3. TÜRK KAMU BÜROKRASİNİN ORTAYA ÇIKIŞI, TARİHSEL GELİŞİMİ,
3.2. Türkiye’de Kamu Bürokrasinin Tarihsel Gelişimi, Türk Yönetim Sistemindek
3.2.5. Türk Kamu Bürokrasisinin Sınıflandırılması
3.2.5.2. İşlevsel (Etkinlik Açısından) Sınıflandırma
3.2.5.2.1. Askeri Bürokrasi
Türkiye’de bir kurum olarak ordu, tarih boyunca toplum ve devlet içerisinde farklı ve önemli bir konuma sahip olagelmiştir. Ordu her şeyden önce ülkenin dış ve iç güvenliğini sağlayan siyasi bir kurumdur. Orduyu diğer kamu kurum ve kuruluşlarından ayıran ve orduya avantaj sağlayan bazı faktörler söz konusudur. Ordunun silahlanma tekeline sahip olması, örgütlenme açısından katı bir hiyerarşik yapıya sahip olması ve ülkenin bütünlüğünü, devletin güvenliğinin koruyucusu olarak kendisine siyaset üstü bir konum elde etmiş olması orduya diğer kamu kurumlarının üstünde bir önem kazandırmaktadır. Bu özelliklere sahip olan ordu savaş aracı, siyasi düzen ve istikrarın sağlayıcısı ve sivil düzenin alternatifi fonksiyonlarına da sahiptir (Heywood, 2007: 533, 535).
Türk toplumu için ordunun dünyadaki birçok toplum ve devletten farklı olarak daha ayrıcalıklı bir yeri vardır. Türklerin kültürel alanda kendilerini ordu millet olarak tanımladıkları ve ordunun toplumun tümünü yansıttığı genel kabul görmektedir. İslam öncesi Türk devletlerinde, Selçuklularda, Osmanlılarda ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde ordu devlet yönetiminde belirleyici bir konuma sahip olmuştur. Türkiye’de Cumhuriyet, Osmanlı’nın son dönemlerinde iktidarı elinde tutan İttihat ve Terakki’de görevli üst düzey askeri bürokrasi tarafından kurulmuştur. Askeri bürokrasinin yeni rejimin kurulmasında oynamış olduğu bu tarihi rol, kurum olarak ordunun devleti sahiplenme ve hatta çoğu zaman devletin tek sahibi olduğu düşüncesine kapılmasına neden olmuştur.
Osmanlı’da tımar sistemin bozulması sonrasında, Jön Türkler hareketi ile başlayan ordunun siyasete müdahale geleneği Cumhuriyet döneminde sürdürülmüştür. Bu geleneğin oluşmasında devletin siyasal olarak içinde bulunduğu durum etkili olmuştur. Avrupa’nın Osmanlı karşısında her alanda ileri gitmesi ve Osmanlı’nın sürekli toprak kaybetme sürecine girmesi ve ordu içinde siyasi düzene karşı bir ideoloji konumuna gelen Bektaşiliğin etkin olması (Berkes, 2002: 117) ordunun siyasete müdahale ihtimalini artırmıştır. Osmanlı Devleti’nde ordunun belirleyici güce sahip olduğu gerçeği, Batılı anlamda yenileşme ve modernleşme hareketlerinin ilk olarak askeri alanda başlamasıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu anlamda modernleşmenin başlıca ideolojisi milliyetçilik ve başlıca taşıyıcısı da ordu olmuştur (Belge, 2007: 23). Sivil - askeri bürokraside ortaya çıkan ve zaman içinde kurumsallaşan siyasal iktidarı elde etme eğilimi ve bundan kaynaklanan seçkinler politikasının ülkede baskın olması Osmanlı’dan Cumhuriyete geçen önemli yönetsel miraslardandır (Sevil, 1999: 111).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrasında asker kökenli kişilerin ve özellikle Mustafa Kemal’in devlet yönetiminde bulunması ordunun siyasete müdahale ihtimalini azaltmıştır. Bu kapsamda tek partinin iktidarda olduğu 1923- 1950 yılları arasında askeri bürokrasi siyasete müdahale imkanı bulamamıştır. Askerin siyaset dışında kalmasının sebeplerinden biri de askerin kışlası dışına çıkmasına sıcak bakmayan Fevzi Çakmak’ın bu dönemde Genelkurmay Başkanı olmasıdır.
