• Sonuç bulunamadı

Sistematik olmayan risk, şirketin içinde faaliyet gösterdiği sektörden ve şirketin kendisinden kaynaklana riskleri ifade etmektedir. Sektörde yaşanan grevler, teknolojik ilerlemeler, sektördeki finansal destek ve kısıtlamalar ve şirket yönetiminin yapmış olduğu yönetim hataları vb. başlıca sistematik olmayan riskin kaynaklarını oluşturmaktadır.

Sistematik olmayan riski aşağıda belirtilen dört ana başlıkta toplanabilir (Bolak, 1991: 104-406);

i. Finansal Risk, ii. İşletme Riski,

iii. Yönetim Riski, iv. Sektör Riski.

Yaşanan bu riskler de sistematik riskte olduğu gibi şirkete ait menkul kıymetin getirisi üzerinde etkili olmaktadır. Getiri oranında dalgalanmalara yol açmaktadır. Dalgalanmalar da riskin meydana gelmesine yol açması da son derece doğaldır. Ancak, sektör ve şirketten kaynaklanan risk düzeyi şirketler arasında farklılık gösterecektir.

Yatırımcıların sistematik ve sistematik olmayan risklere maruz kalmaktadırlar. Sistematik riskin sistemin kendisinden kaynaklandığından dolayı, yatırımcıların bu riskten kaçınmaları mümkün görünmemektedir. Ancak sistematik olmayan riskin önemli bir bölümü menkul kıymet farklılaştırılması suretiyle azaltılabilir. Portföy çeşitlendirme ne kadar çok yapılırsa yapılsın riski yok etmek mümkün değildir. O halde yapılması gereken riski minimize etmek için çaba göstermektir (Okka, 2005: 319).

Finansal Risk: Finansal risk, şirketlerin özkaynak/yabancı kaynak oranlarına bağlı olarak ortaya çıkar. Özkaynak/yabancı kaynak oranında yabancı kaynağın payı büyüdükçe risk de büyüyecektir. Bunun nedeni, borç vadesi geldiğinde anapara ve faizin ödenememesi durumunun ortaya çıkabilmesidir. Bu da finansal riski ortaya çıkartır. Finansal riskin bir tanımlaması da, işletmenin yükümlülüklerini yerine getirememesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir şirketin borç ödeme gücü zaman içinde küçülüyorsa, şirketin riski artıyor demektir. Tersi bir durum ise, şirketin finansal riskinin düştüğünü gösterir.

İşletmelerin amacı, şirketin değerini maksimize etmektir. Bunu sağlamak için de minimum maliyetli optimum sermaye yapısını yakalamak isterler. Elbette bu amaca ulaşmada kullanılan en önemli araçlardan birisi de finansal kaldıraç katsayısıdır. Finansal kaldıracın kaldıraç etkisini faiz giderleri gerçekleştirmektedir. Ancak, yabancı kaynak maliyeti, şirket kârlılığını aşması durumunda, kaldıraç olmaktan ziyade, özkaynak kârlılığında ve gelirlerde düşmelere neden olabilir.

Faaliyet Riski; Faaliyet riski, şirketin varlıklarının içerisinde ne oranda sabit varlığın olduğuna bağlıdır. Sabit varlıkları yüksek olan işletmelerin faaliyet riski, dolayısı ile faaliyet kaldıraç katsayısı yüksek olur. Burada kaldıraç etkisini aynı zamanda faaliyet riskini sabit varlıklar oluşturmaktadır. Sabit varlıkların

47

büyüklüğünden dolayı, birim başına sabit maliyet payı büyük olduğu için daha yüksek üretim düzeylerinde kâra geçebilmektedirler. Negatif etki gibi görülmekle birlikte, ekonominin büyüdüğü dönemlerde ise, sabit maliyetleri karşılayan şirketler çok ama çok daha yüksek kâr düzeylerine kolaylıkla erişebilirler. Bunun karşıtı bir durumda ise ekonomik durgunluk dönemlerinde sabit maliyetleri karşılayacak üretim düzeyini yakalayamaması durumunda şirket kolaylıkla zarar edebilir. Bunun bir sonucu olarak da, şirketlerin piyasa değerleri de kolaylıkla düşebilir.

