• Sonuç bulunamadı

İslami Hareketin Bölünmesi, Değişen Kanat: Yenilikçiler ve İki Farklı Dış Politika Anlayışının Kıbrıs Konusuna Yansıması

3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP’nin %34 ile tek başına iktidara gelmesine karşın, Saadet Partisi’nin %2’nin biraz üzerindeki bir oy oranıyla yetinmek zorunda kalması, uzun yıllardır Türk siyasetinde önemli bir yeri olan Erbakan çizgisinin güç kaybının göstergesi olmuştur.

Gerek seçim sürecinde gerekse seçim sonrasında AKP’nin iktidar olmasından sonra bu iki parti arasındaki dış politika farklılığı partilerin söylemlerinde belirgin bir biçimde görülmektedir. Buradaki en temel iddia AKP’nin dış politikadaki revizyonist tutumunun, Milli Görüş’ün bir önceki partisi olan FP’ye oranla, SP’nin dış politika yaklaşımını daha da muhafazakarlaştırdığıdır. Erbakan liderliğindeki İslami hareketin FP döneminde Güneydoğu Sorunu, İnsan Hakları gibi konulardaki yaklaşımları ve FP’nin o dönem bugünkü SP’ye oranla çok daha geniş tabanlı bir oluşum olarak bugün AKP’yi de şekillendiren isimlerin etkisi altında olduğu dikkate alındığında; FP’nin kapatılması ile yaşanan sürecin daha farklı geliştiği ve partinin daha uzun ömürlü olduğu bir durumda; Erbakan çizgisinde bir partinin Kıbrıs politikasının da bugünkü SP ile karşılaştırılamayacak oranda değişimi destekler olabileceği düşünülebilir. Fakat İslami harekette yaşanan bölünme ve “yenilikçilerin” kazandığı başarı Erbakan

ile birlikte kalan ve bugünkü SP’de biraraya gelen grubun diğer gruba karşıt bir politika izlemesinin en önemli nedeni olacaktır.

Saadet Partisi’nin dış politikadaki genel iddiası “Milli Görüş”ün uzun yıllardır üzerinde durduğu İslam ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmak gibi Batı merkezli olmaktan uzak iddiaları olan bir politika olarak tarif edilebilir. Oysa AKP, “Milli Görüş”çü gelenekten gelen birçok ismi bünyesinde barındırsa da, partinin muhafazakar demokrat bir kimlikte yapılanarak ortaya koyduğu değişimi destekler biçimde, farklı dengeleri aynı anda gözeten bir dış politika anlayışını sürdürmektedir. ABD ve AB arasında dengelenmeye çalışılan, çoğu zamanda bu denge çabası yüzünden zorluklarla karşılaşan dış politika anlayışı aynı zamanda Uzakdoğu ve İslam ülkeleri gibi farklı odaklarla da ilişkiyi kuvvetlendirme çabasını unutmamaktadır. Bu anlamda Başbakan Erdoğan’ın Yunanistan’la ilişkileri geliştirme çabasına da dikkat çekmek yerinde olacaktır. Parti programında “komşumuz Yunanistan ile karşılıklı ekonomik çıkarlara dayanan ilişkileri artırarak sürdürecek ve ilişkilerin oluşturacağı güven ortamı sayesinde daha karmaşık olan siyasi sorunların çözümü için zemin hazırlayacaktır” (Adalet ve Kalkınma Partisi Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, 2003:109–110) biçiminde yer alan ifade ve “Komşumuz Yunanistan’la yeni bir sayfa açıyoruz” (Türkiye Bülteni, Haziran 2004:19) sloganıyla kamuoyuna sunulan Erdoğan’ın Yunanistan gezisi bu çerçevede anlamlı gözükmektedir.

