• Sonuç bulunamadı

Suffa’da Öğrenilen İlim Konuları

A- İlimle Meşgul Olma

1- Suffa’da Öğrenilen İlim Konuları

Suffa’da eğitim ve öğretimi yapılan ilim konuları, yazı, Kur’ân, Kur’ân tefsirî, hadis ve fıkıhtı. Burada ilim öğrenmeye ve öğretmeye Hz. Peygamber teşvik etmiştir. Ebû Hüreyre şöyle nakleder: “Ben Resûlullah’tan şöyle buyururken işittim: “Hayırlı bir şeyi öğrenmek veya öğretmekten başka hiç bir maksadı olmayarak benim Mescidime gelen kimse, Allah yolunda savaşan mücâhidin mertebesindedir.

115 İbn Sa‘d, a.g.e., IV, 205. Ayrıca bkz.: Makrizî, Ebu’l-Abbas Takıyuddin Ahmed b. Ali, el-Mevâiz

ve’l-İtibar bi Zikri’l-Hıtati ve’l-Âsâr, Mısır 1270, II, 362; Parladır, a.g.e., IV, 428.

116 Âşık, a.g.e., 59.

117 Bkz.: Çelebi, a.g.e., 27-28. (Encyclopaedia of Religions and Ethics, V, 199’dan naklen) 118

Kettânî, a.g.e., I, 56.

33 Bundan başka bir niyetle (Mescidime) gelen kimse de başkasına âit eşyaya bakan

adam durumundadır.”120

a- Yazı

İslâm’ın başlangıcında, okuma yazma bilen Müslümanların sayısı az olduğu için, Resûlullah onların hepsini veya büyük bir kısmını, vahiy kâtibi olarak görevlendirdi. Zîrâ İslâm geldiği sıralarda, Kureyşlilerden okuma yazma bilenlerin sayısı, sadece on yedi kişi olduğu rivâyet edilir.121 Bu on yedi kişiden ikisi daha sonra Medine döneminde Suffa Ashâbı arasında görüyoruz.122 Medine’de de aynı durum söz konusu idi. Burada da okuma-yazma bilenlerin sayısı çok azdı.123 Bizzat Kur’ân ve Hz. Peygamber, bu dönemde yaşayan arapların ümmi olduğunu ifade eder. Allah şöyle buyurur: “O Allah ki Ümmî olan (okuma yazmayı bilmeyenler)

arasından bir peygamber gönderdi.124 Resûlullah ise: “Biz ümmî bir ümmetiz, yazı

ve hesab bilmeyiz.”125 der. Bu nedenle, İslâm ilme teşvik etti ve Resûlullah yazıya

önem verdi. Bunun için, Bedir Savaşında, Mekkelilerden esir düşenlerden okuma yazma bilenlere, Müslüman çocuklarından bir kısmına okuma yazma öğretmek suretiyle, kendilerini serbest bırakacaklarını şart koşması,126 Hz. Peygamber’in bu konuya verdiği önemin açık göstergesidir. Okuma-yazmaya hız ve önem verilmesinin sonucudur ki, kısa zamanda nazil olan âyetleri yazabilecek kırktan fazla Resûlullah’ın vahiy katipleri olduğu kaynaklarda zikredilmektedir.127 Zaten gelen vahyi okuyabilmek, anlayabilmek ve aktarabilmek için okuma yazmayı öğrenmek,

120 İbn Mâce, Mukaddime, 17.

121 Belâzurî, İslâm geldiğinde Mekke’de Kureyş’ten okuma-yazma bilenlerin şunlar olduğunu söyler:

Ömer b. Hattâb, Ali b. Ebî Talib, Osman b. Affan, Talha, Yezid b. Ebî Süfyan, Ebû Huzeyfe b. ‘Utbe, Hâtıb b. ‘Amr, Ebân b. Said b. ‘Âs, Halid b. Said, Abdullah b. Sad b. Ebî Serh, Huveytıb b. Abdu’l-Uzza, Ebû Süfyan b. Harb, Muâviye b. Ebî Süfyan, Cuheym b. Said, A‘lâ b. Hadram, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Ebû Seleme Abdullah b. Abdilesed el Mahzûmî. (Bkz.: Belâzurî, Fütûhü’l-

Büldân, 580).

