• Sonuç bulunamadı

1. SÂMĠHA AYVERDĠ’YE GÖRE ESTETĠK VE SANAT EĞĠTĠMĠ

4.1.8. Osmanlı‟da Sanat Bilinci

Osmanlı sanatı birbirinden çok farklı alanlarda birbirinden ihtiĢa mlı eserler ortaya koydu. Mimaride, çinicilikte, minyatür sahalarında, halıcılık, kumaĢçılık, dericilik, ciltçilik, kitapçılık, tezhipçilik, porselencilik, kehribarcılık, mobilya gibi farklı sanat dallarında muhteĢem eserler ortaya çıkardı. Osmanlı sanatı sadece ürün vermiyor aynı zamanda onu koruyarak sanat eserlerine verdiği değeri de gösteriyordu.

Ayverdi Osmanlı‟daki sanat bilincini Ģu anekdotla anlatmaktadır:

Osmanlılar, Budin‟deki sanat eserlerin i de muhafazaya çalıĢ mıĢlardır. Hatta Budin fetholunduğu zaman, kanatlı bir ejderha heykeli dikkati celbetmiĢti. Ebussuud Efendi: “Tasvir haramd ır, bu timsali kırmak gerekir.” dediğ i halde Kanuni Süley man : “Kimse bu surete bakmasın. Müslüman o lanlar görmesin.” dedikten sonra boynundan keĢmir Ģalını ç ıkarıp üstüne örtmüĢ, bu nefis sanat eserinin tahribine mani o lmuĢ, Ayasofya Camiin in Ģamdanların ı da Budin‟den getirmiĢtir (Ayverdi, 2009a, 42).

Görüldüğü gibi Osmanlı, mimari yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korurdu.

Osmanlı‟nın sanata bakıĢ açısı da yazarın ele aldığı bir diğer konudur. Ayverdi, eski zaman insanlarının bir sanatı vücuda getirirken de tevazu sahibi olduklarından ve bu iĢi kutsal bir ibâdet olarak gördüklerinden bahseder.

Ayverdi cömert, feragatli ve görmüĢ geçirmiĢ Ģark ın iĢlediği bir eser, ortaya koyduğu bir sanat Ģaheseriyle medeniyet abidesine Ģahsi emek, hüner ve dehasının bir taĢını koyarken asla kendini görmediğini; çünkü hizmet ve meslek aĢkının onun için muhteĢem ve kutsi bir ibâdet olduğunu söyler. Bu yüzden de ilahi bir vecd içinde, cemiyet adına iĢini iĢler ve bitirip çekilirken de çok defa eserinin altına adını bile koymaktan çekinirdi. Çünkü cemiyetin bütünü içinde onun Ģahsi hamlesi ancak bir küçük çizgiden ibaretti. Mühim olan küllün muvaffak olması; onun Ģerefi, onun haysiyeti idi.Bu yüzden de Süleymaniye ne ise, Mohaç zaferi de o idi. Sokollu‟nun dehası ne ise Baki‟nin Ģiirleri de o demekti (Ayverdi, 2010g, s. 1098-1099).

Ayverdi Türk sanatını kumanda eden armonide Arap‟tan, Acem‟den, Roma ve Bizans‟tan hatta Latin Avrupa‟dan sızmıĢ yabancı çizgilerin olabileceğini fakat bunun temsil ve

45

hazmedilmiĢ motifler olduğunu; zatını ve sıfatını tebdil ederek kulluk ettiği efendinin Ģahsında fani olup gittiğini vurgular(Ayverdi, 2010g, s.1099).

Türk sanatını bir bütün olarak gören Ayverdi, Türk sanatında yalnız mimar değil, taĢçı, çinici, ciltçi, nakkaĢ, hattat, oymacı, camcı, dökümcü, okçu, kiriĢçi, kumaĢçı ve daha sonu gelmeyen nice hüner sahibi, hep aynı muazzam medeniyet peteğine yedi dağın çiçeğinden bal taĢıyan arılar misali olduğunu söyler (Ayverdi, 2010g, s.1098).

Ayverdi (2012a, s.204), Türk‟ün suya verdiği önemden yola çıkarak çeĢmeyi bile abideleĢtiren sanat anlayıĢı hakkında Ģöyle demiĢtir: “Dört baĢı mamur eski Türk cemiyeti, tıpkı hilkat gibi, suya ne büyük bir pay ayırmıĢtı. Ancak, her vesile ile temizliği mukaddes itiyatları arasına koyduğu bu topluluğa, bol bol çeĢmeler, sebiller, Ģadırvanlar, selsebiller kurarken, onları bir sanat dehası ile mayalayarak abideleĢtirmeyi de, ileri ve kâmil zevkinin zaruretleri arasına sokmuĢtu.”

