• Sonuç bulunamadı

NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN TİYATROLARININ İNCELENMESİ

3.2.1. Toplumsal Temalar

3.2.1.5. Askerlik Kurumu

Necip Fazıl’ın piyeslerinde işlediği temalardan biri de askerlik kurumudur. Yazar bu temayı işlediği piyeslerinde örnek bir askerî düzen modeli çizmeye çalışmıştır. Necip Fazıl bunu ilk kez ele aldığı Künye’de merkezî kişi Gazanfer aracılığıyla Osmanlı’nın son dönemlerindeki ordu yönetimine ciddi eleştiriler getirmiştir. Gazanfer mevcut ordu yapısı içindeki yanlışlıkları sorgulamakta, kimi zaman emir-komuta zincirini zorlayacak derecede kendi doğrularını cesur bir şekilde ifâde edebilmektedir. Bu yüzden Harbiye Mektebi’ndeki dersini teftişe gelen Müfettiş Paşa ona “Orduda, kendisine mahsus fikirleri olan bir zabit diye şöhretinizi bilirdim. (…)” (K, s. 35) der.

Birinci perde birinci tabloda Yemen’deki görevinden henüz dönmüş olan Gazanfer, arkadaşı Necati’ye Yemen’le ilgili izlenimlerini anlatır. Orada bulunduğu süre içerisinde idare mekanizmasının rüşvet ağını tespit eden Gazanfer rüşvet gibi sorunlar çözülmedikçe Osmanlı’nın askerî güçle Yemen isyanlarını bastırmakta başarılı olamayacağını düşünür (K, s. 20-21). O, coğrafyayı tanımayan ve coğrafyanın iklimine alışkın olmayan Anadolu çocuklarının isyanları bastırmak üzere Yemen’e gönderilmesini doğru bulmaz:

“(…) Şimdi sıra, güneşle yalnız öpüşmeye alışmış serin yaylalar ve saf pınarlar memleketinin çocuklarında. Kurban istifile vapur vapur kıyılara dökülüyorlar. Afallamışlar. Afallamakla başlayan bir ölüm. Peşinden zangırdayan çene, saman boyası gözler… Kan ve pıhtıdan ibaret hazım. Nihayet son muamele. Bu mukavvadan hedeflerin yanyana dizilişi, yürütülüşü. Gaipten gelen kurşun yağmuru. Vurulan kurtulmuştur. İşte bizim taraf. (…)

Cinayeti işleyenler sanki tabiatla elele… Üstelik bu tabiatın insanlarını da rüşvetle, işkenceyle, kötü idareyle şahlandırıp aynı ejderhanın emrine vermişler. Artık ejderha mükemmel. Onu doyurmağa tükenmez bir kaynak lazım. Açılsın Anadolu! Yürü, nereye gittiğin, ne kadar gideceğin, nerede duracağın, nasıl öleceğin belli değil, yürü! Fatih babalarınızın ateşten mirasını, en alçak bir tertiple, dakikada bir, on misli ödeyerek

muhafazaya memursunuz, yürüyünüz! (Bir lâhza durur.) Bu da Yemen bilmecesi!” (K, s. 23-24)

Birinci perde ikinci tabloda Gazanfer’i Harbiye Mektebi’ndeki harp tarihi dersinde görürüz. Gazanfer bu dersinde biteli henüz iki gün olan Rusya ile Japonya arasındaki Mukden Meydan Muharebesi’ni işleyecektir. Derse başladıktan kısa süre sonra teftiş için Müfettiş Paşa gelir ve Gazanfer’e hangi konuyu işlediğini sorar. Müfettiş Paşa, Rus-Japon savaşının işlendiğini öğrenince bu savaşın henüz tarih olmadığını söyler ve Gazanfer’in Japonların başarısını tahlil etmesini felsefe olarak niteleyerek kızar. Gazanfer, derste öğrencilerinin karşısında hocalık salahiyetlerine karışıldığını düşünür ve ordudaki emir- komuta zincirinin nasıl bir temele dayanmasını gerektiğini Müfettiş Paşa’ya oldukça cesur bir tavırlar şöyle ifâde eder:

