• Sonuç bulunamadı

3 1 BELGESEL FİLM KAOSUN BİR PARÇASIDIR.

Yavuz ÖZER

3 1 BELGESEL FİLM KAOSUN BİR PARÇASIDIR.

Belgesel filmin, gerçekliği olduğu gibi belgelemesi için kamera-göz kuramı belki en ideal anlatım tarzı olabilir. Ne var ki; kamera, kullanan kişiye göre değişen bir anlatım aracıdır. Bu bakımdan Erkmen Kasabasına başka bir film ekibi gitseydi, kasabadaki nesnel gerçeklik o film ekibinin bakış açısına göre değişecekti. “Erkmen Kasabasına Hoş Geldiniz” belgeseli’ndeki bakış açısı, gerek filmin çekilen beşyüz dakikalık ham görüntüsü, gerekse on sekiz dakikalık kurgulanmış halindeki tüm çekim tercihleri yönetmenin bakış açısını dolayısıyla yönetmenin nesnel gerçekliğini göstermektedir. O halde belgesel film, de her duruma, kişiye ve zamana göre değişmektedir. Bu bakımdan belgelemek de göreceli bir iştir.

Erkmen kasabası evrende var olan kaosun bir parçasıdır. Bu belgesel filmde var olan kaosu belgeleme amacındadır. Bu bakımdan temel soru olan; “Herhangi bir yerde şu anda ne oluyor?” sorusunun cevabına göre, kasabada yaşananların tüm evrenin genelini etkilediği, evrendeki etkilerin de kasabayı etkilediği sonucu ortaya çıkmıştır. Ama sonuç olarak bu etki, modern fiziğin göreliliği ile açıklanabilir. En küçük olumlu/olumsuz bir etki tüm evrende başka etkileri tetikleyebilmektedir. Kasabadaki günlük yaşantı, klasik fiziğin kesin yargılara dayanan düşüncesi yerine modern fizik kuantumlarının açık uçlu önermelerine daha yakın gibi görünmektedir. Önyargıların hakim olduğu günümüzde hiçbir önyargıya bağlı kalmadan tüm kasabalılar kim olursa olsun herkesi kendi kasabalarına davet etmektedirler.

Kaos fiziğine göre tüm evren, önceden bilinmeyen bir karmaşa ile hareket ve gelişim halindedir. Kaos fiziği, evrenin genelinde var olan düzenli bir düzensizliği anlatmaktadır. Gezegenlerin hareketleri, toplumsal olaylar, insan psikolojisi, var olan tüm dinamik sistemler, vb. gibi her şey bir kaos sisteminde hareket etmektedir. Önemsenmeyecek hatta hissedilmeyen küçük etkiler dahil, tüm etkiler evrende var olan her şeyi etkilemektedir. ‘Schöredinger’in Kedisi’ deneyi, ‘Kelebek Etkisi’ kuramı, ‘Genel ve Özel Görelilik Kuramı’, Lorenz Eğrisi’, gibi modern fizik kuralları, basit fizik kuralı olmanın ötesinde felsefi olarak, evrenin tanımını yapmamıza yardımcı olmaktadırlar. Kesin yargılar ve neden-sonuç ilişkilerine dayanan Siyah-Beyaz düşüncenin yerini alan ‘Kuantum Fiziği’nin Fuzzy (bulanık-puslu) mantığı, hiçbir şeyin kesin olmadığı ve her şeyin mümkün olduğu bir dünyayı betimlemektedir. Belgesel filmin amacı da var olan gerçekliği betimlemek, yani kaostan bir kesit almaktır. Erkmen kasabası var olan bir gerçekliktir. Bildiriye söz konusu olan belgesel film hiç çekilmeseydi de, Erkmen kasabası var olacaktı ve tüm evreni

etkilemeye devam edecekti. Bu belgesel, evrende var olan kaostan bir kesit olarak Erkmen kasabasını anlatmaktadır.

Basmakalıp kurallara dayanan ve çok net bir keskinlik içeren klasik fizik anlayışına karşı, kuantum fiziğinin göreceli yapısı, gerçek dünyayı algılama açısından daha güçlü kanıtlara dayanmaktadır. Günümüzün önemli fizikçileri, modern fiziği, sadece bilimsel bir bilgi gibi dar bir çerçevede kapalı kalmak yerine, dünyaya ve kainata dair var olan her şeyi açıklamak için işlevsel bir yapıya büründürme çabası içindedir. Bunun için kuantum fiziğinin dayandığı kanıtlardan yola çıkarak bu bildiride; “Erkmen Kasabasına Hoş Geldiniz” belgeselinin, modern fizik kurallarına göre sadece bir belgesel film olmanın ötesinde oluşturabileceği etkiler araştırılmaya çalışılmıştır.

