• Sonuç bulunamadı

2.12. Somatizasyon

2.12.4. Somatizasyon ve Cinsiyet

Somatizasyon bozukluğu olan kadınların sayısı erkeklerden 5–20 kat fazla olması erkek hastalarda somatizasyon bozukluğu tanısının erken olarak yapılamaması eğiliminden olabilir (DSM-IV, 2000: 219). Bazı araştırmalarda kız ergenlerin somatizasyon belirtileri erkeklerden daha yüksek olarak saptanmıştır (Haugland ve diğer., 2001; Hilker, 2002; Kirkcaldy, Siefen ve Furnham, 2003;

Görker, Korkmazlar, Durukan ve Aydoğdu, 2004; Güven, 2008; Özenli, Yoldaşcan, Topal ve Özçürümez, 2009; Su-hsin ve Wei-ming, 2009; Kinnunen, Laukkanen ve Kylmä, 2010). Buna karşın bir kısım araştırmada ise cinsiyetler arasında somatik şikayetlerde bir farklılık bulamamışlardır (Fink ve diğer., 1999; Masi, Favilla, Millepiedi ve Mucci, 2000).

Cinsiyet farkındaki tutarsızlığın sebebi açık değildir (Mai, 2004). Su-hsin ve Wei-ming (2009) somatizasyonda cinsiyet farkının ortaya çıkmasında biyolojik ve sosyal faktörlerin birleşiminin etkili olabileceğini belirtmiştir. Kızlardaki biyolojik ve hormonal değişiklikler, somatik semptomlarını erkeklere göre anlatmaya daha fazla eğilimli olmaları (Kingery, Ginsburg ve Alfano, 2007), psikososyal sorunları erkeklere göre daha fazla içselleştirmeleri onların daha fazla somatik semptom yaşamalarının sebebi olabilir (Hetland, Torsheim ve Aaro, 2002).

Fidanoğluna (2007) göre farklı ortamlarda yapılan pek çok çalışmada, kadınların erkeklere nazaran daha fazla somatik semptom rapor ettiği ortaya konmuştur. Bu fenomene cinsiyet ile ilişkili en az beş faktör katkıda bulunmaktadır;

1- Kadınlar ve erkekler arasında somatizasyon açısından görülen farklılıkların bazıları rapor etme tarzı ile ilişkili olabilir. “Erkekler ağlamaz” gibi ifadelerle yansıtılan, erkeklerin kadınlara oranla hastalık hissini ve somatik sıkıntıları kabul etmekte daha az istekli oluşları kültürel özellikleri yansıtıyor olabilir. Erkekler stoacı olmaları ve semptomları görmemezlikten gelmeleri öğretildiğinden, somatik şikâyetleri rapor etmek için daha yüksek bir eşik geliştirmiş olabilirler.

2- Pek çok çalışma, kadınların doktorları ziyaret etmede daha düşük eşik düzeyleri olduğunu göstermiştir. Somatik semptomlar arasındaki aleni cinsiyet farklılıkları, bedensel duyular arasındaki farklılıklardan ziyade

“Hasta rolü” davranışındaki cinsiyet farklılıklarından kaynaklanıyor olabilir.

3- Araştırma bulguları, hem depresyonun hem de anksiyetenin kadınlarda daha yaygın olduğunu ve somatik semptomların bu hastalıklara eşlik ettiğini göstermektedir.

4- Tek başına ya da sosyal izolasyon içinde yaşayan bireylerin fiziksel semptom geliştirme eğiliminde oldukları rapor edilmektedir. Kadınların, ortalama hayat beklentileri erkeklere nazaran daha uzun olduğundan daha fazla sosyal izolasyon içine girme eğiliminde olabilirler.

5- Kadınların bedensel uyaranlara daha duyarlı olmaları ve erkeklere oranla daha fazla somatik sıkıntı deneyimlemeleri olasıdır.

