• Sonuç bulunamadı

EOKA’nın önce İngilizlere, sonra da Türklere ve neredeyse kendilerine yardım etmeyen ve Rumlar da dahil herkese karşı giriştiği tedhiş hareketleri karşısında Kıbrıslı Türkler de önce çok küçük çaplı ve bölgesel örgütlenmelerin içerisine girmeye çalışırlar (Mustafa Tunçalp ile 18 Ekim 2002 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme) ;

“Bizim zamanımızda da Kıbrıs Türk Fedailer Birliği vardı. Volkan yeni yeni ortaya çıkmıştı. Duvarlara ‘Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır’ yazıyorduk. Daha küçükken Rum okulunu basıyorduk mahalledeki. Mahallede arkadaşlarla kurmuştuk Kıbrıs Türk Fedailer Birliği’ni. Kıbrıs Türk Fedailer Birliği diye mahallenin duvarlarına yazılar yazıyorduk. İmza yerine de ‘Başkan Türk’ diye imza atıyorduk. Hatta ‘Kim bu Başkan Türk’ diye Dr. Küçük kızdıydı bize o zaman...”

Bu teşkilatların dışında Kıbrıs Türk halkı da münferit teşkilatlanmaların içerisine girer ve Türk tarafında bu faaliyetlerle ilgili ufak tefek kıpırdanmalar başlar (TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme);

“1 Nisan 1955 öncesi Rumların böyle bir hazırlık içerisinde olduklarını sezinliyorduk, hissediyorduk. Rum gazetelerinin yazıları, Rum ileri gelenlerinin beyanatları böyle bir mücadeleye girişecekleri izlenimini veriyordu. 1 Nisan 1955 akşamı - ben Lefkoşalıyım ve Lefkoşa’da kalıyorum - o gece yarısı muazzam bir gürültüyle uyandık. İngilizlerin kışlası olan Woosley Barracks var orada ve ona bomba koydular. Bir çok yerler ve elektrik şebekelerine bomba koydular ve ertesi gün halk ne var, ne oluyor diye merak içinde sokaklara döküldü ve işin mahiyeti öğrenildi. EOKA kuruldu ve Rumlar Enosis için İngilizlere karşı faaliyete geçti. O zaman Türklerin bir kuruluşları yok. Bir başıbozukluk devam ediyor. Bazı vatanını seven milliyetperver gençler kendi aralarında toplanarak küçük küçük dernekler kurarak mücadeleye katılma kararı aldılar. Bunların başında da Karaçete, 9 Eylül Cephesi ve bilahare Volkan isimli teşkilatlar kısa aralarla ortaya atıldı. Burada tabii kendilerini koruyan bir hami, bir devletleri yoktu o zaman...”

Bu dönemde meydana gelen en ilgi çekici gelişmelerden birisi de EOKA tedhişine tepki göstermek üzere Türkiye’de Türk Kıbrıs Müdafaa-i Hukuk Cephesi isimli bir organizasyon yapıldığı iddialarıdır. Dönemin Başbakanına 25 Ağustos 1955 tarihinde gönderilen Celalettin Sorgunç imzalı bir mektupta böyle bir oluşuma gidildiği ileri sürülür (Başbakanlık Arşivi. 030. 01. 36. 218. 2);

“Bugüne kadar bizim de soğukkanlılıkla takip ettiğimiz Kıbrıs olayları gösteriyor ki gerek dahilden ve gerek hariçten bir yabancı devlet olan Yunanlılar

