• Sonuç bulunamadı

Sivil Toplum Kuruluşlarının Ortaya Çıkışları İçin Gerekli Ön Koşullar

2. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ TANIMI, ORTAYA ÇIKIŞI,

2.3. Sivil Toplum Kuruluşlarının Ortaya Çıkışları İçin Gerekli Ön Koşullar

Modern anlamda sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının bir toplumda ortaya çıkabilmesi için bazı ön koşullara ihtiyaç vardır. Sivil toplumun ortaya çıkış süreci ele alındığında ülkede var olan ekonomik yapı asıl belirleyici unsur olarak öne çıkmaktadır. Ekonomik yapıdaki değişimin yönü, üretim araçlarındaki değişime ve bu araçların toplum içerisindeki dağılımına göre önemli değişiklikler göstermektedir. Özellikle yönetici sınıf dışında ekonomik yönden güçlenen başka bir grubun varlığı sivil toplumun oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Ekonomik alandaki değişime koşut

olarak kültürel, etnik ve siyasi farklılıkların varlığı da sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır ve de oynamaktadır.

2.3.1. Toplumsal Farklılaşmanın Varlığı

Demokrasinin geliştiği sosyal ortam ele alınırken esas olarak iktidarın etki alanı dışında ve iktidara karşı durabilecek ara grupların varlığından söz edilebilir. Bu süreçte öncelik, siyasi iktidarların keyfiliğinin önlenmesi ve sonrasında da siyasi iktidarın halkın ve yönetilenlerin rızasına dayanması yönünde geliştirilen anlayışın geliştirilmesidir. Sivil toplumun var olabilmesi için devletin her alana müdahale etmemesi ve devletten ayrı özerk bir alanın bulunması gerekli görülmektedir (Yılmaz, 2001: 323,324).

Sivil toplum kuruluşlarının oluşmasında ve gelişmesinde ekonomik alanda serbest ve devlet müdahalesinden olabildiğince uzak bir yapının bulunması gereklidir. Çünkü bireylerin ekonomik gücü, sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkış ve gelişim sürecinde belirleyici bir rol oynamıştır. Kısaca, serbest piyasa ekonomisi sivil toplum için tek başına yeterli olmasa dahi gereklidir. Sivil toplum kuruluşlarının liberal ekonomilerin uygulandığı devletlerde ortaya çıktığı ve geliştiği düşünüldüğünde siyasi iktidardan ayrı bir ekonomik alanın varlığı sivil toplum kuruluşları için olmazsa olmaz bir durum olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Ekonomi alanında devletten farklı bir alanın ortaya çıkması sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda da devletten ayrı ve ona rağmen yeni sivil alanların ortaya çıkmasını sağlayacağı görülmüştür.

2.3.2. Hukukun Üstünlüğü veya Hukuk Devletinin Varlığı

Sivil toplumun ortaya çıkması için toplumsal farklılığın gerekli olduğu düşüncesi yanında sivil toplumun varlığını sürdürmesi ve geliştirebilmesi için hukukun üstünlüğü düşüncesinin genel kabul görmesi ve kamu gücünü elinde bulunduranlar tarafından bu düşüncenin uygulamaya geçirilmesi ve korunması gerekmektedir. Sivil toplum içinde hem devlet hem de vatandaşlar hukukun üstünlüğüne bağlıdır. Herhangi bir toplumda çoğu sosyal ve siyasi etkinlikler, hukukun üstünlüğünün genel kabul gördüğü ve devletten bağımsız olan özerk kurumların varlığını sürdürdüğü bir ortamda gerçekleşir (Erdoğan, 1998:210).

Devlet hukuka bağlanınca, güvenliğin birey odaklı olduğu demokratik sivil toplumun ön gerçeklerine doyurucu bir yanıt verilmiş olacaktır. Bu bağlamda haklar ve özgürlükler yöneticiler tarafından lütfedilmez. Devletin görevi hukuk içerisinde onları güvence altına almaktır (Selçuk, 1999: 320). Hukuk üstünlüğü kültürünün gelişmediği toplumlarda temel hak ve özgürlükler kapsamında ele alınan örgütlenme özgürlüğünün, anayasalarda ve ilgili kanunlarda yer alması çok şey ifade etmeyebilir. Çünkü hukuk kültürünün toplumda gelişmemiş olması güç ve iktidar kavramlarının etkinliğini artırmaktadır. Güç ve iktidar kavramlarının ön plana çıktığı toplumlarda da hukuk ve yargı kurumları geri plana itilmektedirler. Hukuk ve yargı kurumlarının geri plana itildiği toplumlarda farklılaşmadan ve sivil toplum kuruluşlarının etkinliğinden söz edilmesi oldukça zordur.