2.13. Hostilite (DüĢmanlık)

Tarihi olarak, hostilite tutumsal bir yapı olarak kabul edilmiştir. Buss (1966) hostiliteyi standart tanımlarında sık sık diğerlerini olumsuz değerlendirme ve hoşlanmamayı içeren tutumsal bir yapı olarak ifade etmiştir. Benzer bir şekilde, Berkowitz (1993) hostiliteyi bir ya da birden çok kişiye kararlı bir şekilde olumsuz yargıları yansıtmaya yönelik tutumlar olarak tanımlamıştır. Spielberger (1988) hostiliteyi kin gütmeyi ve saldırganlığı harekete geçiren karmaşık tutum ve hisler olarak ifade etmiştir (akt. Eckhardt, Norlander ve Deffenbacher, 2004).

Hostilite; diğerlerinin düşman, kötü ve kötü niyetli olduğuna yönelik olumsuz tutumlardır. Düşmanlık yapısı siğnizm, güvensizlik ve kötüleme gibi bilişsel yapıları içerir. Siğnizm; diğerlerinin bencilce hareket ettiğine inanmadır. Güvensizlik; bilinçli bir şekilde diğerlerinin provoke edici ve zararlı olduğuna yönelik aşırı genellemelerde bulunmadır. Kötüleme; diğerlerini dürüst olmayan, kötü, adi olarak değerlendirmedir (Miller, Smith, Turner, Guijarro ve Hallet, 1996).

Hostilite kişiler arası etkileşime yönelik kişinin olumsuz uyumunun çeşitli bilişsel, duygusal ve davranışsal ögelerini içine alan geniş bir psikolojik alandır.

Hostilite siğnizm, kızgınlık, şüphe (kuşku) ve saldırganlığı içerir (Bareffood ve diğer., 1989). Hostilitenin bilişsel boyutu çok yönlüdür ve tanımlamak zordur (Norlander ve Eckhardt, 2005). Bilişsel olarak hostilite diğerlerinin güdü ve değerini azaltma, diğerlerini yanlış şeylerin sorumlusu olarak görme, diğerlerine karşı olma ile ilgili görüş ve diğerlerini zararlı görme ya da zarar vermeyi arzulamayı işaret eder (Smith, 1994). Hostilitede kızgınlık, sıkıntı ve ileri derecede alınganlık duyguları hissedilir. Kişi savunma mekanizmaları ve baş etme yöntemlerini kullansa da bu duyguları yenemez. Özellikle planlanan hedeflere ulaşılamadığı durumlarda ortaya çıkar (Ciğerci, 2006).

Dünyaya karşı kızgınlığını ve insanlara yönelik düşmanca eğilimlerini bilinç düzeyinde yaşayan kişi, diğer insanların olumlu yönlerini görmezlikten gelir, buna karşılık olumsuz yönlerini seçici bir biçimde algılayarak bunlara adeta bir büyüteç ile bakar; hatta bazen bir insana onda bulunmayan olumsuz nitelikleri bile atfedebilir.

Böylece, insanlara karşı geliştirdiği düşmanca duygulardan ötürü kendini haklı bulmaya ve suçluluk duygularıyla yüzleşmemeye çalışır. Yine de şiddetle savunduğu gerçeklerine karşın olumsuzluğun dışarıdan değil, kendisinden kaynaklandığını arada bir görebilir ve için için yaşadığı suçluluk duygularıyla yüzleşmek durumunda kalır.

Ama bu dönemler genellikle çok kısa sürer ve o yeni bildiği senaryoyu sürdürür (Geçtan, 1999: 64).

Amerikan genç yetişkinler ile yapılan bir araştırmada siyah insanların beyaz insanlara, erkeklerin kadınlara ve genç yaş grubundakilerin yaşlı kişilere göre daha yüksek hostilite sergilediklerini saptanmıştır (Scherwitz, Perkins, Chesney ve Hughes, 1991). Eğitim seviyesi ile hostilite arasında negatif ilişki bulunmuştur.

Kişilerin eğitim seviyesi artıkça hostilite puanları azalmaktadır (Scherwitz, Perkins, Chesney ve Hughes, 1991; Grothe, 2005).