“(…) Paşa hazretleri! Ben asker olmak bakımından kendisini büyüklerinin kumandası altına koymuş bir insanım. Büyüğün emri karşısında küçük, nefsini fikir ve arzudan mahrum edecektir. Bu benim gayemdir. Şu kadar ki, büyüğün emir hakkıyle küçüğün itaat gayesi arasında mükemmel bir nisbet doğması için, emrin de riayete muhtaç olduğu kanunlar vardır.” (K, s. 35-36)

Bu sözlerin ardından Müfettiş Paşa’nın sinirlenip gitmesiyle derse dönen Gazanfer yukarıda alıntıladığımız sözlerine koşut olarak emir-komuta zinciri hakkında talebelerine şunları söyler:

“Bir asker, demircinin elindeki kızgın demire benzer. Ateşe girecek, bembeyaz, yanacaktır. Çekiç altında istenen biçimi alacak, kovada suyunu içtikten sonra kıvamını bulacaktır. Fakat bunda bir incelik var. Demircinin demire kabul ettirdiğini, büyüğün de küçüğe kabul ettirmesi lâzım. (…) Büyüğün işi inandırmak ve güvendirmek. Küçüğün işi de inanmak ve güvenmektir.” (K, s. 37-38)

Piyesin geneline baktığımızda Gazanfer’in bu ilkeyi benimsemekle beraber üstlerinden aldığı emirlere inanıp güvenmediğini görürüz. Necip Fazıl açıkça belirtmese de Gazanfer’e verilen emirlerin mantıksızlığını olayların akışı içinde göstererek buradaki sorunun üstlerde olduğunun altını çizer. Gazanfer, eser boyunca mantıksız ve gerçekleşmesi imkân dışı emirler almıştır. Bunlardan ilki birinci perde dördüncü tabloda Balkan Savaşları esnasında ateşkesin düşman kuvvetleri tarafından bozulacağı sırada Gazanfer’in alay kumandanlığından alınıp fırka divan-ı harp reisliğine getirilmesidir. Gazanfer’in derhal komutayı bırakıp yeni görevine gitmesi istenir. Bu esnada ateş başlamıştır ve Gazanfer bu nazik anda emri dinlemez (K, s. 63-70). İkincisi ise ikinci perde altıncı tabloda Gazanfer’in de dâhil olduğu orduya Sarıkamış’ı aşıp düşmana taarruz etme

emri verilmesidir. Gazanfer bu emre karşı gelmemiş ama ordunun bu emir üzerine tamamen donarak şehit düşmesi emrin sağlıksızlığını göstermektedir (K, s. 88-93). Gazanfer’in aldığı imkân dışı emirlerden sonuncusu ise ikinci perde yedinci tablodadır. Sina Çölü’nde susuzlukla boğuşarak uzun süre yol alan orduya on kilometre daha ilerleme emri gelir. Bu emir Gazanfer’in tüm sabrını tüketir:

“GAZANFER –(Öfkeyle) Emir kimin?

ERKÂNIHARP BİNBAŞI –Ordu emri, şimdi geldi.

GAZANFER –Düşman olsa vermez bu emri. Gaye bütün bir orduyu bir saniyede harcamaksa kolay. Emir verelim, her nefer, silâhını kalbine dayasın ve çeksin.

ERKÂNIHARP BİNBAŞI –Reisim, lütfen bağırmayın! Duyabilirler.