Faaliyet riskinden anlaşılması gereken bir başka anlam ise, firmanın faaliyet gösterdiği faaliyet alan riskidir. Yatırımcılar portföyünü oluştururken veya yatırım yaparken çeşitli faaliyet alanlarına yatırım yaparak faaliyet riskini azaltabilir. Örneğin; ilaç alanında veya turizm alanında yatırım yapan bir şirket bu faaliyet alanlarının geleceğe ilişkin risklerini üstlenmektedir (Ercan, 2005: 180).

Yatırımcı kişi veya kuruluşlar faaliyet alanlarını genişletmeyip, diğer bir deyimle yeni faaliyet alanlarına da yatırım yapmaz ise, içinde bulunduğu sektörün tüm risklerini taşıyacak ve bu sektörde oluşacak bir riskten dolayı tüm yatırımları yok olup gidecektir. Bu nedenle, yatırımcıların faaliyet alanlarında çeşitlendirme yapmaları faaliyet riskini azaltma bakımından oldukça etkili olabilecektir (Ercan, 2005: 180).

Yönetim Riski: Şirketlerde yönetim tarafından verilen kararların başarı düzeyi, şirketlerin pazar değerini etkilemektedir. Şirket yöneticileri ve yönetim kurulları her zaman doğru ve isabetli kararlar veremezler. Yöneticilerin bazı yatırım ve işletmeye yönelik kararlarının başarı ve isabetli olmaması şirketin değerinde düşmeye yol açabilir. Buradan da anlaşılacağı gibi, firmaların başarıları yöneticilerin yönetme ve karar alma becerilerine bağlıdır. Şirketler yaşamları boyunca konjonktürel dalgalanmalardan dolayı zaman zaman olası fırsatlarla karşılaşabilir. İyi yönetici bu fırsatları kullanabilen yöneticidir. Aksi bir durumda şirketler ele geçen fırsatlardan yararlanamaz ve şirketin değerinde oluşabilecek artışların önüne geçilmiş olur. Böyle bir durumda ise şirketin muhtemel gelirleri de oluşmaz ve gelirlerinde göreli bir azalma oluşur. Sektördeki daha başarılı yöneticilere sahip firmaların bu durumu lehlerine çevirmesi ise şirketimizin pazar değerini de düşürecektir. Çünkü, söz konusu şirkete ilişkin beklenen gelirler düşecektir. Bu da şirketin pazar değerine, hisse senedi fiyatına yansıyacaktır.

Finansal çalışmalar ve yapılan araştırmalar, şirket başarısızlıklarının büyük oranda yönetim hatalarından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Yönetim hataları hisse sahiplerinin senetlere biçtiği değeri belirleyen değişkenleri önemli ölçüde etkilemektedir. Yönetim hataları sonucu, şirketin satışları ve dolayısı ile kârı düşebileceği gibi, şirketin riski de yükselecektir (Akgüç, 1998: 839).

Sektör Riski; İşletmeler, faaliyet gösterdikleri sektörün yaşamış olduğu değişim ve gelişimlerden etkilenmeden yollarına devam edemezler. Bir sektörün geçirebileceği ekonomik, sosyal, teknolojik, vb. değişimler o sektörün riskini belirler. Sektör riskine ilişkin örnekleri şöyle sıralamak mümkündür;

i. Yurtiçi ve yurtdışı pazardaki rekabetin değişimi, ii. Ülkede ve sektörün geçirdiği grev ve lokavt olayları, iii. Sektörde üretilen ürünlere yeni ikâme ürünlerin gelişimi,

iv. Üretilen ürünlerin arz ve talebinde oluşan değişimler (moda değişimi), v. Yeni vergi ugulamaları,

vi. Hammadde, işletme malzemesi ve yardımcı madde temin koşullarının değişimi, vii. Teknolojik gelişmeler.

İşletmelerin karşı karşıya oldukları riskleri aşağıda şekil-1’de görülmektedir. Şekilde görüldüğü gibi, sistematik risk, bir doğru şeklinde olup sahip ve her şirketin maruz kaldığı bir risk unsurudur. Ancak, sistematik olmayan risk ise her ne kadar küçültülebilse de sistematik olmayan geleceğin belirsizliğinden de kaynaklanan belli bir miktar riskleri her işletme taşıyacaktır. Belli bir noktaya kadar alınan önlemlerle sistematik risk düşürülebilmesine karşın, bir miktar sistematik olmayan risk var olacaktır.

Nihai olarak, şirketlerin sahip olacakları toplam risk sistematik risk ile sistematik olmayan riskin birleşimi olarak her zaman ortaya çıkacaktır.

