• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Öncesi Dönemde Sivil Toplum Kuruşları

2. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ TANIMI, ORTAYA ÇIKIŞI,

2.2. Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Tarihsel Gelişimi

2.2.2. Türkiye’de Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Tarihsel

2.2.2.1. Cumhuriyet Öncesi Dönemde Sivil Toplum Kuruşları

Türk siyasi tarihi ve siyasi hayatında etkin rol oynayan kurumların Cumhuriyet öncesindeki gelişim süreçlerinin ele alınması toplumsal olayların ve gelişmelerin daha iyi kavranması için bir gerekliliktir. Bu nedenden dolayı Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ile ilgili yapılan bir araştırmada öncelikle, altı yüz yıllık bir geçmişe sahip Osmanlı dönemindeki sivil toplum kuruluşlarının gelişim süreci ortaya konmaya çalışılmalıdır. Osmanlı - Türk siyasetinde etkin olan üç unsurdan söz edilebilir. Bu

unsurlar; millet sistemi, loncalar ve din kurumudur. Gerileme döneminde bu unsurlara ayanlar da eklenebilir. İlk bakışta birer sivil toplum kaynağı olabilecek bu unsurlar geniş çaplı bir inceleme ile ele alındığında, devlete göbek bağı ile bağlı kaldıkları, devletle ilişkilerinde devleti önceleyen bir yaklaşım geliştirdikleri, kısacası hakim yönetim yapısı içinde devletten özerkliklerini sağlayamadıkları için bu toplumsal unsurların Batı tarzı sivil topluma kaynaklık edemedikleri söylenebilir (Tosun, 2001: 208,209).

Osmanlı toplumunda sivil toplum batıdaki gibi tarihsel, toplumsal ve felsefi bir içeriğe sahip bir kavramla ifade edilmemiştir. Ancak Osmanlı toplumunda da sivil toplum işlevi gören bazı kurum ve kuruluşlardan söz edilebilir. Osmanlı toplumunda, sivil toplum kavramı, siyasi iktidar-devlet dışı alan olarak değil, askeri alanın dışı veya karşıtı olarak kullanılmıştır (Alkan, 1998:84). Sivil toplum kuruluşlarının sosyal alandaki faaliyetlerini sistematik bir şekilde yerine getiren vakıf sisteminden bahsedilebilir. Osmanlı’da din kurumu içerisinde sivil bir örgütlenmenin kaynağı olan tarikatlar sosyal alanda önemli işlevleri yerine getirmiştir. Osmanlı sosyal hayatının en önemli unsurlarından biri olan bu tarikatların VII. yüzyılın sonlarından itibaren kurumsallaştığı gözlenmiştir (Berkes, 2002: 90). Bu unsurlar, batı toplumlarında görülmeyen bir yapılanmaya sahip olduğu gibi sosyal alanda pek çok faaliyet alanında hizmet sunmuştur. Osmanlı’da sosyal alanda işlev gören sivil yapılanmalara siyasi alanda uzun bir süre rastlanmamıştır.

Türk siyasal yaşamında bireysel anlamda ilk sivil girişim örneği, Osmanlı’da 1847 yılında vatandaşların bireysel sorunlarını bir dilekçe ile hükümete iletmeleridir (Kalaycıoğlu, Sarıbay, 1995: 33,40). 1856 Kırım Savaşı sonrasında Osmanlı’da sivil örgütlenmenin ilk örnekleri olarak kabul edilen dernekler kurulmuştur (Gönel, 1998: 3). Islahat Fermanları ve onların arkasından gelen I. Meşrutiyet daha çok devlet memurluğundan yetişme birkaç kişinin çökmekte olan devleti kurtarmak için düşünebildiği ve genellikle batıdan aktardığı girişimden ibarettir (Soysal, 1986: 20). 1860’lı yıllarda sivil toplum kuruluşları fiili olarak ortaya çıkmış ve varlıklarını sürdürmeye başlamıştır. Aslında 1860’lı yıllar genel anlamda; örgütlenme, basın, kamuoyu, muhalefet ve yönetimin yeniden yapılanması konularında yeni bir başlangıcın

ipuçlarını vermekteydi. Ancak bu konularda yasal düzenlemeler, II. Meşrutiyet’le birlikte yapılmaya başlanmıştır (Alkan, 1998: 49).

