• Sonuç bulunamadı

3. BEDENSEL-MEKÂNSAL-AFFEKTİF DÜZEYDE ATMOSFER

3.1 Maddi Varlık ve Duyusallık

3.1.1 Algıdaki belirsizlik payı ve tamamlanmamış nesne

Algımız nesnelere ulaştığında, nesne etrafında kurulan tüm deneyimleri temellendirmektedir. Algı konusu, farklı bakış açılarıyla farklı şekillerde ele

alınmaktadır. Fakat yaşayan beden kavramının etrafında şekillenen algı açılımları, algının fenomenolojik ve varoluşsal yorumlamalarına dayanmaktadır. Merleau-Ponty, nesnelere yönelen algıyı bakış üzerinden detaylandırmaktadır. Bakış ise, belli bir açıdan görmek üzerinden kurgulanırken sadece retina ve göz merceği arasında gerçekleşen mekanist görme eylemi değil aynı zamanda özneye dair düşünsel süreçlerle harmanlanan dinamik bir keşif hareketi olarak görme eyleminden daha fazlasıdır (Merleau-Ponty, 2016, s.108). Bu noktada Merleau-Ponty dünyayı yeniden görmeye çağrı yapmaktadır. Algıda bir nesneyi görme deneyimini, nesneyi “saf bir bakışın betimsel nesnesi” olarak görme üzerinden kurgulamaktadır. “Sürekli bir mevcudiyet” gösteren nesnenin varlığı, bakışın mekânsal ve zamansal bir aradalığı ile algıda kurulan birlik ile mümkün olabilmektedir (Direk ve diğ., 2003, s.16-17). Merleau-Ponty bakışın mekânsallığını, belirlenmemiş bir etkileşim alanı olarak fenomenal alandan referansla incelemektedir. Bu alanın belirlenim kazanması ise figür-zemin ilişkisi içinde gerçekleşmektedir. Figür belirlenim kazanırken zemin belirsizleşmektedir. Figüre bir bakış açısından bakıldığı varsayılırsa figür-zemin ilişkisi nesne-ufuk ilişkisi şeklinde okunabilmektedir. Bakış nesneye odaklandığında çevredeki diğer şeyleri/nesneleri bir kenara bırakarak onun iç ufkunu farklı perspektiflerden keşfetmeye başlar. Farklı perspektiflerin arayışı ise bedenin hareketi, yer değiştirmesiyle mümkün olabilmektedir. Nesnenin birliği, birbiri ardı gelen farklı imajların bir aradalığı ile bedenin hareketliliği üzerinden kurulmaktadır. Öte yandan fenomenal alanın merkezinde konumlanan nesneyi, çevredeki diğer şeylerden/nesnelerden ayıran bir dış ufuk mevcuttur. İç ve dış ufkun birbirini var eden, birbirini tamamlayan yapısı, keşifsel süreç boyunca nesnenin kendi kendine eşit olabilme halini korumaktadır. Ancak dış ufuk, merkeze alınmış nesnenin çevredeki şeylerden ayırıp nesneye yoğunlaşmayı mümkün kılarken onu çevresinden koparmamakta aksine çevredeki şeylerin de merkeze alınıp keşfedilebileceğine işaret etmektedir. Bu noktada çevredeki şeyler de onlara yönelen bakış kadar merkezdeki nesnenin bir seyircisi gibi davranabilmektedir. Çünkü, bakışın çevredeki her bir şeyin yerine geçebileceğini varsayarak nesnelerin birbirine baktığı düşüncesiyle hareket edilmektedir. Belli bir bakış açısına dahil olamayan bir nesnenin aynı zamanda farklı bakışlarla görülebilir de olabileceğine yönelik düşünce, bakışın kendini her yere ve sonsuz sayıda nesnelerin yerine konumlandırabiliyor olmasına, özetle bakışın mekânsallığına işaret etmektedir. Öte yandan benzer bir düşünce etrafında, bedenin

hareketi ile keşfedilen tüm farklı perspektifleri şimdide birleştirerek zamansal bir bir aradalıktan da söz etmek mümkündür (Direk ve diğ., 2003).