49

İKİNCİ BÖLÜM FİRMA DEĞERLEME

2.1. Değerleme ve Önemi

Günümüzde finansal yönetim öğretileri incelendiğinde, hemen tüm yaklaşımlarda işletmelerin amacının ‘’firma değerini maksimize etmek’’ olduğu görülecektir. İşletme yönetiminin aldığı kararlar işletmelerdeki nakit hareketlerini etkilemekte ve bunun sonuçları da firma değerini belirlemede temel dayanağı oluşturmaktadır. İşte bu nedenden dolayı, işletme yönetimi açısından firma değeri oldukça büyük bir öneme sahiptir. İşletme yönetimleri aldıkları kararlar doğrultusunda işletmenin değerini arttırabilecekleri gibi, firma değerinde bir düşüşe de yol açabilmektedirler.

Menkul kıymetler borsalarında veya serbest alım satım işlemlerinde, herhangi bir şirketin hisse senedini satın almak isteyen bir bireysel veya kurumsal yatırımcı açısından da değerleme önem arz etmektedir. Zira şirketin değerini bilmeden o şirketin hisse senetlerine ödenecek değeri belirlemek mümkün olmayacaktır. Gerek kurumsal yatırımcılar gerekse bireysel yatırımcılar sahip oldukları fonları değerlendirmek isteme güdüsü ile mevcut şirketlere yatırım yapmak isteyebilirler. Bu noktada amaçları, kâr payı elde etmek ve şirketlerin değerinde meydana gelecek artışlardan yararlanmak olmalıdır. Bu sebeplerle, yatırımcılar kâr payı ve gelecekteki şirket değerini de göz önüne alarak, şirketin bugünkü değerini belirlerler ve geleceğe yönelik kârlı bir durumu görmeleri halinde şirket ortaklığına yönelirler. Görüldüğü gibi, tüm bu karar mekanizmalarında firma değerinin oldukça önemi vardır.

Yukarıda belirtildiği gibi, şirket değerlerinin doğru ve güvenilir bir biçimde belirlenmesi, sermaye piyasalarının etkinliği ve güvenilirliğinin artmasını ve dolayısı ile de sermaye piyasalarının daha fazla gelişip büyümesini sağlayacaktır.

Bankalar ve finans kuruluşları açısından da değerleme büyük önem taşımaktadır. Finans kuruluşları şirketlerin risk düzeylerine göre fiyatlandırma, vade ve teminat alma politikalarını oluştururlar. Risk düzeyi yüksek şirketlerden yüksek getiri ve yüksek teminat

51

istemelerine karşın tersi bir durum için daha düşük bir getiri ve teminata razı olabileceklerdir. İşte böyle karar alma süreçlerinde finans kuruluşları değerlendirir ve değerleme yaparlar. Teminat olarak işletme, fabrika binaları olduğu kadar hisse senetleri de alınabilmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, işletmenin değerinin belirlenmesi, kredi fiyatlama, vade ve teminat açısından da önem taşımaktadır.

Miras, iflas, kamulaştırma ve istimlak davalarında değer tespiti için değerleme çalışmaları kaçınılmaz bir uygulamadır. Ayrıca vergi davalarında da matrahın tespitinin belirlenmesi için aynı şekilde değerleme çalışması yapılması bir gerekliliktir.

Şirket evliliklerinde değerleme yapılmadan hakkaniyete uygun bir birleşme veya devir almanın gerçekleşmesi oldukça güçtür. Bu nedenle şirket birleşme ve devir alma işlemlerinde satın alan ve satıcı veya devir alan ile devir eden arasındaki fiyat belirleme çalışmalarında temel dayanak noktası mutlak surette değerleme raporları olmalıdır. Şirketler halka açılma kararı alma aşamasında hisse senetlerinin fiyatını belirlemek için öncelikli olarak değerleme yapılmalı ve bu çalışma neticesinde pay senetlerinin fiyatı belirlenmelidir.

Değişen ve gelişen dünya ekonomilerinde serbest piyasa ekonomisini benimseyen yönetimler kamu elinde bulunan kamu iktisadi devlet teşekküllerini özelleştirmek suretiyle özel sektöre devretmektedir. Bu noktada fiyat belirlemek için değerleme çalışmasının yapılması görüleceği üzere bir ihtiyaçtır. Fiyatlamada önemli olan bir husus da, özelleştirme sırasında kamuya bir aydınlatma ve ikna mekanizması olarak da değerleme çalışmaları kullanılabilir. Bu yolla kamuoyu kamu mallarının adil bir fiyatlama ile satıldığına ikna olabilir.