Saadet Partisi ile temsil edilen Milli Görüş çizgisi ise en azından söylem düzeyinde – bunu vurgulamakta yarar var çünkü Erbakan’ın DYP-RP koalisyonunda İsrail ile imzaladığı askeri anlaşmalar gibi gelişmeler dikkate alınırsa bugün iktidar olsalardı ne gibi bir politika izleyeceklerini bilemiyoruz - AKP’nin dış politika yaklaşımını ülke çıkarları açısından tehlikeli bulmaktadır.

İranlı bir akademisyen olan Dr. Etheri'nin “Erbakan, Türkiye'nin AB üyeliğine karşıydı. Erdoğan böyle bir şeye tamamen sıcak bakıyor. Erbakan'ın yerel ve bölgesel görüşleri vardı. Halbuki Erdoğan bölgenin ötesinde düşünüyor, Batı'ya bağlanma peşinde. Diğer bir deyişle Erbakan gelenekçilik, Erdoğan da modernizm peşindedir. Ancak bununla birlikte bu iki hükümetin de Siyonist rejim ile ilişkisinde bir fark görülmüyor” sözleri ile yaptığı değerlendirme iki partinin

yaklaşımlarının çok net bir ifadesidir. 5

SP, AKP’nin AB’ye katılım sürecinde Kıbrıs konusunu bir taviz noktası olarak kullandığını iddia eden yaklaşımları benimsemiştir. Bunun en açık ifadelerinden biri, 3 Kasım 2002 tarihli seçim beyannamesine “Türkiye’nin AB adaylık sürecini başlatan Helsinki Zirvesi’nde, Kıbrıs sorununun Türkiye – AB sürecine endekslenmesi büyük bir yanlışlıktır. Saadet Partisi, Kıbrıs Sorununun, AB sürecinden ayrı bir zeminde sürdürülen ikili görüşmelerle halledilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu nedenle Kıbrıs konusu, Türkiye – AB sürecinin

dışında ele alınmalıdır.” (Saadet Partisi Seçim Beyannamesi, 2002:53)

AKP’ninse buna neredeyse tam anlamıyla zıt bir anlayışı olduğu ortadadır: “…Kıbrıs meselesi, izlenen yapıcı ve kararlı politikalar sonucu, Aralık 2004 tarihine giden süreçte AB tarafından aleyhimize kullanılabilecek bir husus olmaktan çıkmış ve altı ay kadar kısa bir dönemin sonunda KKTC’nin uluslararası tecridine ve uygulanan ambargolara son verilmesi yönündeki girişimimiz netice vermeye başlamıştır” (TBMM Ak Parti Grup Başkanlığı, 2003 – 2004 Hükümet İcraatları, 2004:125) sözleri bunun somut göstergelerinden biridir. AKP iktidarının Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün – Annan Planı’na ilişkin referandumlar sonrasında – Kıbrıs sorununun bugün Türkiye’nin yolunda bir engel değil, artı haline geldiğini açıklaması ve Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili yapıcı yaklaşımının Türkiye’ye prestij kazandırdığını söylemesi de bir başka boyuttan aynı algılamayı göstermektedir (Türkiye Bülteni, Haziran 2004:29).

Saadet Partisi’nin Kıbrıs yaklaşımına bir başka örnek olarak, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Temel Karamollaoğlu’nun AKP’nin dış politikası konusunda yaptığı açıklamalar verilebilir. Karamollaoğlu, AKP hükümetinin öncelikleri arasında Kıbrıs’ın bulunmadığını belirtmekte ve

“AKP hükümeti ne pahasına olursa olsun ABD ile iyi dost olmayı ve Avrupa Birliği’ne girmeyi ya da tarih almayı istiyor. AKP’nin tek kırmızı çizgisi budur. Bugüne kadar hiç bir hükümetin vermediği tavizler veriliyor. Kıbrıs zincirin sadece ikinci halkası. Birincisi Irak’tı. Sonra Ege gelecek, ardından Ermeni soykırımı tazminat ve toprak talebi gündeme getirilecek. Sonra Güneydoğu sorunu ortaya konulacak. Rum Pontus meselesi ile birlikte Fener Patrikhanesinin durumu da gündeme gelecek. Bütün bunlar Türkiye’nin geleceği, birlik ve bütünlüğü açısından önemlidir. Bu 2. Sevr’dir” (Milli Gazete, 14 Şubat 2004) demektedir. Karamollaoğlu ayrıca AKP’nin Denktaş’ı çözüm için zorladığını da söyleyerek Denktaş’ın yine de görüşmelerde basiret göstererek Türkiye’yi ve KKTC’yi zora sokacak, taviz verecek bir tavıra girmediğinin altını çizmektedir (Milli Gazete, 14 Şubat 2004).

