• Sonuç bulunamadı

3. BEDENSEL-MEKÂNSAL-AFFEKTİF DÜZEYDE ATMOSFER

3.2 Atmosferik Deneyim

3.2.3 Stimmung: atmosfer, ruh hali ve uyum

Atmosferik bir karşılaşma anında yaşanan bedensel-mekânsal-affektif düzeyde atmosfer deneyimini, bir uyumlanma (attunement) hali olarak ele alan yaklaşımlara sıkça rastlanmaktadır. Bu yaklaşımları büyük oranda etkilemiş olan Heidegger’e göre, önce kendimiz daldığımız daha sonra bizi baştan sona uyumlandıran bir atmosfer gibi,

hallerini, dünyada olmanın yolları olarak ele alırken, uyumlanma halini, Stimmung kavramı üzerinden irdelemektedir.

Tercüme etmesi oldukça zor olsa da, İngilizcede “mood” ve “climate”, Türkçede ruh hali olarak karşılık bulan “Stimmung”, Hans Ulrich Gumbrecht’e göre özellikle 19.yy’ın ikinci yarısında öne çıkan tartışmaların gölgesinde kalmış ve farklı bakış açılarının oluşması adına potansiyel taşıyan bir kavramdır. “Mood”, sınırlandırılamayan içsel bir duyguyu temsil eden bir karakter taşırken “climate”, insanları çevreleyen fiziksel bir etki olarak anlam bulmaktadır. Almancada ise “Stimmung”, “stimme (ses)” ve “stimmen (bir enstrümanı akort etmek ve doğru olmak)” kelimeleriyle bağlantılıdır. Bir enstrümanın akort edilmesi gibi, belirli ruh halleri ve atmosferler bir süreklilikte deneyimlenir. Kendilerini bize, sezme ve tanımlama güçlerimize, dilin onları yakalama potansiyeline meydan okuyan nüanslar şeklinde sunmaktadırlar (Gumbrecht, 2012).

Bu noktada “Stimmung”, hem atmosfer hem de ruh hali anlamına gelen haliyle atmosfer ve ruh hallerinin iç içe geçmiş, ayrılamaz karakterini belirtmektedir. Fakat, İngilizce karşılığı olarak “mood” ve Türkçede “ruh hali” kelimesi, “Stimmung” kelimesinin kapsamını tek başına üstlenememektedir. Örneğin Otto Friedrich Bollnow’a göre, iki tür ruh hali vardır. İlki, geçici, kararsız (moody) ruh halleri, diğeri ise kalıcı veya temel ruh halleridir. İngilizce “mood” kelimesi ise ilk türe daha yakınken, “Stimmung” her iki türü eşit olarak kapsamaktadır. Buna ek olarak, İngilizce “mood” kelimesi, duygusal bir döngüyü ifade ederken Bollnow, duygusal ve duygusal olmayan ruh halleri arasında bir ayrım olduğunu hatırlatır (Bollnow, 2017).

Almanca “Stimmung” kelimesinin tercüme edilemeyeceğine dikkat çeken bir başka isim Angelika Krebs’di. Çünkü Krebs’e göre, kelimenin İngilizce veya Fransızca karşılıkları (mood, atmosphere, attunement, ambiance, humeur, état d ' âme, accord, vb.) bu terimin kapsadığı üç fenomenin yalnızca bir veya ikisini kucaklar. Bu üç fenomen, “uyum (harmony)”, “ruh hali (mood)” ve “atmosferdir (atmosphere)”. Krebs, “Stimmung’un”, Immanuel Kant’tan Heiddeger ve Schmitz’e uzanan kıta Avrupası felsefesinde önemli bir rol oynadığının altına çizmektedir. İngilizce karşılığının ise “mood” ve “atmosphere” olduğunu belirterek “mood’un” Bollnow’un bahsettiği şekliyle geçici, güvenilir olmayan bir hale, atmosphere’in ise daha uzun süreli ve güvenilir duygusal tutumlara karşılık geldiğini aktarmaktadır. “Stimmung’un” en temel açılımının ise Bollnow ile Heiddeger’in ele aldığı ve

Heiddeger’in kaygı üzerinden örneklediği, “dünyada kendini evinde hissetme” açılımı olduğunu belirtmektedir. Ahenk veya uyum içinde olmak “Stimmung'un” orijinal on altıncı yüzyıl anlamıdır. Müzik aletlerinin bir melodisi veya entegre edilmiş olarak çalmaya hazır olması anlamı, daha sonra on sekizinci yüzyılda insan üzerine aktarılmış ve insan ruhunun uyumlanması söz konusu tartışmaya dahil olmuştur. Bu tartışmalardan birine, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi metninde, “hayal gücü ve anlam arasındaki uyum” şeklinde rastlanmaktadır (Krebs, 2017).