122

İslâm geldiğinde Mekke’de okuma-yazma bilenlerden Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Ebû Seleme Abdullah b. Abdilesed el Mahzûmî daha sonra Suffa Ashâbı arasında yer almışlardır.

123 İslâm geldiğinde Medine’deki Evs ve Hazrec Kabilelerinden okuma-yazma bilenler şunlardı: Sa‘d

b. Ubâde, Münzir b. ‘Amr, Übeyy b. Ka‘b, Zeyd b. Sâbit, Rafi‘ b. Mâlik, Üseyd b. Hudeyr, Ma‘n b. Adiyyu’l-Belvâ, Beşir b. Sa‘d,, Sa‘d b. Rabi‘, Evs b. Havâlî, Abdullah b. Übeyy. (Belâzurî,

a.g.e., 583)

124 Cum‘a, 62/2. 125 Müslim, Siyâm, 2. 126

İbn Sa‘d, Tabakât, II, 22.

34 âdetâ bir zaruret halini almıştı. Daha sonra, Hz. Peygamber’in hadislerini rivâyet etmek arzusunda olan kimseler için okuma yazma, vazgeçilmez bir unsur oldu.128

b- Kur’ân

Suffa’da toplanan talebeler esas itibariyle Kur’ân öğrenimi ile meşgul oluyorlardı. Çünkü dinin esaslarını ve Allah’ın emir ve yasaklarını getiren Kur’ân’ın talimini Hz. Peygamber teşvik etmiş ve: “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve

öğretendir.” buyurmuştur.129 Bu dönemde Kur’ân’ı okuyup ezberleyen kişiye “Kârî"

(ç.kurrâ) denilirdi.130 Bunun için, Suffa Ashâbından Kur’ân’ı ve dini esasları öğretmek üzere Münzir b. ‘Amr es-Sa‘dî başkanlığında yola çıkan ve “Bi’r-i Ma‘ûne”de şehid edilen 70 sahâbeye de “Kurrâ’" deniliyordu.131 Kur’ân’ı en iyi bilen ilk Müslümanlardan “kârî" sahâbilerin sayısının 3.000 olduğu rivâyet edilmektedir.132 Bu sayı dikkate alındığında bu dönemde Kur’ân öğretimine ne kadar önem verildiği ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde de çeşitli ilim dallarında mütehassıs olanlar vardı. Çünkü her sahâbinin aynı derecede Kur’ân’ı bilme ve güzel okuması mümkün değildi. Bu nedenledir ki, Hz. Peygamber;“Kur’ân’ı dört kişiden öğreniniz: Abdullah b. Mes‘ûd, Ebû Huzeyfe'nin âzâdlısı Sâlim, Mu‘âz b. Cebel ve Übey b.

Ka‘b”133 buyurarak ihtisasın önemine işaret etmiştir. Bu dört kişiden ilk ikisi Suffa

Ashâbındandır. Mu‘âz ve Übey ise, Suffa’ya öğretmenlik yapardı ve Suffalılardan başta Ebû Hureyre ve diğer birçok sahâbî onlardan Kur’ân’ı öğrenirlerdi.

Sahâbilerin Kur’ân âyetlerini öğrenme metodu karşılıklı okuma (tedârüs) yolu ile olduğunu görüyoruz. Bu metoda göre; bir sahâbî 10 âyet okuyor diğerleri dinliyor, bundan sonra bir başkası 10 âyet okuyor diğerleri dinliyordu. Böylece âyetler karşılıklı okunuyordu.134

Hz. Peygamber, sözleri ile olduğu kadar hareketleri ile de sahâbileri Kur’ân okumaya teşvik etmiştir. Bir gün Abdullah b. Mes‘ûd’dan Kur’ân’ın okumasını

128

Çelebi, a.g.e., 23-24, (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ’, 73’ten naklen).