Bu durum daha önceleri SP tarafından “rant ekonomisi”yle de ilişkilendirilmiş ve 3 Kasım 2002 tarihli seçim beyannamesinde şu görüşlere yer verilmiştir: “[IMF] … sadece borç para vermiyor; verdiği borç paraya karşılık [borç verdiği] ülke ekonomilerini çökertecek dayatmalarda bulunuyor. Bu dayatmaların bir kısmı milli kuruluşların ve piyasaların çokuluslu şirketlere bırakılması gibi ekonomik; bir kısmı da, Türkiye’ye yapıldığı gibi, Afganistan’a asker gönderme, Irak müdahalesine yeşil ışık yakma, Kıbrıs’ta tavizler verme şeklinde askeri ve siyasi talepler olabilmektedir. Yani rant ekonomisi sadece insanımızı yoksullaştırmıyor, aynı zamanda ülkenin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını çok ciddi bir şekilde tehlikeye atıyor” (Saadet Partisi Seçim Beyannamesi, 2002:29).

AKP’nin SP’nin birbirinden farklı bu iki dış politika anlayışının Kıbrıs olayına yansıması yazılı basında da karşılaştırmalara neden olmaktadır. Örneğin, AB için

izlenen politikayı olumlayan gazetelerden biri olan Radikal’de Kıbrıs Harekatının 30.yıl kutlamaları ile ilgili yapılan bir yorumda şöyle denmektedir: “Törende Denktaş'ın yanında 1974'ün MSP lideri ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan da vardı. Erbakan, 1974'teki Avrupa karşıtı, Batı karşıtı, uzlaşmazlığı temel alan politikalarını bugün de sürdürüyor. Bir zamanlar yanında yetişen, bir öğrenci lideri olarak izinden gelen, Kıbrıs mitingleri düzenleyen AKP'nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dün Lefkoşa'daki kürsüden Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin ortak Avrupa hedefinden söz ederken, Erbakan'dan, ayrı dünyalar kadar uzaktı. Yasal durumu da, aslında yaş durumu da, Erbakan'a siyaset sayfasını kapatmış bulunuyor... 1974'te, 20 yaşında Erbakan'ın izinde bir iktisat öğrencisi olan Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs'ta kurtuluş törenleri yapıldığı sırada binlerce kilometre ötede, Fransa'nın başkenti Paris'teydi. Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Türkiye'nin AB yolculuğunda kritik öneme sahip görüşmeler yapıyordu. Erdoğan'ın bu görüşmelerde elindeki bir koz, Türkiye'nin kendi idaresi altında hızlandırdığı reform adımları ise, diğeri de büyük ölçüde kendisinin ve Gül'ün gayretleriyle akış değiştiren Kıbrıs politikasıydı. Elbette yalnız Fransa'nın, Almanya'nın onayıyla açılmayacak AB kapısı, ancak onlar iki kurucu güç. Erdoğan'ın Fransa temaslarının sonucu mutlaka Aralık zirvesi üzerinde belirleyici nitelikte olacak” (Yetkin, 2004).