Değerlemenin, finansal, muhasebe, hukuki, vergisel ve yönetimsel açılarından bakıldığında büyük önem taşıdığı görülecektir. Şimdi sırası ile önem taşıyan bu konuları vurgulamaya çalışalım;

Finansal Açıdan Değerlemenin Önemi

Değerleme, finansal yönden de oldukça büyük önem taşımaktadır. Değer, gelecekte elde edilen nakit akımlarının bugünkü değerleri toplamı olduğuna göre, firma değeri ile firmanın yatırımında kullandığı özkaynak ve yabancı kaynak oranları, seçilen

yatırım projeleri ve kâr dağıtım politikaları arasında bir ilişkinin olduğunu söylemek hiç de güç olmasa gerektir. İşletmelerin tercih ettikleri finansman modeline bağlı olarak işletmelerin değerinde artış veya azalış meydana gelebilecektir. Bunun nedeni ise özkaynak ve/veya yabancı kaynağa ödenen bedellerin göreli farklılıkları yıllar itibarıyla şirketlerin nakit akımlarını farklı kılacaktır. Bu ise şirket değerinde değişimlere yol açabilecektir. İşletme değeri yüksek olan bir firma sabit varlıklarını yabancı kaynaklarla finanse etme şansına sahip olabilecektir. Ayrıca, değerleme işlemi şirketin maddi ve maddi olmayan varlıklarının değerlenerek kredi temininde ve yeni menkul kıymet ihraç edilmesinde veya mevcut hisse senetleri ile kaynak yaratılmasında önem arz etmektedir (Babcock,1994:6-7). Özelleştirme faaliyetlerinde ise değerleme çalışmaları olmaksızın gerçekleştirilmesi mümkün görünmemektedir.

İşletmelerin amacı sadece kâr elde etmek değildir. Asıl amaç işletmelerin pazar değerinin maksimize edilmesidir. Buradan hareketle, bu amaç için alınan her türlü finansal kararlar şirket değerini etkileyecektir. Şirketler, ellerindeki olası yatırım projelerini incelerken, birleşme ve satın alma kararlarını verirken, yatırımları için sağlanacak yabancı kaynak veya özkaynak kararını verirken, kendilerini halka açarken değerleme unsurunu mutlak surette göz önünde bulundurmalıdır (Üreten ve Ercan, 2000:6-7).

Görüldüğü üzere, değerleme kavramı, şirketin vereceği finansal kararlarla çok yakın bir ilişkiye sahip olmakla birlikte içsel bir bağlantının varlığı da göze çarpacaktır.

Muhasebe Açısından Değerlemenin Önemi

Değerleme, gerek muhasebe uygulamaları gerekse şirket birleşme ve satın alma ile iflas ve tasfiye işlemlerinde uygulama alanı bulmaktadır.

İşletmeler, muhasebenin dönemsellik ilkesi gereği; hesap dönemlerinin bitiminde dönem sonu envanter işlemlerini yaparlar. Dönem sonu envanter işlemleri mutlak surette değerleme ilkelerine bağlı olarak aktif ve pasif kalemler yeniden hesaplanmalıdır. Dönem sonu envanter işlemlerinde ilk olarak, işletmenin mevcutları, alacakları ve borçlarının fiziksel tespiti yapılarak muhasebe kayıtlarında görülen varlıklar ile işletme kaynaklarının gerçekleri gösterip göstermediği belirlenir. Bu biçimde muhasebe kayıtları ile gerçek değerler arasındaki farklar ortaya çıkarılmış olur (Yalkın, 1998: 442). Bu noktadan sonra,

53

belirlenen farklılıklara göre düzeltme kayıtları yapılır. Düzeltme kayıtlarına bağlı olarak da gelir-gider hesapları kâr-zarar hesabı ile karşılaştırılarak gerçekçi sonuçlara ulaşılır (Yalkın, 1998: 444- 445).Birleşme ve satın alma işlemlerinde satışa konu olan şirkete alıcı şirketin bir fiyat biçerek teklifte bulunması durumunda bir değerleme çalışmasının yapılması bir zorunluluktur. Diğer taraftan, satışa konu olan şirketin de bu teklifi kabul edip etmemesi konusunda bir karar verebilmesi için bir değerleme çalışmasına ihtiyacı vardır. Verilen fiyat değerleme sonucu hesaplanan fiyat ile bir paralellik gösteriyorsa teklif kabul edilebilir. Aksi durumda ret edilmesi gerekir. Elbette bütün bu kararların altında ekonomik hareket etme güdüsü yatmaktadır. Eğer başka amaç ve güdülerle hareket ediliyorsa farklı kararlara ulaşılabilir.