129 İbn Mâce, Mukaddime, 16. 130 İbn Haldun, Mukaddime, 313.

131 Buhârî, Meğâzî, 28; İbn Sa‘d, a.g.e., III, 514; Zerkeşî, el-Burhân, I, 242.

132 Hamidullah, Muhammed, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, Beyan Yayınları, İstanbul 2001, 46. 133

İbn Sa‘d, a.g.e., II, 352; Zehebî, Siyer, I, 486.

35 istemiştir. Ancak, utanan İbn Mes‘ûd: “Kur’ân sana indirildiği halde ben mi okuyacağım” demesi üzerine Resûlullah: “Kur’ân’ı başkasının ağzından dinlemekten hoşlanıyorum” buyurmuş. İbn Mes‘ûd’un Nisâ sûresinden okuduğu âyetleri büyük bir huşû ile dinledikten sonra gözlerinden yaşlar akmış ve İbn Mes‘ûd’a iltifatlarda bulunmuştu.135

c- Kur’ân Tefsiri

Suffa’da, sahâbenin üzerinde durduğu ve öğrenip öğretildiği ilimlerden biri de hiç şüphesiz ki, Kur’ân tefsiri ilmidir. Sahâbilerin Kur’ân âyetlerini öğrenme metodu “tedârüs” yolu ile olduğunu yukarıda görmüştük. Yani, bir sahâbî 10 âyet okuyor diğerleri dinliyor. Bundan sonra bir başkası 10 âyet okuyor diğerleri dinliyordu. Tabiîdir ki, sahâbe, bu oturumlarda âyetleri sadece lafızları ile okumakla kalmıyor, aynı zamanda anlam ve içerdiği hükümleri de inceler ve öğrenirlerdi. Zaten bu metod bizzat Hz. Peygamber tarafından uygulanırdı. İnen âyetleri onar onar âyetler halinde öğretir, birinci on âyet iyice öğrenilmeden diğerine geçmezdi.136 Bu ilmi de, her zaman beraber oldukları Resûlullah’tan öğrenmişler. Aynı zamanda, onlar olayları, âyetlerin sebeb-i nüzûllerini, nasih ve mensuhunu yakından müşahede etmişlerdir. Bu nedenle bunlar, Kur’ân’ın tefsirini sonraki nesillere aktarma konusunda büyük bir öneme sahiptirler. Söz gelimi; Suffa Ashâbının önde gelenlerinden Abdullah İbn Mes‘ûd, Kur’ân ilmiyle meşgul olmuş ve bu konuda sahâbilerin ileri gelenlerinden sayılmıştır. İmam Suyûtî (ö. 911/1505)’nin rivâyetine göre, İbn Mes‘ûd, Allah’a yemin ederek, Kur’ân’dan nazil olan her âyetin kimin hakkında ve nerede, gece mi yoksa gündüz mü nazil olduğunu bildiğini, her hangi birinin, Allah’ın Kitabı’nı kendisinden daha iyi bildiğini haber alsa ondan öğrenmek için yanına gitmekten çekinmeyeceğini söylemiştir.137

d- Hadîs

Suffa’da sahâbenin üzerinde durduğu ve öğrenip öğretildiği ilimlerden biri de Hz. Peygamber’in hadîsleridir. Çünkü hadîsin sünnet ile eş anlamda kullanıldığı ve

135 İbn Sa‘d, a.g.e., II, 342; Ayrıca bkz.: Âşık, a.g.e., 47-53. 136

Zehebî, a.g.e., I, 490.