AKP’nin Kıbrıs ile ilgili dış politikası AB sürecinde yaşanan ilerlemeler ile gündemde giderek daha fazla yer bulmaya başlamıştır. Aralık 2005’de AKP’nin Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması için tarih almayı başarmış olması bu müzakere sürecinde Kıbrıs’ın konumunu gündeme getirmiştir. Kıbrıs Rum Kesiminin tanınması ve Kıbrıs sorunun çözümü çerçevesinde yaşanan tartışmalar Türkiye’nin AB üyeliği için Avrupa’nın Kıbrıs konusundaki isteklerini kabul edeceği değerlendirmelerine yol açmıştır. AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 16-17 Aralık zirvesini değerlendirirken, bu yorumları, “Zirvenin başarısını gölgelemek isteyen çevrelerin elde edilen kazanımları sanki Kıbrıs’a karşılıkmış gibi” (Türkiye Bülteni, Ocak 2005: 26) göstermek istediklerini vurgulayarak eleştirmektedir. Bu konudaki şiddetli eleştiriler Erdoğan’ın konu üzerinde bir “tanıma” durumu olmadığına dair cümleleri sıkça tekrarına yol açmıştır. Erdoğan’ın Aralık ayındaki zirvenin ardından yaptığı açıklama da Erdoğan’ın bu konudaki hassasiyetini vurgulamak açısından örnek olarak verilebilir: Açıklama şöyleydi: “...Ankara Anlaşması’nın AB’nin 25 üyeli yapısı dikkate alınarak Kıbrıs’a teşmili teknik bir prosedürdür dedik ve bu prosedür gereği uyum protokolünün varılacak mutabakat sonucunda imzalanması kesinlikle bir tanıma keyfiyeti değildir, bunu konseyin zirve toplantısında yapmış olduğum son konuşmamda da kayıtlara geçirdim. Bu husus ayrıca gerek dönem başkanı, gerek üye ülkelerin hükümet başkanları, devlet başkanları tarafından da öyle zannediyorum ki basın toplantılarında dile getirilerek tespit edildi. Ayrıca burada Sayın Balkenende

(Hollanda Başbakanı) çok açık, net, dönem başkanı olarak bunun bir tanıma olmadığını ifade etti” (Türkiye Bülteni, Ocak 2005: 15-16)

Sonuç

Bugün SP ile temsil edilen geleneksel “Milli Görüş”çü çizgi Türk dış politikasında, lideri Erbakan’ın gerçekçi yaklaşımlar yerine, imkansız vaatlerden ve dış politika üzerinde olumsuz etki yapan önerilerinden oluşan bir politikada varlığını göstermiştir. Partinin İslami motiflerine uygun biçimde İslam ülkeleri ile sıcak ilişkiler hedefleyen yaklaşımları yineleyen bu çizgi, uluslararası konjonktürün ve Türkiye’nin geleneksel dış politikasının bu yaklaşımla uyuşmazlığı nedeniyle, başarılı olarak nitelendirilmekten çok uzaktır. Kıbrıs konusuna MNP/MSP/RP/FP ve son olarak da SP’de biçimlenen Milli Görüşçü partilerin yaklaşımı genel dış politika çizgileri ile örtüşür biçimde gerçekçi yaklaşımlardan uzak, Kıbrıs Türklerinin Müslüman kimliklerine atıf yaparak ortak bir zemin arayışında olan gerçekçi bir çerçeveye sahip olmayan bir politikadır. Bu İslami çizginin bölünmesi öncesi içerisindeki farklı oluşumların birbirini dengeleme politikaları, özellikle FP zamanında, bugünkü SP çizgisinden çok daha yumuşak bir söylemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oysa partinin “yenilikçiler” olarak bilinen grubunun ayrılarak partileşmesi sonucunda geride kalan oluşumun yeni partileşen oluşuma karşı bir politika izleme çabası SP’nin son dönem Milli görüş çizgisine göre daha da radikalleşmesini getirmiştir. AKP ise ülke dış politikasında farklı motifleri aynı anda işleme gayreti içinde özellikle Kıbrıs konusunda çözüme yönelik bir politika gayreti içinde olduğunu vurgulamakta ve SP ve Kıbrıs konusunda aynı görüşü paylaşan bir çok oluşumun aksine bir çizgide farklı bir politika izlemektedir. Tayyip Erdoğan’ın Ekim 2003’de partinin I. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmada Kıbrıs konusunda söylediği “Hükümetimiz Kuzey Kıbrıs’taki Türk halkına tarihi, kültürel ve ahdi yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmekten asla kaçınmayacaktır. Ancak Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB ile ilişkilerini engelleyici yönde istismarına da müsade etmeyecektir” (Erdoğan, 2003:76) sözleri AKP’nin Kıbrıs politikasının en açık ifadesi olarak nitelendirilebilir.