GAZANFER –(Daha yüksek sesle) Duysunlar! Anlıyorum ki, beni öz neferimin kurşunu rahata kavuşturacak. (...) ‘Allahü ekber’ dağından sonra Sina çölünü geçiyoruz. Kafkasya’nın ardından Mısır’ı fethedeceğiz. Bir orduluk insan, hangi delinin rüyasını gerçekleştirmeye memuruz? (...) Ölümden kaçmıyorum. Kendime ve bir milyon kişiye öl demesini bilirim. Yeter ki mevzuunu bulayım. (...)” (K, s. 98)

Necip Fazıl böylece Gazanfer’in “hangi delinin rüyası” sözleriyle Enver, Talât ve Cemal Paşaların Birinci Dünya Savaşı’nda orduyu ve devleti boş hayaller uğrunda yıkıma sürüklediğini ima eder. Eserin başka bir yerinde ise bu kişiler hakkında “üç tane gözü dönmüş adam” ifâdesini kullanır (K, s. 60). Sağlıklı ve iyi planlanmamış hareketlerin/emirlerin orduya zarar vereceğini düşünen Necip Fazıl ordunun başarılı olması için komuta kademesindekilerin akl-ı selim insanlar olması gerektiği mesajını vermektedir.

Necip Fazıl’ın Künye’de ordu üzerine dikkat çektiği bir nokta da ordunun maddî imkânlarının kısıtlılığıdır. Yine Gazanfer aracılığıyla yazar askerin yiyeceksiz, susuz ve donatım açısından zayıf olduğunu vurgular (K, s. 59, 88-98). Bu da askerin düşman karşısında bedensel güç bakımından zayıf kalmasına sebep olmaktadır.

Yazarın bu piyesinde askerlik kurumu üzerine değindiği en önemli hususlardan biri de ordu-siyaset ilişkisidir. Necip Fazıl, Birinci Dünya Savaşı arifesindeki Osmanlı ordusunun siyasetle ilişkisini ikinci perde beşinci tabloda Tabur İmamı’nın “Mademki bana dobracı imam dediniz, ben de söyliyeyim. Gitsin tavla, gelsin siyaset!” (K, s. 80) sözleriyle ortaya koyar. Subaylar vakitlerini ya tavla oynayarak ya da siyaset konuşarak harcamaktadırlar. Bu da orduyu aslî vazifesinden uzaklaştırır. Tabur İmamı’nın sözleri üzerine Gazanfer’le Necati arasında şu konuşma geçer:

“GAZANFER –(…) Efendiler, ağaçta kurt neyse orduda siyaset odur. Siyaset, bizim iş görme saatimizi çalar, biz de iş görürüz. Bu işi o işe karıştırdığımız anda, ordu

kaybolmuştur. Ordunun işi o kadar ulvîdir ki, bu ulvîlik başka işlere karşı adeta bilgisiz, habersiz kalmaya mecburdur.

NECATİ –Ordu fikirsiz mi, ordu şuursuz bir makine mi?

GAZANFER –(Necati’ye) İşte bütün dâva bu inceliği kavramakta. Ordu makineleşmiş bir mefkûredir. Onu fikir besler, siyaset öldürür. Çünkü siyaset fikrin kendisi değil, posasıdır.” (K, s. 81)

Görüldüğü gibi Gazanfer ordu için siyaseti ölümcül derecede zararlı bulmaktadır. Birinci Balkan Savaşı’nın da bu sebeple kaybedildiğini düşünen Gazanfer, madde ve ruh ölçüleriyle ideal bir ordu kurulması gerektiğini savunur (K, s. 82).

Necip Fazıl, yarım kalan Kumandan piyesinde Yüzbaşı’yı ideal bir komutan örneği olarak işlemiş ve askerlik kurumu için bir model oluşturmak istemiştir. Yüzbaşı her türlü bireysel kusurdan kendisini temizlemiş, vakur ve akl-ı selim bir komutandır. Balo gecesinde Teğmen’in kıskançlıkla sinirlerine hâkim olamaması üzerine ona söylediği “Sizi üniformanızın ve insanlığınızın haysiyet ölçüsüne davet ederim. En küçük hafifliğe tahammül etmiyeceğim. Bir askerin hususî hayatı yoktur!” (Ku, s. 66) sözleri Yüzbaşı’nın karakterini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ona göre bir asker duygularına hâkim olmalı ve asker olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır.

