl belirmiş? Hepsi yarım asra sığan üç nesil, yeni deyimle üç kuşak… Alt katta yirmibeşlikler, orta katta ellilikler, üst katta da yetmişbeşlikler… Katlar alçaldıkça yükselen inişe bakın siz?” (AK, s. 14-15)

Ayrıca “Muhasebe” şiirindeki “İşte bütün meselem, her meselenin başı, / Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!” (Ç, s. 403) mısralarında aradığı genci Necip Fazıl, bu piyesinde somutlaştırmıştır. Eserdeki Yüksel karakteri, ahlâken yozlaşmış genç nesle karşılık olumlu özelliklere sahip bir kişi olarak çizilmiştir.

Yine aynı şiirde geçen “Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! / Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım!” (Ç, s. 403) ve “Destan” şiirindeki “Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?” (Ç, s. 407) mısraları ise bu şiirden yıllar sonra yazacağı Mukaddes Emânet piyesinin bir habercisi gibidir.

Necip Fazıl’ın bir önceki başlıkta hatıraları ile ilişkisini gösterdiğimiz Reis Bey piyesinin üçüncü perdesindeki hapishane sahneleri ile bu eserinden bir yıl önce yazdığı “Zindandan Mehmed’e Mektup” (1961) şiiri arasında benzerlik vardır. “Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta! / Baba katiliyle baban bir safta! / Bir de, geri adam, boynunda yafta…” (Ç, s. 420) mısralarıyla başlayan ve hapishane intibalarını işlediği bu şiirle Cinnet Mustatili’ndeki hatıraları ve Reis Bey’in hapishane sahneleri benzeşir. Necip Fazıl, hapishane hatıralarını hem “Zindandan Mehmed’e Mektup”a hem de piyesine yansıtmıştır.

Ayrıca yazarın Reis Bey piyesinde daha önce kaleme aldığı Para piyesiyle benzer bir nokta dikkat çekmektedir: Para’nın beşinci perdesinde O, ailesi tarafından reddedildikten sonra ölümüne sebep olduğu Benzeri’nin eskiden devam ettiği esrar kahvesine gider. Esrar kahvesinin müdavimleri birebir aynı oldukları için gelenin farklı biri olduğunu anlamazlar. O da oradakilerle birlikte esrar çeker ve perdenin sonundaki polis baskınında dengesini yitirip düşer, kafasını çarparak ölür (P, s. 117-134). Yıllar sonra yazılan Reis Bey’in ikinci perde beşinci tablosunda ise Reis Bey, idam ettirdiği gencin masum olduğunun ortaya çıkması üzerine emekliliğini ister ve vaktini gencin daha önce gittiği bitirim yerinde geçirmeye başlar. Onun bitirim yerinde olduğu bir gün polisin baskın yapması üzerine Kumarhane Garsonu, emekli hâkim olduğu için üzeri aranmaz düşüncesiyle bir paket uyuşturucuyu Reis Bey’in cebine atar ve onun tutuklanmasına sebep olur (RB, s. 93-108). İki eserde de merkezî kişi vicdan azabı ve bir nev’i günah çıkartma hissi ile ölümüne sebep olduğu kişinin daha önce devam ettiği mekâna gider ve iki eserde de merkezî kişi oradayken bir polis baskını gerçekleşir. Yani yazar Reis Bey’de Para’daki uygulamasını tekrarlamıştır.

Necip Fazıl’ın Yunus Emre adlı piyesinde de diğer edebî eserlerinin izleri bulunmaktadır. Onun şiirlerine baktığımızda Yunus Emre’ye olan ilgisinin gençlik yıllarına dayandığı görülmektedir. O, 1926 yılında “Kaç mevsim daha bekleyim kapında, / Ayağımda zincir, boynumda kement? / Beni de, piştiğin belâ kabında, / O kadar kaynat ki, buhara benzet!” (Ç, s. 383) şeklinde başlayan “Yunus Emre” adlı şiirini yazmıştır.

Ayrıca piyesten iki yıl önce (1967) yazılan “Ses” hikâyesi (H, s. 205-207) bazı değişikliklerle genişletilerek Yunus Emre’nin ikinci tablosu olarak esere dâhil edilmiştir (YE, s. 18-25). “Ses”te ölüm korkusunu derin şekilde hisseden bir adam ölümün olmadığı bir diyâr aramaya başlar. Arayışının sonunda mezarlığı olmayan, insanlarının ölümden habersiz olduğu bir köy bulur. Buna rağmen köyde elli yaşından yukarı kimse yoktur. Köyün karşısında bir tepe vardır ve oradan kimi zaman bir ses işitilir. Bu ses köyden birini ismiyle çağırır ve o kişi de tepeye doğru gider, kaybolur ve bir daha dönmez. Hikâyenin

sonunda ölümsüzlüğü arayan adam tepeden gelen ses tarafından çağırılır. Hikâyede ölümsüzlüğün bu dünyada olmadığı metaforik bir anlatımla ortaya konulmuştur.