19. yüzyılda cemaat kültüründeki aşınmanın artmasıyla birlikte, bireyin toplumsal yapıda bir değer olarak görüldüğü bireyselleşme ve bireyselleşmenin daha da artmasına neden olan akılcı ve seküler bir toplumsal gelişim sürecine girilmesi sağlanmıştır. II. Meşrutiyet’in ilanı ile siyasal partilerin kurulması 19. yüzyılın sonlarına doğru, özellikle yeraltı örgütleri olarak ortaya çıkan ve gelişen siyasal derneklerle birlikte gönüllü bireysel siyasal davranışların sonucu olan siyasal gruplaşmaların ortaya çıkması Tanzimat’la oluşan değişimlerin temel sonuçları olmuştur. Tüm bu gelişmeler sivil toplumun oluşum ve gelişimini hazırlayan şartların, 19. yüzyıl ortalarında oluşmaya başladığını göstermektedir. Ancak Osmanlı’da sivil toplumun gelişimi düzenli ve istikrarlı bir şekilde olmamıştır. 1876 Anayasası’ndaki tasarım bozukluklarından yararlanan II. Abdülhamit sivil toplumu denetim altında tutmuş ve geleneksel saltanat geleneğini yeniden yaşama geçirmiştir (Kalaycıoğlu, 1997: 115).

Tanzimat dönemi ile birlikte, bürokratlar padişah yerine devletin hizmetkarı olmaya başladı. Eski dönemin iki önemli gücü olan yeniçeriler ve ulema tasfiye edildiği için bürokrasiyi denetleyecek padişah dışında başka bir kuvvet kalmamıştır. Bu nedenle Tanzimat bürokratları, otoriter bir yönetim anlayışının temsilcisi oldular. Ayanlarla birlikte değerlendirildiğinde, imparatorlukta yaşanan iktidar parçalanmasından doğan boşluğun ayan ve bürokratlar tarafından doldurulduğu söylenebilir (Tosun, 2001: 135). II. Meşrutiyet’in yürürlüğe girdiği 23 Temmuz 1908 tarihinden itibaren hızlı bir dernekleşme sürecine girilmiştir. Üç aylık kısa bir dönem içerisinde 78 yeni dernek kurulmuştur. Bu hızlı dernekleşme süreci yaklaşık bir yıl devam etmiştir. II. Meşrutiyet’in ilk beş yılı siyasal ve toplumsal örgütlenmenin kurumsallaşması açısından önemli bir dönem olmuştur (Alkan, 1998: 107,117).

II. Meşrutiyet dönemine kadar fiili olarak gelişen örgütlenme, Kanun-i Esasi’de bir temel hak ve özgürlük olarak yer almamıştır. Ancak, II. Abdulhamit döneminde konu, şirket veya ortaklık kurma hakkı içinde değerlendirilmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanından yaklaşık bir yıl sonra 1909 yılında Kanun-i Esasi’de yapılan değişiklikle Osmanlı yurttaşlarının toplanma hakkı anayasal güvenceye kavuşmuştur. Dernek kurma konusunda belirli düzenlemeler yapılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık bir yıl

sonra, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda, Türklerin Kamu Hukuku başlıklı bölümünde dernek kurma hakkına yer verilmiştir (Yücekök, 1998: 46).

II. Meşrutiyetle bir anda toplumsal bir olgu olarak ortaya çıkan dernekleşme büyük ölçüde 1901 yılında çıkartılan Fransız Dernekler Kanunu’ndan esinlenerek hazırlanmıştır. Dernekleşme bağlamında 1908 sonrasında gözlenen en önemli değişiklik, devlet ile toplum arasında aracı kurumlardan biri olan siyasal partilerin doğuşudur (Tosun, 2001:245). 16 Ağustos 1909 yılında kabul edilen Dernekler Yasası’nın ardından özellikle siyasal örgütlenmelere üye olma hakkını ve bu örgütlerin çalışma koşullarını zorlaştırıcı düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler özellikle bürokraside çalışanları kapsayıcı bir nitelik taşımaktaydı (Alkan, 1998: 51, 54). Ülkenin sosyal hayatına hareketlilik getiren ilk sendikal örgütlenmeler bu yasa çerçevesinde kurulmuştur. 1908 yılında iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki yönetimi ülkedeki sendikacılık hareketlerini baskı altına almıştır. Daha sonraki süreçte Cumhuriyet döneminin ilk anayasasında işçilere sendikalaşma hakkı verildiyse de 1925 Takrir-i Sükun Kanunu ertesinde sendikal hayat bir süre sessizliğe bürünmüştür (Gönel, 1998: 6).