Değerlemede önemli olan diğer bir husus da birleşme ve/veya satın almada (devir alma) kullanılması düşünülen muhasebe yöntemidir.

Şirket satın alma ve birleşmelerinde, satın alma veya birleşme sonrasında, alınan işletmenin, alan işletmenin kayıtlarına nasıl kayıt edileceği, diğer bir deyişle konsolide işleminin nasıl muhasebeleştirileceği sorunu karşısında iki kavram geliştirilmiştir. Bunlardan ilki ''Satın Alma Muhasebesi'' ve ikincisi ise ''Birleşme Muhasebesi''dir.

Satın Alma Muhasebesi yaklaşımında, bir işletmenin satın alınması, bir makinenin satın alınması ile benzer bir işlem olarak kabul edilebilir. Satın alma, satın alanın defterlerine satın alınan varlıkların kayıtlı değerleri ile kayıt edilmesi biçiminde gerçekleşir. Diğer bir deyişle, satın alma yönteminin temelini, birleşilen işletmeye normal varlık alınmasındaki muhasebe prensiplerinin uygulanması oluşturmaktadır (Burçkin, 1984: 40).

Birleşme Muhasebesi yöntemi, işletme birleşmelerini sadece bir işletmenin diğerini satın alması olarak değil, ayni zamanda iki işletmenin varlıklarının, faaliyetlerinin tek bir işletme olarak yürütülmesi için birleştirilmesi şeklinde algılanabilir. Her iki işletme de birleşmiş bir biçimde varlıklarını sürdürdüklerine göre, işletmelerin kayıtlarında temel değişikliklere gerek duyulmayabilir. Varlıklar ve borçlar esas değerleri ile gösterilmezler bunun yerine mevcut kayıtlı değer ve maliyet bazında birleştirilirler. Böylece bir satın alma işlemi gerçekleşmediği için net kazancın üstünde bir alım fiyatı diğer bir deyişle şerefiye söz konusu değildir. Bilindiği gibi konsolidasyon işleminde satın alma muhasebesi benimsenirse net defter değerini aşan kısım konsolidasyon şerefiyesi olarak

adlandırılmakta ve konsolide bilançonun aktifinde özel bir hesapta gösterilmektedir (Yönder, 1989: 15).

Tarihi maliyetlerin diğer bir ifade ile kayıtlı değerlerin yanlış kayıtlanması durumunda veya tarihi maliyetlerin değerlemede kullanılmasının çok uygun olmaması halinde, uygun olan diğer çeşitli değerleme yöntemlerinin kullanılması gerekebilir (Smith, 1988: 39). Şirketler edindikleri makine-teçhizatın zaman içerisinde teknolojik uyumu için revizyon yatırımları yapabilirler. Revizyondan kaynaklanan bu yatırım giderleri de kayıtlara yansıtılmamış ise, işte bu durumda söz konusu varlığın veya varlıkların değerlemeye tabi tutulması gerekir.

Türk Ticaret Hukuku Açısından Değerleme

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun ‘’Dürüst Resim’’ başlıklı 515. maddesi şirketin malvarlığını, borç ve yükümlülüklerini, özkaynaklarını ve faaliyet sonuçlarını tam, anlaşılabilir, karşılaştırılabilir, ihtiyaçlara ve işletmenin niteliğine uygun bir şekilde; şeffaf ve güvenilir olarak; gerçeği dürüst, aynen ve aslına sadık surette yansıtacak şekilde çıkarılır.’’ hükmünü havidir. Buradan da anlaşılacağı üzere TTK, bilançoların doğruluk ve açıklık ilkesini ön plana çıkartmaktadır. Şirketlerin aktif ve pasif yapısı gerek şirket pay sahipleri gerekse üçüncü kişiler açısından da büyük önem arz etmektedir.