Miotto ve arkadaşları (2008) genellikle gençlerin yetişkinlere göre daha fazla saldırganlık, kızgınlık ve hostilite sergilediklerini belirtmişlerdir. Ergenlerin hostilite

belirtilerinde cinsiyetler açısından anlamlı bir farklılık olup olmadığına yönelik çeşitli araştırma sonuçları ortaya konmuştur. Bazı araştırmalarda kız ergenlerin hostilite belirtilerinin erkeklerinkinden daha yüksek olduğu ortaya çıkarken (Moses, 1999; Muris, Meesters, Moren ve Moorman, 2004; Willemse, 2008; Saföz-Güven, 2008; Kinnunen, Laukkanen ve Kylmä, 2010), bazı araştırmalarda ise erkeklerin kızlardan daha yüksek hostilite sergiledikleri belirtilmiştir (Engebretson ve Matthews, 1992; Şahin, Batıgün ve Ugurtaş, 2002; Grothe, 2005; Boyle, Jackson ve Suarez, 2007).

Şahin, Batıgün ve Uğurtaş (2002) erkeklerin hostilite boyutundan daha yüksek puan almalarında ailelerin çocuk yetiştirme tutumlarının etkisinin olabileceğini ifade etmişlerdir. Muris, Meesters, Moren ve Moorman (2004) erkekler duygularını daha çok fiziksel ve sözel saldırganlık ile ifade ederken kızların kızgınlık ve düşmanlık ile ifade ettiklerini saptamıştır. Elovainio, Kivimaki, Kortteinen ve Tuomikoski’ye (2001) göre düşmanlığın davranışsal ve duygusal öğeleri ile ilgili incinebilirlik cinsiyet ile ilişkilidir. Birçok psiko-sosyal risk yaşayan ve yüksek hostiliteye sahip kadınların hostiliteye sahip olmayan kadınlara göre daha fazla sağlık riski yaşadıklarını belirtmiştir.

Hostiliteli kişilerin hostiliteli olmayan kişilere göre kişiler arası ilişkilerde daha olumsuz olduğu ileri sürülmüştür (Gallo ve Smith, 1999). Kivimaki ve arkadaşları (2002) psiko-sosyal incinebilirlik modeli ve transaksiyonal model hostiliteye sahip kişiler daha çok stresli yaşam olayları yaşadıklarını, sosyal ağları zayıf olduğunu ve daha az sosyal destek aldıklarını belirtmiştir. Elovainio, Kivimaki, Kortteinen ve Tuomikoski (2001) yüksek hostilitenin düşük sosyal uyum ya da sosyal destek, daha fazla psiko-sosyal risk ve düşük sosyo-ekonomik durum ile ilişkili olduğunu saptamışlardır.

Muris, Meesters, Moren ve Moorman’a (2004) göre hem bağlanma stilleri hem de ailenin çocuk yetiştirme stilleri kızgınlık ve düşmanlığın eşsiz ve önemli açıklayıcısıdır. Muris, Meesters ve Van Den Berg (2003) bağlanma stillerini kızgınlık ve düşmanlık ile ilişkili bulmuşlardır. Kaçınma ve kararsız (ambivalent) bağlanma

sergileyen ergenler güvenli bağlanma stilleri sergileyen ergenlere göre daha yüksek seviyede kızgınlık ve düşmanlık sergilemektedirler. Ailenin çocuk yetiştirme stilleri kızgınlık ve düşmanlık ile ilişkili bulunmuştur. Düşük duygusal yakınlık ve yüksek reddetme, kontrol ve tutarsızlığa yüksek kızgınlık ve düşmanlık eşlik etmektedir.

Olumsuz duyguların bastırılmasını zorunlu kılan bir ortamda yetişmiş olmak düşmanca eğilimlerin gelişmesine ve insanın kendine yabancılaşmasına neden olur (Geçtan, 1999: 64). Luecken ve Fabricius (2003) yüksek seviyede aile içi çatışmaya maruz kalan ergenlerin daha fazla düşmanlık ve fiziksel sağlık sorunları yaşadıklarını belirtmiştir.