Bakışın zamansallığı, şimdinin geri yönelimiyle geçmişi yakalama, ileri yönelimiyle de geleceği öngörebilme karakteriyle etrafında şekillenen bir algı içeriği üzerinden kurulmaktadır. Zamanın sürekli yapısı, algı içeriğine de süreklilik kazandırarak, onu her zamandan erişilebilir, görülebilir kılmaktadır. Nesne, bakışın mekânsallığı ile her yerden, bakışın zamansallığı sayesinde ise her zaman katmanından görülebilir bir karakter kazanmaktadır (Direk ve diğ., 2003). Bu düşünce etrafında her yerden görülebilen, saydam bir karaktere sahip tamamlanmış nesne belirmektedir. Ponty’nin ifadesiyle: “Tamamlanmış nesne saydamdır, bakışların aktüel sonsuzluğu her taraftan ona nüfuz eder; bu bakışlar onun derinliğinde kesişir ve orada saklı hiçbir şey bırakmazlar” (Merleau-Ponty, 2014, s.110).

Bir nesneye bakmak, gelip onda ikamet etmektir ve tüm şeyleri oradan itibaren, bu nesneye doğru döndükleri yüzlerine göre yakalamaktır. Ama ben o şeyleri de gördüğüm ölçüde, onlar da benim bakışıma açık yerleşimlerdir ve virtüel olarak onlarda yerleşmiş durumda olduğumdan, aktüel görüşümün merkezi nesnesini şimdiden değişik açılardan fark ederim. Bu yüzden her nesne diğerinin aynasıdır (Merleau-Ponty, 2014, s.110).

Nesnenin tamamlanmış olarak mutlak karakter kazanabilmesi için mümkün tüm bakışların serilebilmesi gerekirken, ufukların sonsuz karakteri bu serimi zora sokmaktadır. Bakış, ufuklar üzerinden diğer olası görme açılarını arzulasa da, bedenli olma durumu üzerinden yalnızca bir açıya sahip olabilmektedir. Ancak daha önce nesneye dair biriktirilenler ile nesneyi tarifleyen birtakım bakışlar nesnenin bütününe dair belli bir kurgu yaratabilse de onun tamamına sahip olabilmeyi mümkün kılamamaktadır. Aynı şekilde zamansal olarak da nesneye dair şimdide şıkıştırılanlar yalnızca bir yönelim olarak var olabilmektedir. Şimdide sıkıştırılan geçmiş veya gelecek, geçmişin veya geleceğin kendisi değil, şu an gördüklerimle birlikte, şimdiye evrilen haliyle geçmiştir gelecektir. Dolayısıyla, “ufukların sentezi ancak varsayımsal bir sentezdir”. Uzak çevre ise “kesin bir tanıklık sunamayacak anonim bir ufuktur; nesneyi, aslında tıpkı algı deneyiminde olduğu gibi, tamamlanmamış ve açık bırakır. Bu açıklık dolayısıyla nesnenin tözselliği akıp gider” (Merleau-Ponty, 2014, s.112). Nesne-ufuk ilişkisi üzerinden algıda kurulan birlik, belirsizden belirliye gidip gelen süreçleri barındırsa da her zaman bir belirsizlik payına, başka bir deyişle tamamlanmamışlık, açıklık hallerine sahiptir. Bu nedenle algı, bir şeyin net ve mutlak

olabileceği düşüncesini içermemektedir. Algı etrafında kurulan bu potansiyelli hal, özne-nesne ya da zihin-madde ayrımı gibi bir yanılsamayı yıkarak, zihin ve maddenin birbirini artiküle eden karakterini açığa çıkarmaktadır.

Gaston Bachelard, bu durumu, “ev” değerini betimlerken dile getirir. “…öyleki, bu olgu bir değerdir, kurduğumuz düşlerde dönüp dolaşıp geldiğimiz önemli bir değer. Varlık, hemen bir değer olup çıkar.” Evin maddi duruşu ile bedenli olduğunu ve taşıdığı öz ile aynı zamanda ruhun kendisi olduğunu belirtmektedir (Bachelard, 2017, s.37). Benzer şekilde Steven Holl de algının belirsizliği ve mimarlık arakesitinde düşünmektedir. Holl, belirleyici bir bakış açısının belirsiz bir perspektif akışına yol açmasını, belirsiz anlamların ortaya çıkmasını besleyen bir coşkunun kaynağı olarak görmektedir. Böylece, ölçülemeyen mimarinin, güçlü mimari anlamların ön plana çıktığı mekânsal algı düzeyi kurulabilmektedir (Holl, 2000).