• Sonuç bulunamadı

Ahmet İNAM

2. ANLAM GÜÇLENMESİ

Algıda, algılanan nesnenin, algı içeriği verilir. Algıdan anlam gelmez bize. Algılarken anlam vererek algılarız, anlam katarak. Hiçbir nesnenin anlamını algılayamayız. Anlamla algılarız. Anlamı algılayamayız. Gökyüzünde, gündüz, bulutsuz bir havada sarı, sıcak bir ışık yığını görür, ona anlam katarak, güneş deriz. Algı içeriğini ham olarak alır, onu anlamla yoğururuz. Genel olarak konuşursak, yaşantı, yaşantı içeriğinin anlamla yoğrulması ile yaşanır. Yaşantı içeriğini yoğuran anlamın kaynağı nedir? Anlam vermenin olanağı nerden geliyor?

Yaşantılar yalnızca algıyla sınırlı değil. Düş kurma, düşünme, kavrama, anımsama, ağrı, haz… yaşantı örneklerinden birkaçı. Yaşantıların içeriğine verdiğimiz yanıttan, bir anlamda tinsel bir tepkiden doğuyor anlam verme, yaşantı içerikleriyle karşılıklı etkileşimden ortaya çıkıyor. İnsan yaşantısı, yaşantısının içeriğine (nesnesine, konusuna), katılarak olup bitiyor. İnsan yaşanana katılıyor anlam verme çabası içinde. Bu katılma, insanın yaşadıkları karşısında edilgin olmadığının bir göstergesi. Anlam veriyorum, demek ki varım. Edilgin gibi görünen yaşantılarda bile, örneğin başımıza gelebilecek büyük belalarda, hastalıklarda bile, onları yorumlama, anlamlama gücümüz vardır. Anlam verme, insanın evrene attığı imzadır. Yaşananda bize verilene katkımızdır.

Anlam vermenin kaynağı insanın dörtlü bütünlüğüdür. İnsanı oluşturduğunu düşündüğüm bu dört temel öğe, onun bedeni, duyguları, aklı (zihni, bilinci) ve çevresidir. İnsan bu dörtlü bütünlüğü ile geçmişini geleceğe taşırken anlamlarla yoğurur yaşamını. Anlam kaynağı, örneğin

Edmund Husserl’de olduğu gibi bilinç değildir. Zihin değildir. Onu da içine alan daha geniş bir bütünlüktür. İnsanı insan kılan bu bütünlükle, yaşanana katkıda bulunmaktır anlam vermek.

Anlam vererek insan, başına gelenlere, karşılaştığı güçlüklere karşı, kendi bütünlüğünde bir güç oluşturur. Buna insanın anlam gücü diyebiliriz. Yaşam sorunlarının üstesinden gelme uğraşında yitirilmemesi gereken gücümüzdür. Günlük dilde “moral gücü”, “manevî güç”, “psikolojik direnç gücü” gibi adlar verilebilen güç, yaşantılarımızın içeriğinden gelen olumlu ya da olumsuz “enerji”yi karşılayabilmeye yarar. Bir anlamda dış dünyadan “aldıklarımıza” karşılık verdiklerimizi oluşturur. (Eylemlerimiz, yapıp etmelerimiz ürettiklerimizin ardında durur anlam gücümüz!)

Sorun, bu gücün kullanımında yatıyor. Bu güç, sonlu, sınırlı, bir bakıma, bir ölçüde belirlenmiş insanı sonsuzluğa taşır. İnsan, içindeki bu sonsuzluk kaynağını yeterince anlayamıyor, kullanamıyor. Dörtlü bütünlüğün anlamını kavrayamıyor. Yaşantılarına anlam veren yanı üstünde yoğunlaşamıyor. Anlam yaşantıları, anlam yaşantılarına odaklaşmış yaşantılar üstünde derinleşemiyor.

Anlamlar da yaşantı konusu, yaşantı içeriği olabilir. Bu içeriğe anlam verecek olan, daha önceki yaşantıları sindirmiş olan dörtlü bütünlüğümüzdür.

İçeriğine verilen anlamlarla bütünlenir yaşantı. Yaşantılar, yaşandıktan sonra da, onlar üzerine gerçekleştirilen düşünme, yorumlama, anlam verme yaşantılarıyla yaşantılarla ilişki kurulabilir. Çok “derin” yaşadığınızı düşündüğünüz bir yaşantıyı sonradan saçma bulabilirsiniz, yaşadıklarımızın içeriğine yüklediğimiz ilk anlamla, bu yaşantı üzerine geliştirdiğimiz son anlamlar arasındaki boşluk büyük sorunlar yaratabilir.

Demek ki anlam verme en azından iki durumda ortaya çıkıyor. Her yaşantıda, o yaşantı içeriğine anlam veriliyor. Ayrıca, yaşantının, yaşantılar öbeğinin ardından, onun anlamı üstüne anlam yaşantısı gerçekleştirilecek anlam verme süreci yaşanıyor. Anlam verme süreçlerinin tümüne anlamlama dersek, her yaşantının sahip olduğu anlamlamaya olağan anlamlama, yaşantılar üstüne gerçekleştirilen anlamlamaya da anlam anlamlanması diyelim. Bu iki tür anlamlama birbirini etkiler. Yaşadıklarımız üstüne düşünüp, yorumlayabildikçe, anlam gücümüz anlam anlamlarını destekleyip, yoğunlaştırdıkça, çoğalttıkça yaşantıların olağan anlamlaması da gelişir, güçlenir, zenginleşir.

Nedir anlam gücümüzün yetersizliğine yol açan? Niçin anlamlamada sorunlar yaşanıyor? Niçin anlamaca yoksul bir çağda yaşıyoruz? Niçin anlam hastalıklarından çekmekteyiz? Niçin yoksunuz sonsuzu yaşamımıza katamamaktan? İlk bakışta döngüsel bir yanıt gibi görünse de yanıtım: Durumumuzu yorumlamada, anlam sorunumuza anlam vermede sorunlarımız var! Sorunumuzu anlamada, anlamlandırmada sorunumuz var!

İnsan olmak, anlamkürede yaşamak demektir. Anlamküre (Noosfer), insanın oluşturduğu kültürü içine aldığını düşündüğümüz sanal bir küredir. İnsanlar bu kürede yaşadıklarının anlamlarını “solurlar”, oluştururlar.

Bu küredeki anlam devingenliğinin ortaya çıkmasında anlam yaşayan insanlar etkindirler. Anlam yaşantıları yaşadığını fark eden, dünyanın, yaşamın, insanın, evrenin anlamıyla ilgili derdi olan insanın anlam dünyasına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Anlamkürede yaşayan her insanın anlam dünyası yoktur. Anlamküredeki insanların anlam dünyalarının kapısı anlam bilincine sahip insanlara açılır. Anlam bilincinden yoksun insanlar, anlamkürede yaşadıkları hâlde anlam dünyasına sahip değildirler.

Kısaca Anlam bilinci, anlam gücümüzle birleşebildiğin de, anlamlara kör olan yanımızı yenip farkındalıklar yaşamaya başlayacağız. Anlam dünyamız, dünyada olup bitenlerce anlamları, anlamlama ışınlarını yayıp, anlamkürenin karanlıklarını aydınlatacak. Fizik olarak sınırlı insan, sonsuzluğu analamkürede yaşayabilir çünkü!