Hukuk devleti kavramının bir ülkede uygulanabilir olması için öncelikle anayasal bir düzenin kurulması ve bu anayasanın bireyleri devlete ve yönetime karşı koruyabilecek bir yapıda olması gerekmektedir. Anayasaların özünde ve ruhunda kişi hak ve hürriyetlerini güvence altına alması sivil toplumun gelişmesi için hayati bir önemi haizdir. Anayasalarda maddi olarak varlığını sürdüren bir özgürlük, uygulamada bazı güçlüklerle karşılaşabilmektedir. Örneğin, Türkiye’de Anayasa’nın haklar ve özgürlükler düzenini değerlendirirken hürriyetin sınırlandırılmasında kullanılan başkalarının hürriyeti kavramı bulunmaktadır. Bu kavramdan ne anlaşıldığı önemlidir. Başkalarının hürriyetinin sınırı ifadesi, devletin ve milletin çıkarlarını da kapsayacak şekilde genişletildiğinde, özgürlüklerin sınırlandırılması kolaylaşmakta, çoğu kez de keyfileşmektedir. Milli çıkarın uygulamada neyi gerektirdiği ve kimler tarafından tanımlanacağı her zaman tartışılmaktadır (Arslan, 2002: 24).

2.3.3. Toplumsal Örgütlenmenin Varlığı

Sivil toplum; birçok kişi için devlet yaşamının getirdiği sınırlamalar dışında oluşturabildikleri ilişkiler, bağlılıklar ve özel bağlılık biçimleri yardımıyla elde edebildikleri kimlik duygusu ve özerkliği tadabildikleri yaşam alanıdır. Sivil toplum örgütleri devletten bağımsız bir biçimde bireylerin kendi aralarında örgütlenmesiyle ortak çıkar ya da isteklerini ifade etmelerinin temelini oluşturduğu kurumlar olarak, dünyanın bir çok yerinde, otoriter ya da baskıcı devlet yönetimlerinin bulunduğu yerler

de dahil olmak üzere, farklı alanlara çekilerek varlıklarını fiilen sürdürürler (TKİB, 1993: 39,40).

Toplumda farklılığın ve hukukun üstünlüğünün varlığı bireylerin ve grupların istek ve düşüncelerini kamuoyuna duyurmalarında yeterli olmamaktadır. Özellikle çeşitli grupların çıkarlarının korunması konusunda yargı kurumları tek başına hareket edebilecek yetki alanına sahip olmamaktadır. Bireyin ve toplumun bazı kesimlerinin isteklerini ve görüşlerini açıklama ve çıkarlarını koruma sürecinde örgütlenme gerekliliği bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının oluşturulması ve geliştirilmesi için toplumun içinde bulunduğu şartlar belirleyici bir rol oynamaktadır. İletişim araçlarının geliştiği günümüzde bilimsel yönetim teknikleri ve yönetim sistemleri doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmelerini yeniden yapılandırdıkları veya var olan yapılarını gözden geçirdikleri gözlenmektedir.

2.3.4. Gönüllü Birliktelik

Sivil toplum; gönüllü ve kendiliğinden örgütlenmiş, kendi kendini sürdürebilen ve devletten özerk bir şekilde var olan, paylaşılan ortak değerlere sahip, hukuki bir düzen içinde işleyen örgütlü sosyal yaşam alanı olarak ele alınmaktadır (Diamond, 1991: 208). Sivil toplumu devlet kurumundan ayıran en önemli özelliklerden birisi, katılımda gönüllüğün esas alınmasıdır. Sağlıklı bir sivil toplumun oluşması, onun devletten ayrışmasına bağlı olduğu kadar, sosyal aktörler ve bireyler arasındaki ilişkilerin oluşum şekline de bağlıdır. Bireylerin gönüllü olarak değil de belli zorunluluktan veya zorlamadan kaynaklanan herhangi bir nedenden dolayı bu örgütlere katılması sivil toplum kuruluşlarının gönüllülük esasını zedeler. Türkiye’de meslek odalarına katılımda zorunluluğun olması ve devletle olan ilişkisi bu kuruluşların tam manasıyla sivil toplum kuruluşu sayılmamasına neden olmuştur.

2.3.5. Toplumsal Düzeyde Kendi Siyasetini Belirleme Gücü

Demokratik yönetimlerde halkın güçsüzlüğü yöneticilerin varlık nedeni değildir ve de olmamalıdır. Siyasal gücün varlık nedeni her tür eylemin halkla birlikte ortak olarak düzenlenmesinden ibarettir. Bu anlamda bireylerin toplumu ilgilendiren kararlara katılımı her iki tarafın da yararına olacaktır (Türkbağ, 2002: 64). Demokratik bir siyasal sistemin oluşması için siyasi iktidarın el değiştirmesi veya tek elde

toplanmasının önüne geçilmesi yeterli görülmemektedir. Bu siyasal sistemin istenen şekilde oluşması ve varlığını sürdürebilmesi için, siyasi iktidarın gücü dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır. Bu dağıtımın demokratik sistemin beklentilerine cevap verecek bir şekilde olabilmesi için sivil toplum kuruluşlarının sayılarının ve etkinliklerinin artması gerekmektedir.