1902’de toplanan II. Jön Türk Kongresi’nde iki farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır. Ahmet Rıza, Ziya Gökalp öncülüğünde bir grup aydın reformların yukardan aşağıya ve devlet eliyle yapılmasını öngörürken, Prens Sabahattin öncülüğündeki diğer bir grup ulusal bir burjuva sınıfı oluşturulması için, bireysel teşebbüslerin geliştirilmesi ve merkezi yönetimin zayıflatılması gerektiğini ileri sürmüştür. Prens Sabahattin’in önerisi toplumsal ve siyasal yapının bütüncül denetimden uzaklaşmasını ön gördüğü için sivil toplumcu düşüncenin çekirdeği olarak kabul edilmiştir (Tosun, 2001: 236, 238). Bu kongreden Ahmet Rıza’nın savunduğu görüş zaferle çıkmış ve bundan sonraki süreçte bu düşünce ülke yönetimini ele alacak olan İttihat ve Terakki’nin politikalarında oldukça etkili olmuştur. II. Meşrutiyet’le başlayan özgürlük havası beş yıl gibi kısa bir süre içinde sona ermiştir. Önce İttihat Terakki’nin tek parti rejiminin baskıcı ortamı, sonrasında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ilan edilen sıkıyönetim rejimi ülkedeki özgürlük ortamını bütünüyle ortadan kaldırmıştır. Bu süreçte özgürlük yerini muhalefetin susturulduğu, gönüllü siyasal girişimin köreldiği, devletin ekonomik,

toplumsal ve siyasal yaşama tüm ağırlığı ile egemen olmaya çalıştığı bir ortama bırakmıştır (Kalaycıoğlu, 1997: 117).

Tanzimat sonrasında bir yandan aydınlar ve bürokratlar diğer yandan küçük burjuvazinin sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkış sürecinde etkin oldukları görülmüştür. II. Abdulhamit’in otoriter bir yönetim sergilemesi, dernek ve diğer sivil toplum örgütlerinin kurulmasını ve yaygınlaşmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Sınırlı sayıda kurulan sivil örgütlerin toplumsal ve siyasal yaşamda yasal yollardan faaliyet göstermelerine izin verilmediği için, bu dönemde gizli örgütlenmeler toplumsal ve siyasal yaşamda daha etkin bir rol oynamıştır (Alkan, 1998: 85, 94). II. Abdulhamit döneminde, dernekleşme ve bireysel gönüllü girişim artık bir yeraltı faaliyeti halini almak zorunda kalmıştır. Devletin gücünü dengelemek, denetlemek ve dolayısıyla sınırlamak bu dönemde meşru olmayan, yasak faaliyetler olarak kabul edilmiştir. Bu süreçten ülkedeki sivil toplum kuruluşlarının gelişimi ciddi bir darbe almıştır. II. Meşrutiyet’in kısa süren 1908- 1912 yılları arasındaki özgürlük ortamında yeniden oluşan özgürlük ortamında gönüllü kuruluş ve siyasal partilerin ortaya çıkışına kadar sivil toplum kuruluşları gayrimüslim azınlıklar ve Levantenlerin kontrolündeydi. Bu durum ülkenin ekonomik hayatında bu toplumsal grupların etkin olmasıyla yakından ilgili bir durumdur (Kalaycıoğlu, 1997: 116). Bu dönemde büyük şehirlerdeki toplumsal gelişmeler kadınların sosyal hayata dahil olmasına altyapı hazırlamıştır. 1908 yılında İstanbul ve Selanik’te Tefayyüz Cemiyeti Hayriye-i Nisvan, Nisvan-ı Osmaniye ve Müdafa-i Huku-ı Nisvan adlı kadın cemiyetleri kurulmuştur (Berkes, 2002: 446). 1911 yılında Kadın Haklarını Savunma Derneği’nin yayın organı olan Kadın Dünyası çıkartılmaya başlanmıştır (Ahmad, 1995: 124).