Heponiemia ve arkadaşları (2006) düşmanlık ile depresyon arasında ilişki bulunduğunu ve düşmanlığın hem ruhsal sağlık hem de fiziksel sağlık için risk faktörü olduğunu belirtmiştir. Ayrıca hostiliteli kişilerin diğer insanlara göre daha fazla stres, gerginlik ve olumsuz duygular yaşadıklarını bulmuşlardır. Hostilite hastalığın başlamasında ve daha sonraki yaşam sürecinde hastalığın gelişimine katkıda bulunmaktadır (Grothe, 2005). Miller ve arkadaşları (1996) hostilite ve fiziksel sağlık üzerine yapılan çalışmaları meta-analitik olarak incelediğinde, hostilitenin kronik kalp rahatsızlığı gibi olumsuz fiziksel sağlık sonuçları için risk faktörü olduğunu belirtmiştir.

Zorlanma durumları insanda bazı duygular yaratır. Bireyin engellemeye karşı geliştirdiği duygu kızgınlıktır. Kızgınlık duygusu genellikle kişiyi atılım yapmaya ya da saldırgan davranışlara yöneltir. Eğer sık sık engellemelerle karşılaşılırsa kızgınlık duygusu düşmanlık duygusuna dönüşür. Düşmanlık duygusunun içinde engellenme yaratan kişiyi ya da kişileri incitme, onlara zarar verme ya da ortadan kaldırma isteği vardır. Kızgınlık ve düşmanlık duyguları yönetilmesi en güç duygulardır. Toplumun genellikle onaylamadığı bu duyguların anlatımı için zararsız yöntemlerin geliştirilmesi gerekir (Geçtan, 1974: 92).

2.14. Ġlgili AraĢtırmalar

Birçok farklı kültürde yapılan meta-analitik çalışmalarda yeterlik inançlarının motivasyon seviyesine, sosyal bilişsel fonksiyonlara, duygusal iyi olmaya ve performans başarılarına önemli derecede katkıda bulunduğu kanıtlanmıştır (Bandura, 2005: 4). Bu bölümde öncelikli olarak öz-yeterlik ile ilgili Türkiye’de yapılan çalışmalardan daha sonra öz-yeterlik ve bazı psikolojik semptomlar ile ilgili yurt dışında yapılmış çalışmalardan söz edilecektir.

2.14.1. Öz-yeterlik ile Ġlgili Türkiye’de Yapılan Yayın ve AraĢtırmalar

Türkiye’de ergenlerin öz-yeterlikleri ile ilgili yapılan çalışmalarda daha çok sosyal öz-yeterlik alanında yoğunlaşılmıştır. Akkapulu (2005) ergenlerin sosyal yetkinlik beklentilerini yordayan bazı değişkenleri incelemiştir. Araştırmanın sonunda öğrenilmiş güçlülük, problem çözme becerileri, ebeveynlerin algılanan evlilik uyumu, arkadaşlara bağlılık düzeyi, annelerin kişiler arası ilişkilere girmedeki besleyici ilişki tarzı düzeyleri ve anne-babaya bağlılık değişkenlerinin ergenlerin sosyal yetkinlik beklentilerini yordayan anlamlı değişkenler olduğunu belirlemiştir.

Ancak ergenlerin anne-babalarının evlilik uyumları ve annelerinin kişiler arası ilişkilerde kullandıkları zehirleyici ilişki tarzı düzeylerinin, ergenlerin sosyal yetkinlik beklentilerinin anlamlı yordayıcısı olmadığı saptanmıştır.

Benzer bir araştırmada Bilgin ve Akkapulu (2007) sosyal öz-yeterliğin tahmin edicisi olarak bazı değişkenleri incelemişlerdir. Öğrenilmiş güçlülük, problem çözme becerileri, ebeveynin evlilik uyum algısı, aileye ve akranlara bağlanma seviyesi, annenin destekleyici kişiler arası ilişkileri sosyal öz-yeterliğin önemli tahmin edicisi olarak saptanmıştır. Ergenlerin sosyal ilişkileri, problem çözme becerileri, ebeveynlerinin evlilik uyumu, aileye ve arkadaşlara bağlılığı, annenin olumlu ilişki stilleri sosyal öz-yeterlik düzeyini artırmaktadır. Annenin olumsuz ilişki stillerinin ergenin sosyal öz-yeterliği üzerinde herhangi bir olumsuz etkiye sahip olmadığı bulunmuştur.

