• Sonuç bulunamadı

Türk Siyasal Yaşamında Erbakan Liderliğindeki “Milli Görüş” Hareketi

1960’lı yıllarda 27 Mayıs darbesi ertesinde kabul edilen yeni anayasanın da etkisi ile Türk siyasal yaşamında hissedilen özgürlükçü ortam diğer birçok ideoloji gibi İslami kesime de hem kendi siyasal partisine sahip olma, hem de diğer siyasal partiler içinde daha etkin bir biçimde yer alma imkanını sağlamıştır(Komsuoğlu, 2000:83). 1967 yılında AP (Adalet Partisi) içinde birkaç ismin İslami özellikleri ön planda olacak bir parti arayışına girmeleri, 1968 yılında Odalar Birliği içinde büyük sanayi ve ticaret çevrelerine karşı küçük ve orta ölçekli iş sahiplerinin birleşmesi ve Necmettin Erbakan’ın Oda Başkanlığına seçilmesi ile hızlanan bir İslami eğilimli parti kurma süreci, 26 Ocak 1970’de MNP’nin kuruluşu ile sonuçlanmıştır. MNP, 12 Mart müdahalesinin ardından 20 Mayıs 1971’de kapatılmış fakat kısa bir sürede hareketin temel dinamikleri tekrar bir araya gelerek MSP’yi kurmuştur. 1973 seçimlerinin sonuçları bir hükümet oluşturulması sürecinde MSP’yi kilit parti haline getirmiş ve bu sürecin sonucunda kurulan koalisyonda MSP, CHP’nin iktidar ortağı olarak hükümette yer almıştır. 6 Şubat 1974’te MSP’nin 7 bakanla temsil edildiği ve Necmettin Erbakan’ın başbakan yardımcılığını üstlendiği CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in başbakanlığında CHP-MSP koalisyonu kuruldu. MSP’nin bu iktidar dönemi Türk siyasetinde İslami kadroların bürokrasi ile bağlarını sağlamlaştırdıkları dönem olarak görülmelidir. Bu dönemde devletin birçok kadrosunda yer alan İslami hareketin çeşitli isimleri uzun yıllar boyunca Türk siyasetinde var olmayı sürdüreceklerdir.

Bu koalisyon döneminde Erbakan’ın iç siyasette reel düzlemde karşılıksız olan vaatleri, dış politika alanında da reel politik açısından değerlendirildiğinde uygulanması zor iddaları içeren bir söylemde, yansımasını bulmuştur. İslam ülkeleri ile kurulacağını söylediği iyi ilişkiler, ABD ve İsrail aleyhine sözleri gibi Türkiye’nin o dönemki dış politika koşulları düşünüldüğünde çok büyük ölçekli olan vaatleri bu tutuma örnek verilebilir. MNP/MSP çizgisinin Kıbrıs sorunu ile ilgili ilk doğrudan ilişkisi de bu iktidar döneminde gerçekleşmiştir. MSP’nin Kıbrıs politikası bu dönemde partinin abartılı dış politika yaklaşımına uygun bir içeriktedir. Erbakan’ın popülist yaklaşımı dış politikaya dair söylemlerinin iç politikada oy toplamaya yönelik olması nedeniyle gerçekçi bir zeminde olmaktan uzaktır. Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit’in Kıbrıs konusunda uyumlu bir politika içinde olduklarını söylemek zordur. MSP bu dönemde adanın taksimi tezini savunmakta ve adada iki ayrı devletin kurulmasını desteklemektedir (Erbakan, [t.y]:22-23). Oysa CHP’nin bu dönemki hedefi hükümet politikası olarak kabul ettirmeyi başardığı biçimde federatif bir devlet anlayışına daha yakındır(Tekin, 1975:228).

1974’de adaya yapılacak müdahale öncesinde hükümetin MSP kanadı için Kıbrıs’a müdahalenin “fetihçi” duygulara seslenen bir yönünün de olduğu söylenebilir (Gönlübol, 1996:575). Müdahalenin ardından iki lider arasındaki

ilişkiler daha da gerginleşmiştir. Bu dönemde Ecevit, “Kıbrıs Fatihi” unvanıyla seçime hazırlanmaktadır. Erbakan’sa yılda 100 bin tank yapmak, bir hamlede ağır sanayi kurmak gibi daha önce vurguladığımız çizgide gerçekçilikten uzak bir abartı içerdiği söylenebilecek yaklaşımları dillendirmektedir (Bila,1979:600). Bu abartılı yaklaşımın dış politika alanındaki yansıması Kıbrıs’ta da kendini göstermiş; Erbakan, "Biz Kıbrıs’ın tamamını alacaktık. Ama koalisyon ortağımız