tarafından desteklenen istilacı bir teşkilat kurulmuş olup bu teşkilatın İngilizlerin gözü önünde bugün adada mevcut olduğu da bir hakikattir. İngiliz idaresi meşhur soğukkanlılığıyla durumun inkişafına intizar vaziyetinde dura dursun günün birinde belki öyle bir hal olur ki canı, namusu ve malı ile ada içindeki Türk halkı kendilerine emanet edilen bu İngiliz idaresi artık vaziyete müdahale edemez duruma düşebilir ve belki adadaki üslerinin, silah ve mühimmatının da bu teşkilat tarafından ele geçirilmesine seyirci olmak vaziyetinde kalabilir. Hükümetimizin bigane kalamayacağı böyle feci bir duruma müdahalesi de belki gecikebilir. Onun için milletçe özel tedbirler almaya ve meşru müdafaa için mukabil bir teşkilat kurmaya lüzum hasıl olmuştur. Bu teşkilatımız ne EOKA, ne de benzerleri gibi bir teşkilat değildir. Sırf adadaki masum halk tecavüze maruz kaldığı takdirde müdafaa-i nefis ve müdafaa-i hukuk için kurulmuştur. Bir intikam ve kin hissi gütmeyen ve bilakis bu caniyane hareketlere katılmayan adalı diğer hemşehrilerini de bütün hürriyetleriyle korumayı hedef tutan bir teşkilattır. Ben şahsen memleketime olan hizmetimi tamamlamış olmakla beraber ölünceye kadar milletimin malı olduğumdan Kıbrıs davasındaki bu gönüllü teşkilatı için kendimi bir numaralı kumandan ilan ediyor ve bu suretle muhtelif yerlerdeki gönüllüleri teşkilatlandırmak ve onlarla birlikte hizmete koşmak vazifesini üzerime almış bulunuyorum. Bu vesile ile Kıbrıslı Türk kardeşlerime büyük atamızın millete ve gençliğe hitabelerini bir kere de burada hatırlatırım. Kıbrıs Türk halkının katliam korkusuyla köylere akın ettiklerini gazetelerde okuyoruz. Bunlara tavsiyelerimiz, mecbur olmadıkça kıllarını bile kıpırdatmadan yerlerinde topluluklar halinde kalmalarını ve fakat müdafaa i nefis için de hazırlıklı bulunmaları ve ada İngiliz idaresi izharı aczettiği anda yine büyük atamızın bir Türkün on düşmana bedel olduğunu ispat etmeleri ve tarihimizin şeamet dolu örneklerine bir çoklarını daha katmalarıdır. Aynı zamanda adadaki Türk dostu halka da bu olaylara katılmayarak ve karışmayarak yerli yerlerinde oturmalarını ve iş güçleriyle meşgul olmalarını tavsiye ederiz. İstiklal Harbi’nde de kendilerini yakınen tanıdıklarımıza bu defa sıkı durmalarını arzuladığımızı bildiririz.”

Aynı günlerde kendi aralarında örgütlenmeye çalışan ve bir şeyler yapmanın gerekliliğine inanan Kıbrıslı gençler, Türkiye’de de böyle organizasyonların içine girerler ancak bunlar son derece etkisiz ve duygusal çabalardan öteye gitmez (Ortam, 7 Şubat 1996);

“Biz, Dr. Burhan Nalbantoğlu, Ben (Dr. Kaya Bekiroğlu) ve bir de Türkiyeli İsmet Balay - ki mühür hala ondadır - İstanbul’da “Mağusa” adlı gizli bir teşkilat kurduyduk 1950’lerde ama öyle kaldı. Türkiye’nin Kıbrıs Türkleriyle ilgili tutumu karşısında depresyona girdiydik. Burhan, Atatürk’ün teşkilat kurmuş adamlarından Hüsamettin Togaç Paşa’ya (o zaman çok yaşlı ve emekliydi) gidip danışmıştı böyle bir teşkilat için. O da ‘Kurun. Vatanınız için her şeyi yapın. Türkiye, mürkiye dinlemeyin’ demişti.”

Kıbrıs’ta kendi aralarında toplanan bu küçük grupların faaliyetleri öncelikle bildiriler dağıtmak ve duvarlara sloganlar yazmakla sınırlıdır (TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme); “...Bunlar tabii çok küçük gruplardır. Kendi imkanlarıyla elde ettikleri silahlarla, tabancalar veya el yapımı bombalarla müdafaaya yönelik bir takım hareketler yapıyorlar ve bu Kıbrıs Türk halkına moral veriyor...”

Mahalli teşkilatlanma bağlamında Kıbrıslı Türkler neredeyse köylerde bile münferit teşkilatlanmaların içerisine girer (Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme);

“55 olaylarına gelmeden önce biraz daha geriye baktığımızda Kıbrıs Türkü’nün mayasında, ruhunda bir mücadele ruhunun yattığını görmek mümkündür. Neden? 1878’de Atatürk Meydanı’nda Türk bayrağı gönderden indirilirken ve İngiliz bayrağı göndere çekilirken o günü yaşayan dedelerimizin ağzından duyduk bunu. Gayet üzgün, başları öne eğik ama böyle birbirlerine ‘Evet Osmanlı gitti ama yine gelecek’ derler. Düşünün ki bu 1878 ve 1960’ta Cumhuriyet ilan edilir edilmez Türk Alayı sancağıyla beraber Mağusa’ya ayak bastı ve büyük bir mutluluk duydu Kıbrıs Türkü bu kadar yıllık hasretten sonra. 1878’i müteakip tabi Rumlar devamlı olarak adanın Yunanistan’a ilhakını talep etmeye başladılar pervasızca. Kıbrıs hiçbir zaman ne Rum’un, ne Yunan’ın yönetimine girmiş bir adadır. Bir kere Kıbrıs’ın Akdeniz’e kıyısı olan bir çok ülkenin istilasına uğradığı bir gerçektir ama Yunanistan buralara asla gelmemiştir, gelememiştir...”

