• Sonuç bulunamadı

1. SÂMĠHA AYVERDĠ’YE GÖRE ESTETĠK VE SANAT EĞĠTĠMĠ

4.1.18. Müzik ve Sanat

Müzik, Ģiir ve edebî sanatlar gibi insan ruhunu düzenlemekte bir rol oynamaktadır. Bazı müzik eserleri kendine özgü ahengiyle insan ruhunu onarır. Müzik insanı iç karıĢıklıklarından kurtarıp huzura kavuĢturabilir.

Dil, edebiyat ve tarihte olduğu gibi müzik sahasında da Türk milleti tarafından oluĢturulan, sevilen ve benimsenen her Ģey millî varlığın bir parçasıdır. Edebiyat gibi müzik de Türk milletinin ruhunu anlatan bir araçtır.

Türk müziği ile Türk medeniyeti arasında derin bir iliĢki vardır. Türk müziği örfî değerlerle de birleĢip, Türk insanının ruhunun bütün inceliklerini yansıtır.

Ayverdi, musikinin öneminden ve iĢlevinden bahsetmiĢtir. Ona göre yıldan yıla yaprak döküp yaprak veren bir ağaç gibi asırlardır iĢlenegelen musiki, millî ruhun ve millî ihtiyacın müĢküllerini çözen suallerini cevaplandıran, taleplerini karĢılayan, k ah coĢturan, kah kandıran bir davet, bir çağırıĢ ve çağrılıĢ kıvamını bulmuĢtu (Ayverdi, 2010g, s.718). Ayverdi, musikiyi bir göz açıp kapama anında insan ruhuna sükunla çılgınlığın, ümitle bezginliğin, varlıkla yokluğun arasını silen, çoklukları yokluk edip birleĢtiren, bağdaĢtıran bu tılsım, sanki iliklere iĢleyip iliklerden taĢan adsız sansız bir büyü olarak tanımlamıĢtır (Ayverdi, 2010g, s.718).

Ayverdi (2008a, s. 37), taassup ve yobazlığın izin vermediği müzik ve raksa, tekkeler sayesinde yer verildiğini Ģu sözlerle dile getirmektedir: “Osmanlı Devleti‟nin kuruluĢ fikriyatını idare eden tasavvuf Ģuuru, gerek savaĢ gerek barıĢ politikası üstünde yapıcı ve yaratıcı ruhuyla devletin manevi olduğu kadar maddi atmosferini de çizmiĢtir. Taassup ve yobazlık sınırları içinde küfür sayılan etik ve estetik kıymetler, tekkede içtimai vicdanı mayalayıp kabını taĢıran kuvvetlerdi.”

Osmanlı musikisinin geliĢmesinde yüzyıllar boyu büyük bir ocak görevi yapan tekkeler Tanrıkorur‟a göre Anadolu‟nun en küçük Ģehirlerinden baĢka, imparatorluğun Balkan ve Ortadoğu eyaletlerinde de Osmanlı musikisinin yayılmasında baĢlıca rol oynamıĢtır (2003, s. 27)

Ayverdi, musikiyi kapısından içeri sokmayan taassuba karĢı tekkenin, insan gönlünü yıkayıp, pür ü pak edecek ibâdetin içine, Ģiiri de, musikiyi de, güzel sesi de kabul ettikten

63

baĢka, zikir ve sema dediği ritmik hareketleri almak suretiyle ilahileĢtirdiği raksa da yer vermiĢ olduğunu vurgular (Ayverdi, 2008a, s. 37).

Türk musikisinin Müslüman olmayan insanları da etkilediğini söyleyen Ayverdi, Türk musikisinin yücelere eriĢtiği yekpareliği içine adım atmıĢ olanları da kendi kültüründe n nasip alır hâle getirdiğini vurgular. ĠĢte bu yüzden, gayrimüslim unsuru da bir mıknatıs gibi kendi hüviyeti içine çekerek sanat dünyamızda onlara da yer vermekten geri kalmamıĢtır. Ayverdi‟ye göre, sanat denen ve kuvvetini de mâĢerî Ģuurdan alan ruhi güç ve kuvvetin davetkâr çağırıĢına karĢı durmak, insanoğlunun yaradılıĢına aykırıdır. Olgun ve bütünlenmiĢ bir kütlenin etrafında yer tutmuĢ olanları platonik olduğu kadar, cismani ve bedeni zevk alanlarına çağırması, müslim, gayrimüslim ayırt etmeden kendine ram etmesi bir emr-i tabidir (Ayverdi, 2009b, s. 10).

Ayverdi, Türk müziğinin etkileyiciliği ile ilgili bir hikâye aktarır:

Derya Kaptanı Hacı Vesim PaĢazade Mustafa Lutfi El-Mevlev i, eski devrin, Ģark ve garp irfanına aynı ölçüde tasarruf eden münevverlerindendir. Henüz genç bir Galatasaraylı iken, günlerden bir gün, Yenikapı Mevlevihanesi‟ne gider ve beraberinde bulunan bir arkadaĢıyla birlikte misafir maksuresinden mukabeley i takibe baĢlarlar. AteĢ arayan pervaneler gibi çark vura vura sema eden Mevleviler tennure açarken, mutrip de, değil insanları, eĢy ayı bile vecde getiren terennümüne baĢlar. Fakat iki arkadaĢ, okunan ayinin makamını kestirememiĢlerdir; yavaĢ sesle konuĢurlar. Tam bu sırada, aynı maksurede bulunan bir ecnebi, temiz bir Fransızca ile : Bey ler, der, konuĢmak iç in bahçedeki ağaçla rın a ltı daha müsaittir.

