• Sonuç bulunamadı

Sağlık çalışanlarının karşı karşıya olduğu riski özetleyecek olursak “başka bir kişinin sağlığı için kendi sağlığından olma riski” denebilir. Sağlık çalışanlarının hayatının kabaca üçte birini geçirdiği hastanelerin insan sağlığına olan olumsuz etkileri vardır. Bu etkileri kontrol altına alma çabalarına yol gösterme ve ışık tutma arzusu en önemli motivasyonumuz olmuştur.

Tıpkı çalışma hayatında olduğu gibi İSİG’de de devlet, işveren ve çalışanın belli başlı görevleri vardır. Kamunun tatmin edici bir mevzuat çıkarmakla birlikte yeterli denetim yapmayarak üzerine atılı görevi yerine getirmediği görülmektedir. İşverenin çalışan sağlığı ve güvenliği konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığı, İSİG profesyoneli görevlendirse bile yeterince destek olmadığı, bu nedenle İSİG çalışanlarının yeterince etkin çalışamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sağlık çalışanlarına kendilerini korumak adına 16 saat eğitimin zorunlu olduğu şu durumda işverenin kendilerini ve çalışanları koruma adına benzer bir eğitime tabi tutulmaması büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.

Sağlık çalışanlarının İSİG hizmetlerinden yeterince faydalanmamalarının altında yatan esas etkenin eğitim yetersizliği olduğu göze çarpmaktadır. Eğitimin çalışan sağlığı ve güvenliğinde ilk ve en önemli basamak olduğu değerlendirilmiştir. Tüm sağlık çalışanlarının İSİG hizmetlerine katılımında artış sağlamak için eğitimlerin kalitesi artırılmalı ve cazip hale getirilmelidir.

İSİG kültürü “çalışanların kişisel koruyucu donanım kullanım alışkanlığı” gibi sorumluluğu çalışanın üstüne yıkan basit yaklaşımlardan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Bu nedenle tüm diğer kültür öğeleri gibi “yarının işçi ve işverenlerine” okul sıralarında verilmesi gerekir.

Sağlık çalışanlarına sunulan İSİG hizmetlerinin değerlendirilmesinde tüm diğer değişkenleri de kontrol altında tutan en büyük etkenin hastanenin tipi (kamu veya özel) olduğu görülmüştür. Çalışmamız sonucunda kamuda çalışan sağlığı hizmetleri daha kötü olarak bulunmuştur. Devletin 2012 yılında çıkan kanunla kamu-özel ayrımını ortadan kaldırma hedefi geçen yaklaşık dört yılda gerçekleşmemiştir.

Kendisi başlı başına bir sorun olan alt işveren sistemi İSİG açısından da sorunlu durumdadır. Özel hastanelerde daha az olmakla birlikte kamu hastanelerinde %30’a varan taşeron çalışana yönelik hizmetler yetersizdir. İSG

kanununda sadece bir maddede (Madde 22) alt işverene değinilmesi yetersizdir ve özünde bu madde bile eklektik durmaktadır.

Sendikaların çalışmamızda sınırlı yer tutması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Sadece bir katılımcı tarafından (o da sendikası olmayan özel hastane çalışanı) “sendikaların daha aktif olması gerektiği” belirtilmesi başlı başına bir bulgu ve sonuçtur. Sendika (işçi, memur); doğal olarak örgütlü olan devlet ve işyeri yapısı içinde örgütlü olan işverene karşı çalışanı korumakla görevlidir.

Beklenenin aksine işyeri hekimlerinin hastanelerde yeteri düzeyde faaliyet gösteremediği görülmüştür. Bu durum, hastanede çalışan diğer doktorların iş kazası bildirimi, kişisel koruyucu donanım, eğitim gibi İSİG hizmetlerine olan ilgisizliği ile birlikte düşünülmelidir. Dahası, hastanede işveren veya işveren temsilcisi konumunda olan doktorlar da göz önünde bulundurulmalı ve yüksek eğitim düzeyine sahip bu grubun, kendilerini ve diğer çalışanları korumak üzere İSİG’e katılımı sağlanmalıdır.

Kalite çalışmaları bazı hizmetlerde asgari standartların olması bakımından faydalı olabilir. Ancak İSİG çerçevesindeki hizmetlerin sunumunda yetersiz olduğu görülmüştür. Bu nedenle İSİG hizmetleri işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer sağlık personeli gibi konu hakkında eğitim almış profesyonel kişiler tarafından sunulmalıdır. Çünkü İSİG amatör olarak yapılacak bir iş değil, başlı başına bir bilim dalıdır.

Kesici delici alet yaralanmaları sağlık çalışanlarının hep gündeminde olsa da şiddet ve beyaz kod son yıllarda gündeme gelmiştir. Şiddet olguları üzerine çok sayıda çalışma yapılmış olup ayrıca kayıtlar Sağlık Bakanlığı tarafından tutulmaktadır. Ancak bakanlık etkin adımlar atmak yerine şiddetin “iş kazası olmadığı” yönünde düşünceyle hareket etmekte ve salt adli olay hüviyetine bürümektedir. Oysaki şiddet hukuki, tıbbi, idari boyutları olduğu kadar çalışan sağlığı ve güvenliği boyutu da olan bir fenomendir.

“Şiddetin iş kazası olmadığı” görüşüne ek olarak kamu çalışanlarının iş kazası bildirimi için etkin sistem olmaması, bu konuda gereksiz bir direnç olduğu algısına neden olmaktadır. Kamu-özel ayrımını ortadan kaldırma vaadiyle hayata geçirilen İSG kanunu en azından bu yönüyle kağıt üstünde kalmıştır.

İş güvenliği uzmanlarının hastanelerde “bile” oldukça etkin olduğunu görmek; gelecekte İSG’nin daha teknik bir bilim olarak karşımıza çıkacağını, belki de “İGS”

belki de diğer sağlık personelinin oyundan düşeceğinin göstergesi olabileceği düşünülmektedir.

Hastane İSİG çalışanları için tercihen bakanlık kontrolünde bir bilgi/deneyim paylaşım platformu kurulması gerektiği düşünülmektedir. Çünkü hızlı gelişe tıp dünyasına doktorlar ve diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte ayak uydurmak gerçekten zor olabilir. Diğer taraftan aşılar, koruyucu donanımlar vs. için literatür taramak etkin bir yöntem olmayacaktır.

Son olarak; iyi bir İSİG hizmeti için yeterli maaş ve diğer özlük hakların sahip, yeterince desteklenmiş, eğitim ve tecrübe eksiği olmayan İSİG çalışanı şarttır. Bunların yanında özellikle çok tehlikeli işyerleri için İSİG çalışanlarının sorumluluğu, görev tanımının net olmalı ve adli süreçlerde “yangında ilk götürülecek kişi” muamelesi görmemelidir.

Üretim ve tüketim var olduğu sürece emek; devlet denetimi, işveren desteği ve işçi sağlığı ve iş güvenliği çalışanlarının deneyimi ve çalışanların dik duruşu ile korunacaktır.