Köylerdeki teşkilatlanmalara en güzel örnek Komikkebir köyünde yaşananlardır. Kendi aralarında “Üç Ok” adıyla teşkilatlanan insanlar iptidai usullerle çoğalttıkları bildirilerle seslerini yükseltmeye çalışırlar (Halkın Sesi, 19 Haziran 1997);

“Biz Türkler, binlerce çeşit ümmete, binlerce yıl efendilik yapmış, içi dışı gibi doğru, gözü pek bir milletiz. Bizler hiçbir zaman karşımızdakini efendi olarak görmemiş ve görmek istememişiz. İnönüler, Sakaryalar, Dumlupınarlar her zaman bunların canlı misalidir… O halde, yapılacak tek çare var: Birlik kurmak. Aslanların hala ölmediğini karga sürülerine göstermek. Biz ne şeytan külahlı bir papaza, ne baldırı çıplak bir efzona benzeriz. Yedimizden yetmişimize kadar ölümün peşinden koşan insanlarız. İcap ettiğinde ne tatlı yuvamızı ne de canımızı düşünürüz. Tek düşüncemiz vatanımızdır...”

Bu dönemde ortaya çıkan “Kara Çete” isimli teşkilatta yapılanlar sokak kabadayılığından başka bir şey değildir ve Türk bölgelerinde yaşayan tek tük Rum aileleri taciz etmek ve bunları Rum bölgesine göndermekten ileriye geçmeyen başıbozuk, disiplinden uzak hareketlerdir. Bir iddiaya göre ise Karaçete’nin ilk icraatı 1956 yılı içerisinde Lefkoşa’nın Türk kesiminde bulunan Ermeni ve Rumlara ait dükkanların soyulması ve ardından da yakılmasıdır (Ortam, 10 Mayıs 1996). Karaçete’yi oluşturanlar ise daha çok kasaplardır (Erdoğan Tilki ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme) ;

“...O devirde polis, asker yoktu da bir şey olduğunda kasaplar devreye girerdi. Rum tarafına yürüyüş yapılacaksa Türk kasaplar kanlı elbiseleriyle ve bellerinde bıçaklar en önde Lefkoşa’da kasaplar, Larnaka’da balıkçılar devreye girerdi. Larnaka’da balıkçılar babaydı. İskele’de, Mağusa’da da bölgeye göre kimseler vardı. Herkes o tarihte Rumlara karşı içinden geldiği gibi savaş yapardı. O tarihte Volkan diye, Karaçete diye ortaya çıktılar. Kırıcı, dökücü patronsuz kişiler bunlar. Yani başlarında bir şey olmadan ferdi yani. Böyle mahalli şeylerde 15 tane genç galeyana gelirdi, kendisine bir isim verirdi. Patronsuz, koordinatsız ama milliyetçiydi bu adamlar. Ancak o tarihte Türk idaresi yoktu, Türk polisi yoktu. Derdini anlatacağın bir idare yoktu. Köylerde bir hacı, bir hoca var. Onlar da maaşları artsın diye İngiliz’in ağzına bakar. Cesaret edip onlarla konuşamazsın çünkü maaşlarını İngiliz ödüyor. Onun için 10-15 tane milliyetçi genç, bir araya gelirdi. Kendi çaplarında yakma, kırma buna benzer şeyler. İşte böyle Volkan dediler, Karaçete dediler ve sağdan soldan biraz silah buldular. Kimisi silahları sattı ve parasını yedi. Yürütemediler yani. Açık verdiler ve daha sonra TMT başlar...”

İlk dönemde sokak çatışmaları olarak başlayan ve sokak kabadayıları gibi davranan kasapların ve kasap çıraklarının hareketleri daha sonra Türklere yönelik şiddet hareketlerinin sistemli hale getirilmesiyle yeni bir boyut kazaNacaktır. Karaçete’nin bu ismi almasında etken ise o dönem özellikle yazlık sinemalarda oynayan aksiyon filmleridir (TMT mensubu Erdoğan Tilki ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme);

“...Bunlar Rum tarafında sinemaya giderlerdi ve Superman gibi filmler seyrederlerdi. Filmden sonra Türk tarafına geçince de filmde gördüklerini yapmaya çalışırlardı. Karaçete ismini o filmlerden aldılar. ‘Black Bandit’ diye bir filmden aldılar. Milliyetçi bir gençlikti hep bunlar...”