Gumbrecht, Stimmung kavramını müzik ve ses üzerinden takip ederken, işitmenin tüm bedeni kapsayan karmaşık bir davranış biçimi olarak ten ve dokunsal algıyla ilgili olduğunu vurgulamaktadır. Algıladığımız her ton, bedenimizde gerçekleşen ve aynı zamanda onu çevreleyen bir fiziksel gerçeklik (görünmez) biçimidir. Bedenimize benzer şekilde etki eden bir başka şey ise havadır. Bu nedenle edebi metinlerde, ruh halleri ve atmosferlerin müzik ve havaya referans veren hallerine sıkça rastlanmaktadır. Toni Morrison’nun “içeriden dokunuyormuş gibi” olarak ifade ettiği “Stimmung”, nedensel çerçevelerle açıklayamadığımız ama herkese tanıdık gelen bir deneyimdir. Ses veya havadan etkilenmek, “fiziksel çevremizle somut bir buluşma ve karşılaşmadır. Bedenlerimiz ve maddi çevreler arasındaki karşılaşmalarla, atmosfer ve ruh halleri, ruhumuzu etkiler (Gumbrecht, 2012).

Bollnow, 1941 yılında Stimmung kavramını değerlendirirken bu kavramın, yaşamının tüm iç yapısını şeffaf hale getirmek için daha önce ihmal edilmiş, daha derin temellere yöneldiğini belirtmektedir. Düşünme ile yaşam arasındaki ilişki zihin ve hayatı düşünmeye davet etmektedir. En temel düzeyde zihinsel yaşam, insanın kendini tanımaya başladığı en basit ve en orijinal form olarak “Stimmung’a” dayanmaktadır. Gumbrecht’e benzer şekilde Bollnow, “Stimmung” kelimesinin gerçek anlamının müzikal bir kavrama karşılık geldiğini düşünmektedir. Bir enstrüman ayarlandığında ve daha sonra türevsel olarak belirli bir normda tekrar ayarlandığında, sadece uyum halindeki özel işlevini yerine getirebilmektedir. Tıpkı bir kişinin ruh halinin durumlara uyum sağlaması gibi. Her “Stimmung” bir uyumdur, farklı yollarla belli bir tonu yakalar. Bu uyum, iç ve dış dünya arasındaki uyum, beden ve ruh halleri arasındaki uyum ve ruhun tekdüze bir temel tonuna ayarlanmış, tüm bireysel durumların uyumudur. “Stimmung”, tamamen kendinin ve dünyanın ayrılmaz birliğinde yaşar ve her ikisini de kaplayan ortak bir renge sahiptir. Bu yüzden “Stimmung'u” sadece öznel tarafta açıklamak yanlış olacaktır (Bollnow.2017).

Günümüzde ruh halleri ve Stimmung kavramına olan ilgi, atmosfere olan ilgiyle paralel bir şekilde artmaktadır. Griffero’nun dikkatini çeken bir konusu ise güncel çalışmalarada “Stimmung” kelimesinin genellikle “atmosfer” olarak başka dillere çevriliyor olmasıdır (Griffero, 2014b). Stimmung kavramının temelde, Heiddeger’in fenomenolojik bakış açısıyla vroluşsal bir şekilde ele aldığı Being and Time isimli eserine ve “Dasein” açılımlarına dayandığı göze çarpmaktadır. Ancak son yıllarda, bu ilgi fenomenoloji ile sınırlı kalmamaktadır. Edebi çalışmalarda, özellikle psikopatoloji ve nöro-psikoloji olmak üzere psikolojide, felsefede, estetikte vb. farklı alanlarda ruh halleri teorilerine karşı yükselen bir ilgi söz konusudur.

Heiddeger, “bir hal içinde bulunma” durumunu ontolojik bakımdan açımlarken, “en iyi tanınan ve en hergünkü olan duygu durumu (being attuned)” olarak Stimmung kavramını tanıtmaktadır. Gumbrecht ve Bollnow’ a benzer şekilde, bu fenomenlerin, dikkate alınmamış ve kayıtsız kalınmış olduğunu vurgulamaktadır. “Dasein’nın” (var olanın varlığının anlamı, dünya içinde varolmaya işaret eden haller içindeki insan) duygu durumunun bozulması ve ani değişimleri, onun hep bir “Stimmung” içinde olduğunu göstermektedir. “Bir-hal-içinde-bulunmada” ise, “Dasein hep kendi kendisiyle karşı karşıya gelmiş olmakta, kendisini hep peşinen bulmuş olmaktadır-ama duyumsayıcı kendini-mevcut-bulma olarak değil, blakis duygu durumuna sahip kendini bir ruh hali (Stimmung) içinde bulma olarak”.

Karşılaşmayı sağlama birincil olarak bir-şey-için-bakışsal olup yalnızca duyumsama ve gözetleme değildir. Bir-şey-için-bakışsal ilgilenici karşılaşmayı sağlama etkileme karakterine sahiptir…Sahiden de ontolojik bakımdan dünyayı birincil olarak keşfetme işini salt duygu durumuna teslim etmek gerekir. Zira saf gözetleme örneğin tehditkarlık gibisinden bir şeyi asla keşfedemeyecektir (Heiddeger, 2018, s.213-138).