Notlar

1 Erbakan’ın bu sözlerine yazılı örnek için bakınız: Necmettin Erbakan (t.y), Kenan

Evren’in anılarındaki yanılgılar. Ankara: Rehber Yayıncılık, 23.

2 24.04.1994 tarihli basın toplantısında dönemin Başbakanı Tansu Çiller’e yönelik

eleştirilerinden alınmıştır.

3 Erbakan Hükümeti Programı için bkz:

http://www.tbmm.gov.tr/ambar/hp54.htm.

4 Ek bilgi için Melek Fırat, Ömer Kürkçüoğlu (2003). Arap Devletleri İle İlişkiler. Baskın

Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II:1980-2001 içinde. İstanbul: İletişim Yayınları, 560-563.

5 Bu yorum İran Öğrenciler Haber Ajansı'nın (İSNA) internet sayfasında (23/05/2003)

"'Bölgenin Yeni Konumunda Türkiye' Konulu Yuvarlak Masa Toplantısı" başlığı altında yer alan bir haberde, Orta Doğu Araştırmalar Merkezi Uzmanı Dr. Asadullah Etheri ve Yas-e no gazetesi Editoryal Konseyi Üyesi Murad Veysi'nin katılımıyla Bilimsel Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde "Bölgenin Yeni Konumunda Türkiye" konulu yuvarlak masa toplantısı yapıldığı bilgisi altında yer almaktadır. Türkçe çeviri için bkz: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü web sitesi: http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/avrupabirligi/2003/05/26x05x03.html

Kaynakça

Adalet ve Kalkınma Partisi Kalkınma ve Demokratikleşme Programı (2003). Basım yeri yok.

Bila, H. (1979). CHP Tarihi. Ankara: Özel Yayınları.

Erbakan, N. (t.y). Erbakan Açıklıyor, Kenan Evren’in Anılarındaki Yanılgılar. Ankara: Rehber Yayınları.

Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın Konuşması (2003). Adalet ve Kalkınma Partisi 1. Olağan Büyük Kongresi 12 Ekim 2003. Ankara: Varan Matbaacılık.

Gönlübol, M. (1996) Olaylarla Türk Dış Politikası. Ankara: Siyasal Kitabevi.

Komsuoğlu, A. (2000) Türkiye’de Siyasal İslamın Yükselişi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Yıllığı Özel Sayı: Prof. Dr. Esat Çam’a Armağan, 83-108. Milli Gazete (14 Şubat 2004)

Saadet Partisi Seçim Beyannamesi, Acil Onarım ve Atılım Programı (2002), Basım yeri yok.

TBMM Tutanak Dergisi (1993). Dönem 19, Cilt 36, Yasama Yılı 2, 111 inci Birleşim,10.06.1993 Perşembe.

Tekin, U. (1975). Ecevit’in Günah Galerisi. İstanbul:Umur Kitapçılık. Türkiye Bülteni, Ak Parti Aylık Yayın Organı (Haziran 2004), 2/13. Türkiye Bülteni, Ak Parti Aylık Yayın Organı, (Ocak 2005), 2/20

Uzgel, I. (2003). TDP’nın Oluşturulması. in B. Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, Cilt I:1919-1980 (73-93). İstanbul: İletişim Yayınları

Yetkin, M. (2004, 21 Temmuz). “Kıbrıs'ta değişim, Türkiye'de değişim, Avrupa'da değişim”, Radikal.