bunu engelledi" biçimindeki o dönemde oldukça popüler olan çıkışını yapmıştır.1

Kıbrıs başarısını değerlendirmek için erken seçime gitmek isteyen Ecevit’in 18 Eylül 1974’de hükümete istifasını sunması CHP-MSP koalisyon hükümetinin sonu olmuştur. MSP’nin ikinci iktidar deneyimi CHP-MSP koalisyonun sona erişinden sonra AP-MSP-MHP ve CGP’nin (Cumhuriyetçi Güven Partisi) bir “Milli Cephe” (MC) hükümeti kurma konusunda anlaşması ile gerçekleşti. Fakat MSP ile AP ve MHP arasındaki anlaşmazlıklar kısa zamanda MC hükümetlerinin dağılmasını getirdi. 31 Mart 1975’te kurulan I. MC 1977’de dağıldı, hemen ardından kurulan II. MC hükümetiyse, 31 Aralık 1977’de CHP’nin verdiği gensorunun onaylanması sonucunda TBMM’den güvenoyu alamayıp düştü. MSP, MC hükümetlerinin ardından 1979 yılında Demirel’in kurduğu hükümeti dışarıdan destekledi. Bu dönemde Erbakan özellikle Kıbrıs ile ilgili kendisine ve partisine pay çıkartan söylemine devam etti.

12 Eylül darbesinin ardından MSP kapatıldı. Milli Görüşçüler kısa bir süre sonra RP’yi kurdular ve 1987’deki referandumun ardından Erbakan, partisinin başına geçti. RP 1987, 1989 ve 1991 seçimlerinde giderek oy oranını yükseltti. Bu dönemde partinin söylemini daha çok iç politikaya dayandırdığını ve dış politika söyleminin çok da kuvvetli olmadığını söylemek olanaklıdır. Bu dönemde MSP dönemine benzer biçimde, dış politika ile ilgili özellikle İslam ülkeleri ile kurulacak yakın ilişkiler söylemine dayanan ve milli-İslami duygulara populist bir yaklaşımı olan parti söylemi iç politikada oy toplama amacına yönelik devam etti. Partinin 1991 seçimleri öncesinde Alparslan Türkeş liderliğindeki MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi) ve Aykut Edibali yönetimindeki IDP’yle (Islahatçı Demokrasi Partisi) yaptığı seçim işbirliği, doğal olarak ortak söylemde, kısa dönemli, aşırı milliyetçi bir dış politika yaklaşımını getirmiştir.

1994 yılı RP’nin ilk büyük başarısını getirdi; RP bu yıl yapılan yerel seçimlerde belediyelerin neredeyse yüzde 70’ini kazandı. Partinin bu dönemde, İslami çizgisinin getirdiği görünüşte anti-Amerikancı çizgisinin yansıması olarak dönemin hükümetine Kıbrıs konusu ile ilgili sert eleştiriler getirdiği görülmektedir. Dönemin parti yöneticilerinden Abdullah Gül 1994 Nisan’ında Çiller’i;

“Kıbrıs üzerinde oynanan büyük bir ihanet derecesindeki skandalla karşı karşıyayız. Yıllarca Türkiye’nin telefonlarla yönetildiğini ve şahsiyetsiz, Türk devletinin onurunu kıran dış politikalar izlendiğini söylemekte ne kadar haklı olduğumuz maalesef bir kere daha ortaya çıkmıştır. Başbakan, devlet geleneklerine aykırı olarak yaptığı gizli görüşmelerin, pazarlıkların ve

milletin hilafına verdiği tavizlerin bedelini şimdi ödemek zorundadır. Kıbrıs’ta kazanılmış hakların, pazarlıklarla ve Denktaş’a baskı yaparak verilebileceğini düşünüyorsa büyük yanılgı içerisindedir. TBMM’nin ve Türk milletinin iradesi dışında Amerika’dan veya Avrupa’dan alınacak desteklerle kimse Kıbrıs konusunda ve ülkeyi ilgilendiren diğer milli meselelerde kendi başına taviz veremez, karar alamaz. Kıbrıs’la ilgili gelişmeleri büyük bir dikkatle izliyoruz. Şayet bu hükümet şehit kanları ile alınan toprakları masa başında Clinton’un veya başkalarının hatırı için geri vermeye kalkışırsa bunun maliyetini ödemek

zorunda kalacağını unutmamalıdır.”2

sözleri ile eleştirmektedir.