Heiddeger, kendimizi nasıl hissettiğimize yönelik bir sorunun sürekli farklı cevaplara büründüğünün altını çizer. Bu soruyu sormanın önemi, dünyadaki varlığımızın, kendimizi her zaman dünyayla etkileşim içinde ve uyumlu bir şekilde bulduğunu göstermekle ilgilidir. Tüm ruh hali psikolojisinden önce “Stimmung” fenomenini temel bir varoluş ya da varoluşsal koşul olarak görmek gerekir. Dünyadaki varlığımız, her zaman konumlanmaya dayanmakta ve durumlar her zaman varlığımız için önem arz etmektedir. Dolayısıyla karşılaşma anında, deneyimlerimiz ve somut dünyayla ilişki kurma biçimimiz, öncelikle duygusal olarak gerçekleştiğinde, derin bir kavrayış mümkün olabilecektir (Griffero, 2014b).

Angelika Krebs, “mimari dünyada kendini evinde hissetme durumunu”, atmosferlerle kurulan estetik rezonans üzerinden anlamaya çalışmaktadır. Estetik deneyim veya rezonans, yalnızca manzaraya ve mimariye yakından bakmak, atmosferi algılamak ve onunla empati kurmak değil, aynı zamanda ona dahil olmak ve onunla paylaşım içinde olmayı gerektirir. Krebs, Wittgenstein’nın “bir kapı çok alçak olduğunda veya müzikal bir pasaj tutarsız olduğunda hissedebileceği rahatsızlık gibi ya da bir takım elbisenin uygun uzunlukta olması, şiirsel bir görüntünün kesinliğine karşı hissedilen takdir gibi”, örneklemini kullanarak estetik tepkilerin psikolojinin bir dalı olarak ele alınamayacağını vurgulamaktadır. Çünkü, estetik açıdan çekici manzaraların veya mimari yapıların bizi nasıl hissettireceği, nedensel etkilerle ilgili değildir. Aksine, bir yan ürün olarak “evde hissetme ruh halini” içerebilen estetik deneyimin kalitesiyle ilgilidir (Krebs, 2017).

Krebs, içsel aktivitelerin çoğunda, “estetik sempatik dikkatin” veya “rezonansın”, zevke eşlik ettiğini belirtmektedir. Georg Henrik von Wright, zevki, aktif zevk ve pasif zevk olarak açımlamaktadır. İlki, bir elmayı ısırdığımızda aldığımız zevk gibi iken ikincisi, istediğimiz bir şeyi elde ettiğimizde hissettiğimiz zevk gibidir. Sanatsal yaratım sürecinde olduğu gibi birtakım mücadeleleri ve acıları da içerebilecek genel bir his olarak aktif hazzı, kasıtlı olarak tetikleyememekteyiz. Sadece günlük endişelerimizi unuttuğumuzda ortaya çıkan eylemin bir yan ürünüdür, akıştır. Kişi tüm psişik enerjisini, başka bir kişi, bir tekne, bir dağ veya bir müzik parçasıyla kurulan bir etkileşime yatırdığında aslında onun bir parçası olur. Daha büyük bir eylem sistemine dahil olmak, orkestra ile bir senfoniye katılmak gibi bütünün bir parçası olduğunuzu hissedersiniz. Krebs’e göre bütünsel yönü nedeniyle, bu farklılaşmış birlik veya evde olma hissi, bir ruh hali olarak kabul edilebilir. Buna karşılık, sadece aktif zevk ya da akış, kasıtlı olmayan bedensel bir duygu olarak açılmaktadır (Krebs, 2017).

Dolayısıyla, bedensel-mekânsal-affektif düzeyde yaşanan atmosfer deneyimi Stimmung kavramı üzerinden ele alındığında bu deneyimin, insanın mekânsal ilişkilere dahil olmuş bir şekilde kendini tanımaya başlamasıyla kurulan “en basit ve en orijinal formu” yakalıyor olduğu söylenebilir. Buna dayanarak bahsi geçen formların, herkese tanıdık gelen hisleri çağrıştırdığı söylenebilir. Bir mağaraya sığınan ilk insanın, kendini güvende hissetmesi gibi. Böylece, mekânsal deneyimin en temel ve derin düzeyi olan varoluşsal düzeyde yaşanan bir deneyim, fiziksel çevreyle somut bir buluşma ya da karşılaşma durumunda, “günlük endişelerden sıyrılarak kendini

evinde hissetme”, “mekânla rezonans ya da ahenk/uyum içinde olma”, “belli bir tonu yakalama”, “ayrılmaz bir birlik içinde ortak bir renge sahip olma” gibi hisleri büyütebilir (Şekil 3.6). Öte yandan, hem “Stimmung’un” hem de affektif/duygusal durumların kapsadığı “ruh hali” terimini daha detaylı anlamak bir başka deyişle, bu kavramın, affektif/duygusal durumların kapsadığı bir diğer terim olan “duygu” yerine neden ruh halini ön plana çıkardığını irdelemek önem arz etmektedir.

Şekil 3.6 : “Stimmung” kavramıyla ilgili açılımlara bütüncül bakış (Bahar Gökçen Kumsar, 2020).