Sivil toplumun unsurları olarak otonom bireyin ve toplumsal grupların hukuk devletine katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Egemen otorite tarafından yönetilmeyi beklemekten ziyade kendi kendilerini yönetme alışkanlığı ve yeteneği kazanmış olan sivil toplum kuruluşlarının gelişimi, katılımcı bir yönetim için oldukça önemlidir. Uzunca bir süre kendi kendilerini yöneten topluluklar merkezi otoritenin yetki ve hareket alanının sivil toplumun aleyhine olacak şekilde büyümesine karşı kayıtsız kalamazlar. Çünkü, kendi işlerini kendileri görmeye alışmış bir topluluğun, hukuku kendi amaçlarına araç olarak veya kendilerine egemenlik aleti olarak kullanmak isteyen yöneticilere karşı direnme olasılığı, yaşamları her şeyiyle yöneticilere bağımlı olan toplulukların direnme olasılığından daha büyüktür (Yayla, 1998: 128).

Kendi kendini yönetemeyenler, başkaları tarafından yönetilmeyi beklemelidirler. Ülke sorunlarını çözemeyecekleri izlenimi veren siviller, askerlerin işe karışmasına davetiye çıkartıyor demektir. Siyasal partiler, üniversiteler, sendikalar gibi sivil kurumlara halkın saygı duymadığı veya toplumsal bunalımdan sivil önder ve kurumlar aracılığıyla çıkabilmesi umudunun azaldığı durumlarda ordunun işe karışma olasılığı artar. Ekonomik koşullar askerlerin siyasete karışmasında önemli bir parametre olarak karşımıza çıkmaktadır. Sivil seçkinlerin güçsüzlüğü ve beceriksizliği, asker seçkinlerin önemini büyütür. Karşı koyacak, denge oluşturacak bir gücün ya da güçlerin yokluğu, askeri darbeleri ve askere dayalı yönetimleri kolaylaştırır. Güçlü partilerin, sendikaların, derneklerin, etkili ve bağımsız kitle iletişim araçlarının bulunmayışı karşısında iyi örgütlenmiş tek güç olarak ordunun önemi çok artmaktadır. 1985 yılında dünyada var olan 56 askeri diktatörlüğün hepsinin de geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde bulunması rastlantı olmasa gerektir (Kışlalı, 1996: 281,283).

2.3.6. Yönetimlere Karşı Baskı Oluşturabilecek Bir Yapının Varlığı

Yönetimlere karşı baskı oluşturulabilmesi ya da en azından baskı oluşturabilecek bir yapının sürdürülebilmesi için öncelikle sivil toplum kuruluşlarının iç yapılanmalarını

demokratik bir şekillenme doğrultusunda yapmaları gerekmektedir. Devletten özerkliğini sağlamış olsa bile, kendi içindeki çoğul iktidar yapıları arasındaki demokratik yöntemleri kurumsallaştırmamış bir sivil toplum kuruluşu demokratik yönetim konusunda topluma katkı sunmaktan uzaktır (Tosun, 2001: 150,151). Sivil toplum kuruluşları toplumsal tabanda yaşanan sorunları kamusal tartışmaya taşıma, bu sorunların çözümü için baskı yapma işlevi taşımalıdırlar. Kendi içerisinde sivil bir özellik taşımalı ve örgütlenmesi tepeden inmeci bir yapılamayla değil tabandan tavana doğru bir yapılanmayla oluşturulmalıdır (Avcı, 2000: 42,43).

Sivil toplum kuruluşlarının yönetimlere karşı uyguladıkları baskı yöntemlerinin etkin olabilmesi için bazı özellikleri taşımaları veya bu özellikleri kazanmaları gerekmektedir. Ekonomik yönden devlet dışından bir kaynaktan beslenen sivil toplum kuruluşları sosyal ve siyasal hayatta daha etkin olmaktadır. Devletten özerk bir ekonomik yapıya sahip kuruluşların etkinliğinde ekonomik güç önemli bir etken olarak göze çarpmaktadır. Kuruluşun üye sayıları, üyelerinin statüleri, örgütlenme yapıları ve politikalarını belirleme süreçleri yönetim karşısındaki durumlarının belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Sivil toplum; devlet gücünün vesayeti altında olmayan özgür dernekler ve örgütlü toplulukların bulunduğu bir alandır. Sivil toplum; toplumsal farklılıkların özgürce ifade edildiği, örgütlü topluluklar yoluyla kendini yapılandırabildiği ve bu örgütler aracığıyla erdemlerini eşgüdümlediği alanda bulunur. Sivil örgütlerin bir bütün olarak devlet politikasının gidişatını önemli ölçüde belirleyebildiği veya onu etkileyebildiği yerde sivil toplumdan söz edilebilir (Erdoğan, 1998: 207).