Partinin o yıllardaki Kıbrıs politikasının, partinin en yetkili ağzından ifadesi ise 10 Nisan 1993’de TBMM’de gerçekleşen Kıbrıs oturumunda Necmettin Erbakan’ın;

“...Kıbrıs’ın bizim ekonomimizde bir büyük yük olduğu (!) –şu söze bakın- ve Kıbrıs’ın bizim için bir handikap olduğu (!) şeklinde sözler söylemişlerdir. Bu sözler nasıl söylenir?.. Kıbrıs bizim için büyük bir şereftir (RP sıralarından alkışlar). Orada bir kardeş ülkemiz var.“Efendim, yılda 200 milyon dolara mal oluyor.” deniyor; 2 milyar dolara mal olsa ne olur?.. Kıbrıs bize 1570 yılında 40 bin şehide mal olmuştur, 40 bin şehit!.. (RP sıralarından alkışlar). Unutmayalım ki, o milyarlara, ancak o şehitlerin yüzü suyu hürmetine sahip olabiliyoruz.” (TBMM Tutanak Dergisi, 1993:309)

sözlerinde yer almaktadır.

Erbakan aynı oturumda Milli Görüş’ün hükümetin Kıbrıs ve AB konusundaki politikasına olan tepkisini, IIV.Demirel hükümetinin son günlerinde, “Takip edilmek istenen politika “Kıbrıs’ı ver, AT’ye gir” politikasıdır. Ne arıyorsunuz şu AT içinde?! Allah’a şükür ki, almıyorlar sizi; çok şükür....” sözleri ile ortaya koymaktadır. (TBMM Tutanak Dergisi, 1993:309)

1995 seçimleri de RP için büyük bir başarı oldu. Partinin %21’e ulaşan oy oranı ve DYP ve ANAP ortaklığının yürümemesi, Erbakan ve ekibine uzun yıllar sonra tekrar iktidar yolunu açtı. Erbakan’ın RP’si DYP ile bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu koalisyon hükümetinin hükümet programında Kıbrıs politikası şu biçimde belirlenmişti;

“Kıbrıs sorunu Ada'daki iki toplum arasında doğrudan görüşmeler yoluyla çözümlenmelidir. Türkiye soruna kalıcı ve her iki tarafın serbest iradeleriyle kabul edecekleri bir çözüm bulununcaya kadar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni her alanda güçlendirmeye çalışacak ve soydaşlarımızın haklı

davasının yanında olmaya devam edecektir”3

Refah Partisinin bu dönem dış politika anlayışı çok genel bir ifade ile İslam ülkeleri ile kurmaya çalıştığı ilişki ve tercihler bağlamında, Erbakan’ın Türkiye’nin geleneksel dış politika çizgisinden sapmaya çalışması (Uzgel,

2003:90) olarak nitelendirilebilecek bir eksende şekillendi.4 Fakat partinin

seküler niteliğini dikkate almayan bir noktaya doğru ilerleyişinin ve radikalleşmesinin etkisi ile ordu tarafından kesildi. Dış politika alanında özellikle İran, Libya, Nijerya, Mısır seyahatleri ile çekilen dikkat, parti yöneticilerinin konuşmaları, tarikat şeyhlerine verilen iftar yemeği, Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi türünden olaylarla ortamın iyice gerginleşmesini sağlayan olaylar, 28 Şubat kararları olarak bilinen müdahaleye yol açtı ve müdahalenin ardından Refahyol hükümeti son buldu.

Partinin kapatılma ihtimali, Erbakan’ı hareketin sürekliliğini aksatmamak amacı ile 1997’de Fazilet Partisi’ni kurmaya yöneltti. RP, 10 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı ve Erbakan’a beş yıl siyaset yasağı getirildi. Fazilet Partisi birçok açıdan bugün AKP’de merkez sağa kayma ile şekillenen toplumsal mutabakat konusunda daha hassas olmanın sinyallerini veren bir partidir. Anayasa Mahkemesi Fazilet Partisi’nin Refah Partisi’nin devamı olduğu idiası ile dava açmış ve bu dönemde parti ile bir süredir sorun yaşayan, partiden daha önce ayrılmış veya ayrılmamış isimlerin katılımı ile partileşme kararı alan grup, o güne kadar uzun vadede ciddi bir sarsıntı yaratacak büyük bir kopuş ile karşı karşıya kalmayan İslami hareketin ikiye bölünmesine yol açmıştır. Erbakan’ın Milli Görüş çizgisini savunan “gelenekçiler” Saadet Partisi’nde ve “Müslüman demokrat” çizginin savunucusu olan “yenilikçiler” ise artık AKP’de temsil edileceklerdir.

İslami Hareketin Bölünmesi, Değişen Kanat: Yenilikçiler ve İki