Bir başka çalışmada, Çelikkaleli (2004) lise öğrencilerinin sosyal yetkinlik beklentileri ve psikolojik ihtiyaçlarını incelemiştir. Araştırma sonunda Anadolu Lisesi öğrencilerinin endüstri meslek lisesi, fen lisesi ve genel lise öğrencilerinden daha yüksek sosyal yetkinliğe sahip oldukları görülmüştür. Sosyal yetkinlik beklentisi ile düzen, sebat ve uyarlık gibi psikolojik ihtiyaçlar arasında negatif ilişki görülmüştür. Düzen psikolojik ihtiyacının sosyal yetkinlik beklentisinin %3’ünü açıkladığı saptanmıştır.

Bilgin (1996) grup rehberliğinin sosyal yetkinlik beklentisi üzerindeki etkisine yönelik deneysel bir çalışmada sosyal yetkinlik beklentilerini artırmaya yönelik grup rehberliğinin sosyal yetkinlik beklentisini geliştirdiği, deney grubunda hem kız hem de erkek deneklerin sosyal yetkinlik beklentilerini artırmada etkili olduğunu saptamıştır.

Fırıncıoğlu (2005) Adlerian odaklı grupla psikolojik danışmanın öğrencilerin sosyal öz-yeterlik düzeyleri üzerindeki etkisini incelemiştir. Araştırmanın sonunda deney grubunun ön test-son test puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Öğrencilerin sosyal öz-yeterliklerinde cinsiyete ve akademik başarıya göre anlamlı fark bulunmazken sınıf düzeyine ve sosyo-ekonomik duruma göre anlamlı fark bulunmuştur.

Karahan, Sardoğan, Özkamalı ve Menteş (2006) lise öğrencilerinin sosyal yetkinlik beklentisi ve otomatik düşüncelerinin yaşanılan sosyal birim ve cinsiyet açısından incelenmesi ile ilgili çalışmada lise öğrencilerinde sosyal yetkinlik beklentisi düştükçe olumsuz otomatik düşüncelerin artığını; yurtta kalan öğrencilerde aile ve akraba yanında kalan öğrencilere göre sosyal yetkinlik beklentisinin daha düşük, olumsuz otomatik düşüncelerin ise daha fazla olduğunu belirtmişlerdir.

Araştırmada ayrıca cinsiyete göre sosyal yetkinlik beklentisi ve otomatik düşünceler açısından önemli bir farklılığın bulunmadığı saptanmıştır. Elde edilen bulgular;

sosyal yetkinlik beklentisi düzeyi düşük, olumsuz otomatik düşünceleri yoğun olan ve yurtta kalan lise öğrencilerinin psiko-sosyal desteğe daha çok ihtiyaç duydukları görülmüştür.

Sayma (2001) ilköğretim 7 ve 8. sınıf öğrencilerinin sosyal yeterlik beklentilerini çeşitli değişkenler açısından incelediği çalışmasında anne ve baba tutumlarını otoriter olarak algılayan öğrencilerin sosyal yeterlik beklentileri ile demokratik olarak algılayan öğrencilerin sosyal yetkinlik beklentileri arasında anlamlı düzeyde bir farklılık saptamıştır. Böylece demokratik anne ve baba tutumlarının sosyal yetkinlik beklentilerini artırdığı belirlenmiştir. Cinsiyet farkı ile ilgili sonuçlara bakıldığında kız öğrencilerin sosyal yetkinlik beklentileri puanlarının ortalamasının erkek öğrencilerin ortalamasından daha yüksek olduğu ve aradaki farkın anlamlı olduğu bulunmuştur. Öğrencilerin sosyal yetkinlik beklentileri ile sosyal karşılaştırma düzeyleri arasında anlamlı ve pozitif yönde ilişki saptanmıştır.