II. Abdulhamit yönetimi devletin faaliyet alanını sivil toplum aleyhine büyük ölçüde genişletmiştir. Ülkenin bu dönemde dağılma sürecine girmesi, devletin sürekliliğinin sağlanması ve toprak bütünlüğünün korunması düşüncesinin ön plana çıkmasına ve ülkedeki sistemin merkezileşmesine neden olmuştur. Siyasal yapıdaki bu merkezileşme devletin görüntü itibarıyla yasal olarak çalışan modern bir devlet izlenimi vermesini sağlamıştır. Bu dönemde anayasa, yasalar, kamu bürokrasisi ve bağlı kurumlar ortaya çıkmıştır. Ancak yasaların her vatandaşa eşit olarak uygulanması söz

konusu değildir. Siyasal iktidar için otoriteye sadakat en önemli değerdir (Kalaycıoğlu, 1997: 115,116).

I. Dünya Savaşı’nın bitimi ile birlikte sivil ve siyasal örgütlenmeler konusunda herhangi bir yasal düzenleme bulunmadığı için her türden dernek kurulduğu görülmüştür. Siyasal ve sosyal alanda örgütlenme konusu II Meşrutiyet döneminde Anayasanın 120. maddesinde düzenlenmiştir (Görel, 1998: 3). 1913 yılında İttihat ve Terakki’nin siyasal iktidarı ele geçirmesiyle örgütlenme haklarının kullanılmasına önemli engeller getirilmeye başlanmıştır (Tunaya, 1984: 372,375). İttihat ve Terakki siyasal iktidarı tam olarak ele geçirmek için sivil toplum kuruluşlarından kurtulma çabasına girmiştir. Ayrıca, iktidarın denetiminde yeni bir dernekleşme süreci başlatılması için çalışmalar yapmıştır (Alkan, 1998: 113). İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurulması ve başarıya ulaşmasına karşı toplumdaki tepkisellik dini amaçlı dernek ve örgütlerin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. İttihat ve Terakki Batılılaşma çerçevesinde bir düşünceyi savunuyor göründüğünden kendisine karşı olan tepkiler ve akımların dini referans almasını sağlamıştır. Bu kapsamda ortaya çıkan dini örgütlenmeler ülkenin siyasal ve sosyal hayatında önemli bir dönüm noktası olacak olan 31 Mart Ayaklanmasını düzenlemiştir.

Osmanlı’da olağanüstü siyasal ve toplumsal bunalım ve belirsizlik dönemlerinin sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkması veya sayılarının artmasına katkı yaptığı görülmüştür. Osmanlı- Rus, Balkan savaşları sürerken ve I. Dünya Savaşı sonrasında birçok sivil toplum kuruluşu otaya çıkmış ve bu kuruluşların sayıları önemli bir artış göstermiştir. Ayrıca siyasal sistemde ortaya çıkan demokratik eğilimlerin yoğunlaştığı dönemlerde de sivil toplum kuruluşlarının sayılarında artış görülmüştür (Alkan, 1998: 128). Tanzimat sonrasında merkezi bürokratik yapısını güçlendiren devlet, bir yandan bu kuruluşları ekonomik, siyasal ve idari nedenlerle desteklemiş, hatta özel kanunlarla kuruluşlarını sağlayacak ortamlar oluşturmuş, öte yandan da onları vesayet ve denetim altında tutmak istemiştir. Bu denetimin özellikle, dernek, sendika, meslek odaları gibi bazı sivil toplum kuruluşu üzerinde daha da yoğunlaştığı gözlenmiştir (Gönel, 1998: 3).

2.2.2.2. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum Kuruluşlarının Tarihsel