Yüzbaşı tevekkül sahibi bir insan olarak çevresindekileri zor anlarda teskin edebilecek güce sahiptir. Denizaltılarının geçirdiği kaza sonucu kurtulma ümitleri çok düşük olsa da o, en küçük bir panik ve korku yaşamadan sağ kalan mürettebatı teskin etmeye çalışır (Ku, s. 49-56, 72-88). Teğmen’in ölüm korkusuyla sürekli sızlanıp ağlaması üzerine de ona şöyle diyerek yine bir askerlik dersi verir: “Farz et ki, Üsteğmen ve ben baş bölmelerden birindeydik ve oradakilerle beraber öldük… Ne yapacaktın o zaman? Emrindekilere cesaret vermeyecek miydin? Onlarla beraber ağlayacak mıydın? Utanmayacak mıydın?” (Ku, s. 54)

Yüzbaşı bunun yanında Teğmen’in zayıflayan sinirlerine hâkim olabilmesi için batıkta kurtarılmayı beklerlerken kısa bir süreliğine komutayı ona bırakır. Bu kısa süre içerisinde Teğmen’in daha olgun davrandığı görülür (Ku, s. 73-76). Yazar böylece görev ve sorumluluğun kişiyi daha olgun ve ciddi davranmaya sevk ettiğini göstermiştir.

Yazar, eserdeki Teğmen karakteriyle bir komutanın nasıl olmaması gerektiğini göstermeye çalışmıştır. Teğmen, Yüzbaşı gibi sağlam karakterli ve zaaflarına hâkim değildir. Bu da zaman zaman taşkınlık yapmasına sebep olmaktadır. Necip Fazıl, bu piyesinde böylece iki farklı komutan örneğini ele alarak ideal bir ordu ve kumandan nizamı çizmeyi amaçlamıştır.

Yazar Abdülhamîd Han piyesinde de 31 Mart Vak’ası üzerinden askerlik kurumuna kısaca değinir. Eserde Sultan Abdülhamîd “Şeriat isteriz” diyerek ayaklanan ve Yıldız Sarayı’na yürüyen askerlerden birkaçını temsilci olarak huzuruna çağırır ve onlara bu hareketlerinin sebebini sorar. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:

“ÇAVUŞ –Biz sarığı sayarız, padişahım! ABDÜLHAMÎD –Ya zâbitlerinizi?

ÇAVUŞ –Onlar bizi döğüyor, bize söğüyor padişahım! ABDÜLHAMÎD –Elbette döğer! Baba oğlunu döğemez mi?

ÇAVUŞ –Döğer padişahım! Böylesine saçımız keçe, canımız kurban… ABDÜLHAMÎD –Eee.

ÇAVUŞ –Onlar bizim dinimize, ırzımıza söğüyor padişahım!

ABDÜLHAMÎD –(Mabeyin Müşürüne) Yazıklar olsun, okumuşluk maskesi altında milletle güdücülerinin arasını açanlara, Türkün ruhunu hor gösterenlere!.. (…)” (AH, s. 44)

Yazar bu diyalogla subaylar ile alt kademe askerler arasında manevî bir ayrılık olduğunu göstermiştir. Subaylar, alt kademenin manevî değerlerine saygı duymadıkları için askerlerin tepkisini çekmişlerdir. Yazar burada Künye’deki görüşlerine benzer bir şekilde astın üste tam itaati için üstlerin de astlarına karşı saygı çerçevesi içinde davranması gerektiğini vurgulamıştır.

Necip Fazıl, Künye ve Kumandan piyeslerinde askerlik, ordu ve ordu yönetimi üzerinde geniş bir şekilde durmuştur. Necip Fazıl’ın piyeslerinde bu konuyu işlemesinde Heybeliada Bahriye Mektebi’nde aldığı askerî eğitimin önemli bir etkisi vardır. Kendi deneyimlerinden ve özellikle Osmanlı’nın son dönemlerindeki askerî hezimetlerden dersler çıkaran yazar bunlardan yararlanarak ideal bir askerî düzen modeli çizmeye çalışmıştır.