Bu haklı ihtar, her iki genci de utançtan eritir ve mu kabelenin sonunda, dergâhtan yarı sarhoĢ, ayrılmakta o lan bu zatın arkasından yürüyerek hem tanıĢ mak, hem de özür dilemek üzere yanına sokulurlar.

Hala huĢu içinde, hala kendine gelememiĢ olan yabancı misafir, kim olduğunu soran Lutfi Bey‟e : “Ben Glin ka..” der ve ilave eder. “ KonuĢmanıza müdahâle ettiğim iç in asıl ben özü r dilerim. Ne yapayım ki o sırada nefes alın masına bile tahammü l edemeyecek bir halde id im. Ben yalnız Rus musikisini değil, bütün dünya seslerini b iliyoru m. A ma sizin ki kemalin de üstüne çıkmıĢ bulunuyor. Öyle bir an oldu ki az daha, fırlatıp kendimi aĢağı atacaktım.” (Ayverdi, 2006c, s. 241-242).

Osmanlılar musikilerini fethettikleri ülkelere götürmüĢ ve bu ülke insanlarının askeri(mehter) ihtiĢamlarından korktukları, ama merasim cazibesinden etkilendikleri musikilerinin, bir süre sonra, herhangi bir zorlama söz konusu olmaksızın, o ülkenin müzisyenlerince çalınıp söylendiğini görmüĢleridir (Tanrıkorur, 2003, s. 39).

64

Ayverdi (2008c, s. 230), eski devirlerdeki müzik zevkini Ģöyle vermektedir: “Eskiden hemen her evde tek veya toplu ve devamlı terennümler olur, çok defa da külfete lezzet çeĢnisi veren bir Ģevk ve iĢtiyak ile Ģehrin en uzak semtlerindeki musiki âlemlerine iĢtirak edilerek, hatırası belki bütün bir ömür unutulamayan zevkler sürülürdü.”

Ayrıca askerî, siyasi, sosyal yıkılıĢlara rağmen musikinin geliĢimine devam ettiğine de dikkat çekmiĢtir. Ayverdi‟ye göre XIV., XV. ve bilhassa XVI. asırlarda imparatorluğun bütün müesseseleriyle beraber cemiyet ve sanat hayatı da öylesine sağlam temeller üzerinde yükselmiĢ bulunuyordu. Fakat müteakip asırların askerî, siyasi ve içtimai yıkılıĢına rağmen musiki hayatı tekamülüne devam ediyordu. Bu ise “yüksek ve yükselen bir sanat için, gene yüksek ve yükselen bir medeni ve içtimai hayat lazımdır” kanununa uymuyorsa da gerçek buydu (Ayverdi, 2010g, s.719).

Yazar, teknolojinin müziğe etkisiyle müziğin daha kolay elde edilebilir olmasının onu değersizleĢtiği görüĢünü savunmaktadır. Ayverdi, insanın gide gide manevi varlığı ile kendi arasına maddeden bir duvar örerek hakikatini göremez hâle geldiğini; örneğin ziraat tekniği ile çiftçinin ayağı topraktan kesildiği gibi ses ve saz sanatkârı ile dinleyici arasına giren cihazın da birbirini tamamlayan bu iki müĢtakı, çalan ve söyleyeni birbirinden ayırdığını belirtir(Ayverdi, 2008c, s. 230).

Ayverdi (2008c, s.230), radyo ile ilgili Ģunları düĢünmektedir: “Musiki dinlemeye hissen ve fikren hazırlanmak ve icabet etmekteki o asil, o engin heyecan yerine Ģimdi bir düğme çevirmekle çatımızın altına dolan ses, artık o ürpertili özleyiĢ değil kanıksadığımız ve laubali olduğumuz bir itiyattan ibarettir.”

Ġlk çağlardan itibaren Dünya‟da geliĢen ve yayılan Türk‟ler, müzikteki ilerlemelerini gittikleri yerlere taĢımıĢlar ve geliĢtirmiĢlerdir. Bugün Türk‟lerle ilgisi olan tüm ulusların müziklerinde, Türk müziğinin etkisi görülmektedir. Siyasi ve sosyal yıkılıĢlara rağmen Türk müziği ilerlemeye devam etmiĢtir. Ayverdi‟nin görüĢlerinden hareketle tekkeler sayesinde hayatımıza giren müzik ve raks diğer milletleri de etkilemiĢtir. Türk Halk Müziği ve Klasik Türk Müziği, tarih içersinden günümüze kadar gelmiĢ, bugün geliĢtirilerek yarınlarımıza aktarmamız gereken, öz ve öz Türk Kültürü‟nün birer ürünüdür.

65