36 sahâbe dönemi ile sonraki nesiller arasında rivâyet edildiği kabul edilirse, İslâm dininde onun kazandığı önem derecesini ve dinin tamamlanmasında oynadığı rolü tayin ve tespit etmek çok daha kolay olacaktır. Çünkü İslâm teşrî‘inde sünnetin, Kur’ân’dan sonra ilk kaynağı oluşturduğu, bu konuya eğilmiş olanlarca bilinen bir husustur. Bu bakımdan, sünnetin fıkıh bilginleri yönünden islâm teşrî‘i alanındaki değeri, bîr bakıma, hadisin aynı sahada sahip olduğu değer anlamındadır. Hadisin kazandığı bu yüksek değeri tesbit edebilmek için, Hz. Peygamber’in risâlet görevini ve bu görevin önem derecesini daima göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü Allah, Hz. Peygamber’i, Kur’ân’ı tebliğ etmekle görevlendirmiş ve bu hususta ona şu emri vermiştir: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yap-

mazsan O’nun elçilik görevini yapmamış olursun.”138 Bu açık emirden an-

laşıldığına göre, Hz. Peygamber’e verilen tebliğ görevinin gerekleri, kendisine gönderilen Kur’ân’ın insanlara duyurması veya öğretmesi ve dolayısıyla onların, Kur’ân’ın emir ve nehiylerine uymalarını sağlamasıdır. Ancak, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen ve uygulanması istenilen bazı âyetler, herhangi bir detaya inmeden kapalı (mücmel) ya da sınırlandırmadan mutlak olarak gönderilmiştir. Bu konuda İmam Şâfiî (ö. 204/820): “Hz. Peygamber’in sünneti Allah’ın murad ettiği mânâyı açıklayıcıdır; Kur’ân’ın âmm ve hâssını gösteren, mutlak ve mücmelini açıklayan bir delildir. Allah, Kitab’ında namaz, hac ve zekât gibi konularla ilgili emirleri kesin olarak belirlemiştir. Bu emirlerin nasıl uygulanacağını da bizzat Peygamberi aracılığıyla onlara öğretmiştir.”139 der. Söz gelimi; namaz kılınmasını emreden âyetler mücmel olarak gelmiş, fakat rek‘atlarının adedi, şekli ve vakitleri Kur’ânda açıklanmamıştır. Aynı şekilde zekât verilmesini emreden âyetler mutlak olarak gelmiş, zekâtı gerektiren malın asgâri sınırı, miktarı ve şartları açıklanmamıştır. Kur’ân’da bunun gibi, şekli, şartı ve rüknü açıklanmadıkça uygulanması mümkün olmayan daha birçok hükümler vardır ve bunların açıklanması için yine Resûlullah’ın sünnetine ihtiyaç vardır.140

138 Mâide, 5/67.

139 Şâfiî, Muhammed b. İdris, er-Risâle, (İslâm Hukukunun Kaynakları), çev.: Abdulkadir Şener-

İbrahim Çalışkan, TDV, Ankara 1996, 52, 105.

