• Sonuç bulunamadı

2. SÂMĠHA AYVERDĠ’NĠN ESERLERĠNDE EDEBĠYAT EĞĠTĠMĠ

4.2.4. Türk Aydınları

Ayverdi sadece öğretmenlere değil aydınlara da seslenmiĢ; eserlerinde Türk aydınlarının hatalarından neler yapmaları gerektiğine kadar pek çok konuya değinmiĢtir.

Aydın kelimesi her geçen gün Türkçede içeriği biraz daha değiĢen, dönüĢen ve boĢalan bir kavram olarak biçimlenmektedir. Kimilerine göre toplumu yönlendiren kiĢi, kimilerine göre egemen sınıfların ideologu, kimine göre eleĢtirmen, fikir iĢçisi... Ancak bu kavramın, Osmanlı‟da Ġngilizce enlightened kelimesinin karĢılığı olarak “aydınlatılmıĢ, aydınlanmıĢ” anlamına gelen, münevver kavramı ile karĢılanmaya çalıĢıldığı görülüyor (Arslan, 2002, s.201).

Gerek Osmanlıda gerek Cumhuriyet döneminde aydınlar bizzat devlet eliyle oluĢturulmaları sebebiyle, devlete bağlı memurlar konumundan öteye gidememiĢlerdir. BatılılaĢma bu çerçevede Batı‟nın bilimsel ve düĢünsel geliĢmelerinden ilham alıp, ülkenin kurtuluĢunu kendi milli, manevi ve kültürel birikimiyle sağlamak olmayıp, bireysel çıkar peĢinde koĢarak iktidara gelip düzenin idame etmesini sağlamak olmuĢtur.Osmanlı aydını, iktidarın kendisine tanıdığı ilmi ayrıcalığını, bir üstünlük vasfı olarak görerek halktan kopuk yaĢamıĢtır.

Batı‟ya duyulan eksiksiz hayranlık, Türkiye aydınının misyoner yanını güçlendirmiĢtir. Batı‟nın kendi dıĢındaki ülkelerdeki sömürgeciliğini mazur göstermek üzere, sahip olduğunu ileri sürdüğü medenileĢtirme görevini Tanzimat aydını kendiliğinden ve istekle üstlenmiĢ, bu yüzden, gelenekselliklerin aktarıcısı olan halkı da sarsıntıya uğratmıĢ ve aynı zamanda aydın-halk çatıĢması ve zıtlaĢmasının tohumlarını atmıĢtır.

Ayverdi, Türk münevverinin hastalığını Avrupa karasevdası olarak teĢhis eder. Ayverdi, kendi millî ve tarihî dağarcığını tersine çevirip boĢaltan Türk aydınının çareyi, Batı‟ya dört elle sarılmakta bulduğunu; nice zamandır Türk‟ün ve Ġslam‟ın kaderini kendi siyasi ve iktisadi çıkarları hesabına çizmekte olan Batı‟nın, Ġslam‟ın kumanda köprüsünde bulunduğunu Türk aydınının fark edemediğini; Avrupa‟nın pazarlarına uğrayıp ölçüsü

96

ölçüsüne uysun uymasın, ne bulduysa hazır elbise alır gibi kapıp sırtına giymenin bir haysiyetsizlik ve zavallılık olduğunu düĢünmediğini savunur. Ayverdi, Türk aydınlarının kalıp hâlinde benimsediği Batı fikriyatı ile selamet sahilini bulamayacağını düĢünmediğini; zaten Türk aydınlarının tamamıyla batılda da olmadığını ama hedef ve gayeyi tespit edememiĢ olduğu için kendisini selamete isal edecek Ģuurlu gayretten mahrum olduğunu dile getirir (Ayverdi, 2011b, s. 85).

Batı‟yı tanıdığını zanneden Türk aydınının ne yazık ki onu kuran, ona Ģekil ve can veren fikir ve madde düzeninden habersiz olduğunu söyleyen Ayverdi, Batı‟nın asırlardan beri düĢünüp doğru yanlıĢ bir Ģeyler bulduğunu; Doğu‟nun ise düĢünmeyi unuttuğu ölçüde düĢünenin arkasından koltuk değneği ile koĢmaya çalıĢtığını dile getirir. Türk aydınını kendi medeniyetinden de habersiz olduğu için de eleĢtiren Ayverdi, aydınların onu karalamak tek çıkar yolmuĢ gibi durmadan tarihîne, iftiharlarına, diline, dinîne saldırıp durduğunu savunur (Ayverdi, 2011b, s. 155-156).