Modern fizik, klasik fiziğin matematiksel olarak kesin yargılar içeren dilini kabul etmemektedir. (Örneğin; suyun ‘0’ Santigrat derecede donması, 100 Santigrat derecede kaynaması vb. gibi) Böyle bir kesinlik yerine, görecelilik kuramı ortaya atılmıştır. Klasik fizik anlayışı, ezberci bir düşünceyle, gerçek dünyayı siyah ve beyaz olarak iki kutba ayırır. Böyle bir kutuplaşma, her türlü sorunun çözümünde basitleştirme ve sadeleştirme metodu olarak görülmektedir. Her durumda iki kutupluluk yani 0/1 mantığı, herhangi bir problemi mutlaka çözüme kavuşturma eğilimindedir. (örneğin; suçlu-suçsuz, iyi-kötü, zengin-fakir, başarılı-başarısız vb. gibi) Modern fizik ise, siyah ve beyazın farklı tonları olması gerektiğini ve bunun için her durumda açık uçluluğu savunmaktadır. Klasik fiziğin iki kutuplu dünyasına bir üçüncü şıkkı hatta sonsuza kadar uzanabilecek ihtimaller kombinasyonunu sunar. Bu şekilde sadece fizik biliminin incelediği konular değil, hayata dair her şey bu açık uçluluk ve görecelik anlayışına göre işlemektedir. Belli bir kesinlik yerine modern fizik her şeyi, derecelilik ve ölçümlendirme ile yorumlamaya çalışır. Buna göre fiziksel etkide bulunan her şey bir dereceye kadar etkilidir. Örnek olarak, başarılı kelimesinin ardında, her duruma ve her kişiye göre farklı bir ölçü söz konusudur.

Alev Alatlı; “Siyah-Beyaz düşüncenin Cenderesi Biterken” isimli makalesinde kesin yargıya dayanmayan bu görecelilik düşüncesini şöyle açıklıyor:

“Klasik fizik doğrusal sistemleri çözüyor, ne ki, gerçek dünyada doğrusal sistem yok! Şunu şöyle etkilersek, bu sonucu alırız diye kesin bir şey söyleyemiyoruz. Çünkü gerçek dünya doğrusal değil. Gerçek dünya kırçıl, gerçek dünya puslu, gerçek dünya saçaklı. Siyah-beyaz olan, tertipli düzenli olan bilim. Dünya değil. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için kırçıl kelime olamayan bir dili, bilimin dilini kullana geldik. Soruna, “uyumsuzluk Problemi” diyorlar ve ekliyorlar: Eski Yunan, Demokritus, kainatı atomlara ve boşluğa indirgedi. Eflatun, dünyayı doğrular ve üçgenlerle doldurdu. Aristo oturdu, siyah-beyaz mantığın kanunlarını yazdı. O gün bugün, istatistikçiler ve bilim adamları, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif etmek için, siyah-beyaz kanunları kullanırlar. Aristo mantığının ikili (doğrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi değildir.

Hem mavidir, hem de mavi değildir olmaz. Bir şey ya doğrudur ya da yanlış. Dijital bilgisayar siyah-beyaz düşüncenin zaferidir. “Bilim” deyince akan sular durmaktadır; ama aslında siyah- beyaz da yoktur. Karadır denilen her şeyi, saç, kumaş, gece, gökyüzü, kömür, ne bulursak toplayıp bakalım. Birinin siyahı ötekininkini tutuyor mu?! Keza beyaz. Köpük, bulut, elmanın içi, kemik diş, kar. Öyleyse beyaz diye bir şey yok. Beyazımsı şeyler var”. [9] (Alatlı, 2003:18)

“İnsanın düşünce dediğimiz sistematiği beyninde oluşturmaya başladığı anda, kısacası, onbinlerce yıldan beri beynimiz, kuvanta teorisi açısından pek kaba diyebileceğimiz ölçü aletleriyle, özellikle duyu organlarımızla ve onların olanakları ve mantığıyla şartlanagelmiştir”. [10] (Öner, 2000: 198)

“Klasik fizik doğrusal sistemleri çözüyor, ne ki, gerçek dünyada doğrusal sistem yok! Şunu şöyle etkilersek, bu sonucu alırız diye kesin bir şey söyleyemiyoruz. Çünkü gerçek dünya doğrusal değil. Gerçek dünya kırçıl, gerçek dünya puslu, gerçek dünya saçaklı. Siyah-beyaz olan, tertipli düzenli olan bilim. Dünya değil. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için kırçıl kelime olamayan bir dili, bilimin dilini kullana geldik. Soruna, “uyumsuzluk Problemi” diyorlar ve ekliyorlar: Eski Yunan, Demokritus, kainatı atomlara ve boşluğa indirgedi. Eflatun, dünyayı doğrular ve üçgenlerle doldurdu. Aristo oturdu, siyah-beyaz mantığın kanunlarını yazdı. O gün bugün, istatistikçiler ve bilim adamları, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif etmek için, siyah-beyaz kanunları kullanırlar. Aristo mantığının ikili (doğrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi değildir. Hem mavidir, hem de mavi değildir olmaz. Bir şey ya doğrudur ya da yanlış. Dijital bilgisayar siyah-beyaz düşüncenin zaferidir. “Bilim” deyince akan sular durmaktadır; ama aslında siyah- beyaz da yoktur. Karadır denilen her şeyi, saç, kumaş, gece, gökyüzü, kömür, ne bulursak toplayıp bakalım. Birinin siyahı ötekininkini tutuyor mu?! Keza beyaz. Köpük, bulut, elmanın içi, kemik diş, kar. Öyleyse beyaz diye bir şey yok. Beyazımsı şeyler var”. [11] (Alatlı, 2003:18)

