• Sonuç bulunamadı

Ahmet İNAM

4. SONSUZA YOLCULUK

İnsan, sonsuzu yaşayabilen sonlu bir varlıktır. Sonsuzdaki sonlu, sonludaki sonsuzdur. Sonsuzu bedeninde duyabilir. Bu bir duygudur. Bunun duygu ötesi bir kaynağı var mıdır? Beden sonsuzu nasıl yaşar? Bir esrimedir yaşadığı. Bilincin dışında bir yaşantıdır. Elbette, bedenin sonsuzluğu duymasının fizyo-nörolojik temelleri olabilir. Yaşanan, belki mistiklerin örtük dille anlattıklarına yakındır. Yaşanan bir sanrı mıdır, düş müdür? Bilinç dışı bir alan için, bilincin içinden konuşma olanağı yoktur. Bedenin duyduğunun ‘sonsuz’ olduğunu nereden

biliyoruz? Bedenin sonlu bir varlık olarak sonsuzu yaşayabilmesinin (Eğer yaşıyorsa!) olanağı nereden geliyor? Beden ağrıyı yaşayabilir; duyu organlarıyla duyumsayabilir, hazları tadar, kendi varlığını sürdürecek düzenini kurabilir, hatırlayabilir, sezebilir. (Yüzmeği, bisiklete binmeyi, yazı yazmayı, müzik aleti çalmayı, yeterince alıştırma yapılıp, beden tarafından içselleştirilmişse başarabilir, tehlikeleri kimi durumlarda sezebilir!)

Bedenin, duygularımızdan, düşüncelerimizden, ilişkilerimizden tümüyle bağımsız bir işleyişi yoktur. Sonsuzu yaşayışında, kendisi ile insanı insan kılan dörtlü bütünlüğün diğer üç öğesi arasındaki bağlantının etkisi olmalı. Bedenin, duygu, düşünce ve insan ilişkileriyle yakın etkileşimi, onun sonsuzu yaşamasına olanak sağlıyor. Bedenin yaşadığı sonsuz, duyguların, düşüncelerin yaşadığı sonsuzla ilişkili. Belli bir ortamda, çevrede bulunmasıyla ortaya çıkıyor.

Duygularla, umut, coşku, dinginlik gibi durumlarda sonsuzun yaşanma olanağı var. Tıpkı bedende olduğu gibi bu olanak, diğer iki öğenin katkısıyla gerçekleşiyor. Sonsuz düşüncesinin bedenimize, duygularımıza geçecek biçimde, bilincimizde olanca yoğunluğuyla işlenişi duygularda sonsuzun yaşamasını tetikleyebiliyor. Elbette buna olanak sağlayacak, dördüncü öğenin, insanın insanla, doğayla, kültürle ilişkilerini oluşturan çevrenin, o çevrenin yorumundan oluşan ortamın yarattığı “sonsuzluk atmosferinin” etkisini unutmamak gerek.

Demek ki, sonsuzun bir yaşantı olarak, fenomenolojik olarak yaşanmasında hem ortamın hem düşüncenin, bilincin, hem duyguların, hem de bedenin hazır olması gerekiyor. Sonsuz yaşanabilir: Bu, dörtlü bütünlüğümüzün gerçekliğe olan yönelişiyle, tavrıyla ilgilidir. Örneğin, hakikat araştırıcısı olarak bir bilimcinin, sonsuz büyüklükleri konu edinen bir araştırmasında yaşantı olarak, sonsuzu yaşayamayabilir, yaşamak istemeyebilir belki de! Bunun yanında, sonlu bir masayı anlatan bir şair, masadaki sonsuzluğu yaşayıp okura duyurabilir.

Sonsuzu sonlu gibi görme, sonsuza gözümüzü kapama hiç de az rastlanır bir durum değildir. Sonsuzun bilinçle kavranamayacağı görüşünün bunda rolü olsa gerek. Ölçülemeyen, sınırlı sayılarla hesaplanamayanın bilgi konusu yapılamayacağı düşüncesi, sonsuzun yaşanması savının belirsiz, anlamsız bir sav olduğu sonucuna götürüyor insanı. Üstelik sonsuzluğun, dinsel çağrışımları, mistik görünümleri de göz önüne alındığında, yaşansa da “şimdilik anlaşılmaz”, sonlu dünyadaki koşullardan kaynaklanan bir aldanma olabileceği kanısı kimi çevrelerde oldukça yaygındır.