Bir şirketin aktif değerinin, olandan daha düşük veya yüksek değerlenme durumuna göre şirket ortakları ve üçüncü şahıslar farklı yönde etkilenmeye tabi olurlar. Aktiflerin düşük değerlenmesi sonucu pay sahipleri daha düşük bir varlığa sahip görülebilirken, daha yüksek değerlenmesi durumunda ise pay sahipleri daha yüksek bir varlığa sahip gibi görülecektir. Diğer taraftan aktiflerin olduğundan farklı değerlenmesi, üçüncü şahısları da, örneğin bu şirkete yatırım yapmak isteyenleri yanlış yönlendirebilecektir. Yatırım yapması gereken bir şirkete yatırım yapmamaya yol açabileceği gibi, yatırım yapmaması gereken bir şirkete yatırım yapma durumu da ortaya çıkabilir. Ayrıca şirket aktiflerinin olandan daha yüksek veya düşük değerlenmesi pay sahipleri ve üçüncü şahıslar açısından hukuksal bir sorun da yaratmamalıdır.

55

TTK’nın ‘’Ticari Defter’’ başlıklı beşinci kısmında (64-88.maddeler) değerleme hükümleri yer almaktadır. Bu değerleme hükümleri Türkiye Muhasebe Standartlarında öngörülen ilkelerdir.

1.Genel Değerleme İlkeleri;

MADDE 78- (1) Finansal tablolarında yer alan varlıklar ile borçlarla ilgili olarak, aşağıdakilerle sınırlı olmamak ve Türkiye Muhasebe Standartlarında öngörülen ilkeler de dikkate alınmak üzere şu değerleme ilkeleri geçerlidir:

a) Bir önceki dönemin kapanış bilançosundaki değerler ile faaliyet döneminin açılış bilançosundaki değerler birbirinin aynı olmalıdır.

b) Fiilî veya hukuki duruma aykırı olmadıkça, değerlemelerde işletme faaliyetinin sürekliliğinden hareket edilir.

c) Bilanço kapanış gününde, varlıklar ve borçlar teker teker değerlendirilir. d) Değerleme ihtiyatla yapılmalıdır; özellikle de bilanço gününe kadar doğmuş bulunan bütün muhtemel riskler ve zararlar, bunlar bilanço günü ile yılsonu finansal tablolarının düzenlenme tarihi arasında öğrenilmiş olsalar bile, dikkate alınır; kazançlar bilanço günü itibarıyla gerçekleşmişlerse hesaba katılır. Değerlemeye ilişkin olumlu ve olumsuz farkların dönem sonuçlarıyla ilişkilendirilmesinde Türkiye Muhasebe Standartlarındaki esaslara uyulur.

e) Faaliyet yılının gider ve gelirleri, ödeme ve tahsilat tarihlerine bakılmaksızın yılsonu finansal tablolarına alınırlar.

f) Önceki yılsonu finansal tablolarında uygulanmış bulunan yöntemler korunur. (2) Standartlarda öngörülen hâllerde ve istisnai durumlarda birinci fıkradaki ilkelerden ayrılınabilir.

2.Varlıklar ile Borçların Değerleme Ölçüleri.

MADDE 79- (1) Duran ve dönen varlıklar Türkiye Muhasebe Standartları uyarınca bu standartlarda gösterilen ölçülere göre değerlenir. Borçlar ve diğer kalemler için de aynı standartlar uygulanır.

3.İktisap ve Üretim Değerleri

MADDE 80- (1) Değerlemede uygulanacak değerlerin belirlenmesi, tanımları, kapsamları, uygulanacak kalemlerin gösterilmesi ve değişiklikler Türkiye Muhasebe Standartlarına tabidir.

Yukarıda belirtilen kanun hükümlerinden de anlaşılacağı gibi varlıklar ve borçlarla ilgili olarak Türkiye Muhasebe Standartlarında ön görülen değerleme hükümleri dikkate alınacaktır. Bu standartlara göre temel değerleme ölçüsünün gerçeğe uygun değer olduğu söylenebilir. Bu ölçünün dışında standartlarda olayın özelliğine göre çeşitli değerleme ölçüleri de vardır. Bunlar maliyet bedeli, net gerçekleşebilir değer, kullanım değeri ya da işletmeye özgü değer, itfa edilmiş maliyet bedeli ya da iskonto edilmiş değer, geri kazanılabilir değer, tamamlama derecesi gibidir. Bahsi geçen gerçeğe uygun değer; "karşılıklı pazarlık ortamında bilgili ve istekli gruplar arasında bir varlığın el değiştirmesi ya da bir borcun ödenmesi