Biçer (2009) parçalanmış ve tam aileye sahip ergenlerin atılganlık ve sosyal öz-yeterlik düzeylerini bazı demografik değişkenlere göre incelemiştir. Çalışmada ergenlerin sosyal öz-yeterlik puanlarının aile yapılarına, sosyo-ekonomik düzeylerine, anne ve baba eğitim düzeylerine göre anlamlı olarak farklılaştığı;

cinsiyet, sınıf düzeyi, annenin çalışıp çalışmama durumu ve baba mesleğine göre anlamlı olarak farklılaşmadığı görülmüştür. Aile yapısı ve diğer değişkenlerin ergenlerin sosyal öz-yeterlik puanlarındaki ikili ortak etkilerine bakıldığında ise aile yapısı ile sınıf düzeyi ve baba eğitim düzeyi arasındaki ikili etkileşimsel ilişkilerin sosyal öz-yeterlik puanları üzerindeki etkisinin anlamlı düzeyde olduğu; cinsiyet, sosyo-ekonomik düzey, anne eğitim düzeyi, annenin çalışıp çalışmama durumu ve baba mesleği gibi değişkenlerin aile yapısı değişkeni ile ikili ortak etkilerinin sosyal öz-yeterlik puanları üzerindeki etkisinin anlamlı düzeyde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca ergenlerin atılganlık ve sosyal öz-yeterlik puanları arasında anlamlı düzeyde bir ilişki olduğu belirlenmiştir.

Kaşık (2009) ergenlerde karar verme stilleri, algılanan sosyal destek ve sosyal öz-yeterliğin bazı değişkenler açısından incelediği çalışmasında ergenlerin sosyal yeterlik düzeyi ile dikkatli karar verme stili arasında pozitif yönde, kaçıngan karar verme stili ve panik karar verme stili arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğunu bulmuştur. Ergenlerin sosyal öz-yeterlik düzeyleri artıkça dikkatli karar verme stilini kullanma düzeyleri artmakta, kaçıngan ve panik karar verme stilini kullanma düzeyleri ise azalmaktadır. Ayrıca sosyal öz-yeterlik düzeyi ile aileden, arkadaşlardan

ve öğretmenlerden algılanan sosyal destek arasında, anlamlı pozitif yönde bir ilişki vardır.

Yardımcı (2007) ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinde algılanan sosyal destek ile öz-yeterlik ilişkisini ve öz-yeterlik ilişkisini etkileyen değişkenleri incelediği çalışmada ilköğretim öğrencilerinde cinsiyet, sınıf, ailenin ekonomik durumu, öğrencinin algıladığı sağlık durumu ve başarı durumu değişkenlerinin algılanan sosyal destek ile yeterliği etkilediği, algılanan sosyal destek ile öz-yeterlik arasında pozitif yönlü zayıf bir ilişkinin olduğu saptanmıştır. Ergenlerde algılanan sosyal desteğin, ergenin öz-yeterlik becerilerini etkilediği belirlenmiştir.

Konu ile ilgili başka bir araştırmada Şencan (2009) lise öğrencilerinin algıladıkları sosyal destek düzeyleri ile sosyal öz-yeterlik düzeylerini bazı değişkenlere göre incelemiştir. Öğrencilerin ailelerinden ve arkadaşlarından algıladıkları sosyal destek düzeyleri ile sosyal öz-yeterlik düzeyleri arasında düşük düzeyde ilişki bulunmuştur. Sosyal öz-yeterlik düzeyinde ailenin sosyo- ekonomik düzeyi, kardeş sayısı ve ergenin yakın arkadaşı olup olmamasına göre fark bulunmuş; cinsiyet ve sınıf düzeyine göre fark bulunmamıştır.

Efe (2007) 14–16 yaş grubu bireylerde spor çalışmalarının sosyal yetkinlik beklentisi ve atılganlık üzerine etkisini incelemiştir. Çalışma sonunda bireysel ve takım sporlarının, deney grubundaki öğrencilerin sosyal yetkinlik beklentisi ve atılganlık düzeylerini artırdığı saptanmıştır. Sosyal yetkinlik beklentisi ile atılganlık arasında pozitif ilişki görülmüştür. Ergenlerin sosyal yetkinlik beklentilerinde cinsiyet ve ailenin sosyo-ekonomik düzeyine göre anlamlı farklılığa rastlanmamıştır.