37 Bütün bunları bilen sahâbe, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini iyi kavramaya çalışıyordu. Hatta sahâbenin bir kısmı, duydukları hadîsleri yazıya geçirdikleri konusunda rivâyetler bulunmaktadır. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in hayatında hadîs yazan bazı sahâbilerin isimleri zikredilmektedir. Bunların başında Abdullah b. ‘Amr b. ‘Âs (ö. 65/684) gelmektedir. İbn Sa‘d'ın naklettiği bir haberden öğrendiğimize göre; Abdullah b. ‘Amr, bir sahîfeden bahsederek “Resûlullah’tan, işittiğim hadîsleri yazmak için izin istedim; bana izin verdi ve ben de bu sahîfeyi yazdım”141 der. İbn Sa‘d, bu haberin sonunda Abdullah b. ‘Amr’in Hz. Peygamber’den yazdığı sahifeye “es-Sâdıka” ismini verdiğini de ilâve eder ki, başka haberlerin de bu hususu teyid ettikleri görülür. Meselâ bu sahîfeyle ilgili olarak Mücâhid'in (ö. 100/718) şöyle dediği rivâyet edilir: “Abdullah b. ‘Amr’in yanına girdim. Başının altındaki sahîfeye bakmak istediğim zaman bana engel oldu. Ona, kitabını benden niçin saklıyorsun? dediğimde, o: “Bu Resûlullah’la aramızda kimse yokken işittiğim hadislerin bulunduğu Sahîfe-i Sâdıka’dır.142 Kitâbullah ve bu Sahîfe, benim için kesin olduktan sonra, artık başka şeyler beni ilgilendirmez, demiştir.”143 Abdullah b. ‘Amr’in hadis yazdığını gösteren bir başka meşhur haber ise Suffa Ashâbının başında gelen Ebû Hureyre’den rivâyet edilmektedir. Ebû Hureyre: “Abdullah b. ‘Amr dışında, sahâbe arasında Resûlullah’ın hadîslerini benden daha fazla bilen kimse yoktu. Çünkü o hem yazıyor, hem de ezberliyordu. Ben ise sadece ezberliyor, yazmıyordum. Abdullah, yazmak için izin istedi. Hz. Peygamber de ona izin verdı” demiştir.144

Ancak, bizi burada ilgilendiren kısmı kaynaklarda farklı sayıda hadîs rivâyet eden sahâbeyi “muksirûn-mukillûn” (çok hadîs rivâyet eden ve az hadîs rivâyet eden) olarak gruplara ayırırken bunlardan Suffa Ashâbının konumudur. Farklı sayıda hadîs rivâyet eden sahâbilerden baştan ilk yedisi binin üzerinde hadîs rivâyet ettiklerinden

141

İbn Sa‘d, a.g.e., III, 373.

142 Sâhife-i Sâdıka: Abdullah b. ‘Amr b. ‘Âs’ın yazdıkları hadîslerinin toplattığı sahifedir. Bkz.: İbn

Sa‘d, a.g.e., II, 373. Bu sahifede 1000 hadîs mevcuttu ve Abdullah bu 1000 hadîsi ezberlemişti. Bkz.: İbn Esîr el-Cezerî, a.g.e., III, 349.

143 İbn Sa‘d, a.g.e., III, 373; Zehebî, Siyer, III, 89. 144

Buhârî, İlim, 39; Dârimi, Mukaddime, 43; Zehebî, Siyer, II, 599; III, 89; İbn Hacer el-Askalânî,

38 bunlara “el-Muksirûn”145 denilmektedir.146 Diğerlerine ise, “el-Mukillûn” denilmektedir. Muksirûnlardan olan yedi kişiden üçünün Suffa Ashâbından olduğunu görüyoruz. Bunlar: Ebû Hureyre 5374, Abdullah b. Ömer 2630, Ebû Said el-Hudrî 1170 hadîs rivâyet etmişlerdir. Mukillûnlardan sayılan sahâbenin içinde onlarca Suffa Ashâbı bulunmaktadır. Bunların başında 848 hadîsle Suffa Ashâbından Abdullah b. Mes‘ûd gelmektedir. Diğer Suffa Ashâbı ise, farklı sayıda hadîs rivâyet etmişlerdir.147

e- Fıkıh

Suffa’da sahâbenin üzerinde durduğu ve öğrenip öğretildiği ilimlerden biri de hiç kuşkusuz ki, fıkıh ilmidir. Bizzat Hz. Peygamber, fıkıh öğrenilmesini şu sözleriyle teşvik etmiştir: Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah kim hakkında hayır dilerse ona İslâm dini hususunda fıkıh

bilgisini verir.”148 Abdullah b. Abbas’tan gelen rivâyete göre ise, Hz. Peygamber:

“Şeytan’a bir fıkıhçıyı aldatmak, bin âbidi aldatmaktan daha zordur.” 149 demiştir. Suffa Ashâbından Ebû Said el-Hudrî’nin rivâyetine göre, Allah Resûlü’nün ashâbı beraberce oturdukları zaman fıkıhla ilgili konular üzerinde konuşurlardı.150 Ancak, Suffa’da kalan sahâbe, tefsir ve hadîs ilimlerinde olduğu gibi fıkıh ilmi bakımından da farklı bilgiye sahiptiler. Çünkü Kur’ân âyetlerindeki ve Hz. Peygamber’in sünnetindeki emir ve nehiylerini, haram ve helallerini; kısacası, bütün hükümleri anlama, kavrama kabiliyet ve istidatları farklı idi. Bu nedenle, hepsi aynı derecede fakîh değildi. Mesrûk b. Ecdâ‘ (ö. 63/683)’dan nakledilen bir rivâyet de, sahâbe içerisinde ilmi kabiliyetleri ile öne çıkan kişileri belirtmesi açısından dikkat çekicidir. Buna göre Mesrûk: “ Muhammed’in ashâbına uğradım ve ilimlerinin şu altı kişide

145

Muksirûnlardan olan sahâbe ve rivâyet ettikleri hadîs sayısı şöyledir: Ebû Hureyre (5374), Abdullah b. Ömer (2630), Enes b. Mâlik (2286), Hz. Aişe (2210), Abdullah b. Abbâs (1660), Câbir b. Abdullah (1540), Ebû Said el-Hudrî (1170) (bkz.: Suyûtî, Tedribu’r-Râvî, 401; İbn Kesîr,

Bâisu’l-Hasîs Şerhu İhtisâri Ulûmi’l-Hadîs, 211). Ayrıca bkz.: İbn Hazm, Ebî Muhammed Ali b.

Ahmed b. Said, Cevâmi‘u’s-Sîre ve Hamsu Resâili Uhrâ, (İkinci Risâle) thk.: İhsan Abbas ve Nâsiruddin Esed, Dâru’l-Meârif, Mısır ty., 211; Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, 296.

146 İbn Salâh, a.g.e., 266.

147 Geniş bilgi için bkz: İbn Hazm, Cevâmi‘u’s-Sîre, 275-315; Âşık, a.g.e., 116-123. 148 İbn Mâce, Mukaddime, 17.

149

İbn Mâce, Mukaddime, 17.

39 toplandığını gördüm: Ömer (ö. 23/644), Ali (ö. 40/661), Abdullah b. Mes‘ûd (ö. 32/652), Mu‘âz b. Cebel (ö. 18/639), Ebu’d-Derdâ (ö. 32/652) ve Zeyd b. Sâbit (ö. 45/665). Daha sonra bir sene boyunca bu altı kişiyle birlikte bulundum. Bu altı sahâbenin ilmi ise, Ali ve Abdullah b. Mes‘ûd’da odaklandığını gördüm.”151 şeklinde ifade eder.

İbn Hazm (ö. 456-1064), 142 erkek ve 20 kadın olmak üzere toplam 162 sahâbenin fetvâ verdiğini söyleyerek fetvâ sayıları bakımından: 1- Çok fetvâ verenler, 2- Orta derecede fetvâ verenler, 3- Daha az fetvâ verenler şeklinde üç kategoriye ayırır.152 İbn Kayyim (ö. 751/1330) ise, kendilerinden fetvâ nakledilen erkek ve kadın sahâbilerin sayısını yüz otuz civarında olduğunu kaydeder.153 Bunların arasında birçok Suffa Ashâbının ismi geçer. İbn Haldun da, bütün sahâbenin aynı derecede fıkhı bilemeyeceğine dair şu açıklamayı yapar: “...Ashâbın hepsi fetvâ verebilecek durumda değillerdi. Hepsinden dinî hükümler de alınmazdı. Bu, sadece, Kur’ân’ı ezberlemiş; nâsihini, mensûhunu, müteşâbih ve muhkemini ve diğer delâletlerini, bizzat Hz. Peygamber’den veya kendinden öncekilerden işiterek öğrenmiş olanlardan alınırdı…”154