Oysa sonsuz, yaşamın anlamı açısından bakıldığında, anlam gücümüzü geliştirebilecek, bizi kokuşmuş, yıpranmış, sığ, basit, sıradan anlamlar ağına düşürecek anlam tuzaklarından kurtaracak bir kavramdır. Salt kavram değildir elbette, bir anlam kaynağıdır; yaşama bir duruş biçimidir.

En azından iki alanda sonsuzun yaşamımızdaki yerini görebiliriz. Bunlardan ilki estetik alanıdır: “Güzel”in yaşandığı alan! Sanatın yaşandığı alan. Estetik algı, sıradanlığın, kalıplarla görmenin ötesindedir. Aşina olunan dünyada, belirlenmiş, alışılmış olanın kalıplarını kırma çabasıdır. Şimdiye bize öyle görünenin, öyle olmadığını; öyle olanın farklı yorumlarının yapılabileceğini sınarız estetik alanda. Orada, yaşananın şiddeti, büyüklüğü, gücü artmıştır. Neden? Estetik bilinç, farklı dünyalar olabileceği, yaşananın, yaşanmış olanın, başka bakışlarla, farklı açılarla farklı biçimlerde yaşanabileceğini duyurur bize. Estetik bilinç bir anlamda sonsuzun kapısını açar: Bu kapıdan, yaşadıklarımızı daha farklı renklerde, daha farklı yoğunluklarda yaşanabileceğini sezeriz. Küçümsediğimiz, aldırmadığımız nice düşüncenin, duygunun, ilişkinin daha farklı “büyüklükler”de yaşanabileceğine tanık oluruz. Sıradanlığın ardındaki incelikleri görürüz. İnceliklerin nasıl kabalaştığını da. Sonsuzun estetik yolculuğunda, kendimizi bu yolculuğa adamadıkça, yol almamızın nedenli zor olduğunu görürüz. Sonsuzu yaşayabilmenin kendini böyle bir yaşantıya bağlayabilmekle olanaklı olduğunu anlarız.

İnsan farklı yaşanabilir. Anlaşılabilir. Görülebilir. Yaşam da öyle. Bilgide öyle. Estetik yaşantı yalnız sanat alanında yaşanmaz; insanın günlük yaşamdaki sonlukları aralayarak, arkalarındaki sonsuz “boyutları” görebilir. Estetik bir tavırla yaşadığı değerleri daha “yüksek” daha “evrensel boyutta” yaşar. Üzeri alışılagelmiş yaşantılarla örtülmüş anlamlardaki derinliği fark edebilir. Anladığı, kavradığı olguların, yaşantıların farklı biçimlerde algılanabileceğini görür. Yaşamı anlama ufkunu olabildiğince genişletir.

Sonsuz, etik alanında ötekinin yüzünde görülüyor. Çerçeveleyip, kalıplar içinde görmememiz gerekir, “biz”den “ayrı” insanı. İnsan birey olarak da, toplum, kültür olarak da sonsuzdur. Tükenmez. Bundan dolayı bir araç olarak kullanılamaz. Ahlâk açısından sınırlandırılıp, çerçevelenemez, insan, bizim onu “bildiğimizden”, yaşadığımızdan hep fazladır. Hep farklıdır. Birbirinden ayrılamaz bir bütünlük içinde estetik-etik yaşam, sonsuzun yaşanabildiği, yaşanması gerektiği bir alandır. Yaşam tazeliği için, yaşamın sürekli tazelenmesi için gerekli olduğunu göz önüne aldığımızda, Şölen Diyalogunda Platon’un ileri sürdüğü gibi, sonsuzun “tene ve cana” göre güzellik içinde doğurma” (206b) olduğunu söyleyebiliriz. “Doğurma sonsuzluğa götürür, ölümlüyü ölümsüz eder.” (2006e) Doğurma, bedence, duyguca, bilinç açısından, toplumca, kültürce sürekli yeni anlamlar yaratmaktır, sanatta, bilimde, kültürün her alanında. Yaşamda sahip olduğumuz değerlerin, görüşlerin, anlamların sürekli yeniden gözden geçirilip, yaşamın sonsuzluğuna yakışan bir biçimde yeniden yorumlanmasıdır.

“SONSUZLUK”