1950 genel seçimlerinden sonra DP’nin iktidara gelmesi ordunun siyasete ve siyasetçiye bakışını değiştirmiştir. DP iktidara geliş sürecinde güvenlik güçlerinin (polis
ve jandarma) baskıcı uygulamalarını seçim malzemesi olarak kullanmış ve bunda da başarılı olmuştur. DP’nin dine bakışı ordunun bu partiyi kabullenememesinin bir diğer nedeni olmuştur. Bunlardan daha önemlisi bürokratik elit sınıfı dışından insanların devlet yönetimine müdahil olmaya başlaması rejimin en önemli bekçisi konumunda olan askeri bürokrasinin kabul edemeyeceği bir gelişmedir. 1950- 1960 yılları arasındaki DP iktidarı asker ile sivil arasındaki gerilim siyaseti sürekli bir hal almıştır.
1960 yılına gelindiğinde ordu gerilim siyasetini daha da ileri götürerek yönetime el koymuştur. Yeni anayasa oluşturulana ve yeni bir siyasi iktidar görevi devralana kadar askerin kontrolünde olağanüstü rejim kurallarının uygulandığı ve yaklaşık bir buçuk yıl süren bir dönem yaşanmıştır. 1960 ihtilali sonrasında 1961 Anayasası hazırlanmış ve bu anayasa, devleti ve toplumu siyaset kurumuna karşı korumayı amaçlanmıştır. Bu çerçevede, bireylerin kendisini ifade etme, örgütlenme ve basın yayın özgürlüğüne kavuşması sağlanmıştır. Toplumun özgürleşmesi konusunda yapılan bu çalışmaların aksine halkın seçerek iktidara getireceği siyasi iktidarların yetki alanı olabildiğine kısıtlanmıştır. Yeni anayasada siyasi iktidarın yetki alanını ve faaliyetlerini kısıtlamak için yeni bürokratik kurumlar oluşturulmuştur. 1961 sonrası süreçte olağan dönemlerde kamu bürokrasisinin siyaset kurumuna en fazla müdahale imkanına sahip olan ve yarı siyasi yarı hukuki bir kurum olan Anayasa Mahkemesi yeni anayasayla kurulmuştur.
1961 Anayasası’yla sosyal alanda toplumun özgür bir hayata kavuşması amacı 1971 askeri müdahalesiyle sona ermiştir. Anayasanın özgürlükler anlamında topluma bol geldiği iddia edilerek anayasal özgürlükler önemli ölçüde kısıtlanmıştır. Bu müdahale sonrasında Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuş ve toplumdaki örgütlenme özgürlüğü önemli ölçüde kısıtlanmıştır. Kısaca 1960 sonrasında siyaset kurumunu, kamu bürokrasisinin denetimi altına alma girişimi 1971 sonrasında tüm toplum için geçerlilik kazanmıştır.
1961 Anayasası’nda 1971 yılında yapılan düzenlemeler 1980 askeri ihtilalinin habercisi niteliğindeydi (Özbudun, 1993: 25). 1971- 1980 yılları arasında siyasal ve sosyal hayatta sağ sol kamplaşması, yasal yollardan insanların kendilerini ifade etmelerinin engellenmesi, şiddetin yaygınlaşması ve siyasi istikrasızlığın sürekli bir hale gelmesi askeri bürokrasinin devlet yönetimindeki etkinliğini artırmıştır. 1980 yılına
gelindiğinde ordu yönetime yeniden el koymuştur. Yeni anayasa çalışmalarının tamamlandığı ve yeni hükümetin görevi devraldığı 1983 yılına kadarki sürede askeri bürokrasi olağanüstü rejim kurallarını uygulamıştır. Olağandışı kuralların uygulandığı bu ara dönemler, askeri bürokrasinin devlet yönetimine doğrudan sahip olduğu dönemler olması nedeniyle Türkiye’nin siyasi hayatında ayrı bir yere sahiptir.