James Gleick’in ‘Kaos’ isimli fizik kitabında yer verdiği şu görüşleri kaos konusunu anlamamıza yardımcı olacaktır:

“Kompleks sistemlerin temelinde kompleks nedenler vardır. Mekanik bir cihaz, bir elektrik devresi, bir yabani hayvan popülasyonu, bir akışkanın akışı, biyolojik bir organ bir parçacık demeti, atmosferdeki bir fırtına, bir ulusal ekonomi görünürde açıkça istikrarsız, öngörülemez ya da kontrol edilemez durumda olan bir sistem ya da birbirinden bağımsız birçok öğe tarafından yönetilmek ya da dış etkenlerin gelişigüzel etkilerine tabi olmak zorundadır.

Farklı sistemlerin davranışları da farklıdır. Bütün bir ömrünü insan nöronlarının kimyasını incelemekle geçirdiği halde, hafıza ya da algı hakkında hiçbir şey öğrenememiş olan bir nörobiyoloğa, uçak dizaynında aerodinamik problemlerini çözebilmek için rüzgar tünellerini kullandığı halde türbülansın matematiğini hiç anlamamış bir uçak mühendisine, satın alma

kararlarının psikolojik temellerini analiz ettiği halde büyük ölçekli trendler hakkında tahminlerde bulunma becerisini geliştirememiş bir ekonomiste bakın; bunların hepsi de, kendi uğraştıkları bilim dalını meydana getiren unsurların farklı olduğunu bildikleri için, bu unsurların milyarlarcasından oluşmuş karmaşık sistemlerin de birbirinden farklı olması gerektiğini de peşinen kabul etmişlerdir

Basit sistemlerden karmaşık davranış biçimleri çıkar. Daha da önemlisi karmaşıklık yasalarının evrensel geçerliliği vardır; bir sistemi oluşturan unsurların ayrıntılarını hiç hesaba katmaz”. [12] (Gleick, 2000:357-358)

Kaos kelimesi, aslında düzenli bir düzensizlik anlamında kullanılmaktadır. Örneğin dünyanın güneşe uzaklığındaki çok küçük bir değişiklik dünyanın sonunu getirebilir. Böyle bir durum olmadığına göre her şey düzenli bir görünümdedir. Borsadaki küçük dalgalanmalar belirli bir düzen içinde görünür fakat bunlar aslında önceden tahmin edilemeyecek, tahmin edilse bile hiçbir zaman kesin bir yargıya varılamayacak istatistiksel verilerdir. Bu örnekleri milyarlarca türetmek olasıdır. Bir insan yapısındaki milyonlarca hormon belli bir düzen içinde ama önceden düzenlemenin mümkün olmadığı bir biçimde hareket ederek, o insanın o anki psikolojik yapısını oluşturur. Meteorolojide bir bölgenin iklim yapısı devamlı değişen düzensiz bir görüntü sergilese de genel istatistik verileri bize aslında kabaca bir düzen varmış gibi gösterir.

Maddenin bilinen en küçük yapıtaşı olan atomun parçacıklara bölünmesi, kuantum fiziğine yeni bir anlam kazandırmıştır. Buna göre atomun içinde kuarklar düzensiz bir hareket halindedir.

David Ruelle; ‘Rastlantı ve Kaos’ isimli kitabında; küçük bir rüzgar değişiminin kısa sürede insan hayatında bir değişiklik yapmasa da, uzun vadede havanın genel akışında bir değişiklik meydana getirmesiyle, insan hayatının akışını ve dolayısıyla evrendeki tüm hayatın akışını değiştireceğini belirtir. Bu duruma göre örneğin; ileride bu sebepten yağışlı bir hava dolayısıyla ertelenen bir uçak yolculuğu uçağa binemeyen yolcuların hayat akışlarını değiştirecektir. Bu da tüm dünyanın genel yapısı üzerinde değişikliklere sebep olacaktır. Ekoloji, ekonomi ve sosyal bilimler gibi birçok alanda zaman içindeki evrimin temel denklemleri yavaş yavaş değişmektedir. Bu nedenle böyle sistemlerde kaosun etkileri şimdilik bilimden çok felsefe düzeyinde tartışılabilecek bir konudur. [13] (Ruelle, 2004:77)