Ġslâm‟da çok önemli bir yer tutan temizlik vecibesi de su mimarisini geliĢtirmiĢtir, diyebiliriz. Osmanlı su yolları, “cedvel” denen kanalları, su kemerleri, “bend” denen barajları da büyük mühendislik eserleriydi.

Ayverdi, bir hayrat sahibinin getirttiği suyu geliĢigüzel bir taĢ oluktan akıtmak ko laylığına gidebilmesi mümkünken iĢi oluruna bağlayıcılığa düĢmemiĢ ve kesesinin izni miktarı suya bir taht kurup baĢına da bir taç oturttuktan sonra kitabesine ismini kazdırdığını; onun için de Ġstanbul çeĢmelerinin çoğu bir sanat hadisesi denecek abideler Ģeklinde sokaklara, meydanlara ve Ģehrin en ücra köĢelerine kadar cömertçe serpildiğini söyler (Ayverdi, 2012a, s.204-205).

Ayverdi (2010g, s. 152-153), Türk‟ün ezelden getirdiği deha ve cevheri tüm Türk tarihine hatta tüm dünyaya yayıldığına da değinmiĢtir: “Akıp giden zaman içinde Türk dehası, terkibindeki sevgi, barıĢ, hikmet, adalet, irfan ve edeple devirleri kulaçlarken yakaladığı ruh muvazenesini, berceste mısralar hâlinde dünyanın kucağına koyu koyuvermiĢtir.” Ayverdi Türklerin Orta Asya‟dan efsane ve esatir getirmediklerini, Osman Bey‟in rüyasında veya rüya motifi içinde hayale kapılıp vücudundan yükselen ağacın dünyayı kapladığını ve bu ağacın gölgesinde kalan dağların, ormanların, nehirlerin, ülkelerin âdemoğluna nimetli ve bereketli bir hayat getirdiğini boĢ yere görmediğini söyler (Ayverdi, 2010g, s.153).

46

Ayverdi, Osmanlıların belki de en büyük kazancının geri itilecek, unutulmak istenecek tarihî kompleksleri ve yüz karaları olmayıĢı olduğunu vurgulayarak; Türklerdeki âlicenaplığı ve edep duygusunu, kin ve nefretin üstüne çıkaran bu tasfiyeli, samimi ve komplekslere yer vermemiĢ ruh kıvamının tanzim ettiği hakan kütle psikolojisi olduğunu belirtir(Ayverdi, 2010g, s.152-153).

Ancak Ayverdi (2010g, s.556), Osmanlı Devleti‟nin özellikle son zamanlarında devletin manevi değerleri dikkate almamasının, maddecilik anlayıĢının ve kendine fazla güvenin gerçekleri görememesine yol açtığını da söylemektedir. “Devleti de milleti de içinden ve hakkıyla tanıyan ve yine Türk kültür ve edebiyatına hakkıyla tasarruf eden bir âlim kiĢi çıkıp bilgisine, ilmi millî realitelere dayanan bir orta yol seçememiĢtir. Ne yazık ki hep o kudret ve safdil büyüklük hissi ile kendi bilgisini baĢkalarının bilgisiyle kontrol ve mukayese etmeyi bir tenezzül ve küçüklük saymak hatasından kurtulamayarak, bir kültür nahvet ve gururunun dört duvarı arasına sıkıĢıp kalmıĢtır.”

Ayverdi‟ye göre Osmanlı Devleti de belki bir cihangir gururundan, belki tehlike hâlini almıĢ bir kendine güvenden veya iç ve dıĢ düĢmanların kemirici faaliyetlerinden, cehle, gaflete, taassuba bürünerek bu gerçeği göremiyordu (Ayverdi, 2010g, s.557).

Osmanlı sarayının diğer Türk devletlerinde de olduğu gibi, sanatçıları ve ilim adamlarını desteklemesi, kültür ve sanat hayatını canlı tutmuĢtur. Osmanlı padiĢah, Ģehzade, sultan ve diğer hanedan mensupları birçok sanat faaliyetini destekleyerek ve sanatkârları himaye altına alarak bu hususta adeta birbirleriyle yarıĢmıĢlardır. Bu anlayıĢ noktasından Osmanlı‟da sanat bilincinin yönetenlerden yönetilenlere kadar toplumun tüm katmanlarında kendini göstermiĢtir.