1980 ihtilali sonrasında hazırlanan 1982 Anayasası kendisinden önce hazırlanan iki anayasadan toplum ve siyaset kurumu açısından daha baskıcı ve daha katı kurallar getirmiştir. 1983 sonrasında kamu bürokrasisi Milli Güvenlik Kurulu aracılığı ile siyaset üzerindeki ağırlığını sürdürmüştür. Ancak kamu bürokrasisinin siyaset üzerindeki ağırlığı dönem dönem farklılıklar göstermiştir. Siyasi istikrarsızlıkların yaşandığı koalisyon hükümetleri döneminde kamu bürokrasisinin siyaset üzerindeki ağırlığı hissedilir derecede artmıştır.
Askeri bürokrasinin resmi ideolojiye güvenlik perspektifinden bakarak farklı anlamlar yüklemesi kurum olarak askerin siyasal rolünü, motivasyon araçlarını, stratejilerini ve müttefiklerini süreç içerisinde değiştirmesine neden olmuştur (Cizre, 2006: 157). Askeri bürokrasi milli güvenlik ideolojisi çerçevesinde yapılanmış ve faaliyetini sürdürmüştür. Bu ideoloji MGK Genel Sekreterliğinde cisimlenmiştir (Yayla, 2007: 21). Bu ideoloji düşman algısı çerçevesinde biçimlenmekte ve bu ideolojide dönemsel olarak düşmanların öncelik sırası değişmektedir. Ayrıca milli güvenlik ideolojisi sınırları askeri bürokrasi tarafından belirlenen, bir güvenlik alanı ortaya koymuş ve bu alana siyasi iktidarların girmesini engellemek istemiştir (Cengiz, 2008: 117). Dış politika, Kürt meselesi ve din devlet ilişkisi bu sınırlar içerisinde kalan konular olduğu için bu meselelerde siyasi iktidarların ve sivil toplum kuruluşların çözüm önerisinde bulunması dahi engellenmeye çalışılmıştır.
Askeri bürokrasinin siyasal ve sosyal hayattaki konumu ve etkinliği Türkiye’nin AB’ye giriş süreciyle beraber yeni bir boyut kazanmıştır. Bu kapsamda askeri bürokrasinin Türkiye’de de gelişmiş Batı toplumlarındaki konumuna uygun bir konuma getirilmesi için yasal ve idari düzenlemeler yapılarak uygulamaya geçirilmeye başlanmıştır. Ayrıca sivil toplum gelişip olgunlaştıkça askeri bürokrasinin toplum üzerindeki etkinliği azalmaktadır. Türkiye’de tek parti dönemindeki askeri bürokrasiyle NATO’ya giriş süreci sonrasındaki askeri bürokrasinin toplum ve siyaset üzerindeki
etkinliği nasıl bir değilse, (Özdemir, 1994: 11) AB giriş süreci içerisinde bulunan Türkiye’deki askeri bürokrasinin etkinliği bir değildir. Ancak, bütün bu gelişmelere rağmen Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı için yapılan seçimlere askeri bürokrasinin ilgisi bir tutku derecesinde olduğu için (Özdemir, 1994: 97) 2007 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine de askeri bürokrasi müdahil olmaya çalışmıştır. Bu süreçte askeri bürokrasi amacına ulaşamasa da Türkiye’de ordu siyaset üstü ve tarafsızlık özellikleriyle devletin koruyucusu rolüne sahip olması (Cizre, 2006: 156) dolayısıyla Türkiye’de halkın en güvendiği kurum olma özelliğini korumaktadır.