Öztürk ve Şahin (2007) spor yapan ve yapmayan 9-13 yaş grubu bireylerin sosyal öz-yeterlik puanlarını karşılaştırmışlardır. Araştırma sonunda takım sporu yapan ve spor yapmayan öğrencilerin sosyal öz-yeterlik puanlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Takım sporu yapan gruptaki bayan öğrencilerin sosyal öz-yeterlik puanı erkek öğrencilere göre daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca spor yapmayan deneklerin yaşları ile sosyal öz-yeterlik puanları arasında yüksek

düzeyde negatif bir ilişki belirlenirken, spor yapan öğrencilerin antrenman yaşı ile sosyal öz-yeterlik puanları arasında yüksek düzeyde pozitif bir ilişki saptanmıştır.

Çetin (2007) yeni ilköğretim programı uygulamalarının ilköğretim 4 ve 5.

sınıf öğrencilerinin çalışma alışkanlıkları ile öz-yeterlikleri üzerindeki etkisini ve öğrencilerin program hakkındaki görüşlerini araştırmıştır. Araştırmanın sonunda yeni ilköğretim programı uygulamalarının öğrencilerin öz-yeterlik düzeylerini artırdığı saptanmıştır. Yeni ilköğretim programı uygulamalarının öğrencilerin öz-yeterlik düzeyine etkisinde cinsiyete, öğrencilerin okudukları sınıflara, okul türüne, anne ve baba eğitim seviyesine, babanın mesleki durumuna ve annenin çalışıyor/çalışmıyor olma durumuna göre anlamlı düzeyde farklılık bulunmuştur.

Vardarlı (2005) ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinin genel öz-yeterlik düzeylerinin yordanması ile ilgili araştırmasında genel öz-yeterlik üzerinde öz saygı, sosyal beceri, akademik başarı, algılanan gelir düzeyi, annenin eğitim düzeyi ve yaşın yordayıcı değişken olduğu bulunmuştur. İkinci kademe öğrencilerinde algılanan öz saygı, sosyal beceri, akademik başarı, gelir düzeyi, annenin eğitim düzeyi artıkça genel öz-yeterlik düzeyi de artmaktadır. 12 yaşındaki ilköğretim öğrencilerinin diğer yaş gruplarına göre öz-yeterlik düzeyleri daha düşüktür. Babanın eğitim düzeyi, ebeveyn tutumları ve denetim odağının genel öz-yeterliği yordayan bir değişken olmadığı saptanmıştır.

Sezer, İşgör, Özpolat ve Sezer (2006) lise öğrencilerinin öz-yeterlik düzeylerini bazı değişkenler açısından incelemişlerdir. Araştırmanın sonunda sınav ve yetenekle öğrenci alan okullarda öğrenim gören öğrencilerin öz-yeterlikleri genel liselerde öğrenim gören öğrencilere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Şehirde büyüyen gençlerin öz-yeterlikleri ilçe ve köyde büyüyenlere göre ve ilçede büyüyen gençlerin öz-yeterlikleri ise köyde büyüyen gençlere oranla daha yüksek olduğu saptanmıştır.

Çatalbaş (1998) üstün yetenekli öğrencilerin yetkinlik beklentilerini incelediği çalışmasında, fen lisesinde okuyan üstün yetenekli öğrencilerin yetkinlik

beklentilerinin normal öğrencilerin yetkinlik beklentilerinden daha yüksek olduğunu saptamıştır. Öğrencilerin cinsiyetlerine, devam ettikleri sınıfa ve okula göre fen lisesinde okuyan öğrencilerin yetkinlik beklentilerinin genel lisede okuyan öğrencilerin yetkinlik beklentilerinden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca üstün yetenekli ve genel lisede okuyan öğrencilerin yetkinlik beklentileri puanları ile yılsonu fen ve matematik dersleri başarı notları arasında düşük düzeyde pozitif ilişki görülmüştür.

Duman (2007) lise öğrencilerinin İngilizceye yönelik öz-yeterlik algı puanlarının cinsiyete, alanlara ve farklı düzeylere göre İngilizce başarısını yordama

Duman (2007) lise öğrencilerinin İngilizceye yönelik öz-yeterlik algı puanlarının cinsiyete, alanlara ve farklı düzeylere göre İngilizce başarısını yordama