Piyeste ise ölümsüzlüğü, ölümün olmadığı diyârı arayan kişi Yunus Emre’dir. Bu arayışının sonucunda hikâyede olduğu gibi ölümün bilinmediği bir köye varır. Burası Erenler köyüdür. Hikâyedeki gibi burada da vadesi dolan insanlar dağlardan gelen ses ile köyden ayrılırlar. Tablonun sonunda dağdan Yunus Emre çağırılır. Hikâyeden farklı olarak piyesin devamında gaipten gelen sesin Taptuk Baba’nın sesi olduğu anlaşılır ve insanın ölümsüzlüğe nefsini yenerek kavuşacağı işlenir.

Yunus Emre’nin beşinci tablosunda ise (YE, s. 43-52) Siyah Pelerinli Adam piyesinden izler karşımıza çıkmaktadır. Siyah Pelerinli Adam’da çeşitli kılıklara girerek Şair’i kandırmaya çalışan şeytana benzer bir şekilde bu piyeste nefs, Siyahlı Adam şeklinde görülür. Siyahlı Adam, önce Taptuk Baba’nın kızı Fatma’nın sesi olarak Yunus Emre’yi kandırmaya çalışır, sonra doğrudan gerçek kılığıyla nefs olduğunu söyleyerek onu aldatmak için uğraşır ama Yunus Emre nefsini alt etmeyi başarır. Hatarât ve nefsin imanlı kulun aklını çelme girişimleri Necip Fazıl’ın İbrahim Ethem piyesinde de karşımıza çıkar. Piyeste nefs, İbrahim Ethem’in gaipten gelen sesi olarak karşımıza çıkar. Bu ses, onu imanından şüpheye çağırır ama İbrahim Ethem, diğer piyeslerde olduğu gibi onu yenmeyi başarır (İE, s. 39-46).

Necip Fazıl’ın Mukaddes Emânet piyesi ise Ahşap Konak ve Kanlı Sarık’tan büyük izler taşımaktadır. Ahşap Konak’ta ele alınan genç nesillerin dejenerasyonu ile Kanlı Sarık’ta işlenen Moskof düşmanlığı bu piyesin ana konularını oluşturmaktadır. Bu benzerliklere dikkat çeken Turan Karataş, Mukaddes Emânet’in orijinal taraflarının az olduğunu da vurgulamıştır:

“Kimi yönleriyle Kanlı Sarık’a (Abdullah’ın Mazlum Hoca’yı hatırlatması), kimi yönleriyle de Ahşap Konak’a (gençliğin dejenerasyonu) benzeyen Mukaddes Emanet, özgün tarafları az bir yapıttır. Aksiyonun ilerleyişinde aksamalar, sonunu haber veren kurgu zayıflıkları, yine olması zor ‘tesadüf’ler dikkati çeker. Kuru fikir/ideoloji, zayıf bir yapı ve çerçeve içinde ‘çiğ’ durur. Yazar, bu oyunda da kahramanını feda ederek ‘dava’sını selâmete kavuşturur.”169

Püf Noktası’nın da Necip Fazıl’ın diğer piyesleriyle bağlantıları vardır. Recep Kafdağlı’nın Banka Temsilcisi ve Parti Genel Başkanı ile olan konuşmalarından oluşan üçüncü perde (PN, s. 47-66) Para piyesini, camide karşılaştığı ihtiyarın ona İbrahim

169 Turan Karataş, “Necip Fazıl’ın Tiyatroları”, Necip Fazıl Kısakürek, Editörler: Mehmet Nuri Şahin - Mehmet Çetin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2008, s. 248.

Ethem’in hikâyesini anlatması (PN, s. 80) İbrahim Ethem piyesini ve piyesin sonunda Efe’nin ağlaması üzerine Recep Kafdağlı’nın “Kaatilleri bile ağlatan adaletsiz cemiyet!.. Sana gözyaşını öğretecek şiiri nasıl yazmalı?” (PN, s. 82) şeklinde sözleri Reis Bey piyesini hatırlatır. Ayrıca yine Recep Kafdağlı’nın söylediği “Ben arıların bal yapması gibi, hiçbir şey izah etmem. Sadece eserimi veririm. (…)” (PN, s. 17) sözleri ise Necip Fazıl’ın “Poetika”sındaki “Arı bal yapar, fakat balı izah edemez.” (Ç, s. 471) cümlesine bir göndermedir.170

Tüm bunlardan görüldüğü üzere Necip Fazıl’ın diğer edebî eserleri türlerarası ilişkiler bağlamında hayatından sonra onun piyeslerini besleyen en önemli kaynaktır. Yazar piyeslerini yazarken daha önce yazdığı şiir, hikâye ve hatta diğer piyeslerinden yararlanmıştır. Dikkatli bir okurun fark edebileceği bu ilişkiler Necip Fazıl’ın diğer eserleri ile piyesleri arasında bağlar kurarak eserlerini zenginleştirmiştir.