Batı‟nın uykuda ve koyu bir cehaletin kucağındayken doğunun madde ile manayı kucaklaĢtırmaktan gelen bir rahatlık ve huzur içinde olduğunu söyleyen yazar, dünyayı da yeni buluĢlar ve görüĢlerle öylesine aydınlattığını, bugün dahi dünya merkezinin Ģark olduğu iddia edilse reva olduğunu vurgular. ġarktan akan sellerin sürüp getirdiği tortunun Batı‟yı düĢünmeye zorladığını ve gerçekten de çok faydalandırdığını dile getiren yazar; ancak Türk aydınının iliğine iĢlemiĢ bir nankörlükle sütünü emdiği, ekmeğini yediği Ģarka sırt çevirmekten de öte bir kin ve nefretle bakmaya da baĢladığını söyler. Bunun, küçüklüğü yenmek istemenin, bir deruni tepkisi olduğunu savunur (Ayverdi, 2011b, s. 156).

Ayverdi, Avrupa‟yı küçümsemenin de bir haksızlık ve cehalet olduğunu; zira kendi inanıĢ ve buluĢları ile dünyanın gözünü boyamıĢ bir değerler sistemi kurmuĢ olmasını inkar edemeyeceğimizi ifade eder (Ayverdi, 2011b, s. 157). Farklı medeniyetlerin komĢuları ile bir çeĢit alıĢveriĢlerinin zaruri hatta tabii olduğunu vurgulayan yazar; bunun bir kalıptan, bir sistemden öteki kalıba bütünü ile aktarılmak demek olmadığını söyler. Yazar, asırlar boyu gürül gürül akmıĢ ve Batı‟yı da mayalayıp nafakalandırmıĢ olan Ģarkın bir güçlü kolu olan Türk medeniyetinin mukaddesatı, adaleti, üstün ahlâkı, civanmertliği, sanatı ve idari gücü ile dünyalara parmak ısırtan tarihî ve millî mazisini görmezlikten gelerek, geçmiĢimizi unutarak küçülmeyi eleĢtirir (Ayverdi, 2011b, s. 159).

97

Ayverdi, öz değerleriyle iftihar etmeyi dahi utanılır bir gerilik sayan aydınların memlekete faydasından Ģüphelidir. Geleceğin harcının geçmiĢin içinde bulunduğunu, ancak içi de dıĢı da Türk‟ün yapısına ters düĢen bir anlayıĢla memleketi ıslaha kalkıĢanların bunu anlayamadığını savunan yazar; baĢka milletlerin, aydınlarının omzuna basarak yükselirken Türk aydınının memleketini iflasa sürükleme yolunu ilericilik zannettiğini dile getirir (Ayverdi, 2011b, s. 173).

Ayverdi, eskinin aydın kadrosundan yola çıkarak bugünkü aydınların milletini iyi tanıması gerektiğini düĢünür. Yazar, eskiden ilim çevrelerinin hem siyasi otoriteyi ayarladığı hem de tatbikatta yol göstererek sevk ettiğini söyler. Örneğin Fatih Sultan Mehmet gibi dünyaya parmak ısırtan ve memleketini cihangirane idaresi ile yeryüzünün tek sözü geçen devleti hâline getirmiĢ bir padiĢahın karĢısında eğrilip bükülmez bir aydınlar kadrosu bulunduğunu; bunun beka ve devamın baĢlıca Ģartı olduğunu, muvaffak hükümdarların yanı baĢında aydın bir müĢavirler kadrosu bulunduğunu dile getirir (Ayverdi, 2009c, s. 28). Ayverdi ideal Türk aydınının özelliklerini sıralar. Birkaç yabancı dili rahatlıkla konuĢurken anadilini de memleketinin gerçeklerini de bilmeyen, tarihine, dinine, iftiharlarına yabancılaĢmıĢ hatta habersiz ve bigâne düĢmüĢ dudakların susması gerektiğini savunan yazara göre Türk‟e ve Türklüğe Batı aĢısı ile melezleĢmiĢ münevver gerekmiyor. Ġyi günü kötü günü, zaferi hezimeti, gelmiĢi geçmiĢi ve geleceği ile kafası da yüreği de bu toprağın malı, bu toprağın çocuğu kalmıĢ ve kalacak olanlardır ki Türk‟ü, Türk‟ün sesiyle dünyanın kulağına söylemek, tanıtmak, anlatmak yolunda gayret kemerini kuĢanmalı ve dünyanın bakar kör çevrelerinin gözlerini açmalıdır (Ayverdi, 2008c, s. 17-18).

Sonuç olarak millî hafızasını kaybeden Türk aydınını, Batı‟yı kıble kabul ederken bunu ne azim bir iflasa karĢılık elde ettiğinin farkında olmadan geleneklerini, iftiharlarını ve tarihîni çiğneyerek asırlar boyu biriktirdiği sermayesini silkip atarak kendi kendini mahkûm etmiĢ bulunuyor.